Copyright 2024 - MEKSAV

GERÇEK MELÂMET ve YAŞADIĞIMIZ ORTAM

Melâmet, Arapça Levm kökünden türetilmiş, kınama ve kınanma anlamlarını içeren bir kelimedir. Kınama: Kendine yönelik özeleştiri demektir. Nefsini terbiye etmek ve nefsani huyların (haset, buğz, kibir, inat, enaniyet, ihtiras, nefret, vb.), Muhammedî edep çerçevesinde düzene sokulması, kabul edilebilir hale dönüştürülmesi amacıyla bilinçli olarak yapılan bir mücadele, muhakeme ve mücahededir. Kişinin kendisi ile barışık olmasını, kendisi ile tanışık olmasını temin eder. Kişinin, nefsani huylardan temizlenip, iyi huylarla (sevgi, muhabbet, sabır, tevazu, hilm, yardımseverlik, vb) bezenmesini sağlar.

Kınanma ise başkalarının eleştirilerine açık olmak demektir. Kişi, her işin en iyisini, en güzelini, en doğrusunu kendisi yapar iddiasında olmamalıdır. Hikmet, yani en iyi, en güzel ve en doğru nereden tecelli ederse kabullenilmeli ve alınmalıdır. Çünkü hikmet iyi insanların veya iyi insan olma iddiasında olan insanların malıdır. Bir anlamda kınanma, müşavere demektir. Bir iş yapılırken ehlinin fikirlerini dinleme, ehline danışma da kendi fikirlerinden dolayı kınanmayı göze almak demektir.

Bazılarınca iddia edildiği gibi Kınama, kişinin yalnız kendini beğenip başkalarını hor ve hakir görmesi, kişinin iyiyi, doğruyu ve güzeli sadece kendi malı zannedip, başkalarına kötüyü, eğriyi ve çirkini yakıştırması demek değildir.

Kınama, kişinin kendi sahip olduğu kötü, eğri ve çirkin hal ve hareketleri nedeniyle, kendisini eleştirmesi ve kendi kendini hesaba çekmesi demektir. Bu muhasebe sonucunda iyiye, doğruya ve güzele yönelebilmesidir.

Yine bazılarınca anlaşıldığı gibi, Kınanma, kişinin kötü hal ve hareketleriyle toplumun lanetini üzerine çekmesi değildir. İnsan olmanın gerektirdiği iyi hasletlerden uzaklaşıp, kötü hasletlerle (yalan, fitne, fesat, dedikodu, içki, kumar, pejmürde kıyafet, giyinişe dikkat etmemek, temizliğe önem vermemek, iğrenilecek tavırlar sergilemek… vb) temayüz etmek anlamında değildir.

Görüldüğü üzere Kınama ve Kınanma kişinin kendisini eğitmesine yöneliktir. Kişinin, kendince ve toplum tarafından kabul edilebilir bir kişilik seviyesini kazanabilmesine yöneliktir. Yoksa amaç toplum tarafından reddedilmek, kötülenmek, dışlanmak değildir. Böyle bir anlayış yanılgıdır. Melâmet fikrinin yanlış yorumlanmasıdır.

Çünkü Melâmîler, Hakk’a makbul olmak ister, halka menfur olmadan. Melâmet anlayışında, kesinlikle, çirkin davranışlarla halkın nefretini kazanmak ve halktan uzaklaşmak yoktur. Aksine halkın sevgisini kazanmak ve halk ile barışık olmak esastır. Çünkü bir anlamda Melâmet; neyin, nerede, ne zaman, ne ile ve nasıl yapılacağını, yani, Arifane hareket etmeyi öğrenmek demektir.

Melâmet, Müslüman olmanın bilincini üstlenmektir, Müslüman olmanın bilincine ermektir, Müslüman olmanın hakikatini idrak etmektir.Böyle olunca da melamî evvelemirde İslam Dini ’nin gereklerini yerine getiren kişidir. Namazını kılan, orucunu tutan, zekâtını veren, hac farizasını yerine getiren kişidir. Ahkâm-ı Şer’iye’yi farz bilen ve yapan kişidir. Hazreti Muhammed (s.a.v)’in getirdiği ve tebliğ ettiği İslam Dini’nin hükümlerine uyma gayretinde olan kişidir.

