Sohbet 2
Genişlik ve sonsuzluk gönüldedir.
Aşk îmâm, gönül cemaât, dost yüzü mihrâptır.
Ehl-i hakikatin her birisi, gönül üzerinde durup çok sözler söylemiştir. Meselâ: Sezaî Gülşen-î Hazretleri:
Sarây-ı limeallah gönüldür
Tecellîhâne vallahi gönüldür
Yürü gezme zâr u giryân yabanda
Hüdâ'nın ulu dergâhı gönüldür
buyurur. Allah'la beraber olunan saray gönüldür. Tecellihane yani Allah'ın tecelli kıldığı yer gönüldür. Sen, dışarıda kalıp gönlün dışında Allah'ı arama. Çünkü Hüdâ'nın ulu dergâhı gönüldür.
Sezâî sırrın âgâhı gönüldür
Ey Sezaî! Madem ki bu böyledir. O zaman bir gönül ehlinin gönlüne girmek lâzımdır. Yine Sezaî Hazretleri ne buyuruyor:
Lîk âdemden Sezâî döndürem vechin bugün
Dergâhından Hakk anı merdûd-ı şeytân eyledi
Derler ki: Kim yüzünü âdemin şanlı yüzüne döndürmüşse o yüzde nur vardır. Erkek, kadın fark etmez. Kim ki o nuru görmemiş ve Âdem'den yüzünü döndürmüşse, Âdem'den yani kendisinden haberi olmamıştır. Âdem'den yüzünü döndüreni Allah kovmuştur. O kovulmuş şeytandır. Onun için ehl-i hakikatin ağırlık verdiği konu gönüldür. Hz. Gaybî bir nutk-ı şeriflerinde gönül ile ilgili şu güzel sözleri ifade buyurur:
Hakk'tan bize haber verin erenler
Gönülde iste var Hakk'ı dediler
Hakk'ın cemâlini ayân görenler
Gönülde iste var Hakk'ı dediler
Gönül imiş çünkü Hakk'ın durağı
Anda yanar imiş zâti çerağı
Bine gör aşk imiş Hakk'ın burağı
Gönülde iste var Hakk'ı dediler
Görüldüğü gibi Gaybî Hazretleri, Hak'tan haber verenlerin erenler olduğuna işaret ediyor. Bir de buraktan bahsediyor. Resûl-i Ekrem Efendimiz'i Mirac'a çıkaran aracın adı buraktır. Kitaplarda burağın berk, düldül olduğunu yazarlar. On dört asır evvel söylenecek söz buydu. Bugün olsa füze derlerdi. Ama Hz. Gaybî, Hz. Peygamber (s.a.v)'i Mirac'a çıkaran aracın yani burağın aşk olduğunu söylüyor.
Gönül ili Hakk'ın gizli ilidir
Gönül bir memleket, ama gizli bir memlekettir. Herkes, bu gönül memleketine giremez.
Andan haber veren gerçek velîdir
Kim ki bu memleketten haber veriyor, o gerçek velidir. Çünkü gönül esrarını, gerçek manada veliler bilir. Onun dışındaki habere itibar etmemek lâzımdır.
Gaybî Hakk'a giden gönül yoludur
Eğer sen Hakk'a giden yolu soruyorsan o yol gönül yoludur. Başka yollardan giden Hakk'a varamaz. Gönül yolundan giden bulur.
Gönülde iste bul Hakk'ı dediler
Yukarıdaki mısralarda Hakk'ın gönülde varlığından bahsediliyor, ancak bu son mısrada kesin adres göstererek: "Sen, Hakk'ı başka yerde bulamazsın, ancak gönülde bulabilirsin," diyor.
Ehlullahın yolu gönüldür. Gönlün esrarını bilmenin bir aracı da aşktır. Aşk-ı ilâhîdir. Bu kale, aşkla fetholunur.
