Copyright 2024 - MEKSAV

SOHBET 12

Bismillahirrahmanirrahim;

Hep temenni ederiz; Güzel olsun... Nefsine hoş gelen, başkasına iyi gelsin, hoş gelmeyen, başkasına hoş gelmesin. Ayetler çok. Hz.Ebu Bekir de demiştir; ”Beni o kadar büyüt ki; Benden başkasını almasın cehennemin”. Güzel temenni. Cenab-ı Hak fiillerini işleyecek. Nereden işleyecek? Ayette; ”Gaybı bilenlere bildirdim”. İşte, sen o gaybı bilmek için buraya, bu topluluğa geldin. Nedir bu? Tevekkül. Allah’tan ne gelirse amenna ve saddakna, hoş geldin. ”Güzel bir iş yaparsanız benden biliniz,”. Demek istiyor ki; ”Benim gibi olun, düşünün, konuşun, arzu edin, güzel tutun”. Temennimiz; hep iyi olsun, güzel olsun. Nefsimizi de terbiye edecek. Netice; Hüküm yine onun, istersen teslim olma...

Zaki Baba; Kur’an’ı Kerim’i baştan sona mukayeseli okuduğunuz zaman, en az 500 tane çelişkili ayet var. Bir söylediğini kendisinin tekzip ettiği, diğer bir söylediğini yine kendisinin tekzip ettiği. En son söylediğiniz şeye bir ayet getireyim, -İyilikler benden, kötülükler nefsinizden diyor ya-, ”Gerek canlarınızdan ve mallarınızdan, herhangi bir musibet yoktur ki; Biz onu önceden bir kitaba kaydetmiş olmayalım. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz”. Nedir bu? Sizin hiçbir varlığınız yok. Ha, zannetmeyin bu fiilleri siz yapıyorsunuz, ben yapıyorum, kötüsü de iyisi de benden. Nasıl diyeceğiz biz şimdi; İyilikler senden, kötülükler bizden diye? Benim anlatmak istediğim, Kur’an’ı Kerim’de 6.666 Ayet ve bilinen ala rivayet 600.000 hadis, önemli olan bunlar değil, itiraz yok, tereddüt yok. Ayet-i Kerim’e de diyor ki; ”Biz her şeyi bir sebebe bağladık”, bu sebebini araştırmak. Birisi bir şey anlattı körü körüne baş salladık, ben öyle olmak istemiyorum, bu Peygamber’de olsa, Allah’ta olsa. Çünkü bana diyor ki ayeti kerime de; ”Bana karşı akıl sahipleri sorumludur, tefekkür edin” diyor. Ben, kös kös kafa sallarsam, benim dışarıdakiyle aramdaki fark ne olur? Bu düşüncelerimden, sorgu sualimden dolayı da sorgu ve suale çekileceğimi hiç sanmıyorum. Çünkü ben onun emrini yapıyorum, madem ki her şeyi birbirine bağlamış !..

Efendi; “Niye”, diyor, ”Gemiyi deliyorsun? Yepyeni gemi”, diyor. ”Niye deliyorsun gemiyi, bunlar bize bir lokma ekmek vermediler, niye yan duvarını tamir ediyorsun?”. Sorusu bu; Niye !.. Hz.Musa’nın Hızır Aleyhisselama sorduğu gibi! Yaptığı iş, akla mantığa ters bir iş, Şeriat’a ters bir iş. Zahirde yaptığı bir zarardır, ziyandır, gemi sahiplerinin haklarına tecavüzdür, ama o ufak tecavüzle daha sonra, ilerdeki büyük bir musibeti, elden gidecek olan gemiyi engellemiş oluyor. Kur’an’ı Kerim’in içinde hiç acele edin ayeti var mı? Yoktur. Acele ediniz ayeti iki tane vardır. Nice nikbetler, kötülükler vardır ki; Arkasında hikmetler gizlidir. Nice hikmetler vardır ki; Arkasında nikbetler gizlidir. Bu mektep bu meseleleri çözmek için vardır.

Hz.Musa’nın kıssasını okudu. Koca peygamber mukaddes bir beldeye girdi, ”Nalınlarını niye çıkarmadın?”, diyor Allah. Eğer bir odaya girse; Çıkarsın!..”. Bir vadiye girdin”, diyor. Ya koca Musa... Biz oraya girmeden evvel ayakkabılarımızı çıkardık. Ayakkabı nedir? Ef’al’i verdik, Sıfat’ı, Vücud’u verdik. Ta zikirdeyken... O mukaddes vadiye, yani Allah’ın huzuruna girdik. Varlık sahibi Allah’tır. Biz de varlıkla girersek oraya; İki varlık kötüdür, şirktir. Biz bu alem-i ervah’ta yaratılanlara kul-yaratık, yaratana da Halik dedik. Bütün yaratılanların hepsi, noksandır, tam olan Allah’tır. Diyor ki bize; “Bu noksanlıkları bırakın”. Kur’an’da, namütenahi, birbirini teyit ya da tekzip eden ayet çoktur. Müteşabih ve muhkem ayetler vardır. Geçenlerde yine böyle bir olay oldu. Kur’an’ı Kerim’de tevhidi ararsanız bulamazsınız. Kafam karıştı ve bizim Peygamberimiz der ki, tenezzül eder; ”Benim ceddim İbrahim Halilullah’tır”. Tevhit orada neşredilmiştir.

Kur’an’da ararsanız vardır, ama hangi Kur’an’da ararsanız? Biz bir Kur’an’da bulduk bu tevhidi; Ene natıkul Kur’an’da bulduk. Yani Hz. Muhammed’de bulduk bunu. Evvela iman sonra ibadet. Oradan aldı Cenab-ı Hak, tevhide getirdi. Burada; gerek aşikar olan ayetler, gerek mühkem olan ayetler burada karşılaştırılacak. Ne gibi? Afakta olan enfüsteki Kur’an’la birleştimi itiraz biter. Yalnız afakta olan Kur’an’ı Kerim kafi olsaydı bizim buraya gelmemize lüzum kalmazdı, şeriat bize tevhidi anlatırdı. Demek ki... Orayla burayı karıştır!.. Bir afaki, bir de enfüsteki Kur’an. Bir de sayfalarda yazılan, lafzi Kur’an var. Şimdi, bu afaki Kur’an bize ibret veriyor. Bu afaki Kur’an tatbik ettiriyor.

Hz.Musa’ya. ”Git”, diyor, ”Benim bir kulum var, itiraz etme, ne derse peki de, isyan etme, bunda hikmet var”. Gemiye biniyor; ”Niçin deldi ?”. Oğlanı kesti; ”Niçin kesti ?” (Nefsini kesti). Duvarı onardı; ”Yapmayalım !”, diyor. Yapalım biz, hep hayır işleyelim. Eğer o duvar yıkılırsa içinde hazine var, sahibine geçmeyecek, başkalarının eline geçecek. O duvar bu duvar. Tevhide geçmeden önce bu duvar göçseydi, yıkılsaydı, bu tevhit bize nasip olmayacaktı. Allah’ın bir lütfu, eseri bu , bize... Dayanamadı, şeriate aykırı geldi, ayrıldılar, nitekim şimdi ayrıldığımız gibi.

Ayette; ”Zalikel kitabu la raybe fihi hudellil mutteki-inananlar için tertemiz bir kitap indirdik”. Kime ?, ”Ellezine yu müminune”. İnananlara!.. Bir gaybtır bu Kur’an’ı Kerim, gaybtır. Bilmiyorsunuz hiç biriniz ,ama; ”Bilinmeliğimi istedim”, diyor. Bilinmelik için yarattı, Resulullah’ta bilmiyordu!.. Ohalde; “ve yukimüne’ssalate ve mimma razaknahum yunfikun”, namaz kılınız ve bundanda infak ediniz.

Büyüklerimiz diyor ki; Çocuğu bir terzi dükkanına verdin, kunduracı dükkanına verdin. O kundurayı yapmak o çocuk için meçhul. Malum değil.Süpür dükkanı, onu yap, bunu yap. Sonra çivi çakmayı öğreniyor, 3-5 sene sonra çırak, kalfa, usta oldu. Usta olunca, o ilim ona gaybıydı, malumu oldu. Diyor ki ustası; Evladım, sen bu işte benim gibi usta oldun, yükseldin, istersen ortak yapalım, istersen kendin dükkan aç. Ne oldu? Gaybda olan, meçhulde olan, maluma geldi. İşte gaybda olan Kur’an’ı Kerim yavaş yavaş, bize malum olmakta ve olacakta !..

Müteşabih, Muhkem ayetler var. Dedim ki; yeni dünyaya geldik, tevhide girmekle, ”İki günü musavi olan kayıptadır”, diyor Hz.Muhammed. Hiçbir Mürşit sana bir şey vermez, veremez. Senin içinde olan Mürşid-i Kamil zaman zaman, tefekkür ederek, ederek... Bende efendi gibi tevhide girmeden önce çok isyan ettim, ”olmaz” dedim, ”adaletsizsin, birine veriyorsun, birine azap çektiriyorsun...”. Demek ki; Hattı müstakim değil, hattı münkesir var. İşte oraya geldiğimiz zaman... Küfür birdenbire silinmez, o kale birdenbire alınmaz, putlar birdenbire kırılmaz. Yavaş, yavaş. Ben kendi putumdan mesulüm, sende kendi putundan mesulsün. Kimse kimsenin azabını çekmez. Bir misal; Karı-Koca yatıyorsun. Bir rüya gördün, azap içinde, asıyorlar, kesiyorlar, biçiyorlar!.. Karına, “kalk” dedin, ”rüya gördüm, azap çekiyordum !..”. Karısı ne anlasın?.. İşte böyle... Herkes kendinden sorumludur. Öyle bir akıl ki, fikir ki !.. Ziya Paşa’ya gelelim; ”İdraki meali bu kadar akla gerekmez, zira bu terazi bu ağır sıkleti çekmez”. Bir altın terazisinin içine 1 çuval buğday koyarsan, çekmez onu o, ona göre terazi lazım. İşte akılda böyledir. Mevlana’ya dönelim; ”Akıl çamura batmış merkebe benzer”. Akılla bir şeyi bulmak mümkün değildir, bu akıl ötesi!.. Çocukların okuduğu bir fizik, bir de metafizik vardır. Fizik elle tutulan, gözle görülen her şeydir. Metafizik, elle tutulmayan, gözle görülmeyen ama inkarı mümkün olmayan bir varlıktır. İşte bu fizik olmakla beraber, metafiziktir. Bu elle tutulan tarafları, fiziki yapı; bir de bunun manası vardır, bu da metafiziktir. Elle tutulmaz, gözle görülmez ama inkarı da mümkün değildir.

Hz. Fahri Kainat Efendimize gelmiş değildir Kur’an !.. Hz.Adem’den başlar, Peygamber Efendimize kadar gelir. ”Ey Habibim, sen yoktun dünyada, Lut, Semut ,Ad kavmi... böyle yaptık, böyle oldu..”. Anlatıyor, tarih ibret veriyor ve “onlara lanet olsun” diyor. Hz.Muhammed zamanındakilere de lanet ediyor. Kime ? Ebu Cehil’e. Kendisi bir gün; ”Ben umumi olarak dua ederdim Alemi İnsan’a. Öyle bir ayet geldi; ”Ey habibim, sen amcanın mezarına gittin, Kur’an okudun, sakın bir daha Kur’an okuma ona, biz onu müşriklerden kıldık”. Habibi ve edibi olan Muhammed’e ihtar ediyor, ”Yanlış yapıyorsun” diyor. Ona dua etmediler, amcası, yakını! Ondan sonra aklını başına alıyor Muhammed. Peygamberlerde yanlış yapar. Ebu Cehil’e rastlıyor bir gün amcası ve Ebu Cehil’i öyle bir yapıyor ki, berbat ediyor. Diyorlar; ”Amcan böyle böyle yapıyor.”, ”Din kuvveti ile yapmadı, yeğeniyim diye yaptı”, diyor.

Çok okudum Kur’an’ı. Ayetler, ayetler... başa çıkamadım! Kamil’in sözünden ayrılmadım. Efendim imtihan etti beni; ”Hadi bakalım İbrahim amca, sen bilirsin o ayeti anlat... anlat... anlat”. 5 sene sonra; ”İbrahim amca bilmiyor bir şey!“ dedim... Ve gördünüz, nereye gittiysem dinledim, bazen kükredim. Arap öyle der; ”Et tekraru ahsen velev kane yüzseksen”. Dinledim, varsın desinler; ”İbrahim amca bir şey bilmiyor”. Bilmiyor çok güzel şey, biliyor çok kötü.

Mevlana diyor ki; ”Kapıya bir dilenci gelse, onun eline bakılmaz ne getirdi diye, verin ona” diyor. Bizde Allah’ın ve Muhammed’in dilencisiyiz, ama o dilenciliği, fakirliği bırakmadı bize. Muhammed; ”El fakru fahri”, fakirliğimle iftihar ederim dedi. Yalnız Allah’tan istenir. Yalnız kulluk Allah’a istenir. Ahmet’e, Mehmet’e, Hasan’a yapılmaz. Ne güzel diyor Mehmet Akif ;

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor;

Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

O rüku olmasa, secde olmasa, eğilmezdi başlar diyor. Öyle bir insan ki o, diyor, o secde olmasa, kimse eğdiremez o başı diyor. İşte bizi secde ettiriyor şimdi.

Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü. Bizim işimiz... “Gönülleri yapmaya geldik”, diyor, Yunus. Neleri var Yunus’un!.. En son makamdır bu çocuklar... Son rütbeye geldik çocuklar. Makam-ı Ahadiyet’tir bu... Hz.Muhammed’in en son makamını deruhte ediyoruz, Tevhit bu... Oruç’a gittik; Şafak, ben, Cengiz. Gittik sohbet açıldı, ”Şöyle der Hasan Fehmi Hz.”dedim;

İhtiyacındır bilinmek, Fehmi’yi var eyledin;

Ta ezelden bu hitabı, söyledin kulağıma.

Ve Oruç bir dörtlüğünü okudu. ”Bu”, dedim, ”Cebriyeye, Mütezileye girer , ağır bir makamdır bu”. Dedim; ”Çek buradan bir kitap. Oku”. Zamanın kutbu, Bağdat’ta, Zennuni Mısri Hz., ömründe, ”La ilahe illallah”, dememiş ve istiğfar da etmemiş. Dedim; ”Doğru!.. Bizde Allah demiyoruz !..”. Bende 28 yıldan beri Allah demiyorum. Oruç’ta yatağında. ”Oruç hocam size izah eder”, dedim. Sonra demiş ki; ”Tevhit çok zor şey”, demiş. Demek ki Oruç ortamı bulamadı, açmadı, yoksa bilir. Biri dedi ki orda; ”Ah! Bende Kuşadalı olsaydım, Oruç’u bilebilseydim” dedi. Onun üzerine; ”Veysel Karani, Yemen illerinde... Görmedi, konuşmadılar Resulullah Efendimizle, ama hırkayı şerif’i oraya teslim edin, dediler. 4 halife gittiler”, dedim. ”Sen gördün mü Muhammed’i?”, ”Damadımdır.”, ”Ömer, sen?”, ”Yakınımdır”. Sen, sen, sen... ”Sen?”, ”Bir gün”, dedi, ”Putları kırıyorduk Kabe’de. Yetişemediğimiz put oldu, Resulullah dedi ki bana; Ali, bas omuzuma, kır o putuda”... ”Haya ederim”, dedi Ali, ”Ben senin omuzuna basamam, sen benim omuzuma bas”. ”Elini koydu omuzuma, kırılacak gibi oldu, ben omuzuna bastım”... Diyor ki; ”Sen bir kere görmüşsün”.

İki yönü vardır bu kainatın, insanında öyledir. Bunu Niyazi güzel açıyor; ”Surette nem var benim, sirettedir madenim”. Bu suret libasını bir soysak, kim var içerde göreceğiz. Onun için; Büyüklerin suretlerini değil, siretlerini görmek gerek. Ebu Cehil’de gördü, ama suret gördüler. Mevlana diyor ki; ”Suret itibariyle insanlar insan olsaydı, Ebu Cehil’le Muhammed müsavi olurdu”, diyor. Bu son makam, son mektep bu... Başka olsaydı, Hz.Muhammet bize bildirirdi.

Oruç; ”14 yaşımda müezzinlik yaptım”, diyor. Dedim ki; ”Bu, küçük yaştan beri, oradan aldı bize, bizden aldı O’na verdi” Nedir bu sıkıntı? Hanımı bir yanaştı, 6 kilo, naylon su dolmuş, sarı su, iki günde bir 6 kilo alıyorlar. Tebessüm etti, sarıldı bana, bitirdi beni orda, bitirdi!.. Diyorum ki dostlar; ”Bir kişi Allah kadar tenezzül ve tevazuu sahibi olmazsa, Allah ona hiç bir şey vermez”.

Allah olayım diye heveslenmeyin, O’nda kaybolun. Nasıl olur bu iş? Açalım... Kainatta ne kadar güzellik varsa sende, ne kadar da azap, sıkıntı, işkence varsa sende. Bunların hepsinin sahibi Allah. Hem yaşıyor, hem yaşatıyor. Hepsini yaşadı ki yarattı. Büyüklerimiz der ki; ”Fiil’i, Sıfat’ı, Vücud’unu da ver”. O zaman!.. İlahide diyor; ”Yok vücudum nem bilinmez, Ol ateş nem yandırır”. Gösteriyor işte. Misalleri var. Hz.İbrahim’i atıyor mancınıkla, güllük gülistanlık. Ateşin vazifesi yakmaktır. Ne diyor; ”Ya naru kuni berden ve selamen ala İbrahime”. Selamet bul İbrahim’e. Yakma deseydi, yakmazdı, ateş bulamazdık. Şimdi ihtiyacımız var,yanıyor.

Kolay değil bu dava, Allah’ın davası bu. Firavun’un, Nemrut’un olsaydı, kolay... O da zor ya!.. Bizim davamız Allah’ın davası. ”Ne oldu size ?”, diyor. ”Allah’ı anmaktan beri kaldınız” diyor. ”Evlat istediniz, mal mülk istediniz, o mallar, mülkler fitne oldu size”, diyor, ”Uzaklaştınız!..”. Kolay değil bu işler, ama kolaylaştırıyor. Bak, sevgi, muhabbet oluyor. ”La ilahe illallah, diyen bulununcaya kadar, ben kıyameti koparmam” diyor. Kim der? Bizden O der...

Allah demesini ve kimin Allah dediğini öğrendik ve başta şirkten kurtulduk. Bazen diyorum ki; Allah demek kadar sevap hiçbir şey yok. Süleyman Çelebi ne diyor?;

Bir kez Allah dese şevk ile lisan,

Dökülür cümle günah misli hazan

Birdir Ol, birliğine şek yok durur

Gerçi yanlış söyleyenler çokdurur

İşte, bu yanlışı 50-60 sene sonra öğrendik. Zararın neresinden dönsek kardır. Hem ayet, hem hadis var. Bir gün oturuyoruz Karasu Oteli’nde, Kazım Muşti geçiyor, durdu, “Seninle biz rakı içtik”, dedi. ”Doğrudur”, dedim. Ben dedim, “Kumarda oynadım, esrarda çektim”, ”Ondan haberim yoktu” dedi. ”Bilesin, söyleyesin her yere!..”, dedim. 40 sene evvel, askerdim, cevizli köyünde. Mahzendeyiz, yağmur, su, Çavuşum, kumar oynuyorlar, ”Sende oyna”, ”olur” dedim. 5 kuruş, 5 kuruş, 25 kuruş gitti benim. Oynadım ya, yalan değil... Esrar içiyorlar, ben sigara içmedim ömrümde, içme dedi babam. Verin dedim, bir duman çıkıyor ondan, aman aman!..İçtim ya!..

Hanginiz günah işlemediniz? Soruyorum size. Şimdi günah işleyin bakalım, işleyebilecek misiniz? Ne eliniz varır, ne gücünüz varır. ”Ey Habibim, biz seni ameliyat etmedik mi”, iki defa. Ayettir bu. Bizim ameliyatımız nedir? Resulullah’ı ağır tutmuş, iki defa. Bizim ameliyatımızı Hz.Muhammed gördü ve dedi ki; ”Ey Azrail kardeşim, beni sıkı tut, ümmetimi tutma !..”. Nerede oldu bizim ameliyatımız? Hudeybiyede, ağacın altında. Ve öyledir, yapın bir tecrübe? Niçin yapamayacaksınız? Benim dediğim yere gelirsen, yapamayacaksın. ”Girdim anın zikrine, azalarım dil oldu”. Tepeden tırnağa zikretmiyorsan, sen daha zikre girmedin. Ağız girdi, kulak girmedi zikre. Kulak girdi, göz girmedi. Kalp, ayak, el girmedi. Sende daha Firavun var, Nemrut var; Hüküm sahibi, sana karışan var, yapamazsın !..