Bir adım daha ötesi: Yaptığı ibadetlerin farkında olma gayretinde olan kişidir. Yaptığı ibadetlerin adet ve âdet olmasından kurtulup, hakikatine, sırrına erme gayretinde olan kişidir. İbadetlerini, herhangi bir menfaat ve de karşılık beklemeden, İhlas ile Hakk’ın rızasına ermek için yapma gayretinde olan kişidir.

İbadetlerini, nefsi için değil, Hak için ve Hak ile yapma gayretinde olan kişidir. İbadetlerini, İhsan mertebesinde, Allah’ı görüyormuş gibi yapma gayretinde olan kişidir. İbadetlerini, kendine bir varlık vermeden, Kul olma gayreti içerisinde ifâ eden kişidir.Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki: Melâmî, Zahiri ile, görünüşü ile, hali ile, ibadeti ve itikadı ile Müslüman olduğunu ispat eden ve kendisine “İşte Müslüman” dedirtebilen kişidir.

Melâmî asla, biz yatıp kalkma, şekil ve kalıp Müslümanı değiliz, demez. Namazını kılar. İmkânları ve şartları nispetinde cemaate karışır. Cemaatten ayrılmamaya özen gösterir.Melâmî asla, biz açlık ve perhiz Müslümanı değiliz, demez. Ramazan ayında her Müslümanın yaptığı gibi orucunu tutar.Melâmî asla, biz seyahat Müslümanı veya turistik Müslüman değiliz demez. İmkânları müsait olduğunda, hac ibadetini de bilinçli ve şuurlu olarak yerine getirir.Özetle, Melâmî asla, biz gafil Müslümanlardan değiliz, demez. Biz suret Müslümanı değiliz, demez. Biz âdet Müslümanı değiliz, demez. Melâmî, her şeyden önce suretâ, âdet üzere, her Müslümanın yaptığı şekilde ibadetlerini yapan kişidir. Üstünlüğün ibadeti yapmakta, mümkün olduğunca bilinçli ve şuurlu olarak yerine getirilmesinde olduğunu bilen kişidir. Üstünlüğün, bilmekle değil, bilmekten öte uygulamakta olduğunu bilen kişidir. Üstünlüğün, sözde değil özde olduğunu bilen kişidir.

Melâmet, inzivaya çekilmiş halde, halktan kopuk, insanlardan uzak, halvette yaşamak değildir. Aksine, halk içinde görünüşte aynen onlardan biri olarak yaşamaktır. Giyinişlerinde halktan bir ayrıcalıkları yoktur. Bir tarikatı düşündürecek özel giyinişleri yoktur. Giyinişte gösterişe önem vermezler. Ancak; tevazu sınırları içerisinde, imkânları nispetinde, en iyi, en güzel tarzda giyinirler. Giyinişlerinde, İslâm’ın genel ahlak kurallarına uymayı, prensip edinirler. İnançlarının gereğini yerine getirmeye özen gösterirler. İfrat ve tefritten uzaktırlar.

Melâmîler, halk içinde onlarla uyumlu yaşama gayreti ve bilinci içerisindedirler. Halka hizmetin, Hakk’a hizmet olduğunun şuurundadırlar. Hatta daha geniş anlamda, yaratılan bütün varlıklarla uyum içerisinde yaşama ve yaradılanı yaradandan ötürü hoş görmeye çalışırlar.