Bütün ehlullah, kısmen açık kısmen kapalı hep sevgiden, aşktan söz etmiştir. Nitekim büyük veliyyullah Niyazî Mısrî Hazretleri, Divanı'ndaki ilk yedi beyitte aşktan, gerçek aşktan söz etmektedir. Bu yedi beyit, Kuran'ın başındaki besmele ile birlikte yedi ayetten ibaret olan Fatiha'nın şerhidir. Çünkü Fatiha Suresi, Kuran'ın anasıdır yani ümmü'l Kuran'dır. 6666 ayet, bu sureden doğmuştur. Niyazî Mısrî Hazretleri de diyor ki:
"Bu yedi beyitten divan doğmuştur. " O halde Niyazî Divanı'nın tamamı bu yedi beytin içindedir. (Asıl adı Mehmet Niyazî'dir. 1617-1618 yıllarında Malatya'da şimdiki adı Soğanlı olan İşpozi kazasında doğmuştur. Babasının adı Ali Çelebi'dir. 1638'de medrese tahsilini tamamlayarak icâzet almıştır. 21 yaşında genç bir vaiz iken Halvetî tarikatı Şeyhi Malatyalı Hüseyin Efendi'ye intisâp etmiştir. Gördüğü rüya üzerine mürşid-i kâmilini Elmalı'da bularak Halvetî Ümmi Sinan Hazretleri’ne intisâp eder. Kendilerinden hilâfet alarak 1655'te irşâda mezûn kılınmıştır. 1694’te 76 yasında irtihâl-i dâr-i beka eylemiş ve Limni Adası'na defn edilmiştir. Niyazî Mısrî Hazretleri, kuvvetli bir şair, yetkili bir vaiz, iyi bir hatip, coşkun bir sûfî, mükemmel bir mürşid ve büyük bir velidir. Mısrî, bu zatın II. mahlasıdır.)
Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktidâ
Zümre-i ehl-i hakîkat aşka eyler muktedâ.
Ey gönül, gel aşka tâbi ol! Aşktan başka şeyleri bırak. Cemaat'in imama uyması gibi, gel sen de aşka uy.Bu işi neden yapalım? Cevabı ikinci satırdadır. "Zümre-i ehl-i hakîkat aşka eyler muktedâ” hakikate vasıl olmuş bütün kâmiller, aşkı kendilerine imam ettiler.Niyazî Hazretleri, bundan sonra aşkın özelliğinden söz ediyor.
Cümle mevcûdât ve malûmâta aşk akdem durur
Zirâ aşkın evveline bulmadılar ibtidâ
Mevcudat var olan her şey, malûmat bilinen ve bilinmeyen her şeydir. Aşk ise, öyle bir iksir-i azamdır ; öyle bir kudrettir ki ; varolan, görülen görülmeyen, bilinen bilinmeyen her şeyden kıdemli... Her şeyden evvel... Onun için aşkın evvelini bulamadılar.
Hem dahî cümle fenâ buldukta aşk bâkî kalır
Ol sebebden dediler kim aşka yokdur intehâ
Aşk öyle bir şeydir ki, her şey yok olduğu halde o yine vardır. "Aşkın ibtidası da yok, intihası da yok. Acaba başı ve sonu olmayan ebedî ve ezelî olan, her şey yok iken O var olan, her şey var iken yine O var olan nedir?" ALLAH (c.c.) TIR...O halde Allah'ın bir adı da aşktır. Niyazî Hazretleri, şimdi yalvarışa geçerek: "İyyâke nabüdü ve iyyâke nesteîn" in açıklamasını yapıyor: Madem ki aşkın evvelini, ahirini bulmadılar; iptidası ve intihası da yok, bu çok güzel bir şeydir. Şimdi gelin el ele tutuşalım! Başı ve sonu olmayan, her şeyden daha önde olan, her şey yok olduğu zaman yine var olacak olan o temiz ve güzel aşkın eteğine yapışalım.
Dilerem senden Hûda'ya eyle tevfîkin refik
Bir nefes gönlüm senin aşkından etme gel cüda
Ey Allah'ım! Senden dileriz. Hidayetini bana arkadaş eyle. Eyle ki, bir nefes gönlüm, senin askından, muhabbetinden beni ayırmasın. Bir nefes dahi senin muhabbetinden uzak kalmayı nasip etme."İhdina's-sırâda'l müstekîm" yine yalvarıştadır :
Mâsivâ aşkının sevdâsın gönlümden al
Askını eyle iki âlemde bana âşinâ
Masiva aşkı, sonuç vermeyen aşktır. Bugün var, yarın olmayan sevgilerdir. Aşkının demesinin sebebi ise, onun da Allah'ın malı olması dolayısıyladır."Masiva aşkı da Allah'a aittir. Leyla'nın Mecnun'a, Ferhat'ın Şirin'e ya da birinin evi barkı, malı mülkü sevmesi gibidir."Ben bunları değil; direk yani doğrudan senin zatına varan sevgiyi istiyorum. Dolaylı olan, yolda kalan sevgini istemiyorum, diyor.Allah (c.c.), Kuran-ı Kerim'de:"Muhakkak Allah, sırâti müstekim üzredir." (Hûd Suresi, ayet 56) diye buyurur.Sana varan, sapmayan, doğrudan sana ulaşan yola çek.