“Dua et Efendi” , diyor . Edemez o dua . Niçin? Dua makamına gelmedi daha. Neden? Şöyle bir hikaye var; Eroğlu vardı, Burgaz’lı. Büyük bir alimin oğluydu, kendi yapmazdı başka, ara sıra namaz kılardı, içerdi, ama çok iyi insandı. Bir gün geliyoruz ; Erol, Yalçın, Mustafa, ben. Şimdi kulüp. Ercan oraya saptı. Erol; ”Muharebede... Ayağını kaybetmiş birisi, hemen düşmanın birisinin ayağını getirmişler takmışlar, kaynamış. O adam giderken sol ayağı kiliseye doğru gidiyormuş, camiye gidiyormuş öbür ayağı da. Bizim Ercan’ında kumarhaneye gidiyor”... Misaldir bu. Eğer nefsin hepsi Müslüman’sa, Müslüman demektir. Bir misal; Birinci hocam derdi ki; ”Yılan eğri büğrü gider, deliğe gireceği zaman dosdoğru girer”. Bizi Allah eğri büğrü yarattı ama Allah’a giderken dosdoğru gideceğiz. Allah’ın bütün vasıfları bir kişide mevcutsa onun duası müstecaptır. Misal; Resulullah Efendimiz diyor ki; “Benim ahlakım Allah’ın ahlakıdır, beni rabbim terbiye etti”. İşte bunun gibi olanın duası...

Allah’ı ayrı Muhammed’i ayrı gördün mü, hapı yuttun!.. Aynıdır O. Ağır değil mi biraz?.. Meydanda, ”Tehallaku bi ahlakillahi”. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış, O’nun dediğinden çıkmamış ki hiç. Allah deyince Muhammed, Muhammed deyince Allah. Peki, bu yalnız Allah’a ve Muhammed’e mi ait? Eğer aitse onlara, mubarek olsun!.. Kur’an’da onların, kainatta onların, ikisinin !.. Olur mu öyle şey! Demek ki bize yayıyor. Bilinmeliğimi istedim dedi ve yarattı, demek ki bizi de aynı yola davet ediyor.

Allah’ın vazifesi, Muhammed’in vazifesi varda bizim yok mu? Çok mühim vazifeler tevdi etti bize. Kıyamete kadar devam ettirin diyor Efendi , öyle anlatıyorsun ki , sen anlıyor musun bunları”. Kendimde tecrübe etmesem anlatmam. Sordular Nasrettin Hoca’ya, ”Kıyamet ne zaman kopar?”, ”Büyük mü, küçük mü?”, dedi, ”Büyük olanı ben ölürsem, hanım ölürse de küçük kıyamet kopar”. Biz öldük mü kıyamet koptu. Demek ki bu nefes, bu ruh, bu vücutta olduğu müddetçe Allah’ı ve Resulünü ve kitabını muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Bütün büyüklerimiz böyle geçmiştir, benden sonra o alacak,o alacak...

“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz, kim ki keserse en büyük azaba düçar olacaktır”, diyor. Ayettir bu. Demek ki nerede bu? Kendindedir. Öyle inanmışımdır ki artık niçin, neden yok, tamam. İmtihan orada değil buradadır. Öğretmene diyorlar ki, talebeler; ”Nereden soracaksın imtihanda, oraya çalışalım?”, ”Yok”, diyor, ”Her taraftan”. Bir yerden sorarsa cevap verecek. Her taraftan. Bakalım sözünde sabit misin değil misin burada. Baş ağrısı, bel ağrısı, koş oraya ,buraya... İmtihan ediyor, dedim. Oruç’a; ”Onun en çok uğraştığı kimlerdir?”, ”İnnallahe yahşaküm min ibadihil ulema”. Bakalım, sevdim diyor, yalancı mısın? Altı kilo suyu bana gösteriyor.

Ölüm en büyük rahmettir. Efendi dedi ki; ”4 gün evvel, yalvardım Allah’a, alsın diye.”. Bir iki gün tehir edildi. Şairin birisi diyor ki; ”Ölüm; İnsanların kalpleri, organları vs.. En büyük işkencenin, azabın, daimi istirahatgahıdır.” diyor. Ölüm!.. “Kul acizdir”, diyor, ”Ondan daha büyük rahmet olmaz”, diyor. “Kalpleri; Vurmadan, çırpınmadan bitap düşen bedbahtların istirahatgahıdır”, diyor. ”İşte o en çirkin azaptan daha rahmet ölümdür”, diyor. Şimdi bakalım sözünde sadık mıdır, değil midir?. “Ne yaparsa yapsın” dedim, Oruç’un yanında, ”İkrar etmeseydik kolaydı, ama ikrar ettik, sevdik bir kere”, dedim, ”Ne kadar azap, işkence yaparsan yap, sözümüzde sabitiz, ikrar ettik, belî dedik”. Ondan çevirmek istiyor bizi.

“Yarabbi, beni mi gördün?”. Seni gördü ya. ”Beni mi buldun?”. Seni buldu ya. ”Niye onu bana musallat ettin?”. Seni himaye eder O. Seni dergaha almak istiyor. Huzuru İlahiye almak istiyor, toplantıya almak istiyor. Mümin yapmak istiyor seni. “Mümin kimdir”, diye sorarlarsa; Allah’la beraber olandır. Mümin’in öyle bir hali olur ki; Kimdir kul, kimdir Çalap?.. Allah kim, kul kim bilemezsin.Yunus der ki;

Hoştur bana senden gelen, ya gonca gül yahut diken,

Ya hil’at’tır yahut kefen, narında hoş nurunda hoş

Hacı Sabri Efendi demiş ki efendisine; ”Efendi, O bir tane Yunus çıkmış “. Cevap şu ; ”Kapılar kapandı mı?. Sende ol bir Yunus, Her biriniz birer Yunus olun.”. Cenab-ı Hak’kın ayetleri çok; ”Lihududullah”. Sakın hududu aşma. Bazılarını bazılarına üstün kıldık. Şimdi biz bu hali yaşıyoruz, bizde tecelli ediyor bu ayet. Tevhidde; kaynaktan alıyor Mürşit, Allah’tan alıyor. Hepsi bir mi? İnkar edeni var, ikrar edeni var, hafif iman edeni var, hepsi bir mi? Bu sohbeti yaptığınız zaman... İçinizde... Fevkalade anlayışlıdır, fevkalade sohbet eder. ”Yahu anlamadım ben bunu”. Anlamadın ya. Sen onu kaydı ihtiyatla telakki ettin. Bir gün gelir anlarsın, yahut anlamazsın. İşte bazılarını, bazılarına üstün kıldık.

Resulullah der ki; ”Siz bildiklerinizin dostu, bilmediklerinizin düşmanı olmayınız”. Onun için hepimiz, hiç şüphe etmeyiniz ki, Cenab-ı Hak’kın katında makbul kullarıyız. Neden? Tevhid’e dönüyoruz şimdi. Bektaşi şöyle der; ”Ben bir kere karıştım, hamam böceği yutturdu bana”. Karıştırmaz işine de, bizde karışmayalım. Ne güzel hadisler var, hepsini bilmek mümkün değil. ”Kim ki Müslüman kardeşiyle alay ederse, gülerse, yaptığı ibadetlerle kurtulamaz ve ağlayarak cehenneme girer”, diyor. Bunlar başınızdan geçti ya da geçmedi, bekleyin, bir gün geçer.

Anlatırım daima; Bir arkadaşım istihza etti benimle. Teravihten çıktık, Hakim Mehmet, Liman Reisi Salim bey, Arif bey, Müftü, ben, Adnan vardı. Dedi ki Müftü’ye; ”İbrahim beyi aldınız evliya yaptınız. Biz onla neler yaptık, neler”. Dedim; ”Benden mi bahsediyorsun?”, ”Evet”, dedi, ”Senden”. ”Öyle bir İbrahim vardı, rahmetli oldu, öldü, yeni bir İbrahim var ama onu sen anlayamazsın“ Müftü bilmez bu işi. ”Yırtılmış ve dikilmiş pantolonla, yırtılmamış bir mi?”,dedi.”Pantolon değil efendi” dedim, ”Bunu teşbih edemezsin”. Ertesi gün; Yine Teravihten çıktık. O arkadaş ve öbür, bir arkadaş, beraber gidiyorlar. ”İbrahim amca geliyor sen git”, dedi. ”Öcal, okuyuver bana”, dedi. “Dün akşam ki gibi alay mı edeceksin benimle”, dedim. Kış günü... Ağız bir tarafta, burun bir tarafta... Eyvah!.. Gittik, uyuyamadım sabaha kadar. Sabah; ”Mustafa Köse, gel” dedim, ”Senle bir yere gidecez”. Gittik evlerine, ”Okuyuver bana”, dedi. ”Okuma bilmem”, dedim, ”Sen okumakla beraber bir fizik tedavisine git”. O zaman gitti, iyileşti, ama olmadı.

Efendi beni kovaladı, Ahmet Efendi. Anlatırım hep. Sonra koluma girdi, dedi ki; ”Sana laf atan olur, sakın gönül koyma”. Eyvah.. Başladım ağlamaya. Yahu dedim, kabahatim ne? 4 tane oldu. Sizinle değilmiydim ben. ”Gönül koyma, özür dileme hiç” dedi, ”Ocakları söner”, dedi. Ondan sonra ne derlerse desinler, gönül koymadım. Şimdi, Cenab-ı Hak Hz. muhtelif kulları üzerinde tecrübeleri vardır, deneyleri vardır. İhvandan biri, geçen gün; ”Ahadiyet makamını Resulullah gelir verir” dedi... Sende; Resulullah’ta sende, Allah’ta... Dedi ki; ”Orada ilmi keşif açılır mı, açılmaz mı?”. Hem açılır, hem açılmaz. Mutlaka o makama geldi diye, o makamı yaşıyor demek değil. Hem yaşar hem yaşamaz. Tecrübeler sabit, onun için ihvan Cenab-ı Hak Hazretlerinin bütün ayetlerini yaşıyor. Onda fazla, onda eksik.

Bektaşi der ki; ”Öyle sualler soracağım ki, kapamışsın sual kapılarını”, ”La yusel amma yefal”, ”Ben sual sorarım, sual sorulmam. Emrederim, emredilmem. Hükmederim, hükmedilmem”. Onun için en büyük rütbe kulluktur, itaattir, teslimiyettir. Hepsi camiden çıkıyor, cuma’dan. Hani Allah Yoktu ya? Allah demiyordun ya!.. Varmış ya, niye korkuyorsun, hüküm seçiyor. Bakan’ın bana söylediği; ”Erbakancı olmasın?”. Gelecek Erbakancı. Yasak mı Erbakancının gelmesi, gitmesi? Ötekiler nasılsa... Kanunlar var. Elimizi vicdanımıza koyacağız.

Zaki Baba;

"Kur’an’ı Kerim’i çok okuyunuz“ dediniz ya, muteaddit ayetlerde Allah-u Teala diyor ki; ”Gerçek dost istiyorsanız, benden başkasını dost edinmeyiniz”. Ama biz Allah-u Teala’ya nedense, yaradılış itibariyle çok az tevekkül ediyoruz. Haşa; Gayb’da da, bize hiçbir şekilde gelip de yardım edemiyecekmişde!.. Onun için, mevki ve para itibariyle bizden daha üstün kişilere kul köle oluyoruz.

Efendi;

Sohbetimde açtım ben onu; ”Bazılarını, bazılarından üstün kıldık . İnançları , anlayışları , ibadetleri üstün”. Sevgileri ayrı, hepsi bir değil.

Zaki Baba;

Bir gün arabayı boyatırken orada birkaç kişiyle sohbet ediyorduk, Mehmet vardı orda, ona bir soru sordum; ”Bu kainatı kim yarattı?”, ”Allah”, dedi. ”Bütün bu güzellikleri kim yarattı?” , ”Allah”, dedi . ”Peki”, dedim. Zamanında, namaz kılıyormuş, Cuma’lara gidiyormuş. Konu oradan açılmıştı da, bende fırsat diye sordum. ”Peki, bütün bu güzellikleri Allah’ın yarattığını biliyorsun. Öbür alem için Allah-u Teala diyor ki ayette; Sakın bu dünyanın güzelliklerine aldanmayın, hayaldir bunlar, hiçbir değeri yok , asıl güzellik öbür alemde. Demesine rağmen, niye itimat edipte gerekli şeyleri yapmıyorsun”, dedim . ”Orası”, dedi, ”şüpheli”. ”Demek ki sen daha iman etmemişsin”, dedim. İnsanların yüzde 99.9’unda bu şüphe var. Genelde.

Efendi;

Kaç nüfustur bu Kuşadası? 100.000. Kaç kişi var dergahta? Kaç kişi var burada? ”Ben iman ettim !..”. Yok canım!.. Bir kere Allah deyişin, namaz kılışın yanlış. Günde 40.000 defa yoklar Allah. Nasıl? ”Acaba”, diye. Bugün bir dua ettim birisine. Cenab-ı Hak diyor ki; ”Sizin kalbiniz iki parmağımın arasındadır”. İster böyle, ister şöyle. Nedir o? Celal ve Cemal, bir anda çevirir. Bir anda çevirmedi mi Ömer’i? Bizde aynıydık, evvelden.

Bir hadis vardır,öyle ki; ”Ölmeden evvel ölünüz”. Kabre giren anlar bizi, haşr olup neşr olmadan, mahşer gören anlar bizi. Eğer, biz, ”Mutu kable ente mutu” ya ermeseydik, bu şerefli hadisin mensupları olmasaydık, biz bu işi anlamazdık. Engel çok, mani çok. Öyleyse en büyük rahmet ölümdür. Ölümden korkmayın, ölüm iki dostu birbirinden ayıran berzahtır, o aradaki hali kaldıran, ölümdür. Ben, sen olmuşuz hem. Niçin ayırsın bizi ki? Elbette bir mahremiyet var. O mahremiyet kalkarsa, engel kalıyor mu arada? Yetiştiriyorsun evladı, veriyorsun elin adamına. Elin oğlu alıyor, ama engeller kalktı, mahremiyet kalktı aradan.

Mevlana diyor ki; ”Kapı çalınır, birisi çıkar,”Mahrem geliyor”. O aile efradı kadınları, kızları örtünürler. Veya, ”Mahrem değil”, örtünmeye luzüm yok”. Allah ile kulun arasında; o mahremiyet kalktıktan sonra; Sen O, O sen olursun. “Nas uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar”. ”Mutu kable ente mutu”, aynıdır.

“Vacip oldu, vacip oldu” dedi bir gün, Resulullah Efendimiz. ”Ne vacip oldu?” dediler, ”Cennet vacip oldu, bu mevtaya” dedi. ”Nereden?” dediler. ”Dediniz ki; Allah rahmet eylesin. Ne güzel insandı o”, ”Evet, dedik”, ”Onun için vacip oldu, yani sizin tasdikiniz Allah’ın tasdiki oldu, ayrılık gayrılık yok, sizin sözünüz O’nun sözü, O öğretti size” dedi. ”Vacip oldu” dedi bir gün. ”Aman Ya Rasulallah buna da mı vacip oldu cennet”, ”Hayır” dedi “Buna cehennem vacip oldu. Kurtulduk, gitti başımızdan... Rahmet okudunuz mu arkasından!..”.

Bir berekettir. Madem ki bütün Fiil’de Fail Allah’tır, biz teslimiyet yaptık. Bizim konuşmamız O’nun konuşmasıdır, bizim zikrimiz, fikrimiz, işimiz O’nun!.. Mahremiyet kalktı aradan. İşte bu zümre olmasa!.. Ne diyoruz; ”Yarabbi, bizi zümreyi salihinden eyle, zümreyi arifinden, sevgililerinden eyle, o sevgililerinle haşr et, kaynaştır”. Mekke’de Medine’de hep bu dua vardı. Allah’ta başka dua bilmiyor, istemiyor. Bize, bütün istediklerini Cenab-ı Peygamber vasıtasıyla bildirdi. Hz.Resulullah olmasaydı Kur’an’ı kim anlardı? Kim anlatırdı? Muhammed’den başkası ne anladı, ne de anlattı. “Neden? İspat et!”. 5 vakit namaz kılıyoruz, hac’ca gidiyoruz, zekat veriyoruz, kelime-i şehadet getiriyoruz. Kur’an’ı Kerim’de namaz’ı bize tarif etmiyor, Salat diyor, ”İnne’s salate tenha”.

Cenab-ı Resulullah Efendimiz namazı... Cebrail A.S, geldi, namazı tarif etti. Farzları var, vacipleri var, bunları tarif etti. Bunların hiçbiri yok Kur’an’da, salat der. ” İnna atayna kel kevser fesallili rabbike venhar”. Fesalli, namaz. O açıkladı bize Kur’an’ı Kerimi. Eğer O açıklamasaydı islam zuhura gelmezdi. Zekat, Hac, Kelime-i Şahadet... getiriniz namütenahi, ne biter, nede tükenir. Namazın içindeki, dışındaki farzlar, fıkıh, akaid vs... açıklamış. Yoksa biz, Kur’an’ı Kerim’e ne diyoruz? Mukaddes, fevkalade bir kitaptır. Niçin? Allah tarafından gelmiştir, bizatihi Allah ‘ın kelamıdır. Hz.Adem’den beri onlar nasıl ibadet ettiler? Nasıl oldu?.. Geliyor Hz.Muhammed’e.

Mukaddes kitap, inkarı mümkün değil. Ama bir yer var orda... Benim Peygamber’im ne demişse, ben onu yaparım ve bütün Peygamber’lerin yaptıklarını tasdik ederim. Benimle alakası yok diyemem. Muhammed’i bilmeden Kur’an’ı bilmek mümkün değildir. Hz.Muhammed’de bilmiyordu Kur’an’ı, 6.666 ayeti. Sende bilmiyorsun, sende görmedin bunları. Anlatıyoruz sana, böyle oldu, oldu, oldu diye.

Birgün Koca Hoca geldi Kuşadasına, Hacı Ali Tosun. Kaleiçi’ne misafir olarak geldi. Cami’nin hocasının amcasıydı, iki gece kaldı. Mustafa vardı, yemek getirttik, Hacı Ali’de geldi bu arada. Kapıdan girince sağ tarafta; Sohbet ediyoruz. Dedi ki (Mustafa); ”Hz.Muhammed’in kaç tane çocuğu vardı, amcaları, dayıları kimlerdi?” diye sordu.”Ne soruyorsun bunları, sana ait değil onlar”dedi. Hacı Ali Tosun’da aksiydi; ”Onlardan sana ne, hangi sülaleden olursa olsun, onlar sana sorulmayacak”,dedi. “Emirler sorulacak” dedi. Kur’an’ı Kerim 24 tane Peygamber’i açıklıyor. Onlardan da mesul değiliz. Yalnız Hz.Muhammed’den. Bana sorsalar, ”Kaç kızı, kaç evladı vardı?” diye, bilmem. Mesulde değilim, böyle bir kayıt yok. Mesuliyet; O’nun bana gösterdiği farzlardır, vaciplerdir... Eğer onları bildirmemiş olsaydı bize, Kur’an’ı Kerim’i anlamamız mümkün olmazdı. Yahya kim, İsa, Musa kim...

Senin Peygamber’in ne diyor; ”Ey ümmeti vahide (Tevhid ehli), Allah cesurları, cesaretli olanları sever, pısırıkları sevmez”. Ve Allah der ki; ”Her sınıf, zümreyi affederim. Onların mükafatları, cezaları olur. Bir zümreyi affetmem”. Kim o? “En kıymetli zümreyi affetmem” diyor. Ehli Tevhid’den istediği çok ağır. ”Şirki affetmem, müşriki, bana şerik olanı affetmem” diyor. “O tevhit etmiş kişiyi...”. Ayeti; ”La Yüşrik...”. Tek olan Allah’a sen ikilikle secde edersin. Nedir o? Kurtulmadın nefsinden, vehimden, varlığından. Varlığından soyunup uryan olan anlar bizi. İşte tevhit ehli. Bütün Peygamber’ler tevhit etmişlerdir. Öyle olmasına rağmen, Ümmet-i Vahide’yi Hz Fahri Kainat Efendimize vermiştir. Ve Hz.Muhammed demiştir ki; ”Benim ümmetimin uluları, -tevhit ehli-, Ben-i İsrail Peygamberleri gibidir”. Geçen gün TGRT; ”Üstündür”, dedi. Kimler üstünmüş? Akabe’de biat eden tevhit ehli ulular. Bir... Aşere-i Mübeşşere, cennetle müjdelenmiş 10 kişi. Hülafa-i Raşidin dediklerimiz ve diğer altısı. İki.. Birde Hudeybiye’dekiler. Oldu mu üç!..