Sevgi kavramı Melâmîlerin birinci şiarıdır. Bu âlemin sevgi temelinde kurulduğunu düşünürler. Bu âlemin varlığının devamı için de, sevginin şart olduğunu söylerler. İnsanlar ile iyi geçinmenin, yani, insanlar ile barışık olmanın, ancak sevgi ile başarılabileceğini savunurlar.İnsanın kendini tanımasının başlangıcı, kendisine duyduğu sevgi iledir. İnsanın, Rabbini tanımasının esas unsuru da, yine, Rabbine duyduğu sevgi iledir. İnsanın kendini sevmesi, kendi vücudundaki ahengi ve düzeni sağlar. İnsanın Rabbini sevmesi ise cihanın, alemin ahengi ve düzenini sağlar. Sevginin bittiği yerde düzen bozulur, ahenk kaybolur, huzursuzluk başlar. Kişi sevmediğinde, her gördüğü, her duyduğu kusur olur, kusurlu olur. Neticede huzursuzluk olur. İnsanın içinde huzursuzluk olur, insanın yaşadığı çevrede huzursuzluk olur.

İnsan, Yaradanını sevmedikçe, huzurlu olamaz. Kalbi mutmain olamaz. Tatmin nedir bilemez. Kendinde var olan nimetlerin kadrini, kıymetini bilemez. Gören iki gözü olduğunun, duyan iki kulağı olduğunun, yürüyen iki ayağı olduğunun, tutan iki eli olduğunun, devamlı çalışan bir kalbi olduğunun, düşünme, tefekkür kabiliyeti ile donatılmış bir beyni olduğunun, akıl ile mükellefiyet kazandığının farkında bile değildir. Yaradanın, kendisini, sevgisinin eseri olarak en güzel surette, en mükemmel kabiliyette ve en müşerref olarak yarattığının farkında bile değildir.Sevgisiz insan için önemli olan, başkalarındaki maddi zenginliklerin neden kendisinde olmadığıdır. Bu hırs ile kinlenir, kinlenir,kinlenir… Kalbi kararır. Gören gözü görmez olur. Duyan kulağı duymaz olur. Netice, hırs, kin, tamah, bencillik, çekememezlik ve düşmanlıktır. Netice huzursuzluk ve yine huzursuzluktur.İşte, Melâmet’in amacı, Müslümanı huzursuzluktan kurtarmaktır. Sende fazla bende noksan kavgasından kurtarmaktır. Hırs, kin, tamah, bencillik, düşmanlık tohumlarını, sevgi ortamında çürütüp, kişiyi kendisi ile ve toplum ile barışık hale getirmektir.

Bu özellikleri ile Melâmîler, İnsanlar arasından çıkarılmış hayırlı bir ümmettir. Ma’ruf’u, bilineni, iyiyi, doğruyu ve güzeli önce kendilerine emrederler. Böylece toplumda örnek insan ve örnek Müslüman olmaya çalışırlar. Ve yine önce kendilerini münkerden, kötü olandan, yalandan, dedikodudan ve çirkinliklerden korurlar. Bu özelliklerini muhafaza etmek için cemaatten ayrılmamaya özen gösterirler. Allah’tan uzak kalmamaya, imkan nispetinde Allah ile olmaya, Allah ’sız yaşamamaya çalışırlar. Bunun basit bir nişanesi olarak her nefeste Allah’ın zikrini, Allah ile ifa etme gayreti içerisindedirler. Toplumun içerisinde gizli yani hafî veya kalbî zikirden gafil olmamaya ve kalplerini uyanık tutmaya çalışmaları, melâmîlerin en önemli hususiyetlerindendir.

Melâmîler kendilerini, Hakk’a, hakikate ve Allah’ın tebliğcileri olan Mürselin’e uymaya çağıran ve bu çağrıları için hiçbir karşılık beklemeyen mürşidleri kendilerine rehber edinirler. Ancak, melâmet anlayışında mürşidler asla kul ile Allah arasına girmezler. Kulun Allah’a yakınlaşması, kulun Allah’ı ikiliksiz birlemesi, tevhid etmesi ve gizli şirkten kurtulması için çalışırlar. Mürşidler insanları kendilerine bağlamazlar. Kendilerine biat ettirmezler. Allah’a bağlarlar. Allah’a biat ettirirler. Rabıta Allah’adır, mürşide değil.

