Copyright 2024 - MEKSAV

KADİR GECESİ 

İnsanın biri bedensel, diğeri ruhsal iki erginlik çağı vardır. Bedensel erginlik çağının yaşı aşağı yukarı belli, lakin ruhi erginlik çağının belli değildir. Çok gençken olanlar olduğu gibi, çok yaşlıyken olanlar, hatta hiç olmadan dünyamızdan ayrılanlarda vardır.Bedensel erginliğe erişildiğinin bazı belirtilerinin olduğu, erilmenin onlardan anlaşıldığı gibi, ruhsal erginlik çağına erişildiğinin de belirtileri vardır, eriliş onlardan anlaşılmaktadır. Peygamberimiz ’in buna kırk yaşlarında erdiği hükmüne varılmaktadır. Peygamberimiz o yaşa erdiğinde kendisinde böyle bir şeyin olduğunu, ruhunda büyük bir değişikliğin vuku bulduğunu halen söyleyen nice görüntüler belirdi. Bu etkiyledir ki Hira Mağarası’na çekiliyor, orada ruhunun ikliminde beliren sorulara cevap arıyor, adeta duaların kıblesi olan göklere açılmış ellere benziyor, Allah’tan bu yalvarışın boş çevrilmemesini iştiyakla diliyordu.              

Bir gece umduğuna, beklediğine nail oldu. Nasut perdesi açıldı misal âleminde olan Cibril’le karşılaşmak mümkün oldu. Cibril ondan okumasını istedi, peygamberimiz okuma bilmeyen bir kimse olduğunu söyleyince onun Peygamberi üç kere, nefesi kesilinceye kadar sıkıp bırakması gibi bir olay belirdi. Her sıkıp bırakışında “Oku!” diyor, o olumsuz cevabı alınca sıkma tekrarlanıyordu. Benim kanıma göre bu üç sıkışla ona Allah’ın esma, sıfat, zat tecellilerine mazhar olma direnci verildi ve O’na o esnada şu ayet, Kur’an’ımızın ilk inen ayeti olarak indirildi: “Oku! Her şeyi yaratan Tecellisiyle varlığıyla var kılan insana Alak’tan meydana getirmiş bulunan Rab’binin Namına oku! İnsana bilmediğini öğreten, Lütuf ve Keremde erişilmez yüceliği gösteren, Rab’bin hakkı için oku!” Şu dört ayeti tefsir edebilmek, şu ufukları ufuksuzluğa uzanmışı olan mana deryasını kitaplara sığdırabilmek ve “Bu ayeti gerektiğince açıkladım” diyebilmek, çok acınacak durumda olan bir zavallı olmakla mümkündür.             

Ben şu an bu sonsuz sınırsız deryadan bir serçe kuşunun ufacık gagasıyla aldığı birkaç damla kadar almak, bu damlaları sizlere serpmiş bulunmak için bu konuya girmiş bulunuyorum. Bu ayetlerin son yani sonuncusu, ayetlerin başının, yani niçin “Oku!” emri ve çağrısıyla başladığının cevabıdır.“Cehaletten gafletten, hamlıktan arınmak, onların kötülüklerinden korunmak, be manevi kirlerden ilimle, irfanla, kemalle yıkanmak ilim ve irfan temelleri üstünde yükselen bir kemale yükselmek, bu kemali yaşantımızda göstermek böyle bir insan olarak Allah’a dönmek için, dönecek şekilde okumak. İşte bu sebepledir ki İslam; küfürden imana, şirkten tevhide, cehaletten ilme, gafletten irfana, hamlıktan olgunluğa, koşmaktır.”              

Ne mutlu o kimseye ki, İslam’ı böyle anlamış, olgunluğa ulaşmış, olgunca yaşamış ve Allah’a böyle bir bahtiyar kimse olarak dönmeyi başarmıştır.İşte Kadir gecesini tanımış, ondan yararlanmış olanımız odur, bu gecede bu yarar, bu çağrı, bu anlam bulunur. Bu mübarek gecenizi tebrik eder, kendisinden yararlanmış olmanızı yürekten dilerim.

İNGİLİZ GENCİN SORUSU 

Diyanet İşleri Başkanlığında Müşavirlik görevine, görülen lüzum üzerine, fikrim sorulmadan, çıkarılan bir kararnameyle getirilmiştim. Altı müşavirden biri de bendim. Bu gün bu heyetten Dr. Lütfü Doğan’la ben kaldım. Arkadaşlarımın tümünü severdim. Lakin Merhum İsmail Esherli’ye olan sevgim diğerlerine olan sevgimden fazlaydı. Onun üzüntülü oluşuna dayanamaz, sebebini öğrenmeye çalışır, ferahlatmak için tüm gücümle uğraşırdım. Çok duygusal kibar bir insandı.              

Bir gün öğle yemeğinden sonra daireye döndüğümde, onu kederli buldum, kendisiyle meşgul oldum. Bana, Cambridge Üniversitesi’nin Felsefe Fakültesi’nden mezun bir İngiliz gencinin geldiğini, kendisine bir soru yönelttiğini, verdiği cevabın onu tatmin etmediğini söyledi. “Telefonla çağırsam cevaplar mısın?” dedi. “Çağır” dedim. İngiliz gencinin namazların rekâtlarının farklı oluşuna takıldığını, bu düğümü çözemediği için de İslam olamadığını öğrendim.              

Genç oldukça kısa zamanda geldi. Önce kendisiyle şakalaştım, şakadan soru ve cevaplar alanında biraz dolaştım “İnsan, sevdiğinin kendisiyle farklı zamanlarda, birbirinden farklı derecede buluşmak isteyişinin sebebini sevgilisinden sorup öğrenir, başkasından değil” dedim. Sonra ciddiyetle konuya girdim; İngiliz’e “Newton yasasını hatırlıyor musun?” diye bir soru yönelttim. Lisede okuduğunu, lakin halen unuttuğunu söyledi ve benden hatırlatmamı istedi. Ben mıknatısların çekme gücünün kitleleriyle düz, aradaki uzaklıkla ters orantılı olduğunu ona hatırlattım, bunu yalnız maddiyat âleminde değil, maneviyat aleminde de geçerli olduğunu anlattım.              

Namazlarının rekâtlarının çoğalıp azalmalarını bir günlük zamanda, masiva dediğimiz, Allah’tan gayrı bildiğimiz, kendimize perde ettiğimiz izafi varlığın farklı zamanlarda, arz ettiği çekiciliğinin değişmesine bağladım. Sabahleyin onun henüz peçesini kaldırmadığını, çekiciliğinin artmadığını, bu sebeple dört rekatın Allah’la olmanın hazzıyla buluşmak için yeterli görülüp arttırılmadığını, öğle vaktinde arttırılmak gerektiğini, ikindi de sekiz rekatın, onu masivaya kaptırmamak için yeterli olduğu hükmünün verildiğini, akşam namazının beş rekat oluşunda, yorgunluk sebebiyle dünyaya karşı beliren antipatiden istifade edildiğini, gündüz boyunca alınan olumsuz mevcenin etkisinden kurtulmak, Peygamberimiz gibi, olumlu etkiyle, gözleri uyusa da kalbi uyumayan bir insan olarak yatağına yatırmak için on üç rekatlık bir namaz gerektiğini söyledim. İngiliz genci, hemen kelime-i şahadet getirdi, daire-i İslam’a girdi.

f t g m