Hicret ettiler Mekke’den, Medine’ye, bir sene sonra, tekrar Kabe’yi tavaf etmek istediler, bütün Peygamber’ler tavaf ederdi. Gittiler, mani oldu Mekke müşrikleri, müzakere oldu, orda Hz.Osman’ı gönderdiler Mekke’ye. Geldiler bir heyet, enteresan bir noktayı açayım istedim. Geldiler, müzakere yapılıyor, Hz.Ali’de katip. Mekke müşrikleriyle Hz.Muhammed arasında. ”Yaz”, dedi, ”Ali”, ”Allah’ın Resulü Muhammed”, ”Biz böyle bir şey istemiyoruz”, dediler. ”Abdullah oğlu Muhammed”, ”Yaz”, dediler “Yaz”... Ömer, Osman, Ali... “Ne oluyor bu?” dediler. ”Durun, acele etmeyin”. Koca Peygamber, o kadar tevazu sahibi ki; Abdiyetiyle iftihar ediyor. Abdühu ve Resulühu. Resul’lük sonra geliyor. Yazıyorlar, ”Ne yaptın sen Muhammed, korktun!..”. ”Yok” dedi, ”Bizi daha güzel bir yer bekliyor”, dedi. İşte, orada biat edenler... Onlara diyor ki; ”Beni İsrail Peygamberlerinden üstündür”. Bir kaç gün evvel, şahitlerim var; TGRT. Onu Diyanet tekzip eder yahut teyit eder, beni alakadar etmez.

Demek ki; Allah’ın Resulü, Allah’tan ne aldıysa, bize ne bildirdiyse, onunla mesulüz. İşte, bize Kur’an’ı açıklamasaydı; Biz hem ikrarda, hem de inkarda olurduk. Mesela şeriatta; ”Siz Ebu Cehil’e rahmet okumayın, lanet okuyun”, ”Sen amcanın mezarına gittin, Kur’an okudun!”, diyor Resulullah’a. ”Okuma, biz onu şirk ehlinden kabul ettik”. Eğer şeriat olmasa, Muhammed olmasa, biz Kur’an’ı nasıl anlarız, İmkanı yoktur. Demek ki; Farksız iman, tevhid zındıklıktır. Müslüman olmak için evvela Hz.Musa’nın dinini kabul edeceksin. Duydunuz mu bunu? Sonra İsa’nın, sonra Muhammed’in. Biz.... Doğrudan doğruya Müslümanlık... Yok, olamazsın!.. Fark ehli olacaksın, Cenab-ı Allah diyor ki; ”Seni yaratmasaydım”, 3 defa, ”yaratmazdım eflaki”. Evveli O, Ahiri, Zahiri, Batını O. ”Muhammed’siz birşeyin bilinmesine, anlaşılmasına, anlatılmasına imkan yoktur”, diyorum. ”Adam sende”, diyor, ”Allah sevsin de beni”. Yok, Allah’ın sevmesi için, Muhammed’in sevmesi lazım. Açın Kur’an’ı, çok yerde; “Beni seviyorsanız, Muhammed’i seveceksiniz”, diyor. ”O’nu sevmeyen beni sevemez”, diyor. Bir sevgiliyi yarattı O. Seni sevenlerdendi, biz tasdik ediyoruz, yarın bizide sevenler olacak.

Şimdi, şeriatte var hakikatte yok mu? Şeriatın anlamadığı, mesul olmadığı bütün meselelerde, Tevhid ehli mesuldur. Namaz nasıl kılınır, bilemezdik biz. Şimdi öğrendin de vaz mı geçiyorsun? Oruç ne demektir?, Ne oldu şimdi sana?, Hem Zülcenaheyn oldun, hemde vazgeçtin. Kur’an’ı Kerim ehli tevhide inmiştir. Ehli tevhit Allah’ı zuhura getirir, meçhulü, maluma getirir. Başka şey getirmez tevhit ehli. Bütün dillerden, dinlerden anlayan insandır. Onun için Oruç demiştir ki; ”Tevhit zor şey”. 3-5 gün... Biat ettikten sonra...

Cenab-ı Hak diyor ki; “Öyle bir kavimdiniz ki siz, baştan başa günahla doluydunuz. Sizi helak, mahvettik, kaldırdık, yerinize öyle bir ümmet getirdik ki, onlar günahlarına tövbe istiğfar ettiler ve hiç günahsız olarak onları kabul ettik. Onlar bizim muhafazamız altındadır”. İki zümre ayırıyor; Birisi Peygamberler, “Hiç günah işlemezler, onlar ismet sahibidirler”. İşte Ehli Tevhit de günah işledi, işledi... Hepinizin suç işlemesini istiyorum! Yapamazsınız. Küfür istiyorum! Yapamazsınız. Eski halinize dönün diyorum, bu yol uzundur, sarptır bu yol, yiyecek lazım, azığını hazırla yol uzun. Vakit varken dönün eski halinize, kumar oynayın, yalan söyleyin, rakı için.....

Bir kul günde 24.000 defa Merhaba diyor Allah’a. O’da Merhaba diyor kuluna. Sen 4 senede bir gelmişsin merhaba diyorsun, mavi boncuk bekliyorsun. Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye... Vatan-ı Asli’de olanlar birbirini tanıdılar. İlmi ezeli’de bir hitap oldu bize; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?“, ”Bela(Beli). Evet demektir. Birinci saf olanlar Peygamberler, 2’inci Saf olanlar Evliyalar. 3’ünçü saf olanlar (Sordular); ”Ne dedi, Ne dedi ?”, ”Ben sizin Rabbiniz değil miyim? “, “Siz ne dediniz ?”, “Evet”, “Bizde öyle diyoruz” 4’üncü saf ‘ta olanlar ne la, ne Bela dediler. Şimdi, orada bilişenler, burada buluştular. “Ben ilmi ezeli’deki hitabı duymadım?”. Yok, duydun. Çünkü Allah’ta zaman mefhumu, mekan mefhumu yok, kalktı. O dem bu dem. Duydun değil mi Mürşid-i Kamil’i?..

“Size iki ilim verdim ben. Hem mana, hem zahir ilmi. Sakın onlara açmayın”, diyor Cenab-ı Hak. Ayet var. Resulullah Efendimiz; “Sakın açmayın”, diyor. “Eğer isterlerse azar azar ver”, diyor. “Onların aklının alacağı kadar konuş”, şeriat’ta. Namaz böyle kılınır. Abdest böyle alınır. Ama ehli tevhide... Ne derler sana? Kafir derler, demiyorlar mı? Niye?.. Onları günaha katalım!.. “Açmayın”, diyor. İşte Hay olanlar, diri olanlar... Onlar Allah’la beraber, burada. O nidayı duydun, buraya geldin. Kim getirdi seni? Polis mi, Jandarma mı. Damadın, kızın gelmez buraya. İşte, “Onlar hay’dır”,diyor. Niçin?..

SOHBET 13

Bismillahirrahmanirrahim;

Oruç’un mezarı başında konuşma yaptım. Ne diyor Cenab-ı Hak; “Sizin eliniz, ayağınız, kaşınız, gözünüz, şahitlik edecek” diyor. “Hareketleriniz şahitlik edecek”, diyor. Onun için, “Suizan’da bulunmayın”, diyor. “Şunu yapmayın, bunu yapmayın, hep edepli olun”. Ehlullah hep edepli oturmuş ve konuşmuşlardır. Abdest alırken kıbleye dönmüşlerdir. Zannediyor ki o halk; “Yok!.. Hallac-ı mansur’a!..”. Yok öyle şey. Ayet-i Kerime; ”Allah bütün kainatı ihata etmiştir”. Senin ihata ettiğin 5-10-20-30-40 metreyi geçmez. Ne zaman ki Allah’ın gözleri sende mevcut olacak; ”O kulum benimle görür, ben o kulumun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı olurum”.

O zaman sana haber veriliyor. İşte dedim ki bir yerde; “Bazılarını, bazılarından üstün yarattık”. “Li hududullah”. Siz hududu aşanlardan olmayın. “Efendim, şöyle keramet yapanlar varmışta, böyle müjde varmışta...”. İnanmadın mı? Ne diyeyim ben. Bal yemeyene balı istediğin kadar tarif et !.. Bugünde vardır keramet, yarında öbür günde. Ama kime ?Bu sohbette geçti, sordu ihvandan birisi; ”O Ahadiyet dediğin makama geldiği zaman, böyle böyle olur mu?”. Olur veya olmaz. İsterse olur. Hiç bir Peygamber birbirine benzemedi, ondan ona, ondan ona. Bügün de insanlar içinde !.. Nasıl biliyorsun, nasıl ayırıyorsun? Şairin birisi; ”Eğer muktedirsen, kaldır idraki ademiyetten”, diyor.

Demin sordun ya, cennet cehennem diye, sordu geçen hafta biri; Hallacı Mansur’u taşlarlarken; ”Yarabbi bu taş atanlar da seni meth-ü sena ediyorlar, gül atanlar da. Ağlayanlar da seni meth-ü sena ediyor”, diyor. Yanlış birşey yok. Hani; ”Lanet olsun Hallac’a(veya), Ebu Cehil’e”. Haklı !.. “Rahmet olsun...”, Oda haklı. Senin namütenahi esma ve sıfatın var. Bu esma ve sıfatlar çalışacak... Ne küfür ayetleri ne de Rahmet ayetleri durur, hepsi tecelli eder, tecelligah-ı ilahi burası. Bunları anlayanlar. Tevhiddir. Muhiddin-i Arabi’yi recmettiler, Hallac-ı Mansur’u recmettiler. Fena mı yaptılar ? Yok. Şeyhülislam’ın fetvasıyla yaptılar.

Yapmadılar !.. Onlar anladılar işin başını. O halde netice! Hiç kimse kendi fiilinin faili değildir, ve bunu bizim büyüklerimiz anlamışlardır. Fail, mefsuf Allah’tır, mevcut Allah’tır demişlerdir. Bize, daha zikre girer girmez; Bütün fiillerde, sıfatlarda, vücutlarda mevsuf Allah’tır...

Diyorum ki; Bir kanser mikrobunun(Gözle görülmeyen) vücudu, Allahın vücududur”. “Al bakalım”, diyor Şeriat. “Yahu mikrop mu yaptın Allah’ı ?”. Yahu, kardeşim oraya gelmez senin aklın, zekan, anlayışın. Niçin ? Manidir şeriat. At bir adım daha bakalım. “Ey habibim, emrolundu, gel beru”. Yoksa gidemezdi Muhammed, emretmeseydi !.. Bizimde mirac’ımız boşuna değil, “Esselatü miracül müminin”. Müminin miracı namazdır. Ne yapacak bize ? Yahu kardeşim bekle, “Bekle arif kapısın, yüz göstere irfan sana”. Elif, lam, mim... Okumadın mı ayeti ? Bir gün gelecek, yahut gelmeyecek, varsa kaşığında çıkacak, yoksa yok. Ama seni bu yolda buldu mu, yeter sana. Öyle şeyler var ki ; Diyor; ”Ben Süleyman Demirel’in mektep arkadaşıyım”. Yalan mı söylüyor ? Elif be ce... Orda mahalle mektebinde okudu, yalan değil, 1-2 sene. Ama o Reisicumhur oldu, sen çiftçi, yahut hamal oldun. Seni bu yolda bulsun.

Tevhid... Birisi suret, birisi siret, mana ve madde, zahir batın, çoktur... ”Gör nasıl derc oluptur, 4 kitap bir kitapta”. Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an, tek’i ifade eder. Yani insanı anlatır. Küfür ehlini de ilan eder. İnkar edenlere; İkrar edenlere de ikrar eder. Bu mektepte birlik, birleme vardır. Diyor ki ; Kime sorarsan sor, Adem babamız der. Neden ? İlk yaratılan. Hadisinde; ”Halakallah ademe ala suretihi”, “Halk ettik Adem’i, bütün, bundan sonra gelecek suretleri, Adem suretinde halk ettik”. Çok ince mesele... ve bütün yaratılanlara, ins’e ve cinn’e Adem’e secde emrini verdi. Peki Allah’mıdır O ?.. Bir sual gelecek, bu sualleri düşünmeyenler takliden iman edenlerdir. Tahkik iman edenler; Niçin, neden... Hiçbir müslüman yoktur ki, inkar etmeden, ikrar etsin !.. anlatacaksın ona, niçin Peygamberler, kitaplar gelmiş, evliyalar gelmiş. Soracaksın, çekinme, korkma, araştırmacı ol. Sen robot değilsin... Etti; Bütün melekler secde etti. Dedi ki kovulmuş, tard edilmiş şeytan; ”Etmem”. Niye ? “Ben ondan daha makbulüm, O topraktan, çamurdan yaratıldı, ama ben ateşten yaratıldım”. İmtihan edildi. Sonuçta itaat etmeyen Şeytan, edebi olarak huzurdan kovuldu. Teferruatları çokta, kısa kesiyorum.

Adem’e dedi ki; ”Yiyiniz, içiniz. Yasak meyvadan, size ait olmayan, size yasakladığımız şeyi yapmayın”. Şeytan geldi; “Sizin bu cennet, yiyin için istediğinizi”. Havva ile birleştiler. Havva nedir ? Nefsimizdir, birleştiler. “Yiyelim”, dedi karısı. Yediler ve diyor ki; ”Edep yerleri açıldı”. Berbat oldular, Cennetten kovuldular, birisi Arafat’a, biri Cidde’ye gitti. Sordu Cenab-ı Hak; ”Neden yediniz ?”, ”Nefsimize uyduk, Şeytan’a uyduk”, ”Madem ki uydunuz..”. Cennetten kovuldular, yıllarca... “Yarabbi, biz zulmettik kendimize”, “Zalemna enfüsena ”, “Nefsimize zulmettik”. Ağladılar, affetti. Şeytan geldi; ”Sen emretmedin mi, sen yaratmadın mı sen, sen, sen, birde beni azarlıyorsun”, dedi, “Ben vazifemi yaptım”, dedi. Kovuldu, tard edildi. “İla cehenneme zümera”. Çocuklar çok ince bu!.. Tard edilmiş, kovulmuş, lanetlenmiş şeytanı biz bağrımıza bastık. Nasıl olur ? Sen şeytanla dost olursan, nasıl secde edersin Allah’a ? Soruyorum, Allah senin yüzüne bakar mı? Bakmaz. Var mı ayetler? Çoktur.

İşte, en büyük müşrik; Allah’ın emirlerinden yüz çeviren ve kabul etmeyendir. Bu vazifeyi kime verdi şimdi ? Bize verdi. Ayetlerde, hadislerde; “Ne olur, şeytanın şerrinden, onun iğfasından, vesvesesinden bana sığının”. Ayetler o kadar çok ki. Okuyoruz bunu namazlarda, Kur’an’da okuyoruz. Dost olmayan kimlerdir (Şeytanla) ? Ehli Tevhid’dir. Peygamberler mustesna, birde onların evliyası. Efendim bana ilk ders olarak, ”Eüzübillahimineşşeytanirracim”, bunu öğretmek istedi, çok çaba sarf etti ve öğrendim. Eüzü-Sığınırım. Neden, kime ? Kovulmuş, tard edilmiş şeytanın recminden, Kime? Sana. “Benden başkası seni kurtaramaz”, diyor. Sonra; ”Bismillahirrahmanirrahim” kolay. Kapılar açıldı, eşkıyalar gitti... İstediğin yere git. Kim O Bismillah ? İnsan... Rahman ve Rahim’dir, 3 kelimedir. Sonra bize vazife verdi.

Kim ki şeytanın şerrinden, nefsin şerrinden... Ademin yapamadığını siz şimdi yapın ve cennete girin. Bize veriyor bu vazifeyi. Bütün ehlullah, Peygamber diyor ki;”Yaptığın ibadeti, taatı, yaptığın bütün hasenatı, ibadeti, eğer nefsin duyarsa, gelme bize”, diyor. Yani nefsinle arkadaşlık yapıyorsan. Büyüklerden, der ki Hasan Fehmi Hz.; “Kimseyle kılma adavet- düşmanlık kılma kimseyle-Nefsin sana düşman yeter”,diyor. Bir divanda; “Evliyayım diyenler nefsin Müslüman etsin”. Müslüman etmeyenler nefislerini.. Öldürmek yok ha, nefis öldürülmez, yok öyle şey, Allah indinde en büyük rütbeyi, nefsin ve şeytanın veriyor sana, bükemediği eli öpüyor. Bütün işimiz gücümüz surette değil, sirette.

Dönelim Hz. Adem Safiyullah’a;”Biz, bütün zürriyetleri onun sırtından çıkardık”. “Elestü bi rabbiküm “ hitabı milyonlarca sene evvel oldu ha? Yok öyle şey!.. Ne zaman duydu kulağın, odur. Üniversiteyi bitirdin, hangi dalda olursa olsun, daire müdürü yaptılar, öğretmen yaptılar. Ama o Elestü hitabını sen bir odacıdan duyacaksın!.. Nasıl? Çok güzel yazarsın, okursun ama evraklar, dosyalar nerededir? Dosya demez ki; Ben buradayım. Odacıya soracaksın. Der ki o; Burada. Daha evvelki müdür neler yapmış, onlara bakacaksın, bileceksin. Yine çok, ama sana bir öğreten olacak. Çırak girdin, Nasıl olursun kalfa, usta? O diyecek ki; “Teğel böyle olur, iğneye iplik böyle geçer”. Bütün kainatın bir öğreticisi, birde öğrencisi vardır. İşte bu mektep öyle bir mektep ki...

Bir gün beni bir toplantıya götürdüler. Dedim ki; “Müslüman’ız Elhamdülillah”, “Evet”, dediler. “Namazımızı, ibadetlerimizi yapıyoruz”, “Elhamdülillah”, dediler. “Ben size bir şey soracağım, merak ettim”, dedim. “Hıristiyanlar puta taparlar, onlarda şöyledir, TV’de görürsünüz, işaret yapıyorlar”, dedim. “Gelin, sakın bizde puta tapıyor olmayalım? Ben bu meseleyi öğreninceye kadar puta taptığımı bilmiyordum”, dedim. “Şimdi, onlar böyle yapıyorlar, bizde böyle yapıyoruz, aradaki fark nedir?”. Dedim ki; ”Bana anlatın bu işareti”. “Efendim”, dediler, “Farzdır”, “Farz nasıl vücuda gelmiş, nasıl emredilmiş, mahiyeti, sebebi nedir? Besmele çekmeden Sübhaneke’yi okuyoruz. Ne var o Sübhaneke’de? Elham’ı, Zammı sureyi okumadan, rüku’ya, sücud’a gitmeden..”, dedim, “Bunu ben bilmiyorum, bilenler anlatsında öğrenelim”.

Anlatalım... Kim anlatır bunu ? Mesele orda işte. Mutlaka bir bilen vardır. O bilene de Öğretmen derler, alim, hoca derler; Asr-ı saadette Resulullah Efendimiz oturuyordu, Hülefa-i Raşidin efendilerimizle; dedi ki; “Ya Ebu Bekir bu İftitah tekbiri anahtardır, anahtar demektir. Neyi açıyor bu anahtar?”. Görmedik önümüzde bir şey ki; Cenneti mi, Cehennemi mi, Allah’ı mı açıyor ? Mutlaka bir kapıya gittiğin zaman, kapıyı ya vuracaksın ya da anahtarın vardır açacaksın. Eve başka türlü girilmez, orada ne var bilemezsin.Kapıyı açıpta içerde ne var öğrenmek için mutlaka anahtar lazım. Allahu ekber dedin, iftitah.

“Ya Ebu Bekir, bu anahtarın sevabı nedir ?”, dedi. O dedi ki; “Medine-i Münevvere’nin bütün koyunlarının tüyleri mesabesinde Allah sevap verse bana; o iftitah tekbiri’ni vermem !..”. “Ömer, sen?”. “Bir o kadar daha verse, ayları, güneşleri, yıldızları, onların adedi kadar sevap verse, vermem!“. “Osman ?”. “Bir o kadar daha verse... “. “Ali, sen ne dersin ?”. “Sorma Ya Resulullah, sorma. 1000 tane kainatı olsa, yarattığı adedin 10 misli sevap verse Allah, ben bu sevabı vermem”, dedi. Neymiş O?.. O anahtar ki; aklın, hafızanın, meleklerin, kainatın ihata edemeyeceği, göremeyeceği bir alem ki; O anahtar açıyor. Dikkat ederseniz bazı uyanıklar... İmam efendi getirdi, Allahu ekber. Beraber, yoksa kapanır kapılar !..