Nasıl Peygamberler insanları Allah’a giden doğru yola, sırat-ı müstakim’e davet etmişler ise, Peygamberlik müessesesinin sona ermesinden sonra ortaya çıkan Hak Mürşid’ler de insanları Allah’a çağırma görevini üstlenmişlerdir. “Biz ona şah damarından yakınız” hitabını, bu hitaptan habersi olan insanlara duyurmaya çalışırlar. “Allah yeryüzünün ve göklerin nurudur” hitabından gafil bulunan insanları, yerdeki ve göklerdeki nuru temaşa etmeye, Allah’ın nuru ile nurlanmaya çağırırlar. “Allah’ın boyası ile boyanınız” fermanından habersiz olan insanları, en güzel boya olan, Allah’ın boyası ile boyanmaya teşvik ederler. “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız” ayet-i celilesinin hakikatinden habersiz olan insanları bu ayetin esrarı ile şuurlanmaya çağırırlar. “Allah’a ibadet ediniz, O’na şirk koşmayınız ve tefrikaya düşmeyiniz” nidasını duymayan insanlara duyurmaya, insanları şirk yapmadan kulluğa davet ederek, tefrikadan kurtarmaya çalışırlar. Daha açık bir ifade ile Hak Mürşidler, insanları, Hakk’a arif olmaya ve Allah’ı bilerek, Allah’ı tanıyarak şehadet etmeye ve şuurlu olarak, “Eşhedü enlâilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasülühü” demeye çağırırlar.

Hizmet terimi Melâmet anlayışının geniş bir boyutunu kapsar. Çünkü ; “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır” düsturundan feyizlenmişlerdir. “Bu milletin efendisi, bu millete hizmet edendir” sözünü sahiplenmişlerdir. “Vatan sevgisi imandandır” nidasını işitmişlerdir. “Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, Allah da size yardım eder” fermanını işitmişlerdir. “Kurtuluşa erenlerin, felâha erenlerin, hem varlıkta, hem de darlıkta başkalarına yardım edebilenler.” Olduğunu, idrak etmişlerdir. “Mallarınız ve evlatlarınız sizin için bir imtihandır” sözünün bilincine ulaşmışlardır. Hâsılı kelam, halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunu zevk edinmişlerdir.

Hizmet, en geniş anlamda, hem zahirî, hem batınî, hem dünyevi, hem maddi, hem de manevi ilimlere vakıf olmakla gerçekleşir. İnsanoğlunun bir taraftan çağdaş teknolojiyi gerçekleştirirken, diğer taraftan da âlemin ve insanın yaradılış sırlarını çözüp, aczini ve faniliğini idrak ederek Yaradan’ına sığınması, gücünü ve kuvvetini O yüce varlıktan almasına, yaradılana Yaradan’dan ötürü, hizmet aşkının ve hizmet şevkinin artmasına yol açar. Bu nedenle, “İlmin vatanı yoktur” ve “İlim Çin’de bile olsa gidip alınmalı ve öğrenilmelidir.”

Hizmetin en büyüğü ilim öğrenmekle gerçekleşebilir. Ve yine hizmetin en büyüğü ilim öğrenmeye istekli ve kabiliyetli olanlara yapılan hizmettir. İsterse İlm-i hikmeti İlm-i tevhid, İlm-iledün olsun, ilme önem verilmeli, ilim sahibi olanlara ve ilim öğrenmek isteyenlere her türlü maddi ve manevi yardımdan kaçınılmamalıdır.

Bu konudaki Melâmet anlayışı “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” ifadesi ile paralellik arzetmektedir. Genetik Mühendisliğinin geliştirdiği “Rekombinant DNA Teknolojisi” sayesinde çok değerli ve çok pahalı bazı hormanların (Büyüme hormonu ve interferon gibi) bu hormonların üretim mesajlarını taşıyan gen parçacıklarının hiçbir işe yaramayan mikropların genlerinin içine yerleştirilmesi ile üretimlerinin gerçekleştirilebildiği çağımızda ilim taraftarı olmamak bağnazlıktır. Çağdışı kalmaktır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?” “İki günü aynı olan ziyandadır” “İlim öğrenmek kadın, erkek her Müslümana farzdır.”  düsturlarının, prensiplerinin ifadesini bulduğu İSLAM DİNİ ile müşerref olanların ilimden uzaklaşması ve ilimsiz kalması İslam Dini’ni yanlış yorumlamalarından kaynaklanmaktadır. Melâmet işte bu yanlış yorumlamayı gerçek rayına oturtma gayreti içerisindedir.