Aşkla tamûda olmak râhatıdır âşıkın
Lîk cennette olursa tamûdur aşksız ana
İnsan, cehennemde aşkla beraber olsa cehennem (tamû) ona rahat gelir. Aşkın bulunduğu her yer güzeldir. Kişi, cennette olsa eğer aşk yoksa orası kişiye cehennemdir. Çünkü âşığın aradığı şey muhabbettir, aşktır. Niyazî Baba, bu sözleriyle: "Ben, aşkla beraber olayım da cennet olmuş; cehennem olmuş ne fark eder. Onun bulunduğu her yer güzeldir." diyor. Yunus'ta da bu anlayış var. Nitekim şu güzel sözlerinde bunu hissetmek mümkündür:
Ağlatırsın zâri zâri eğer gösterirsen nâri
Lâyık görür isen nâri nârın da hoş nûrunda hoş
"Sözlerdeki faklılıklara bakmayın. Onların hepsi aynı şeyi söylemiştir. Kelime oyunlarına aldanmayın. Zira ırmakların kimisi şelâle yaparak, kimisi sessiz akarak hepsi deryaya doğru inerler. Çünkü geliş yerleri orasıdır."
Ey Niyâzî mürşid istersen bu yolda aşka uy
Enbiyâ vü evliyâya aşk olupdur rehnümâ
Niyazî Baba: "Ey Niyazî!" diyerek kendine sesleniyor. Hayır, hayır!.. Bize sesleniyor. Yüzyıllar sonra arkadan gelecek olanlara sesleniyor. Allah yolunda aşka tâbi ol. Nutk-ı şeriflerinin başında da: "Aşk size imam olsun" diye söylemişti. Şimdi burada sormak lâzım. Niye aşka uyalım? Cevabını ikinci mısrada veriyor. Çünkü Hz. Âdem Baba'dan itibaren Hz. Peygamber (s.a.v) de dahil olmak üzere bütün peygamberlerin ve cümle evliyanın yol göstereni, ışık tutanı, rehberi aşk olmuştur. "Hakk yolunun sermayesi muhabbet ve sevgidir." Turuk-ı âliyyede: "Maneviyatın iki ayağı vardır. Muhabbet, hizmet. Ancak ehl-i vahdet sınıfı ikiyi sevmez. Gelin! Şu ayağı ikiden bire indirelim." derler.
“Maneviyat tek ayak üstünde durur. Muhabbet hizmete vesiledir. Çünkü asl olan hizmettir, muhabbet de hizmetin aracıdır. Muhabbet olmazsa, hizmet de olmaz. Muhabbet, hizmeti doğurur. Onun içindir ki; bütün peygamberân ve evliyaullah, hizmeti tercih etmişler ve Allah (c.c.)'den hep hizmet talep etmişlerdir." Azizim Hoca Mustafa Efendi Aziz (k.s.), vefatına bir saat kala ihvan, ailesi, torunları etrafına toplanmışlar. Azizim, şuuru, konuşması, her şeyi mükemmel bir vaziyette etrafındakilere seslenmiş:
-Evlâtlar! Dinleyin. Kulağınızı iki değil; dört açın. Size son sözümü söylüyorum. Bir saat ömrüm kaldı. Ayağımın biri burada, biri öte tarafta. Şimdi Allah (c.c.): "Ey kulum Mustafa! Bu kalan bir saat ömür için benden ne istersin?" diye sorsa ben: "Yâ Rabbi, ey benim sahibim Allah! Bu kalan bir saati de hizmetle değerlendirmek istiyorum. Hizmete talibim." derim.
Azizim Hoca Mustafa Efendi (k.s.), bir saat sonra tatlı bir tebessüm ve "Hû" sesiyle bu beden kabrinden âlem-i bekâya urûc etmiştir.