Süphaneke.. Yanlış okurum ben, 40 tane yanlışım vardır. Besmele yok (Süphaneke’de). “Senden gayrı yok, Sen hamd’a, şükredilmeye, tebrik edilmeye.. Sensin...”. Tasdik ettin mi ? Ettin. Bakalım kurtuldun mu şeytanın şerrinden, mesele orda. “Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahi”. Demek ki; Benim düşmanımla düşmansın.. Düşmanımla dost olarak gelme benim yanıma. Şeriat’la Hakikat birbirinden ayrılmaz, ayırayım desen, ayrılmaz. Et ve kemik, Ruh ve beden gibidir. “Elhamdülillahirabbilalemin”. Kim diyor bunu ? Elhamdülillah’tan daha büyük bir dua olmaz. Bütün alemleri o safhada yarattı, ins’ide, şeytanı’da, inkar, ikrar edeni de, Evliyası da, Peygamberi de burada. Kabul ettin mi bunu ? Ettin. Acele etme!. Şeytanda var burada. Demiyor ki Allah; Ben yaratmadım! ”Errahmanirrahim”. Rahman’dır bütün alemlere, Rahim’dir yalnız iman edenlere. İstisna var orda, iman edenlerle etmeyenleri aynı kefeye koyamazsın. Ama Rabbilalemin’de koydun. Rızık veren O, bilen O. İkram eden, daha çok ikram eder, aç bırakmaz onu. 7 ayettir, 7 makama işaret eder. Okuduktan sonra; ”Allahu ekber, Süphane rabbiyelazim”. Kim söylüyor bunu ? Allah söylüyor senin lisanından, hala anlamıyorsun, sen zannedersin ki; Ben okudum, Süphaneke’yi , Elham’ı, ben kovdum şeytanı !... Sen hangi kuvvet ve kudretinle kovuyorsun ! O Allah’tı kovdu, Allah’mısın sen ? Ama mülkün sahibine teslim edersen... “Tebarekellezi biyedihilmülk ve hüve ala külli şey’in kadir”.

“Ellezi halakal mevte velhayate liyeblüveküm eyyeküm ahsenü amele”. Sizi getirdik, kısa bir müddet zarfında bakalım, ikrar edenler, inkar edenler kimler. Dava büyük dava çocuklar. O büyük davanın mektebi bu... “Efendim, bize abdest nasıl alınır, müstehapları, farzları, sünnetleri,...”. Sen, onları öğrenmen için Müftü’ye git, orada öğren onları, onları öğrendikten sonra gel buraya. Hz. Ebu Bekir, Osman, Ömer, Ali, oturdukları zaman namazdan bahsetmezlerdi ! Hikmetten bahsederlerdi...

Mehmet Emin Efendi;

Biz, ağabeyimle çok eskiden, Kalu bela’dan tanışırız. Ahmet efendinin sohbetlerinde bulunduk çoğu zaman, beraber otururduk. Efendinin anlattığı, Ahmet efendinin kıssasında bir mesele vardır. Bazı zevat oturuyorlar, bir konu geçti; “Mürşid-i Kamil’e, bir ihvan Mürşid’ine ne kadar saygı göstermeli, ne kadar değer vermeli ?” diye bir soru atıldı. Onun üzerine Ahmet efendi, açıldı mübarek,- o kadar güzel anlattı ki, biz onun gibi tasvir edemeyiz-, Mürşid’in halini, salik’in Mürşid’e olan saygısının ne kadar üstün olması lazım geldiğini... Biz anlatamayız. Neticede dedi ki; “Teberrüken anlatıyoruz, Mürşid-i Kamil Hz. Muhammed’in varisidir”, dedi. “Nasıl Resulullah efendimiz bütün sahabesine, bilhassa Hulefa-ı Resulullah’a; ”Benden sonra siz bu yolu devam ettirin” diye tenbih ettiyse, bundan sonra gelen bütün mürşid’ler, Resulullah’a tabi olan bütün islam büyükleri de onun vazifesini üzerlerine almış ve onun yolunda gittikleri için varisi olmuşlardır”, diye uzun uzun anlattıktan sonra; “Şimdi aramıza Hz. Muhammed (S.A) gelse, oraya oturur, sizin gibi sohbet dinler”, dedi; ”Bu bir yükselme makamı değildir. Bir evliya, sahabenin tozu değerindedir, ama Mürşid-i Kamil’in makamı Resulullah efendimizin makamıdır, bugün gelse O’da sizin gibi oturur sohbet dinlerdi.” Kalk sen oradan, ben Hz. Muhammed’im” demezdi”,diyor.

Efendinin namaz hususunda anlattığı anahtar kelime , Allahu Ekber kelimesine ne demişti Hz. Ebu Bekir ! diğerleride aynı şekilde söylemişlerdir. Allahu Ekber sözünü, salik eğer onlar gibi hakkıyla yaşasa, gerçekten en büyük anahtardır. İslama giriştir, açıyor kapıları!.. Bütün kapılar açılıyor, öyle bir zevk ile “Allahu Ekber” demek lazım ki; namazda diyoruz, binlerce defa. Tevhid’in içerisinde salik, Mürşid-i Kamil’in sözüne kulak verdiği zaman ve can ile onu dinlediği zaman,orda “Allahu Ekber” vardır, açar anahtar. Eğer “Allahu Ekber” yoksa sohbeti dinler ve gider, bin defa da gelse alamaz bir şey. Bütün mesele “Allahu Ekber” sözüyle sohbetin açılması, ondan sonra “Süphaneke”... “Efendi, neden besmele yok?”. Çünkü,”Allahu Ekber”,var. Tüm kainatın kapıları açılır, Süphaneke okunur. Zaten orada Allah’la muhatap halindesin, nasıl ki teveccühte bir mürşid-i kamil’le muhatap halindeyse bir salik... “Süphaneke”, Seni tespih ve tenzih ederim, “ve tebare kesmüke ve teala ceddüke ve lailahe gayrük”. Burada, muazzam bir teslimiyet var. Namaz kılan Allah’ın huzurunda. Salik’in de mürşid-i kamil huzurunda aynı teslimiyet yaşantısı var. Ondan sonra çıkar, teveccüh bitiyor ve besmele’yi okuyor, burada bir makam değişiyor artık. Sonra Elham, Zammı sureler, devam eder. Bunlar Salik’e, hayat içinde efendinin vermiş olduğu makam zevkleridir, ayetlerdir. O vaziyette hayatını devam ettirir, gider böyle.

Namaz, tevhidin dışında değildir, tevhidi anlatır. Namazın her yeri birer zikrullahtır, Allah’ı anmaktır, bundan dolayı namaza çok önem verilir. Namaz, kişiyi tevhide yaklaştırmaktır, Allah’a yakın olması içindir. “Sanki miraç eyledin ettin niyaz, Ümmetin miracını kıldım namaz”. Miraç’tır. Efendi ile mürşid-i kamil ile aranızdaki miraçtır. Alır seni her tarafta gezdirir, dolaştırır. Aklımızın, hafızalarımızın almadığı o güzellikleri anlatır. O bizi irşad eder, ismi mürşiddir, zaten irşad edicidir.

Namaz kılarız, oruç tutarız, hac, zekat veririz, kelime-i şehadet... Böyle yaparız biz, ezeli ebedi Allah’ın emirleridir. Ama bunların nedenleri, hikmetleri, nasılları var. Bunları Mürşid-i Kamil bize anlatır, onun için ona saygı ve sevginin sonsuz olması lazımdır. Bir Allahu Ekber sözüyle, en üstün vasıfla, en güzel şekliyle, bir Mürşid-i Kamil’e tabii olmak lazım. Çünkü; “in küntüm tuhibbunellahe fettebiuni yuhbibkümullah”, diyor. Bu ayet emirle geliyor Hz. Muhammed’e.

Demek ki bütün mesele sevgi, aşk, mürşid-i kamil’e. O Allah’ın aynasıdır, oradan da Allah’a yaklaşmak... Zaten Allahu Teala ayrı bir mekanda, zamanda diye kayıd yok. O kayıtsızdır, nerde neyi sevdiysen, nerde neye aşık olduysan, Allah yarattı diye sevdiysen, Hak ordadır, orda zahir olmuştur. O’nu bir şekle, zamana, büyüklüğe, küçüklüğe koyamayız. Onun için irşad yoluna sevkeden Mürşid-i Kamil’dir. En yakın, en kolay, ulaşabileceğimiz yer; Mürşid-i Kamil’dir. Onun için O’na çok saygı göstermemiz, çok sevmemiz, her sözüne, her şekilde değer vermemiz lazımdır. Çünkü; Zaman gelecek, hepimiz faniyiz, O mürşid-i kamil’de yerine birisini bırakacak, tayin edecek veraset-i nübüvvet’ini, Peygamberlik varisliğini. O üzerine alacak ve devam ettirecek. Dolayısıyla, ne kadar çok sevilir sayılırsa, o kadar çok liyakat sahibi olur onun yerine geçmek isteyenler, kalan salikler, varlıklar...

Efendi;

Fatiha 7 makama işarettir demiştik, “İyya kenabüdü ve iyya kenastain”, burada ikilik oluyor. Cenab-ı Hak diyor ki; “Benden isteyin, Ben vereyim”, diyor, demek ki bir isteyen, birde veren var. Öyle dua edelim ki; Cenab-ı Hak nasıl ki Habibi Edibi’ne vermişse, bize de öylece vermedikten sonra tevhidi anlamak mümkün değil. Kur’an’ı anlamak, Mürşid-i Kamil’i anlamak mümkün değildir. Hz.Muhammed tarif ediyor, gösteriyor. Biz Allah’ı nerede görelim, bulalım? Mechulde, hayalde bir Allah var. Ama diyor ki Kur’an-ı Kerim’de; ”Benden isteyin, Ben vereyim”. İşte, bu incelikleri anlamadıktan sonra, anlıyorum demek, yalan söylemektir. “Anlayacak mıyım ?”, Öyle anlayacaksın ki; Hz.Resulullah’ın anladığı gibi. O mektep, bu mektep.

Geldiler, Resulullah Efendimize; “Ya Resulullah, açım”, hurma verir, “Açım”, ekmek verir, ”Açım, açım”. Allah’mıdır Muhammed? Allah’tan istedim ben, O’nun elinden verir. Muhammed’den konuşan Allah’tır, Mürşid-i Kamil’dir. Geliyor dostlarım; “Benim bu halim var, düçarım”, diyor, topluyoruz biz, ”Arkadaşlar, birimizin ihtiyacı var, koyun bakalım şuraya”. O koyuyor, o koyuyor, o’nun ihtiyacı gideriliyor.

Öğreneceksin bu mektepte O’nu; Allah kimdir, kul kimdir. “Benden isteyin“, diyor. Mürşid-i Kamil anlatıyor, anlatıyor... “Efendim”, diyor,”Mürşid öyle bir anlatsın ki; Ben Allah’ı göreyim”, diyor. Görüyorsun be evladım. “O’nun sözlerini işiteyim?”. İşitiyorsun be kardeşim. Hayat, İlim, İrade, Kuvvet, Semi, Basar, kimindir bunlar? Sana verilen O’nundur. Öyleyse, gören O, işiten, O, yürüyen O, konuşan O !.. “Benim gibi miskin , serseri, yalancıdan mı konuşacak O ?”. Sözüme başladığım zaman Allah’ın vasfından, ahlakından bahsetmiştim. İşte bunu ancak onlar idrak edebilirler. Bu idrakin dışında olanlar, oraya yanaşamayanlardır, O’nu idrak edemeyenlerdir, tefekkür edemeyenlerdir. Niçin? Etse ya; Allah’tır bu.

Dün geldi; Üniversite son sınıf öğrencisi bir hanım kızımız. Bakıyor, bakıyor... Aşkı çok. O’na zehirden bahsettim, bir damlası insanı öldürüyor, o zehir nasıl zehirse. Aynı zehirin birde panzehir tarafı vardır. Birisi imha, birisi ihya edici. Bir mikyas (ölçü) dahilinde o zehir kullanılırsa, bize şifa verir. Hiç bir şey yok ki, zıddıyla kaim olmasın. Mesela Kur’an’ı Kerim. Hoca efendiler bize açarlar; “Kur’an okuyun, okutun, yapın, yapın”, diye. ”Evlerinizde bulundurun, ya öğreten, ya öğrenen olun, dinleyici olun...”. Güzel... O Kur’an-ı Kerim ne kadar yararlıysa, o kadar da zararlıdır. Beyan ediyor ayette; “Ma’ün şifaün ve rahmetün lilalemin vela yezidüz’zalimine illa hasara”. İnanmayanları berbad ediyor.

Öyleyse kime müracaat edeceğiz?.. Kur’an-ı Kerim’i Cenab-ı Hak, Resulullah’ın ağzından bize, bizatihi bildirmiş. Kendi ağzından, Allah !.. O’da kabul etmiş. Ve Kur’an-ı Kerim’i bize izah etmese o Mürşid-i Kamil, biz nereden biliriz. İnsanda bizatihi, akyuvarlar, alyuvarlar, faydalı mikroplar, zararlı mikroplar içimizde. Birbirine düşman, birisi bizim yararımıza, diğeri zararımıza çalışıyor. Zararımıza çalışan 3 ayda deviriyor insanı, muvaffak oluyor. O veriyor insana bunu... Bu sefer tıp ne yapıyor? Ne Allah demiş ne secdeye gitmiş!.. Hemen buluyor, faydalı mikroplara besi veriyor, kuvvetlenin diyor. Ne elle tutulur, ne gözle görülür bu muharebe!.. İşte, bu namazdır, bu oruçtur, zekattır. Hac’tır bu!..

Yatmışsın, kalkmışsın ! Ne yapmışsın farkında değilsin. Gözün, kulağın, burnun... Adem’e dedi ki; “Anlat benim istediklerimi, tevhidi anlat meleklere”, dedi Anlattı esma’yı. Meleklere dedi ki; “Sizde bu sohbeti yapın”, “Bize ne bildirildiyse onu biliriz”, dediler. Adem’e bildirdiğini, onlara bildirmedi. Allah pısırık insanları sevmez, cesurları sever. Ve o cesur insan ki; Her yerde Allah’ı müdafaa etme kudretine sahiptir. Ne ile? Bilgisi ile!..

“Efendim, ben Elham’ı, Kur’an’ı güzel okuyorum”. Güzel, anlat bakalım!... İşte burada Zülcelal Hz. takdir tebcil ediyor, ”Aferin”, diyor,”Beni anlamış o kulum, her sahada”. Peki... Ordinaryüs Profesör olsa, tevhit sohbeti bilmese, bir sohbetimiz yanında çok çok düşük, mahcup kalır. Niçin? O tevhit ehli...O profesör bütün dediklerini kabul eder. Hesap, Matematik, Jeoloji... Neden? Allah’ın ilmindendir bu der, inkar etmez. Ama tevhit ehlini, ilmini bilmiyorsa inkar eder o. “Sen güzel konuşuyorsun ama, sen cahilsin, mektep görmedin!”, der. Onun için en büyük ilim Tevhit İlmi’dir. Şeriat ilmi tevhit ilmi değil midir? Ta kendisidir. O ilim ile bu tevhit ilmi kaynamış birbirine, ayır bakalım ruh ve bedeni, sevgi ile sevgisizliği, iyiyi kötüyü. Burada... İşte kimdir onlar? Kendilerini bilenler, Allah’a hürmet edenler. Ve o zaman diyor ki; “Allahu Ekber der, secdeye kapanır”. Sorsan babana, dedene? “Öyle bir büyüğe secde ediyorum ki”, der. Kim O? Müphem kalmasın çocuklar, secde edende, edilende sensin!.. Eğer Allah’ın kudret ve kuvveti olmasa bu kelam kimindir?..

Bir hafta evvel, büyük dedemiz, Ali amcamız... Sohbet ettik, gitti... Ne oldu? İki sevgili ayrıldılar. Nereye gittiler? İki sevgilinin iki mekanı vardır. Birdir ya, anlatayım; “Ed dünya mezratül ahire”. Dünyada ekilen biçilir. Biri madde, biri mana. Ne bu alemi inkar ne de öbür alemi inkar edebiliriz. Birisi ruh, birisi bedendir. Bu beden konfeksiyon mağazasından giyindi. Toprak, su, hava, hararet... Bitkiyiz biz, bütün bitkiler böyle!.. Cenab-ı Hak der ki; “Senin bu bildiklerini, denizler mürekkep olsa, ağaçlarda kalem olsa, bütün melekler katip olsa, bir o kadar daha olsa, yine bitmez, tükenmez”. İşte O, Allahu Ekber açıldığı zaman, bunları görendir, müşahede edendir. “Efendim, bende görüyorum, Allah’ta görüyor. Niçin ben Allah gibi görmüyorum?”. Göreceksin...

3 tane göz var. Biliyor musun sen? Kur’an-ı Kerim’de ispat etti, Ayet-i Kerime ile. Anladın mı sen? Anlamadın ya, ben anlatayım sana; 1-Baş gözü, 2-Kalp gözü,3-Can gözü. Allah kainatı ihata etmişse o can gözü ile etmiştir. Sende bir mikyas dahilinde can gözüne, kalp gözüne müracaat ettiğin zaman, bir şeyler görüyorsun, kulakların bir şeyler duyuyor. Seni buraya getiren baş gözü, kalp gözü. Ayet çok; ”Onların gözleri vardır göremezler, kalpleri vardır mühürlüdür”. “Niçin yarattın, bunları böyle yaptın, bilenlerle bilmeyenler?”. Hepinizin içinde bu(soru). Mühim bu... “Ben yapmadım, ilmi ezeli de sorduk onlara, kainatı ben yarattım, ama bıraktım istidat ve kabiliyetlerine. Sordum; ”Ben sizin rabbiniz değil miyim?”, “Bela”, 1’nci safta, 2’nci safta. 3’üncü safta takliden, 4’üncü safta.. İstidat yok efendiler. Bu ayrıca ruh mevzuuna girer. “Sana ruhtan sorarlar, onun emri rabbimdendir, rabbimin işindendir”.

Ruh birdir, Allah’ın emrindedir. Beyazıd-ı Bestami Hz. şöyle açıklıyor; ”Ruh; işgal ettiği kabın istidadına bağlıdır, eşyanın kabiliyetine bağlıdır”. Bu kainatta namütenahi esma isim almış, sıfatları var. Hz.Resulullah’ın kabına girdi, Hz. Muhammed oldu. Ebu Cehil’in kabına girdi, Ebu Cehil oldu. Kuzunun kabına girdi, kuzu oldu. Tilkinin, çakalın kabına girdi, tilki, çakal oldu. İstidatları bir mi? Bilenlerle bilmeyenler bir mi? İnkar edenlerle etmeyenler bir mi? Şimdi, karışma, şeriatta bunlar yasak; İnkar edenlerde, ikrar edenlerde...Tevhid’de; Yarabbi sen bilirsin. İşte o tevhit ehli Allah ehli olursa, o zaman Allah’ın hikmetlerini anlar.

Tevhit ehli ne demektir? Diyoruz ki; Bir efendiden zikri almış. Zikrullah demek Allah ehli demektir, Allah yakını demektir. Fiilullah, Sıfatullah, Zatullah... Birkere, senin neyin varsa verdin. Seni Allah giydiriyor, nasıl ki Adem’e giydirdi, okuması yazması yoktu Adem’in. Nasıl yoktu benim Peygamberimin; Giydirdi. Karışma sen bu işe. Şimdi arıyoruz ki biz; Profesör olsun. O’nun profesörü Allah’tır... Eğer bizden söyleyen Allah ise; Muhammed’den, Allah bunu söylemiştir. Eğer nefsaniyetimizden söylemişsek, heva... Cenab-ı Hak diyor ki; ”Benim habibim hevasından bir şey söylemedi”. “Ne söylemişse benden söyledi”. İşte bizde ne söylemişsek Allah’tan söyledik. İşte, tevhit ehli ile ehli olmayanın arasındaki fark budur. Birde derler ki; Kıldan ince, kılıçtan keskin köprü. İşte o, bu köprüdür. Sırat köprüsü, mizan, haşr, neşr budur.Öyleyse, kainatta zerresinden küresine, kim ne yapıyorsa, ne konuşuyorsa, Allah’ın kelamını konuşuyor, O’nun. Kendisine has meziyeti yok. Yaratılanın. Yaratanın meziyetidir. İşte Allahu Ekber‘i eğer O söylüyorsa, namütenahi sevaplar vardır, hazineler, her şey açıldı. Ama sen söylüyorsan yandın!.. Bunu böylece ilan ediyorum. Bizden hiç bir şey sadır olmayacak.