Uzlet, halka karışmamak, onlardan ayrı yaşamak anlamındadır. Peygamberimizin Hira Mağarası’nda geçirdiği zamanları uzlettir. Melâmet meşrebinde arifane bir yorumu söz konusudur. Melâmet anlayışında ömür boyu toplumdan uzak çilehane ve mağaralarda yaşamak yoktur. Ancak şer’den ve şerli ’den uzak durmak, dedikodudan, fitne ve fesattan uzak durmak, malayaniden uzak durmak, boş ve fuzuli olan şeylerden uzak durmak şeklinde bir uzlet anlayışı vardır. Bu anlayıştaki uzlet fikri bir köşeye çekilmeyi, inzivayı gerektirmez. Aksine hayra ve hayırlıya yakınlaşmayı, ilme ve ilim cemiyetlerine yakınlaşmayı, faydalı sohbetlerin yapıldığı topluluklarla kaynaşmayı telkin eder, emreder. Bu ifadeler, uzletin değişik bir yorumudur. Kişinin kendini bilgilendirmesine, eğitmesine ve olgunlaştırmasına yöneliktir. Bu eğitimle olgunlaşan insan, uzleti daha yüksek bir idrak seviyesinde, toplumdan kopmadan, toplumun içinde zahiren halk ile ve bâtınen Hak ile olduğunu zevk ederek, kalıbı ile halk ile kalbi ile de Hak ile olduğunu tefekkür ederek yaşama mertebesine erişebilir. İşte Melâmet anlayışında uzletin kemal mertebesindeki yorumu bu idraktir. Yoksa halktan bedenen uzaklaşıp, hedef devamlı Hak ile olmak olsaydı, Peygamberimiz ’in bir anlamda halktan uzlet ettiği Miraç hadisesinde Hakk’a uruc edip yükselmesinden sonra halka nüzul edip yeniden halkın arasına dönmemesi gerekirdi. Ancak hedef Hak’tan aldığını halka yansıtmak olunca halkın arasına dönüp kulluk görevini hakkı yansıtacak şekilde ve örnek bir tarzda ifa etmek mecburiyeti vardır. Yani Kemalât, Hakk’a yükselişten sonra halkın arasına geri dönüp halk içinde kemalli yaşamaktadır.

İnsanlar, Allah’ı bilmeleri ve ona kulluk etmeleri için Allah tarafından halk edilmiştir. Bu halk edilişle beraber insan Allah’ın kendine has sıfatları ile mücehhez olmuş ve bu sıfatların emanetçisi olmuştur. Hayat, İlim, Sem’i, Basar, İrade, Kudret ve Kelam sıfatlarının emanet olarak verildiği insan kendinden tecelli eden bu sıfatlarının gerçek sahibinin Allah olduğunu bilmek durumundadır. İdrak etmek durumundadır. Emaneti sahibine teslim etmek durumundadır. Emanete ihanet etmemelidir. Emaneti sahiplenmemelidir. İşte melâmet, insana emanetçi olduğunu, emaneti taşımanın insan olmanın gereği olduğunu, fakat emaneti sahiplenmenin yani emanete ihanet etmenin ise şirk-i hafi yani gizli şirk olduğunu öğreten bir eğitim ve öğretim yoludur. İnsan bu eğitim ve öğretime istidatlı olarak yaratılmıştır.

İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Çünkü yukarıda da izah edildiği üzere Allah’ın sıfatları ile sıfatlanmıştır. Bu nedenle mazhar-ı tam’dır. Hakk’ın ayinesidir, aynasıdır. Aynadaki görüntü aynanın kendisine ait olmadığı gibi insandaki görüntü ve tecellilerde kendisine ait değildir. İnsan sadece bu görüntü ve tecellilerin zuhur yeridir. Mazharıdır. Mazharın sahibi değil. Mazharı sahiplenmek emanete ihanet etmektir.

Özetlemek gerekirse Melâmet insana kendini okumasını, kendi hakikatini anlamasını ve Rabb’ini tanımasını sağlayan bir idrak metodudur. İnsanın içinde sakladığı gizli hazineye ulaşmasını ve fenada (yokluktan) bekaya bir sefer eylemesini, bir yolculuk yapmasını temin eden bir fikir jimnastiğidir.

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın ahir zaman Peygamberi Hazreti Muhammed (S.A.V) aracılığı ile insanlık âlemine gönderdiği kutsal kitaptır. Peygamberin mensup olduğu Arap Kavmi’nin dili ile inzal edilmiştir.Kur’an-ı Kerim, mezarlıklarda ölülere okunmak ve yahut da fal bakmak için indirilmemiştir. Kur’an dirilere hitap eder. Muhatabı yaşayan insanlardır. Kur’an’da ibretli kıssalar var diye onu masal kitabı gibi kabullenmek ve okumak yanlıştır. Kur’an, Arap dilinin harfleri ile yazılıp okunduğu için onu Arap dili ve edebiyatının bir eseri olarak kabullenmek yanlıştır.Kur’an-ı Kerim, Allah’ın yarattıklarına hitap ettiği ilahi kitabıdır. Allah kelamıdır. Kur’an-ı Kerim, insanın, âlemin ve cümle yaradılmışlarının hakikatinin anlatıldığı Yüce Kitaptır. Bu anlamda müminlere şifa ve rahmet olarak indirilmiş bir kitaptır. İşte Melâmet, bu şifa ve rahmetin kapılarını açan bir anahtarlar manzumesidir. Düşünenler için, tefekkür edenler için, fehmedenler için, akledenler için, ibret nazarı ile bakanlar için, hikmet arayanlar için bu anahtarlar insana kendi hakikatinin sırlarını açacaktır. Ben kimim? Nereden geldim? Niçin geldim? Nereye götürüleceğim? Sorularının cevabını ifşa edecektir. Bu anahtarlar insana, eşyanın hakikatini, âlemin hakikatini gösterecektir. Seyrettirecektir. Zevk ettirecektir.

İbadet ve kulluğun esası Allah’ı tanımak ve O’na arif olmaktır. Allah’a teslim olmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığını idrak etmektir. Allah’ı yalnız Allah’ı sevmektir. Diğer mevcudatı ise Yaradandan ötürü sevmektir. Bu ilahi aşktır. Melâmetin amacı insanların içine Allah sevgisini yerleştirmektir. Ve bu ilahi aşkın bir ömür boyu devamını sağlamaktır. İnsanları cazip hale getirmektir. Hem insanlar arası ilişkilerde, hem de Allah ile olan ilişkilerinde insanlara çekici yani cazip hale getirmektir. Melâmet düşüncesinde meczupluk arzu edilen bir hal değildir. Kişiyi toplumdan dışlayan toplumdan uzaklaştıran bir haldir. Hazreti Muhammed (S.A.V) meczup değil cazip bir insandır. İnsanlar için caziptir. Çünkü her işinde doğru olanı Hakk’ı ve Adaleti uygulamıştır. Bu nedenle “Muhammed-ül Emin” olmuştur. Ve insanlar tarafından sevilen, sayılan bir kişi olmuştur. Hazreti Muhammed (S.A.V) Allah için caziptir. Çünkü Allah’ın emir ve yasaklarının tebliğcisidir. Bu nedenle ”Habibullah” olmuştur. Ve Allah tarafından sevilmiştir. Yine bu nedenle “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana-Hazreti Muhammed (S.A.V)’e tabi olunuz.” Emri, fermanı gündeme gelmiştir. İşte melâmet İnsanlara hem halk için hem de Hak için cazip olma yollarını öğreten bir metottur. Başarılı olmanın yolu “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” hükmünde ifadesini bulmaktadır.