“Ya Meryem”. Uzaklaştı bak. “Uzaklaşınca, ne yedin, ne içtin?”.”Rabbim dedi ki bana;”Bak bu meyveli ağacın altına otur, sırtınla salla, meyveler dökülsün ye”. Bende öyle yaptım” Ne demek bu ? Meyvalı ağacın altı. Baktık tutmadı. Orda da. münakaşa var. Geldik Muhammede. La inkardır, yoktur, böyle bir Allah yok, ağaçtan taştan konuşacak. Ama biz istiyoruz ki; Benden konuşsun Allah !.. Muhammede geldik; onda, 57 yıl İsa’nın, Musa’nın iddiasını yaptım. Ve buldum ki; Soyun dedi, soyun!.. Allah’ın bir kulu anlamış bu esrarı, benden evvel, gelmiş oturmuş. Soyun dedi!.. Ne ile soyunayım? Sen zikredersin, Allah dersin. Senden diyen Allah’tır. Öyleyse ; Zikrullah. Hani, ne kadar fiil varsa kainatta; Fiilullah, oda Allah’ındır. Vücut, ne kadar yaratmışsa; O vücutların sahibi Allah’tır. Bunları benim Musa’m bilmedi, İsa’m da karıştırdı. İşte La ilahe illallah. La Musa’nınsa, İlahe İsa’nınsa, Allah’ı Muhammed de bulduk. La İlahe İllallah. Bir Allah var. Onlarda aradılar, Hz. Adem’den buyana.

Bir gün benim mürşidim ile Hazreti Musa buluştular, iki denizin birleştiği yerde, Bahreyn’de. Dedi ki; ”Allah emretti, senden ilim öğreneceğim” dedi, benim Mürşid’ime!.. ”Sabredersen ama”, dedi, “Seni sabredenlerden bulayım”, dedi. “Olur”, dedi. Bir gemiye bindiler, tam sahile çıkacaklar, benim mürşidim deldi gemiyi, Ahmet Efendi !.. “Niye deldin ?”, dedi. “Karışma”, dedi. Çıktılar, çocuklar oynuyorlar sahilde, tuttu bir bıçak attı çocuğa, kesti!. “Ben senden ilim öğreneceğim ha!..”. İki ilim var demiştim, birisi zahiri, birisi Batıni ilim. Sordu Cenab-ı Hak’ka; “Beni gönderiyorsun bu efendiye ama O benden üstün mü?”, “Sana verdiğimi o’na, O’na verdiğimi sana vermedim”. Gittiler, acıktılar, susadılar. Köye gittiler, ne su, ne de ekmek verdiler. “Gel”, dedi, “Şu duvarı onaralım, yetimlerin duvarı bu, burada hazine saklı”. “Ekmek, su vermediler. Birde duvar yapacağım onlara!..”, “Gel sen”,dedi. Yaptılar duvarı. “Ayrılıyoruz”, “Aman ayrılalım !..” dedi.

Efendiler biz bunu yaşıyoruz. Tevhid’e girmeyenler, girenlerle paylaşamaz, ta Hz.Muhammed’den bu yana. Kerbela’da Ehli Beyt’i katledenler Müslümanlardı, Ermeniler değildi !.. ”Anlat”, dedi, ”Gemiyi deldin?”. “Bir kumandan var burada, aksi bir kumandan, sağlam oldu mu, araba ev işgal eder, delik görecek almıyacak gemiyi, onu kapatırlar. Yetimlerin malı, ekmek kazanıyorlar”, dedi. “Ya oğlanı niye kestin?”, dedi.”Öyle bir soyu var ki, çok temiz, bu oğlanın. Ama bu hayırsız” dedi, ”Kestim”. Neden ? “Soy’un iki yolu vardır. Biri sülb’den gelir, biri soy’dan gelir. Bu soy’dan ve sülb’deb gelene; 14 yaşında bir delikanlı vardır, ona Nefsi Emmare derler, O Allah’tan dosdoğru geleni yanıltır, kestim”, dedi. Bizde kesmedik mi? Hep söylüyorum şeytanınızı Müslüman edin diye !.. Duvarda ne vardı? Vaktinden evvel birisi ölecek. Orada öyle bir miras, define var ki, ehil olmayanların eline geçecek, bunun sahibi Efal-i Mükellefin olmadı daha!.. Bende 57 yaşında Efal-i Mükellefin oldum, yani akil baliğ oldum. Şeriatte nedir bu? Efaline, Sıfatına, Zatına mükellef olan demektir. Çoluk çocuğu , torunu olan demek değildir. O maddedir.

Şimdi 3 mesele öğrendi. Hızır A.S. gitti. Kainatın Efendisi diyor ki; ”Musa kardeşim biraz daha sabretseydi, çok ilm-ü ledün öğrenecekti. Acele etti”, dedi. Biz acele etmeyeceğiz. Niçin? Hz. Muhammed acele etmedi.

Bu gelen ilmü ledün sultanıdır

Bu gelen Tevhid-i irfan kanıdır

Vasfını bu resme tertip ettiler

Vasıf surettir. Allah O’na telkin etti bütün esrarı. Duraydı ya Musa’da, İsa’da !.. Anladınız mı yeriniz nerede?. Ben esrarı bilmiyorum, esrar-ı ilahi mahremdir. Eğer, siz, yediğiniz yiyeceklerin, meyvaların tadını anlatabilirseniz bana; bende size Allah’ın bütün sırlarını anlatacağım. Örnek; Geliyor Hakimin karşısına; ”Ben kocamdan memnun değilim, şöyle şöyle yapıyor”. Şikayetçi, erkekte şikayetçi. Dese ki;”O zifaf gecesini anlatın !..”. Anlatamazlar !..

Ve diyor ki bize; “tekellümun nası ala kaderin ukuluhim”, bu öğrendiğiniz esrarı sakın anlamayanlara açmayın, diyor. Allah’ta, Kur’an-ı Kerim’de açmayın diyor. Diyor ki; Biz size iki ilim verdik. Kur’an-ı Kerim’de beyan ediyor iki ilmi de ve iki ilmi de tahsil etmenizi arzu ediyorum diyor, emir veriyor ama kime? Hidayet edilenlere, nasip olanlara...

Kadir bey;

Sana seçtiğimiz milletvekilini getirdim. Sohbetinizi bölmek istemiyorum. Bir görüştürüp gideceğiz inşallah..

İbrahim Efendi;

Şimdi, biraz evvel, mürşidim ile Hz. Musa’yı ve Hz. İsa’yı konuşturduk. Bu İlm-i Ledün. Fakat ilm-i ledün, zahiri ve batını olmadıkça pek makbul olmaz. Olurda, pek makbul olmaz. Ruh ve beden gibidir. Et ve Kemik gibidir. Şimdi ben, efendiye söylemiştim, şahitlerim var benim, geldiler, evimiz, etrafı doldu hınca hınç. Daha evvelde dedim ki; Geleceksiniz. Hiç şüphe etmeyin. Dedim mi? Keramet değil bu. Ama siz müminin ferasetinden sakının, çünkü o Allah’ın nuru ile bakar. Ve dedim; Alacaksınız rey, yuvarlak, ortalama 150, 150, 150. .. Efendim!.. Bunun o’su, bu’su yok, 3 ila 5 dedim mi?. Demek ki; Söz kimindir; Allah’ın. Ayet-i Kerime’de derki; “O kullarımın istekleri benim isteklerimdir. O kullarımın dedikleri benim dediklerimdir. Yalnız benden isteyin” der.

Şimdi, koca millet, büyük millet... Benim bir hocam vardı, Allah rahmet eylesin, Emin Hoca, bir hadis beyan ederdi; “Siz nasılsanız ona göredir”. Demin Yıldırım kardeşim bir şey söyledi, yemekte; Van’dan ihtiyar bir zat mebus seçilmiş. Hoşuma gitti. Demişler ki; “Ağa, bizim için çok çalış, meselelerimizi getir meydana, filan et, filan et...”. Dönmüş onlara demiş ki; “Ağalar, siz yoğurtsunuz, yoğurt, ben kaymağım”. Çok hoşuma gitti, işte hadis. Bu millet ne ise, onun murahhasları, temsilcileri odur. Başka yerden değil, ama gönül öyle istiyor. Bizim gönlümüzün istediğini Allah istiyor, Muhammed istiyor. “Festakim kema ümirte..”. Dosdoğru olunuz. Efendim benim, ruhu şad olsun 28 sene hizmet etti. Benden 10 yaş küçüktü, “İbrahim amca”, derdi bana, “Hacı amca”, derdi; “Bir gün gelecek, Cumhurbaşkanı bizden olacak”, derdi, “Ehli Tevhit olacak. Başvekil olacak, tüm idareyi ehli tevhit alacak”, derdi ve öyle yetiştirdi. Kendi çocukları var şimdi Profesör, Doçent.

İşte kamillerin, Peygamberlerin, Allah’ın bütün emirleri budur. Bunun içerisinden o’da çıkacak, o’da çıkacak ama Allah, Allah ve O’nun Resulü, kendi tabiatında, kendi ahlakında, kendi meziyetinde insanlar istiyor. Tevhit, öyle bir tevhit ki; Sen, ben, o yok. Şeriatta sen de var, ben de var. Ahmetler, Mehmetler, yemişte, çalmışta... Yapacak bunları, hırsızlıkta yapacak, uğursuzlukta yapacak. Mehmet Akif diyor ki;

Sahipsiz olan memleketin batması hak’tır

Sen sahip olursan bu memleket batmayacaktır

İmdadına koş çünkü zaman dar

Haykırmak ile kurtulması memul ise haykır

Yok, yok hele zincirleri bir kır

İş bitti, sebatın sonu yoktur, deme yılma

Ey milleti merhume sakın yes’e kapılma

Ruhu şâ d olsun, hocam, Birinci Hoca; “İbrahim evladım, kim dil uzatırsa buna ... Mehmet Akif, birde Mareşal, görüyor musun”, derdi. İşte onlar, onların bıraktıkları mirası, aynı tabiatta, aynı huyda, aynı tefekkürde olanlar muhafaza edeceklerdir.. Bunun dışındakiler;” Hele bir mebus olayım da gör!..” Soruyorum; 30 milyar lazım diyor mebus olmak için. Yahu, sen 30 milyar sarf edeceksin de mi mebus olacaksın! Sonra ne yapacaksın bu millete? “Görürsün, ne yaparım ben, diyor. Bu millet biliyor... Onun için biz dua edelim bu efendi için. Acizane, Allah muvaffak etsin, Allah şaşırtmasın. Nasıl ki, Resulullah efendimiz miraçtan teşrif te “mazagal basar”. Şimdi, bu milletin miracına çıktı bu efendi. Büyük Millet Meclisine geldi. “Gene döneceksin bu milletin içerisine, “mazagal basar”, seni kandırmasın ha! Kandırmasın rüşvet, kandırmasın bilmem ne. İmanlı gidersin, imansız dönersin ve o zaman her şeyini kaybedersin”.

Geçen gün dedim ki ben, Aydın milletvekili, arkadaşın, Nahit Menteşe. Demokrat Partiyi kurdum ben burada. Dedim ki; “Nahit bey, ben vilayet meclisi azasıydım, 57’de. Aydın’a ben bağladım (Kuşadasını), rahmetli Menderes ile arkadaşlar bilirler. Sen okulda talebe, hukukta son sınıf cemiyet başkanıydın.”, “Evet”, dedi...

Bir tek hadis beni koşturdu. Hocam rahmetullahı aleyh dedi ki; “Hayrun nas ol evladım”. Birinci hoca, hayrun nas. Ne demek hocam? ”Menfaat gözetmeksizin millete hadim ol, hizmetçi ol”, dedi. Allah, Allah. “Şerrün nas olursan, hem dünyayı hem ahreti kaybetmiş olursun”, dedi. Bir tane çakır merkebim var. Bir de Mustafa Yalçın var, Mustafanın merkebini aldık, çamurlara batıyoruz... Gece... Köylere yol yok, vasıta yok bugünkü gibi. Yalçın; “İbrahim, bu neye benzer bilir misin? Hani Resululah zamanı islamı yayıyorlardı, bizde aynıyız”, diyor. “Doğru Mustafa, doğru..”. Allah rahmet eylesin...

Dedim ki Nahit’e; “46, 60’ ta bıraktım. Siyasetin S harfini ağzıma almadım”. -İğrençtir çocuklar, siyaset iğrençtir. İşte siyaset güzel ellere düşerse fevkaladedir, ama kötü ellere düşerse berbattır. Din de öyledir...-Dedim ki Menteş’e; “46 dan 50 ye kadar çalıştım.”, “Nasıl çalıştın?”, “....maddi manevi bütün semeremi aldım, hadiste hayrun nas...”,dedim. “ Şimdi İbrahim Hakkı Öcal’ın künyesi, Melami Kültür ve Sanat Vakfı yönetim kurulu başkanı İbrahim Hakkı Öcal. Ramazanda teravi kılacağız, iftara geleceksin”, “Geleceğim inşallah”, dedi.

Şimdi arkadaşlara derim ki ben; Eğer hükümet, bir daire amiri, bir daire memuru, bir müdür hepinize iyilik yapıyorsa; Eğer istiyorsa her gün gelsin beni dövsün, rezil etsin, dövsün, ama hepinize iyilik yapıyorsa... Yalnız bana iyilik yapıyor da size yapmıyorsa; ben onu sevmem. Nefsin insanı değiliz biz. Cemiyetin insanıyız. Onu dedim; “Bir müracatım oldu, 57 den bugüne kadar (ilk defa)”. Fehmi Efendinin tayinini çıkardılar. Bu efendinin damadı bizim vaizimizdi, İlahiyat Fakültesi mezunu, o’nu da... Ne diyor ,bir müftü!.. Diyoruz ki; “Allah’a buradan gidilir. Cennete veya cehenneme buradan gidilir, on araba toprağın altında gidilmez..”... Vay efendim! bir mazbata, haydi diyanete, haydi, bilmem ne filan... Bir saatin içinde 1028 imza topladık. Başmüfettiş geldi, Fransa’da doktorasını yapmış, Efendi de Fransada doktorasını yaptı, avukattır. Dedi ki; “Erbakancı olmasınlar”. Dedim ki; “Değiller”. Ama bir şey olmadı . Bunları bilesin. Malumat. Eğer muvaffak olmak istiyorsan Mecliste, bunlara soracaksın ( seçmenlere). Bunların sorduklarına soracaksın...

Çok intibalarım var, çok... Zamanın başvekiline dedim ki; “Olmuyor beyefendi”, dedim, “olmuyor, olmuyor”. Adnan Menderes’e. O kadar da seviyorum, “Bu yanlış, bu yanlış, bu yanlış... Sen niye nefsine uyarak, bunları gece yarısı Parti’den ihraç ettin. Hangi salahiyetle? Milyonlarca kişinin sahibi sen misin?”. Bu gün de söylerim, yarında söylerim. Korkmayın. Allah doğrularla beraberdir. Allah, Allah diyenlerle beraberdir, ama şimdi biz 70 bin kelime-i tevhit çektik.soruyorum; “Canlarım bu 70 bin kelime-i tevhid’i siz mi çektiniz, sizden çeken Allah’mıdır?”. “Allah’tır”, dediler. Her şey onun. Geleceksiniz, emeğiniz zayi olmayacak ama bilin ki Allah’ın dediğini Resulullah tasdik etmedikçe olmaz. Ne demek istiyorum? İstanbulu feth ettikten sonra Fatih dedi ki Akşemseddin’e; “Beni alacaksın, ihvan edeceksin”. “Olmaz”, dedi. Uzunca... Dedi ki; “Senin varlığınla, benim varlığım yürür”.

Maddesiz mana, manasız madde olmaz. O büyük Millet Meclisinin. Reylerimizi verdik, selahiyet onların, bizi nereye götürürlerse. Yalnız biz takip etmek mecburiyetindeyiz. Nereye gidiyoruz? Nereye götürürler bizi? Ben bu kadar siyaset yaptım bilmiyordum!.. Ne zaman ihvan oldum efendiye, bana siyaseti anlattı. Anlatırım; “Hacı amca, bir rey pusulası var ya, o rey pusulasında yazılar yazar”, dedi, “Ey ! beni kullanan kişi, ben senin namusunum, Kur’an’ım, ayetim, bayrak, toprak, sancak, her şey, her şey benim. Mukaddesat benim, namaz benim, ezan benim diye yazıyor. Manevi olarak.”, dedi. “Al fesini de koy buraya”, dedi, “Beni kime veriyorsun. Filan kişiye verirsen beni satar, filan kişiye verirsen beni mahkum eder, filan kişiye, filan kişiye, korumaz bayrağı, korumaz sancağı, korumaz ezanı, korumaz Kur’an’ı diyor”, dedi. “Baktın ki, öyle birisi var, itimat ettiğin, oyunu ver. baktın ki.. verme”.

Hiç bunu düşünmemiştim. Bağlandın bir partiye, körü körüne ver, iyidir o!.. Yok öyle şey... Şimdi soruyorlar; İyi kimdir, kötü kimdir. Bir kelimeyle diyorlar. Şimdi diyorum ki; Dikkat edin, mukayese edin. Filan, filan yere kadar iyi. Bozuldu diyebiliyor musun, filan iyi idi kötü oldu diyebiliyor musun, filan çok kötüydü iyiye doğru gidiyor diyebiliyor musun. Dersin sen, eğer partiye satılmamışsan... Partiye satılmışsan, iyi de olsa , kötüde olsa, kabul... Siyaset budur...

Çok memnun oldum efendi, Allah sizden razı olsun. İhvanlar adına, topluluk adına memnuniyetimi izhar ederim. Allah sizinle beraber olsun. Allah say’inizi muvaffak etsin. Çok düşünerek hareket edin.

Vilayet Meclisi azalığı yaptım altı sene. Kemal Hadımlı vardı, rahmetli, bize birer tüzük verdi. Meclis Umumi Tüzüğü. İlk mektep mezunuyum, Avukatlar var, Doktorlar, kalabalık. İzmir’de. Bir defa okudum, bir daha okudum, yanlış bir iş yapmayayım diye. Yanımda bir arkadaşım var, “Ben”, dedim, “söz isteyecem”, “Aman Öcal, yanlış bir iş yaparız “dedi. O da Selçuk’tan, “ kalkma”, dedi. Köy yolları, köy suları, köy mektepleri için bütçeden yüz bin lira konmuş, ama bu 54 te. Dedim; “Çok az olduğunu beyan edeceğim”. Dedim ki; “Filan pasta bu kadar, filan pasta bu kadar ama benim köylümün yoluna, suyuna, okul için yüz bin lira. Az..” dedim. Bir tane de Hüseyin Acar var, Kınık’lı, çoban. Ben bunu söylicem, sonra o ilave edecek, böyle, böyle diye. “İkiyüzbin lira olmasını teklif ediyorum”dedim. Gülüştüler, o zaman para kıymetli. “Bu vatanın selameti için, tam altıyüz sene bu millet kan verdi, can verdi, mülk verdi, evladını verdi. Yemen de gitti, oraya gitti, oraya gitti. Ne verdik”, dedim, “Rey istedik verdi, vergi istedik verdi. Şehirli bunu düşünmüyor. Şehirlinin yolu var, havagazı var, o var, o var, bunu köylülere çok mu gördünüz”dedim. Hüseyin kalktı; “Üçyüz bin istiyorum”,dedi. Bırakır mıyım ben Hüseyini, ölürüm gene bırakmam. Kemal Hadımlı; “İbrahim ne istersen vereceğim”,dedi.

Kemal Hadımlı da Hadımizadelerden, bir evliya soyu. Aydın’a geçtik, 60 bin lira göndermişler, Kuşadası-Aydın yolu için, köy yolu. O parayı da Didim’e sarf etmiş mi şantiye şefleri. Haber aldım ben, o zaman Ethem Menderes vali. Dedim; “Vali bey, mesele böyle böyle. Ben bunu tahkikatla meclise getireyim mi, yoksa halleder miyiz”, “Aman, hallederiz”dedi. Halletti. Onun için siyasi olacaksınız. Siyasinin bir yönü değil iki, üç, dört yönü olacak.

“Hiç unutma ki, seçmenine verdiğin sözü, mümkün olduğu kadar, yüzdesiyle, yerine getirmek lazım. Ama çok üsteledin, dinlemediler, ne yapalım, ama çalışacaksın. Allah yardımcınız olsun. Millet güzel karar verdi. Milletin kararı, Allah’ın kararıdır. Çok iyi bilmek lazım ki, bir insan, halisun vechullah, samimi olarak düşündümü, millet onu düşünür. Bunda samimi olmak lazım”...

SOHBET 14

Bismillahirrahmanirrahim;

Bu insancıkların hepsini iki şey korkutur; Birisi ölüm, diğeri toprak. Halbuki 10-20-30-40 sene toprakla ünsiyet ettin; Isınmadın mı toprağa?, bu havaya ısınmadın mı?, suya, hararete ısınmadın mı?. Bir şey var ki, dostu arıyor. Şair şöyle der;

Sen seni bilemezsin, bilmedikçe sen seni

Sen seni bulamazsın, bulmadıkça sen seni

Hak sana senden yakın, sanma gayrı sen seni

Bu suret libasıdır, Hak’tan ayıran seni

Bu alemin halkına sırrı iş’ar eyleme, gizli sırları açma, onlar tevhid anlamaz, mülhid ederler seni. Bu halka anlatma diyor. Hüdayi Hz. diyorki -Üftade Hz. Halifesi, Bursa’da ;

“Kemalata erenler gizli sırrı açar mı?”.

“Evliyaya taş atan iman ile göçer mi”.

Açma diyor,

Ey harabat ebsem ol, çek başına hırkayı

Zaman ahir zamandır, kimse bilmesin seni

Öyle evliyalar gelmiş ki; Boynu bükük, sapsarı. Sorarlarsa cevap verirler, sormazlarsa hep dua eder onlar. Niçin? Benim bir yazım var;” Allah’ın gizli sırlarını açma, çünkü Allah seni korumaz. Şeriat’ı aç açabildiğin kadar. Namaz nasıl kılınır, abdest nasıl alınır, fıkıh’tan, akaid’ten söyle, ama sırlarını açtın mı helak eder, niçin? Esrar-ı İlahi’dir O. O sırların içindedir.”... Hallacı Mansur, Muhiddin Arabi açtılar, başlarıyla ödediler. “Enel Hak”, dediler. “Gel vazgeç”, dediler, “Ben demedim ki”, dediler. ”Benden diyen O. Bende kuvvet, kudret, semi, basar, ilim, irade yok”.

Zamanın Behlül Dane’si; Hallacı Mansur zindanda, Behlül’de ziyaretine gidiyor, gardiyanlarda müsaade ediyor, tanınmış evliya. “Ben seni kaçırayım”, diyor, “Nasıl olacak?”, diyor, “Ben seni çuvalın içine koyayım. Sırtıma alırım, gardiyanlar sorarsa bu ne diye “Hallacı Mansur”, derim. Onlarda, gülerler inanmazlar bu işe”, diyor. Hallac; “Bizim yolumuz bu”, deyip açıyor pencereyi; Deniz!.. Kayık orda. “Gitsek görmez kimse bizi”, diyor , ”Ama o zaman emre muhalefet olur”.

Resulullah Efendimiz haber verdi Hz. Ali’ye. “Bu köle”, dedi. Köle yattı; ”Öldür beni, kes”, dedi.”Sen semir, beslen. Bir kılıçta!..”. Pir Hazretleri’ne yaptılar. “Kadere bühtan etmeyesin?”, “Yok, biz kadere boyun eğdik, bizde irade-i cüz yok !..” ve öyle yaptı, çuvala koydu Hallacı Mansur’u; ”Ne var onda?”, ”Hallacı kaçırıyoruz”. Güldüler.. Doğruya, hakikate inanmaz onlar!.. Tevhid’e de inanmadılar. İnananlar inandı. Ne gelirse bize, Hak’tan gelir. İbrahim Hakkı Erzurumlu Hz. derki; “Haktandır o, reddetme onu, sen nefsine yan çıkma. Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler”. “Hak şerleri hayreyler, zannetmeki gayreyler, arif anı seyreyler”. Ne gelir elinden ?. Ne gelirse Hak’tan gelir...

Yalçın bey ;

Peygamber Efendimiz İsra olayı ile önce Kudüs’e gidiyor, bütün Peygamberlere imamet yapıyor, namaz kıldırıyor, sonra Miraç ediyor. Miraç’ta Rabbi ile görüşüyor, 50 vakit namaz farz oluyor. Sonra aşağıya inerken Hz. Musa ile karşılaşıyor. Hz. Musa, 50 vakit namazın ümmetine fazla geleceğini söylüyor. Efendimiz A.S., bütün Peygamberleri ihata etmiş olan, onlardan iyi bilen kişi olarak, nasıl oluyor da Musa A.S.’dan bir öğüt alması mümkün oluyor?

Efendi;

Tevhidi anlamayanlar, Kur’an-ı Kerim’i, hadisleri anlıyorum derlerse; İnanmayın! İnanında, zahiren. Allahu alem der büyüklerimiz. Dedim ki; Nuru Muhammedi, Ruhu Muhammedi, Cismi Muhammedi, Tafsili Muhammedi... Bütün Peygamberi nizam -Ala rivayet 140.000 Peygamberin hepsi- Hz. Muhammed’in ağzından konuşmuşlardır, O’nu nakletmişlerdir. Hatemül Enbiya, Resulü Sakaleyn, İmamı Haremeyn. Evvel, ahir, zahir, batın odur, Muhammed’dir. Rivayetler çok, bilir ama, Musa’dan konuşan Muhammed’di, gene de anlatıyor. 50 vakit çok, iniyor.

Şöyle geçti bugün ilahilerde; “Len Terani yok bana”. Hz. Musa’ya var. Mukaddes vadiye gittiği zaman; “Görmek istiyorum yarabbi seni”, dedi. “Len Terani ya Musa, öyle bir beldeye geldin ki, nalınlarını çıkar !..”. Vadide nalın çıkmış, çıkmamış !.. Geçen hafta sohbetini yaptık. Len Terani; “Muhammedimin hakkına tecavüz ediyorsun, etme ve ümmetinin hakkına tecavüz ediyorsun, etme.”, ”Benim ümmetimin velileri Ben-i İsrail Peygamberlerinden üstündür”. TGRT tasdik etti, saydı.. Hz. Adem’den, Musa’dan, Yahya’dan, Zekeriya’dan. Bir zincirin halkaları. Başı da sonu da Muhammed Bunu kabul ettikten sonra dönelim Ayeti Kerime’ye; “Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya gidişin inkar, küfürdür.”. Öbür tarafı.. Hadisler çoktur. Ve gitti mülaki oldu Hz. Allah ile Hz. Muhammed. Altıncı makama geldi, Cebrail; “Ben gidemem, yoksa yanarım baştan aşağı”, dedi. En büyük makam aşk, hayret makamıdır. 90.000 kelam etti, sessiz, sözsüz, sizsiz, bizsiz !..

Bana sordular; “Allah var mıdır?”. Dedim ki; “Sen var mısın?”, “Varım”, dedi. “O zaman Allah yok, sen yoksan Allah var!..”. Bu çokluğa bakma cümlesi noktadır, her ne harfi okursan nokta-i ba ondadır. Ayet, Errahman; “Bu gördüğünün hepsi gölgeden ibarettir, seraptır !..”. O günde yok, bu günde, yarında yok !.. “Külli men aleyha fan”, ne varsa fani olacak, “ve yebga vechü rabbike zülcelali vel ikram”. O gün de O vardı, bu kainat yoktu, bu günde gene O var kainat yok!.. Çok ince meseledir, öyle meseleler var ki; Şeriat teyit eder. Bir yerde var ki tekzip eder. Kur’an-ı Kerim’de de vardır, müteşabih ayetler derler. O onu teyid eder, bakarsın bir yerde tekzip eder. Muhkem ayetler yapmaz onu...

Pir Hz. açıyor bunu; 35 defa Resulullah Efendimiz miraç etti. Duydun mu sen bunu?. 34’ü sesiz, sözsüz, sizsiz, bizsiz. İnsanda 3 tane göz vardır; Baş, Kalp, Can gözü. İkisi aşağı yukarı bizde vardır, ama üçüncüsü yoktur. Kalp gözü uyananlar biraz yaklaşırlar ama can gözüne yetişemezler. Esmasıyla zahir, Sıfatıyla mühit, Zatıyla bakidir Allah. Allah’ta öyle var ki; Bütün kainatı ihata etti. Suret görüyorum, sıfat görüyorum, siret göremiyorum!.. Cenab-ı Hak noksan sıfatlardan münezzehtir. Kim ki noksandır derse anlamadı. İlmi, görmeyi, işitmeyi... Hocalar beni yıllarca ağlattılar; “Allah öyle bir Allah ki; Karanlık gecede kara kayanın üzerindeki, kara karıncanın ayak sesini duyar !..”. Tevhid’e girdiğin zaman... Cenab-ı Hak Hz. Esmasıyla zahir, Sıfatıtla mühit, Zatıyla Baki’dir. Kara karıncada da Esması, Sıfatı var. Kim yarattı? Orda O ...

“Ettehiyatü lillahi vesselevatü vettayyibatü...”. Şimdi Resulullah hitap ediyor Allah’a. Allah’ta diyorki; “Ey Muhammed, rahmet ve bereket senin ümmetine olsun”. Cebrail Aleyhisselam 6. makamda; ”Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve resulühü”, “Duydum, işittim ki Allah ve onun Resulü Muhammed”. Şahit!.. Ve 35. Miraçta, hem baş hem de can gözüyle gördü Muhammed. Mevlüt sahibi açıyor bunu, bakti ki diyor; “40.000 burak içlerinden birisi, yemez içmez kalmamış takati”. Ve onu almış. Nedir bu? Aşk’tır, Aşk. “Refref geldi önüne, verdi selam”. Hocalar tarif ediyor bunu; “Merkepten büyük, attan küçük..”. İnsandır!.. Bütün kainatın hitabı, isteği, rehberi İnsan’dır!.. Kim o İnsan?. “Halakâ l insane , allemehul beyan”. Kim O? O kadar vasat buldu ki, her şeyini anlattı. Onun için diyor ki; “Bu gelen ilmü ledün sultanıdır, bu gelen tevhid-i irfan kâ nıdır”. İşte bu sualin cevabı bunun içinde, ama tevhid meselesi, öyle yerler var ki açmaya mezun değilim. Açarız, ama siz şaşırtmayın!..

Geçen sohbette Hz. Musa ile konuştuk. Hz. Musa’ya ayette; “Ya Musa, git, bahreynde, iki denizin birleştiği yerde benim bir kulum var,ona itaat et, ondan ders alacaksın”, “Ya Rabbi O kul kim, ben kimim”. “Sana verdiğimi ona, ona verdiğimi sana vermedim”. Kalktı gitti, vardı; “Ben sana mülaki oldum”, “Tamam”, dedi. Karşıdan bir gemi geldi, bindiler gemiye, sahile yaklaşırken... -Musa’ya şeriat, o‘na da ilmü ledün verdi-. Gitti deldi gemiyi Hızır A.S. Musa; “Oldu mu şimdi senin yaptığın”, dedi, “Hem getirsin bizi buraya, hemde del”. Hızır A.S.; “Hani dinleyecektin beni. Allah sana muti ol, ondan ilim öğren”, dedi. Çıktılar sahile, gezerlerken yolda 14 yaşındaki bir oğlanı tuttu, kelleyi kopardı!. “Bu ne ?”, dedi Hz. Musa. “Karışma dedik ya”, dedi. Gittiler bir köye, ekmek su istediler veren olmadı. “Gel”, dedi Musa’ya, “Şu yıkılmak üzere olan duvarı onaralım!”. “Ekmek istedik, su istedik vermediler. Bir de duvarlarını mı onaracağız?”. Onardılar.. Hızır A.S.; “Ben ayrılıyorum, nedir bunlar,açıklayayım”, dedi. “Gemi 11 kardeşin geçimini temin ediyordu.Karşı tarafta bir asi kumandan var, sağlam tekneleri, kayıkları gördüler mi alır. Bakacak ki delik (bırakırlar). Deliği tıkarlar, tekrar geçimlerini sağlarlar”. “Oğlanı niye kestin?”, dedi. “Bu oğlanın soyu Allah’a çok yakın, ama bu oğlan o soyu bozacak, harap edecek ve o soyu cehennemlikten yapacak”. Nefsini kesti!.. ”Senin Mısır’da kıpti’yi kestiğin gibi”, dedi. Musa bir tokatta öldürmüştü onu, o zaman kaçmıştı o. “Duvarı niye onardık?”, dedi. “Orada bir hazine var, vaktinden evvel çökerse hazinenin sahibi başkaları olacak. İsterim ki bu hazinenin sahibi o duvardaki hazinenin sahibi olsun”. Nedir o? Tevhiddir. Ama tevhidde yanıyor onlar, ilmi ezelide!.. Resulullah diyor ki; “Musa kardeşim biraz sabretseydi ilmi ledünü öğrenecekti” İlmi ledünün sahibi Hz. Muhammed’dir.

Hadis-i Şerif; “el ulemau veresetül enbiya”, naklederler, ya Abdülkadir Geylani Hz. ya da İmâ m Gazali Hz. Dediler ki Ashab; “Ya Resulullah, biz seni gördük, herşeyini gördük. Ahir zaman ümmetin seni görmeyecek, onların hali ne olacak?”. “Benim ümmetim içinden öyle veliler, ulemâ lar çıkacak ki, ben-i israil Peygamberleri gibidir”. Ne zaman TGRT de söylediler, üstündür dediler. Hz. Musa’nın ruhaniyetini zuhura getirdi, 500 sene sonra, Abdülkadir Geylani Hz. Ruhaniyetini getirdi karşılaştırdı, konuşturdu. Hz. Musa; “Sen kimsin?”, dedi. “Ben Geylan kasabasındanım, filan oğlu filanım”, dedi. “Uzattın”, dedi Hz. Musa. “Sende, Allah sana sorduğu zaman; “Elindeki ne?”, dedi,”Asa, kendimi korurum, davarlara yaprak dökerim, ejderha olur, filan olur..”, Sen niye uzattın?”, dedi. ”Ben, Allah’ın huzurunda biraz fazla kalayım diye uzattım”, dedi. “Ya ben ne yaptım!.. İki tane Ulülazim Peygamber huzurunda ve Allah’ın huzurunda biraz fazla kalayım diye uzattım”, dedi. Öyle bir Muhammed’in ümmetiyiz. Ne biter ne tükenir. Allah zülcelal Hz. herşeyi Muhammed’e verdi. Bunu böylece biliniz. Rahmetil İlahi O’ndadır.

Sen dedin ki; “Araplarda bu yok!”. Yok.. Benim bir tarafım Araptır, Libya’da doğdum, annem araptır. Ulema, â lim Allah’ı tevhid edendedir. Onun için; ”Bu gelen ilm-ü ledün sultanıdır, bu gelen tevhidi irfan kâ nıdır”. Birgün Efendimi, Hacı Sabri Efendiyi müftülüğe çağırmışlar; “Söyle bakalım Sabri, Velayet’mi üstün, Nübüvvet’mi üstün?”. Şimdi bunu evvela açalım; Nübüvvet ikiye ayrılır. Birisi Nebi’dir ve o nebi’de birde Risalet vardır, tebliğ etmek. Velayet’te risalet yoktur.

Birisi 1’nci sınıfa girmiş, ötekide 5’nci sınıfta, geliyor ufak çocuklara takılıyor tembel, yaramaz diyor, bilmiyorsun diyor!.. Hasan Fehmi Hz. beyan ediyor; “Sidreyi Münteha’dan, mülakâ ttan inince, mevlüt sahibi Süleyman Çelebi; “ Baktım, kimisi kıyam’da, kimisi secde’de, kimisi rüku’da, kimisi tahhiyat’ta, her biri bir taâ t’ta kamu, kimisi el bağlamış..”, Ehli tevhid’i anlatıyor, Ehli tevhid’de makamat vardır”. Kimisi zikir’de, ef’al’de, zat’ta, kimisi cem’de, hazretül cem’de, Ahadiyet’te dir. Sen niye tenezzül edip oraya inmiyorsun!.. Bilmiyor diyorsun!..Gelse İstanbul’dan bir Profesör, orada bir konferans vermiş, aynı konferansı burada verse,Kirazlı’ya -bir köy- gitse verse orada, olur mu? Elektrik barajdan geliyor, aynı cereyanı fişe soksan olur mu? Yakar değil mi!.. Şunu arz edeyim ki 5 milyar insan var. 5 milyar insanın zevkleri, düşünceleri, idealleri ayrı ayrıdır, hiçbirisi birbirine benzemez. Nereden biliyorsun? Parmak izlerinden. Şunu kaydedin; Renkler ve zevkler tartışılmaz, o siyahı sever, sen beyazı. Şair diyor ki; ”Eğer muktedirsen, kaldır idraki ademiyetten!”. Her tefekküre saygı göster ki, senin düşüncene de saygı göstersinler.

Onun için bütün Peygamberan-ı izam’da dolaşan Allah’ın sesidir. Cenab-ı Hak’kın Peygamberleri eşittir. Hepsi Hz. Muhammed’in vazifesi ile vazifelenir, birbirinin devamıdır bunlar. Dedim ki; Her şey birden başlar, ne kadar çok olursa olsun adedi, hepsi bir’den başlar. Allah, Allah, Allah. Bu birincinin devamıdır. Lâ ilahe, birincinin devamıdır. Nereye gidersen git; Gece ve Gündüz birdir, gece uzun gündüz kısa olsun, 24 saattir.Geceye, karanlığa, zulmete nur’u sokamazsın. Karanlık, zulmet gidecek Nur gelecek. İmânsıza İmâ n veremezsin. O imânsızlık gidecek, imâ n gelecek.

Hiç endişe etmeyin. Bir insan, bir tevhit ehli; İmansızlığı kabul etmedikçe, imanı kabul edemez. En yakın; Hz. Musa’nın dinine girmedikçe, İsâ ’nın dinini kabul etmedikçe, Muhammed’in dinine girmek mümkün değildir. “Ben Müslüman’ım”. Lâ fta!.. Ve bize emrediyor Cenab-ı Hak; ”Resulühi kütübihi (-Resullere, bütün kitaplara-.”. Diyorum ki; Lâ ilâ he illallah Musa kelimullah, Lâ ilâ he illallah İsâ ruhullah Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulullah. Ben kabul ettim. Sende et... “Muhammed akıllıydı”, diyor. Bende diyorum ki; “Venizelos’da, Churchil’de akıllıydı, gel sende de”. Diyor ama demekle olmuyor. Bir fidanı diktiniz, sulamazsanız, çapalamazsanız, temizlemezseniz kurur. Onun suyu lâ ilahe illallah’tır, ibadettir. Bizim dinimiz şümûllü, kapsamlı bir dindir. “Kütübihi ve Resuluhü”. Meleklerine iman... İmâ n 400 dirhemdir. Birine imâ n etmedin mi imâ n yok ve imânın nerede olduğunu sana bildiriyorlar. Nübüvvet; Hz. Fahri Kainat Efendimizin. Hz. Ali’ye ne verildi? Velayet verildi ona!..

Çocuklar, tevhit kolay iş değil. Benim bir tabiatım var, Allah yoktur diyenleri, Allah vardır diyenlerden daha çok severim. Hocasından, babasından, dedesinden duymuştur Allah büyüktür diye. Araştırmamış. Anlat bana? Sen bu işin künhüne inmedin, nasıl anlatırsın! Allah yoktur dedi mi, araştırıcı bir hali vardır.Bakınız Kelime-i Tevhid’de inkar vardır. Lâ , inkar, yok, ilaha, bir ilah var, kim O? Allah. Kim Allah’ın büyüklüğüne şahit olmuştur, soruyorum sizlere? Hiç zevk ettiniz mi? Allahu Ekber, 4 defa, niçin 4 defa ? Ondan sonra, Eşhedü enlâ ilahe illallah, 2 defa. Soruyorum; Şahit kim? Kim biliyor büyüklüğünü? Hakime diyor ki; ”Ben duydum”. Hakim; “Duyanları değil, görenleri, bilenleri istiyorum”. Bu sefer diyor ki; Eşhedü enne muhammeden resulullah. Kimmiş şahid? Muhammed. Sen Muhammed olmadıkça, Allah’ın büyüklüğünü bilmen, anlaman mümkün değildir. O’nu müdafaa etmende mümkün değil. Öyleyse şimdi; Hayye al â s-salâ h, gel selâ ha. Hayye al el-felâ h, kurtuluşa gel. Sonra, Lâ ilâ he illâ llah. Allah’ta fani olanlar ancak Allah’ı bilebilirler. Niçin? Tevhid-i Ef’al, bütün fiilller onun. Tevhid-i Sıfat, hayat, ilim,irade, semi, basar, kuvvet, kudret. Tevhid-i Zat. Ne kalıyor? Var mısın sen kardeşim? Yoksun. Kim var? Allah var.