Allah insanların suretine ve cisimlerine bakmaz. Kalplerine, niyetlerine ve amellerine bakar. Bu nedenle iman sadece dil ile ikrar edilince noksandır. Kalp ile tasdik edilince tamam olur. Melâmet, imanın kalp ile tasdiklerini, insan yaşantısında uygulama alanına getiren bir formüldür. Bu formülü yaşantısında doğru olarak uygulayanlar her zuhurdan zevk almanın tadını çıkarmaktadırlar. Onlar Hakk’ı ayan beyan müşahede edebilecek kabiliyete ulaşmışlardır. Onlar için artık ne bir korku vardır, ne de bir hüzün. Onlar bu mutsuz dünyanın mutluları, bu umutsuz dünyanın umutlularıdır. Onlar Allah’ın hikmet verdiği bahtiyar kullarıdır. Bu kulların kalpleri Allah’ın zikrine aşinadır. Allah’ın zikrinden gafil değildir. Bu kulların kalpleri Allah’ın zikri ile mutmaindir.

Bu kulların kalp gözleri açılmıştır. Kalplerinde bulunan can gözleri ile görürler. Kalp kulakları açılmıştır. Kalplerinde bulunan can kulaklarıyla duyarlar. Kalp dilleri çözülmüştür. Kalplerinde bulunan gönül dili ile konuşurlar. Onlar kendilerine hikmet verilenlerdendir. Onların gördükleri hikmet, duydukları hikmet ve konuştukları hikmettir.Bu kullar kalplerine Allah’ı sığdırmışlardır. Bu kulların Kalpleri Nazargah-ı ilahidir. Bu kulların kalp gözünden bakan Allah’tır. Bu bakışla Allah kendi asarını, bizzat kendisi kendisini temaşa etmektedir. Bu bakış kendinden kendinedir. Zatından zatınadır.

Din, güzel ahlaktır ve Hazreti Muhammed (S.A.V) güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiştir. Din, menfaat aracı değildir. İyiye doğruya ve güzele erişmeye, iyi, doğru ve güzel olmanın yoludur. Melâmette kişinin, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmasını, Allah’ın boyası ile boyanmasını İslami prensipler çerçevesinde sağlayan ve kişinin hem Allah’ın indinde hem de insanlar arasında iyi, doğru ve güzel olmasını temin eden bir nasihatler zinciridir. Çünkü din hem güzel ahlak, hem de nasihattir. Güzel ahlak ancak nasihatlerle, telkinlerle elde edilebilir. Nasihatleri can kulağıyla dinleyenler ve aldıkları telkine riayet edebilenler Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğu idrakine, onsuz bir zerre olmadığı idrakine ulaşır. Bu idrak içerisindeki kişi, her yerde, her zaman Allah’ın murakabesinde olduğunu bilir. Nasıl kötü baksın, nasıl kötüye baksın, nasıl kötülük yapsın, nasıl yalan söylesin, nasıl başkasını aldatsın, nasıl hor görsün. O artık bir iyilik timsalidir. O artık bir doğruluk timsalidir. Çünkü O “Emr olunduğu gibi dosdoğru” olmuştur.

İman edenler emrolundukları gibi dosdoğru olmayı terk edip dinlerinden döndükleri zaman, Allah’ın lütfu ile öyle bir topluluk getirir ki, Allah bu topluluğu sever. Onlar da Allah’ı severler. Müminlere karşı alçak gönüllü ve şefkatli, kâfirlere karşı ise onurlu ve zorludur. Onlar Allah yolunda cihat ederler kınayanın kınamasından korkmazlar.

Melâmet Erbabı, Allah’ın lütuf ve inayeti ile öyle bir topluluk olma iddiasındadır. Dini vecibe ve sorumlulukların terk edildiği bir ortamda dini ihya etme ve örnek olma iddiasında olan bir toplumdur. İnsanları, sözleri ve yaşantıları ile Allah’a iman etmeye çağırırlar. İnsanları hayali vaatlerle kandıran, şüphe, evham ve acaba bataklıklarına sürükleyen sadece inkâra çağıran vesvese verici şeytandan yüz çevirmeye çağırırlar. İnsanları, şeytanı değil kendilerini kınamaya, kendilerini yermeye çağırırlar. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle şeytan diyor ki: “Ben sizi sadece inkâra çağırdım. Siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın.”