Dedim ki; Onlar mürşitlerinin resmini alırlar, Fena fişşeyh, onda fani olmaya çalışırlar. Ya da Hz. Muhammed’in hâ yalini canlandırırlar. Bizde ise Allah’ta fâ ni olmak var. “Lâ faile illallah, Lâ mevsufe illallah, Lâ mevcude illallah.” Ondan sonra gir ibadete, kalmasın şirk. “Yok vû cudum nem bilinmez, şol ateş nem yandırır”. Hz. İbrahim’i aldılar, mancınıkla ateşe attılar. Ayettir bu. Cibrili emin, namusu ekber geldi, dedi ki; “Allah’ına dua et, seni bu ateşten korusun”, “Ya Cebrail “, dedi “Senin bu işe aklın ermez, bana rabbim benden daha yakın”. O zaman Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de; “Ya nâ ru kuni berden ve selamen ala ibrahime”, selamet bul İbrahimê dedi. -Yakma deseydi, evde yemek pişiremezdik-Bakıyor ki Nemrut; iki kişi oturmuşlar sohbet ediyorlar... Ama bir sen varsın, bir de Allah varsa bu iş olmaz!.. Şirktir o, küfürdür.

İki tane düşmanımız var bizim. Küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz. Ne o? Nefs’tir. Hasan Fehmi Hz. alıyor bunu; “Kimseyle etme adavet, nefsin sana yeter düşman, ta ömür ahir oluncaya dek”. İki tane vazife verdi bize Allah, Ehli Tevhid’e. Allah yarattı kainatı ve bize iki vazife verdi. “Men arefe nefsehu”. Nefsinle mücadele et.” Emmareye kul olan iman ile göçer mi? “. “Sende nefs yokmu Ya Resulullah?”, “Vardı ama biz nefsimizi Müslüman ettik”. Öldürdük yok!.. Her insanda bir şeytan vardır. Biz o şeytanımızı Müslüman ettik. Şimdi açıyor, Şeytan nedir?. “Damarlarınızda dolaşan kandır”,diyor Resulullah... “Bu sana yan baktı... Kılma namaz be... Uyu biraz daha..”. Kime diyor bunu? Nefse. Kur’an-ı Kerim’de yok mu? 7 makama işaret eder; Nefsi emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiyye, mardiyye, zekiyye. Ayet; “Ya eyyetühen nefsül mutmainne ircii”. Dön, ben senden razıyım diyor Allah, sende benden razısın gir cennetime. Burada girilir Cennete.

Şimdi Aşereyi Mübeşşere var değil mi, asrı saadette, cennetle müjdelenmiş. Nefsaniyetlerini bastırdılar, mutmainne oldular. Abdülkadir Hz. şöyle der; “Bir çakmakla taş, çakarsın kıvılcım çıkarır, ateş yanar. Onu tecrit et, ayır, bir suya koy, suda bulunduğu müddetçe tehlike yok”. Hemen, aldın mı onu sudan, çaktın mı, gene... Nefis uykudadır, zikrullah ile bastıracaksın. “Girdim anın zikrine, azalarım dil oldu”. Nefs, şeytanda öyledir, bükemediği bileği öper. Ve şeytandır bize en büyük makamatı veren. Hem nefsimizdir, hem de şeytanımızdır. Bütün evliyalar, Peygamberler nefisleriyle ve şeytanlarıyla makâ m almışlardır.

Şimdi; kovulmuş, tard edilmiş, lanetlenmiş şeytan Hz.Adem zamanında koca peygamberi cennetten tard ettirdi. Yalvardı; “Zalemna enfüsüna”. Birisi Cidde’ye gitti, birisi Arafat’a, aradı aradı... “Neden kandın? Sana emir verdim, neden yedin?”, dedi. “Nefsime zulmettim yarabbi”, dedi. Şeytana döndü; “Sen, niye?”, “Sen emretmedin mi? Birde sual soruyorsun bana”, dedi. Her insanda var bu. Allah ne yaratmışsa, nasıl yaratmışsa kabul edin, şeytanın vesvesesine boyun eğmeyin. Yok mu? Dolu!. “Bunu görüyonmu, ne yaramaz adam, bunu da görüyor musun..”. Camiden çıkarken söylüyor!.. Allah’la mutabık olmadı ki!.. Allah diyor ki ayette; ”Lâ yüşrik, ey şirk ehli, niye secdeye geldin, niye kıyama geldin, hem şeytanla arkadaşlık yap hem de benim huzuruma gel”.

Şimdi; Bir arkadaşımın dehşetli düşmanı var, cana kıyıyor, mala kıyıyor. Alıyorum ben onu, o arkadaşıma bir müracaatta bulunuyorum; “Efendim, ihtiyacım var paraya”, “Vereyim efendim!..” Veya; Kumarla, hırsızlıkla uğraşıyor, bir gurubu var. Diyor ki onlara; “Arkadaşlar ben kaymakama gideceğim, bir işim var onunla, siz girmeyin içeri”, “Neden?”, diyorlar, “Beni sizden bilir”, “Bizden değil misin sen”, diyorlar, “Sen nerede, biz orada”, diyorlar... Nefsaniyet, şeytan... Bu tevhit aşk işidir. Hidayet Allah’tandır, Peygamber’den değildir. “Eğer, hidayet Peygamber’in elinde olsaydı bana vermezdi Tevhidi”, diyor Bilal Habeşi. “Akrabalarına verirdi”, diyor.

Bişri Hafi vardı. “Bağdatta, tasavvuf ilimleri akademisine gittim”, diyor Mehmet Oruç. Bişri Hafi’nin kitabını bulmuş. O Bişri Hafi ki, tam 40 yıl röntgencilik yapmış, meyhaneden hiç çıkmamış. Yolda giderken gece karanlık bir yerde bir kağıt parçası bulmuş. Bakıyor Allah yazılı, siliyor, öpüyor ve cebine koyuyor. Zamanın kutbu Beyazıt-ı Bestami hazretleri, manada haber veriliyor; ”Git Bişri’yi müjdele, O bizi yüceltti, bizde onu yücelttik”. Haber gönderiyor, gelsin diye. “Gelemez”, diyorlar, ”küpün dibinde, kütük gibi şarhoş”, “Biz gideriz”, diyor. Gitmişler... Bakıyor Bişri, hoca geliyor; “İçme rakı, içme şarap, usandım bunların nasihatlarından, İllallah”, diyor. “Bişri”, diye çağırıyor hoca, ”Sen, yolda gelirken bir kağıt buldun” ,”Evet”, ”Elinle silmişsin, öpmüş başına koymuşsun”, “Evet”, ”Şimdi cebinde”, ”Evet”, diyor. “Allah’ı yüceltmişsin sen, Allah’ta seni yüceltti”, “Affetti mi beni Allah?”, “Evet”, diyor. Oda “Allah “diyor ve büyük evliyalardan oluyor. O kadar eser yazıyor ki, bende istifade ettim ondan. “Gezerken, tenha mahalleleri severim “, diyor Oruç, ”Baktım büyük bir kapı, içerde bir arap hurma dalından bir süpürge yapmış, hem süpürüyor hem de Allah diyor. Orada, pencereden bir hatun “Ne bakıyorsun” dedi, Arapça,”Bişri Hafi’nin türbesi”. girdim iki rekat namaz kıldım dua ettim”, diyor.

“Deme bu neden böyle”. Al bakalım hidayet geldi. Hiç kimseye birşey söylemeye hakkımız yok! Var. Neye? Nefsimize. “Men arefe nefsehu fekat arefe rabbehu”. Hadisi Şerif; “Nas uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar”. Beyazıd-i Bestami Hazretleri... Geliyorlar bir meftanın kabrine, gömüyorlar oraya. Hoca geliyor talkım veriyor. Hazret kahkahaya başlıyor, herkes merak ediyor şimdiye kadar hiç gülmezdi, hep ağlardı diye. Dayanamadı içlerinden birisi, sordu; “Ya Hazret, sen hiç gülmezdin, Şimdi ne oldu?”, ”Niye gülmeyeyim”, diyor, ”Bir hadis vardır; ”Nas uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar”. Hoca talkım verirken; ”Ey bana talkım veren ölü kişi, ben şimdi rabbimle diriyim, ölü sensin” diyor”.

Kimden bahsettim de bunu açtım!.. Koca Hoca geldi buraya, simavlı, dedi ki ; “Hangi dinden, hangi ırktan olursanız olun Arapça sual edileceksiniz ve Arapça cevap vereceksiniz!”, “Yabancılar arapça bilmez”, dediler, ”Ona bildirirler”, dedi. Ölmeden evvel mi ibadetimi kabul ediyor, öldükten sonra mı kabul ediyor? Ayet; “Tebarekellezi biyedihülmülk ve hüve ala külli şeyin kadir”. Hüve O’dur, yokluk demektir. Hiçbirşey yok, illaki ben varım diyor. “Ellezi hâ lâ kâ l mevte vel hayate”, seni öldüreceğiz ve tekrar dirilteceğiz, “Liyebluveküm eyyüküm ahsenu amele”,

“Fi ahseni takvim”. Tin suresi, Fi nihayetsiz demek, nihayetsiz güzellikleri o insana verdik. “Sümme redetna ve esfelesafilin”.Allah’ta ne var, sende var. Allah kuvvet sahibi, sende. Kudret sahibidir, sende. Semi, sende. Basar sahibidir, sende. Kimin bunlar? Seninkiler ariyettir, 10-20- sene. Var mı sonra? Çok sevdiklerimiz var, babalarımız, dedelerimiz ölüyor. “Dede kalk” diyor torun, ”Namaz zamanı geldi”. Var mı, kılabilir mi? Gitti emanetler. Bugün, sen bu emanetleri ver ki, kıymet bulasın. Berat kolay verilmiyor!..

“Helak ederiz, yok ederiz, öldürürüz. O mahvettiğimiz kavim, topluluk, çok inkarda, çok günahkar, işte o topluluğu helak ederiz, gece gündüz inkar eden, gece gündüz günah işleyen o topluluğu helak ederiz, yerine bir topluluk getiririz”.

Ne demek bu? İşte mekarih. Tefsir sahipleri, ta 1400 seneden beri, alıp gelmeseler, biz bunu anlayamayız. Onların yardımıyla anlıyoruz. O topluluk, bu topluluk!.. Biz ne kadar günah işledik, ben, hepimiz... Biz okuduk Kur’an’ı, biz namaz kıldık, biz Allah dedik, dedik, dedik... Ne yaptı şimdi bizi? Soruyorum; Sen mi diyorsun Allah? Yok. Benden diyen Allah, benden diyen O... Neden? Sen de diyordun ya? Bilmiyormuşum. Seni helak etti, yok etti. Gene aynı insanı getirdi, başka yaratacak değil...

Şimdi, dönelim biz beraat’a . Gece ile gündüz 24 saat. Niçin gece beraat kandili, miraç kandili, mevlit kandili, regaip kandili? Gece gündüzden kıymetlidir. Gece vahdettir. Allah vahdette idi, onun için vahdet güzeldir. Kesret, bu alem, yalan var, dedikodu var, imtihan var, iman edenler var, etmeyenler var, var, var...Neresi esfeli safilin? Süflilerin içerisine attık. İşte, bu süflilerin içerisinden, O, dilediğini hidayete erdirir, dilemediğini de delalette bırakır. İşte buraya gelmeye niyet edenler, onlar, kurtuluşa ermek üzre yaratıldılar. İşte onlar “elestü bi rabbiküm” hitabını duydular. Nerede? Mürşid-i Kamil’de... “Aman efendim, o öyle bir şey ki ooo.”. Bırak şimdi seneye vurma!.. Şunu da hemen arz edeyim ki; Allah’ta mesafe mefhumu yok, zaman mefhumu yok. Lâ mekan, lâ zaman, lâ taayün. Yok... “Halk eder esbabını. Bir lahza da ihsan eder.” Belkıs’ın Hz. Süleyman’la hikayesini biliyoruz. Dedi ki;” Hud hud kuşları, kim getirecek?”. Göz açıp yumuncaya kadar ve daha yakın , geldi, tacı ile tahtıyla. Onun için 40 yaşında ona verildi. Hidayet kırk yaşında geldi.

Şimdi Kitab-ı Kainat’ı okuyun diyorum. Gündüz kesrettir, kesret. Gece vahdettir yani rahmettir. Herkes sûkun bulur. “Ey örtüsüne bürünmüş Muhammed, kalk”, Vahdet’de. Şimdi bir zulmet var, zulmetin karşılığı da rahmet var. İşte bu beraatlar hep geceye intikal eder. Şimdi şöyle bir şey. Ne zulmete rahmeti, ne de rahmete zulmeti sokamazsın. Misal, geceye gündüzü sokabilir misin? Soruyorum; Geceyi de gündüze sokabilir misin? Gece gidecek, gündüz, gündüz gidecek gece gelecek. Öyleyse niye kızıyoruz biz iman edenlerle, iman etmeyenlere!.. Hele iman etmeyenlere! Kaideyi ilahi böyle...

Rahmet gecedir. Ben vahdeti 1 (bir), kesreti 1 (bir) biliyordum!.. Anladım ve öğrendim ki Rahmet-Vahdet 3 tane, kesret 1 tane. Ama bu üç tane aydınlık, üç tane nur; Bir tane kesretle, bir tane zulmetle meydana gelir. Büyüklerimiz der ki; “Kırk nasihattan bir musibet yeğdir”. Niçin üç tane vahdet, üç tane kurtuluş, hatta beş tane. İşte bir tanesi bu. Kadir gecesi var, berat gecesi var, regaip gecesi var, miraç gecesi var... Vahdet bunlar. Vahdet mülkü ezelidir. Bâ ka alemidir. Burası fena alemi, öyle değil mi efendim. “Mülkü bekâ dan gelmişiz, mülkü fenayı neyleriz. Biz dost cemalin görmüşüz, huri ve gılmanı neyleriz.”

Bismillahirrahmanirrahim; “Hüvel evvelü, vel ahirü vez zahiru vel batın”. Sen biraz bu alemde oyalan, seni bekleyen var. Allah’ın !.. bak, o kadar! bak, dörtte üçü rahmet kapıları, bir tanesi bu alem, zulmet kapısı.

İşte hidayet burada. Delalet te burada! Hidatyete erenler, beklediler, beklediler... Hidayet; Ne zaman biat ettin? Allah’a biat edilir. Niye? Resulullah değil mi? Yoo... Bakınız çocuklar; Resulullah görüldü, bilinmedi. Allah görülmedi bilindi.. Al bakalım şimdi!.. Bir ayet getireceğiz. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de diyor ki; “Ve nahnü akrebü ileyhi min hablil verid”. Şah damarınızdan daha yakınız diyor. “Bir damar var ama yarabbi! Seni görmedik. Bilmiyoruz senin şeklini şemalini”. Ve diyor ki bize; “Ben hiçbir şeye benzemem, benzetilemem. Kim ki beni bir şeye benzetiyorsa, küfür ehlidir”, ayet-i kerime. Ama Muhammed’i benzetirsin. Muhammed’de var! Damar var, filan var... Ve diyor ki; “Ene beşerun mislüküm- Benzerim ben size, evlendim, yerim içerim, sizin yaptığınız her şeyi ben yaparım ama aradaki mesele vahiy”. Demek ki bize en yakın olan Hz. Muhammed’dir.

Şöyle bir misal verebiliriz çocuklar. Bak cereyan var orda, barajdan gelir o cereyan. Eğer bu cereyanı düşürücü, -siz daha iyi bilirsiniz bunu-, hafifletici... Bilmem kaç volta indirmesek yakar. Buzdolabını yakar, onu yakar, bunu yakar. Bir de istiyor ki, Allah’ı göresin!..Muhammed’i gör ki, sizin içinizden o...

Şimdi, burada incelik var. Bu inceliğe inşallahu taâ lâ , yaklaşacağız, yolumuz o. Şimdi mektebe girdin., hemen istiyorsun ki diploma versinler sana, yoo. İlk mektep öyle, orta mektep, lise üniversite öyle. Bu da mektep. En büyük mektep bu. Hemen yok, yanarsın. Yakar değil mi? Yakar. Öyleyse Muhammed hafifletiyor ve bize veriyor. Kur’an-ı Kerim öyle, Allah öyle... Bugün dedim ki; her şey Hz. Muhammed’in elinde, her şey. Beni seviyorsanız, diyor , Muhammed’e.. “Atiullahu ve atiurresul”, yüzlerce ayet var. Biz en yakınımızı göremiyoruz! Sen o yakınını gör!.. Ama inancımız var. Hz. Muhammed bize inandırmıştır ki;” Allah var, ben bütün emirleri, vahiyleri ondan alıyorum”. Kur’an-ı Kerimi Muhammed’den işittik biz... “Allah söylemiş!..”. Sen söylerken varmıydın?.. Miraçtan haber veriyor, kim? Muhammed. Doğrudur.. İşte Ebu Bekir’in imanı. Biz de öyle... Bütün imanları teraziye koyuyor, Ebu Bekir ağır basıyor. Bu gün biz, ehli tevhit öyledir. Ama, demek ki , inandık. O inandı, biz de inandık...

Tenkit etmek üzere Kur’an-ı Kerim’e bakıyorlar, bakıyorlar, hepsi aciz. Gözleri önlerine düşüyor. O şairler, edipler, profesörler... İşte, bize vahdet kapısını gösteriyor kesret penceresinden. Zahir penceresinden vahdeti seyrediyoruz. Vahdeti seyrediyoruz kesret penceresinden. Kesreti seyredenler vahdeti görmüyorlar, o sevgiliyi göremiyorlar. Beni mazur görün, türküleri çok severim. Sever misin? Ben çok severim. Diyor ki; “Kız nerdesin, nerdesin”. Delikanlı bakıyor sokaktan, “Kaldır camın perdesin”. İşte bir perde var bizde! Ne perdesi o? Suret perdesi, suret. O suret perdesini kaldırdık mı göreceğiz! Kimi göreceğiz? Kim olduğumuzu. Bu suret perdesini kaldıranlar var, yok değil, ve bizim dersimiz bu suret perdesini kaldırma dersidir. Makam-ı Cem’de; Kesret-vahdet, vahdet-kesret... Görebilirsek, o perdeyi kaldırabilirsek.

Bu gün size çocuklar Matematik’ten bahsedeceğim. Ettim mi hiç? Hah; Güzel!.. Matematikten bahsedeceğim. Matematikte cem vardır, birde tarh derdik, tarh, çıkartma yani değil mi efendim, birde darp vardır, çarpma, bir de taksim vardır. İşte bizim dersimiz bu. Yıllarca evvel efendiyle beraberdik. Ya yirmi sene, ya yirmiiki sene, bu sohbeti biraz, rahmetullahı aleyh, ama çok az açtı. Hatırıma geldi benim, evvelki gece. “Bizim dersimiz taadat’tır” dedi. Hani, hesap. Bakın çocuklar, matematikte Cem, toplam. -Toplam değil mi efendim?-, Bir kere kainatta ne varsa, zerresinden küresine kadar, iman etmişlerden iman etmemişlere kadar, melekler de dahil ne varsa, bunun hesabını Cenab-ı Hak veriyor. Diyor ki; “Külli şey’ün halikün illa veche” veya “Tebarekellezi bi yediül mülk ve hüve alâ külli şey’in kadir”. O hüve yok mu, hüve!.. O’dur O... O hüve’den hu’dan nerde gördünüz. “Huvallahü halikû l bari’ül musavvirül”. O hu’dan başlar, ve hüve O’dur. İşte biz o hüve’den, hu’dan yaratıldık. Ahad’dan yaratıldık. Ne yaratmışsa Cenab-ı Hak hepsini cem etmek mecburiyetindeyiz. Bu iyi, bu kötü bizi alakadar etmez. “Bu niçindir?”. Yok öyle şey. Ne yaratmışsa, ne hatırına geliyorsa, yırtıcı kuşlar, mahluklar... o onu öldürüyor, o onu öldürüyor, PKK çıkmış, bilmem ne!... Aşma!...

Cem makamı demek, iki tane cem var. Bu cem’i sen, bu toplamı tarh et, çıkar bakalım şimdi, sana ruhsat verildi. Şimdi tarh edelim bakalım. Kim tarh ediyor? Kim cem etti; Allah. Kim çıkartma yapıyor? Allah. Peygamberle Firavunu bir araya koyamazsın. Çıkart bakalım. Gece ile gündüzü bir araya sokamazsın, iyi ile kötüyü bir araya sokamazsın. Bilenlerle bilmeyenleri, cennetliklerle cehennemliği bir araya... Ne oldu şimdi? Çıkartma.

Şimdi çarpma yap bakalım, darp. Ne kadardır bu, iman edenler, etmeyenler, peygamberler, evliyalar? Bunlar, milyarlarca adedin çok azıdırlar. Elimin parmağı gibidirler, yahut tarağın dişleri gibidirler İman etmeyenler iman edenlerden çoktur. Allah’ın taksimi.. Kur’an’ı Kerim söylüyor bunu. Bilenlerle, bilmeyenler bir olur mu? Ne yaptık şimdi? Bölme oldu. Şimdi Kur’an’ı Kerim konuşuyor, iman edenlerle etmeyenler; “Ya Eyyühennebiyyün, -nebiler-, Ya eyyühellezine amenu, -iman edenler-, Ya eyyühen nas, -cem-. ”Demek ki; tarh ta Peygamberler var, iman edenler var. Darp ta ne kadar olduğunu anladık....

Şimdi geldik taksime; Tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat... Cem, tarh, darp. Tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat, üçü. Taksime geldik. Cenab-ı Hak diyor ki; “-Bu taksimde gene Kur’an-ı Kerim konuşuyor-, Biz dilediğimize sayısız nimetler verdik, öyle maişetler verdik ki”. Bigayri hesap. Gerek maddi, gerek manevi... Karun’a verdiğini, hani maddi olarak... Mana olarak, madde olarak Hz. Muhammed’e verdiğini... Ayet-i kerime nasıldır? “Biz dilediğimize dilediğimizi veririz, dilediğimizden de alırız, -Tu’tilmülke menteşau-, Dilediğimize dilediğimizi veririz, dilediğimizden de alırız”. Taksim bu. Ne kızıyorsun sen?..

Bak şimdi, matematik sohbeti. Öyleyse gel bakalım Cem makamına. Ef’al, sıfat, zat, cem... Ne yapıyoruz şimdi biz, ne diyoruz Cem’de. “Efendim ben vahdeti bilmiyorum”. Biliyorsun, biliyorsun, biliyorsun. Ama oraya gelmedin. Tevhid ettin, efendiye biat ettin ama bekle, acele etme canım. O ne zaman verecek, ne zaman alacak, sen karışma oraya. Sen oraya karışmaya mezun değilsin. Sen de teslimiyet ver. Allah imtihan eder, imtihan edilmez, emreder emredilmez, hükmeder hükmedilmez. Ne diyor? “Lâ yüsel amma yaefal”. Diyoruz ki; Kesret vahdet, vahdet kesret. Vahdet kesret oldu, kesret te vahdet oldu. Hah! Ne oldu şimdi. Gece ile gündüz bir oldu. Nura gark oldu semavat-ı zemin. Karanlıklar gitti aydınlık geldi.

Demek ki; Cem, tarh, darp, taksim. Cem ettik şimdi. Şimdi bir makam daha var, 2 cem oldu. Tevhide girdiğimiz zaman birinci dersimiz bu bizim. Lâ faili illallah dedin mi, ne varsa, Pir hazretlerinin bir şeyi vardır, formülü; “Süvere-i berzahiye’de sudur eden alel ıtlak ef’al ve sıfat hakkındır”. Bir yılanın ıslık çalması, bir kurdun kuzuyu yemesi, böyle ne varsa, işte Cem. Bir de bu Cem, iki. Bak şimdi bu sohbeti yapmadık biz hiç, efendi hatırlar, yapmadık. Bir daha var şimdi; Cem, Hazret-ül Cem. Nedir o? Şeriatla hakikati birleştireceksin, birbirinden ayrılmaz, etle kemik gibidir. Şeriat ayrı, hakikat ayrı, yok öyle şey. Ruh ve beden gibidir. Burada da birleşiyoruz değilmi çocuklar, efendim?

Zaki baba;

Birleşiyoruz.

Efendi;

Hazret-ül Cem, bir makam var ki; Cem-ül Cem. Hiç bir şey yok ki Allah’ın hilafına. Hepsi Allah’ta cem oluyor. Anaya babaya asi olanlar, filan filan, filan, bilhassa şirk ehli... Bunları birleştirmeyenlerde mutlaka acaba vardır. Yok bizde. Acaba yok, acabayı kaldırdık. Nedendi, niçindi, bu namazda olmasaydı, bu gusl abdesti olmasaydı!.. Ne getirmişse Allah’ın elçisi, makbûlümüzdür, muteberimizdir. Hatırıma bir şey geldi. Ehlullahtan bir tanesine dedim ki ben, siz de oradaydınız ya; “Muhammedi gördük manada, rüyada... O diyor ki; ben gördüm, o diyor ki ; ben gördüm, o diyor ki; ben gördüm...”, -hoşuma giden şeyleri hiç unutmam-, Dedim ki; “Nasıl oluyor?”... Ve hadis-i şerif var, Resulullah efendimizin; “Manada, rüyada beni görenler, mutlaka beni gördüler. Şeytan benim şeklime, resmime, sıfatıma giremez”. Hadis-i şerif doğrudur. Amenna deyiniz, hepiniz birden deyiniz çocuklar. Şimdi zuhur etti bu. Karaoğlan, Arapoğlu, neler çıkarıyorsun sen!..

Zaki baba;

Vahy-i ilhami geliyor.

Efendi;

Nerde, bizim gibilere gelecek!.. Asr-ı Saadet’te Hz Muhammedi gördüler. Yakın ashabı, iftihar ediyorlar. Onlar Hz Resulullah efendimizi hem suret, hem sıret itibarı ile gördüler. Düşünün bir vaka oldu. Gitti hepsi. “Biz” dediler “Görememişiz”. Hatta Veysel Karani Hazretlerine; “Benim hırkamı götürün” dedi... Sordu; Ebubekir’e, Ömer’e, Osman’a, Ali’ye sordu... Veysel Karani; “Ya Ali, sen biraz görmüşsün” dedi. Bak şimdi, suret başka, sıret başka. O zat dedi ki bana; “Sen Muhammed’i gördün mü? Gösterdiler mi sana?” dedi, “Hayır”, dedim. Bir manamı anlattım da; “Sen görmüşsün” dedi, “Hz. Muhammed’i sen görmüşsün” dedi. Korkuyorum çocuklar, vallahi korkuyorum, emin olun korkuyorum. “Ama, sen mürşidini gördün mü?” dedi, “Gördüm efendim” dedim. “Manada gördüğün odur”. Saddak. Ne geldi aklımıza biliyormusun. Anlatmışımdır ben bu rüyayı, hatırladınız mı? Bir çok ehl-i tarik’de, bizde yok o, bizde yok, olsaydı intikal ederdi. Fena fi şeyh vardır. Şeyhin resmini alırlar...

Zaki baba;

Rabıta yapıyorlar.

Efendi;

Hah! Aferin, (sonra) Fena fi’rresul, yani Resulullah’ta fani olmak... Bizde de var Fenafillah. Nerede? Allah’ta fenafillah olmak. Ef’ali ile, sıfatıyla, zatıyla. Fena makamlarında, Fenafillah, Allah’ta yok olmaktır. Ve doğrudur, bu doğrudur. Hem aklidir dinimiz, hem naklidir. Fiilleri hak’ka verdik, sıfatımızı hak’ka verdik, vücûdumuzu hak’ka verdik. Neyin kaldı? Bunu vermeye mecbursun. Niçin mecbursun? Bütün Ayet-i Kerime’ler; “Her şey bizimdir” diyor. “Zerresinden küresine biz yarattık“ diyor. Kim ki der; Firavun ne dedi!.. Hallacı Mansur ne dedi; “Enel hak”. Enel Batıl mı deseydi Hallac, “Enel Hak” dedi. Firavun; “Ene rabbüküm” dedi. Firavunlar, Yezitler, Hamanlar, Ebu Cehiller hep bunu dediler. Onu mu diyelim biz!.. Enel Hak! Hakkındır her şey. Var mı bizim zerremizden bir zerre yaratmaya...Yok. Öyleyse, öyleyse... Ne diyoruz biz? Tevhide girer girmez, Mürşid-i Kamil; “Sen Allah diyeceksin ama, senden diyen Allah’tır”. Diyoruz ya efendim. İşte fenafillah bu.

Oda doğrudur, onu yapanları da doğru buluyorum. Niçin doğru buluyorsun? Deminden beri anlatıyorum, cami de dedim ki, Cenab-ı Hak diyor ki; “Ben size şah damarınızdan daha yakınım”, Yarabbi, seni göremedik ki biz ve sana bir tarif isnad etsek, sen küfre girdin diyorsun. Değil mi efendim!. Allah bir şeye benzemez, benzetilemez. Ama, ordan bir ipucu veriyor. Diyor ki; “Leyse kemislihi şeyün”. Nasıldır? “ve hüves semiül basir” işitir ve görür, diyor. Bak şimdi hiçbirşeye benzemez ama o işitir ve görür. Şimdi Allah’ın kulakları var dersek, gözleri var dersek, ağzı.... küfür... Ama bir yerden görüyor...

Demin Zaki bir şey sordu. Onun cevabını kısacık verdim ben. Dedi ki; “Müminler kardeştir...”. Dedin mi? Şahit istiyorum bende, Ömer gibi, korkuyorum. “Müminler, elimin parmakları gibidir ,-veya-, tarağın dişleri gibidir”, dedin. Evet hiç şüphe yoktur ki, müminler kardeştir. Ama, dedim ki; “Efendi, bu “innemel muminüne ihve” ayet’tir. Sen hiç rastladın mı “Vecealne badeküm fevka badin deracat..” Bazılarını bazılarına üstün yarattık ayetine?” dedim. Bu bir... İkincisi; “Siz hududu aşmayın- Li hududullah”. Öyle bir yer var ki; “Yarabbi, filana çok anlayış verdin. Bana!..”. Hududu aşma diyor. Şimdi; “Bak” dedim, “kitab-ı kainat’a. En büyük dersi bize kitab-ı kainat verir. Na mütenai meyvalar, sebzeler, insanlar, hayvanlar, mahluklar, yerin altından çıkan madenler, hiç birbirine uyuyor mu?. Ama hepsi lazım, hepsi lazım. Kurt olurda, kuzu olmaz mı?, deniz olurda, balık olmaz mı?. Hiçbirisi birisine benzemez. Hepsi lazımdır, hepsi yerli yerindedir.

İşte, bu iman edenlerde de derece farkı vardır. Bilenlerle bilmeyenler, gece ile gündüz, günah ve sevap, cennet ve cehennem, namütenai, ama işte... Durun!. Büyük bir pay var iman edenlerde. İman edenlerde büyük bir pay var. Dedim ki; Hazret-ül Cem, Cem-ül Cem. Şeriatla hakikati birleştireceğiz, dedim. Ne diyor; Peygamberler girecek, Peygamberler, sıddıklar girecek, şehitler girecek, ulemalar girecek, sahavet sahipleri girecek. Girecek oğlu girecek. Ooo!.. Öyle der Hasan Efendi merhum; “Girilsin de. O evvel girmiş, sonra girmiş, bırak o kadarcık”, diyor, Salihli’de. ”Sen girdin de mi” diyor, ”gireceksin de mi. Bitiyor, ama evvel girmişsin, ama ahir girmişsin”. Ya!.. Keçi gibi inat var. İşte, ayetse okuduk, evvela peygamberler, sonra iman edenler, sonra ötekiler. Peki, bu peygamberler nerden çıktı. Ya Eyyühen nas’tan çıktı geldi . Kedinin, köpeğin, ineğin, karıncanın, yaratıldığı bütün nastan peygamberler çıktı. Veliler oradan çıktı, alimler ordan çıktı, zalimler oradan çıktı, isyankarlar oradan çıktı. Sakın ha!.. Çıkmasaydı!..

İşte orada sen Firavun oldun, Nemrut oldun. Sakın! Bidayette dedim ki; Allah lillah aşkına Allah’ın işine karışmayın. Karıştırmaz zaten de, içimizden geçirmeyelim. Demek ki bugünkü dersimiz, sohbetimiz taadat. Seni gidi seni (Zaki Baba’ya). Ne dedi bana; “Efendi, vaktinden evvel konuşuyorsun” dedi, ”toplanamıyorlar”. “Al mikrofonu” dedim, “Aman” dedi, ”teeddüp ederim, haya ederim” dedi, “Sen gelde, senin olmadığın zamanda bizim sohbetimizi dinle” dedi. Ben de istiyorum ki göreyim.

Zaki Baba;

Ama Peygamber efendimiz zamanında kimse O oradayken sohbet etmedi efendim.

Efendi;

Olsun Al! Al!

Zaki Baba;

Hoca’ya verelim. Sizden sonra kıdemli o.

Efendi;

Şimdi bu efendi geldi, ikisi, bir de Ali Rıza geldi. O bana baktı, ben ona baktım. Dedim ki; “Radyoyu dinlediniz mi?”, “Dinlemedik” dedi. Bilmem ne... Öyle, öyle!.. Taş gibi durdun. Ama olmaz ki...

Zaki Baba;

Ama efendim, şimdi, özür dilerim, şimdi Dergah biterse, bizim orada, bugüne kadar olan alışkanlıklarımızı bırakıp yeni bir sistem kurmamız lazım. Orası uzak bir yer, belli bir saatten önce sohbete başlarsanız garibanlar mahvolur. Ona göre gelecek, çünkü bütün dersanelerde, efendinin sohbeti belli bir saatte başlar. Mesela 9’da (akşam) başlarsa ihvan ona göre hazırlanıp gelir.

Efendi;

Doğru, Profesör gelecek, talebe gelmiş gelmemiş, saatinde bitirecek. Olmazsa başka mektebe gidecek!..

Zaki Baba;

Bazı tiyatrolarda bile sahne için, üçüncü zil başladı mı kapıları kapatıyorlar, gelen geldi, gelmeyen dışarıda kalıyor. Bizde öyle yapacağız, gelen geldi, diyeceğiz. Amaç, siz yorulmayasınız diye...

Efendi;

Yorulmuyorum çocuklar... Haklısınız da, sohbete girdim mi kaybediyorum kendimi. Ne biter, ne tükenir. İstiyorum ki, sizden de götüreyim bir şey.

Zaki Baba;

Biz onu geçen defa size arz etmiştik ama, uygulayamadık. Mesela, belli bir zaman, mesela çay saatine kadar sizin sohbetiniz devam etsin. Ondan sonra gerekirse ihvanın içerisinden soru sormak isteyenler... Çünkü her zaman soramıyorlar, soru cevaplı olması... Ama hep arı deliğine ben sokuyorum parmağımı, azarı da ben işitiyorum, zaman zaman...

Efendi;

Olsun olsun, memnun oluyorum. Cami de dedim ki, -kendi kanaatlerimi söylüyorum-; “Her tevhid ehli yaşadığını söyler. Tatmadığını söylemez”. Bir kızdım mürşidlerime, belki otuz tane mürşid gezdim. Efendim, okumamış!.. Kendi kitabını oku!..

Zaki Baba;

Biz hep sizin kitabı okuyacağız efendim.

Efendi;

Kendi kitabını oku... Kur’an-ı Kerim varken, Hadis-i Şerif varken, o varken, o varken, ben nerde... ”İkra kitabeke”. Sen kendi kitabına soracaksın. Ben Kamil’e yolda dedim ki; “Ne kadar Kur’an-ı Kerim okursan oku, ne kadar hadis okursan oku, ne kadar eser okursan oku. Onlar sana bir serinlik verir, yağmur vermez”. Bu sözümde israr ediyorum. Bugün oraya geldik, bugün oraya geldik!.. Ve Kur’an-ı Kerim’i istediğin kadar oku, anlayamazsın bir şey. Ama esas Kur’an-ı Kerim’i, ene natıkul Kur’an’ı okuduğun zaman, okuduğun zaman, Allah!.., şimdi anladım...

Peki... Kur’an-ı Kerim’i bize kim okuyor? Allah okudu. Kime? Hz. Muhammed’e. Peki, Hz. Muhammed, Kur’an-ı Kerim okuyabilir miydi? Var mıydı okuma yazması? Ümmi değil miydi? Tefekküre davet ediyorum. Cenab- Hak Taâ lâ hazretleri Hz. Muhammed’in ağzından okudu. Ene beşerül mislikum’den okudu. İşte sende... Bu kelam-ı kadimi açın efendim, “Dağlara taşlara indirdik, isyan ettiler kabul etmediler”. Değil mi efendim?, “Oraya, oraya teklif ettik. O ne zalim, ne cahil ki, kabul etti”. Sen kabul ettin efendim Ene natıkıl Kur’an’ı!.. Kimmiş? Hz. Ali keremullahu veche. Herkes olur mu? Olmaz. İsrtisnalar kaideleri bozmaz. Gene bir cevap şimdi bu. İşte efendilerin dediği, sen o kitabı...

Telefon ettim Hacı Sabri Efendi’ye. Ankara’ya gitmiş. Evine telefon ettim, dükkana telefon ettim, yok. Hasan Fehmi’ye açtım. Dedim ki; “Bu akşam gelecekler, ihvan gelecek, benden beraat istiyorlar. Ne dersin” dedim. “Onlar beraatlerini aldılar, teyiden beraat istiyorlar” dedi. “Allah’tan, Hz. Muhammed’den alamazlar mı?” dedim, “Allah’tan alırlar, melekler vasıtası ile, melekler inerler. Beraat ya. Beraatlerini alacaklar, şey gibi, Kadir gecesi gibi, ”İnna enzelnahü fi leyletil kadri ve ma edrake ma leyletül kadri, leyletül kadri hayrun min elfi şehr tenezzelül melaiketü verruhu fiha biizni rabbihim min külli emrin selamün hiye hatta matla’ıl fecr” Bayraklarla gelirler, diyor”. Gülümsedin!.. “, işte onların beraatleri. Onlar, onlar, buraya yanaşamazlar. Allah ve O’nun Resulü seni vekil etti, Mürşid-i Kamil vekil etti. Mürşid-i Kamil’e biat edenler Allah’a biat ettiler ve o zaman beraatlerini aldılar” dedi Hasan Fehmi. Selamı var bütün ihvana.

Sonra bana, geçen gece Denizli’den, geçen gün mü!.. Bir ay oldu, söylemedim size, bir doktor telefon etti; “İbrahim Öçal, Hacı İbrahim Öçal siz misiniz?”, “Benim” dedim. “Ben Denizli’den telefon ediyorum” dedi, doktor bilmem kim. Dedim ki; “Orada ihvan var, Hacı Sabri Efendi’nin var, Ahmet Efendi’nin, Hafız Ahmet Efendi’nin”dedim, “Sen onlarla beraber misin, yoksa tanıdığın mı var?”. “Doktor Kamil, Kemal ahbabımdır, oradan tanışıyoruz”, “Bekliyoruz” dedim, fakat telefon numarasını almadım. Sordum Hasan Fehmi’ye. “Orda bir doktor var “ dedi. Karaman mı dedi, Kahraman mı dedi, doktorluk yapıyor. Dedim ki; “Bana telefon numarası...”, “Kemal’de var” dedi. Hani, neler çıkıyor bak şimdi. Gösteriyor ehli tevhit.

Efendiye sordum; “Hulusi Efendi?”, “İstanbul’da” dedi, “Onu ziyarete, davet etmiş yemeğe, ihvan gitmiş. Benim de kızım... İşi olmuş gidememiş. Hulusi Efendi’nin kitaplarını veren, dağıtan birisi var, dostumuz, hatırıma geldi!” dedim. Hulusi Efendi’nin sevgililerinden bir tanesi, İzmir’de, Karşıyaka’da mı oturuyordu?

Zaki Baba;

Karşıyaka’da

Efendi;

Efendim... Ve melami sohbetleri yapılırmış orada! Bakınız nereden nereye geliyor!.. Bir oradan, bir oradan, bir oradan. Çocuklar şeriat zahir demektir, meydana çıkan demektir, elle tutulan gözle görülen demektir. Maddesiyle, manasıyla. Sıhhatin olmazsa namaz kılamazsın, filan, filan, filan... Değil mi efendim? Mazeretleri var. Ama hakikatin mazereti yok, tevhidin mazereti yok. Orda gene var ama çok dikkat etmek lazım. Tevhid ehli, daima ibadet ehlidir. Tohum çürük değilse, evin almışsa, çürük değilse, ibadetledir o. Tabiat kitabı, afaki kitap diyoruz. Bakınız, bir çiçek, bir ağaç, hemen çiçek açar açmaz saklanır tohuma. Hemen saklanır orada. Cinsiyetini devam ettirsin diye. Ve o ağaç...

f t g m