Gerçek Melâmet sahipleri yukarıda sözünü ettiğimiz özellikleri taşıyan ve insanları Allah’tan başka ilah edinmemeye çağıran Allah Velileridir. Allah, velilerini kubbelerinin altında gizlemiştir. Onları kendisinden başkası bilmez.İnsanlar arasında her devirde kendileri İSLAM DİNİ ’ne uyacakları yerde, İslam Dini’ni kendilerine uydurmaya çağıranlar olmuştur. Böyleleri kendilerine Çağdaş, Modern veya Reformist müslüman adını verirken, Hazreti Muhammed (S.A.V)’in bildirdiği tarzda aslına uygun ve özüne sağdık kalarak İslam’ı yaşayanlara da Çağdışı, Tutucu, Gerici, Bağnaz hatta Radikal Dinciler demekten kaçınmamışlardır. Böyleleri, Namaz ibadetini haftada bir gün, ayakkabılarla girilen bir Cami’de pantolonlarının ütüsü bozulmasın diye koltuklarda oturarak yapılmasının şart olduğunu söyleyebilmektedir. Oruç ibadetinin senenin en kısa gündüze sahip olduğu günlerinde yerine getirilmesi gereğini dile getirebilmektedir. Bunlar hem nefislerinin istediği gibi yaşamak arzusunda olan hem de dindar görünmeyi menfaatlerinin gereği kimseye kaptırmak istemeyen yobazlardır, sahtekârlardır.

Aynı şekilde Melâmet neş’esine sahip olduğunu iddia edenler arasında da kalite farklılıkları dikkat çekicidir. Çağdaş Müslümanlığı ve Çağdaş Melâmet anlayışını kimseye bırakmak istemeyenler vardır. Melâmet zevkine sahibim zannı ile nefislerinin isteklerine uyanlar vardır. En iyisini kendisinin bildiğini iddia eden kendini beğenmişler vardır. Kendisi gibi düşünmeyenleri hor görenler vardır. İnsanları seveceğine insanlara kinlenenler vardır. İnsanların noksanlarını araştırıp, kendi noksanlarını görmeyenler vardır. Yalnız kendi kalplerinin, gözlerinin ve kulaklarının açık, başkalarının kalplerinin, gözlerinin ve kulaklarının mühürlü olduğunu iddia edenler vardır. Velhasıl kendini daima en mükemmel, başkalarını ise en adi kabul edenler vardır. Kendini âlim, başkalarını avam görenler vardır.

Özetle: İnsanlar arasında sevgiyi yaygınlaştıracağına nefreti yaygınlaştıranlar, dindarlığı yaygınlaştıracağına kindarlığı yaygınlaştıranlar, güzel ahlakı yaygınlaştıracağına çirkefliği yaygınlaştıranlar vardır. İbadet edenleri, şekilcilik, kayıtçılık ve adetçilik ile suçlayanlar vardır. Hatta ibadetini samimiyetle yapmaya çalışanları müşriklikle itham edenler, suçlayanlar vardır.Böylelerinin varlığına bakıp Melâmet sapıklıktır, dalalettir demek mümkün ise de, İslam Dini’ni hakkıyla yaşamak ve sadece Müslüman olarak ölmek arzusunda olan, sevgi timsali, barış timsali Hak ve Hakikat timsali olmuş, Hazreti Muhammed (S.A.V)’i rehber edinmiş Hazreti Muhammed (S.A.V)’in edebi ile süslenmiş Melâmilerin varlığı gözden kaçmamalıdır. Bu yolun gerçek temsilcilerinin bu ideal doğrultusunda yaşayanlar olduğunun hatırdan çıkarılmaması gerektiğini ve böylelerinin riya olur düşüncesiyle kendilerini gizlediklerini ifade etmek istiyorum.

Dr. Kemal AYDIN

f t g m