Copyright 2024 - MEKSAV

YAŞADIĞI ORTAMA GENEL BİR BAKIŞ 

Seyyid Muhammed Nûr’un yaşadığı yıllar (1228-1305 H.) 1813-1887 arasıdır. Bu döneme baktığımızda, Osmanlı Devleti’nin iktisâdî, siyasî ve sosyal yönlerden tam bir çöküntü içinde olduğunu görmekteyiz.Bu asır, dünyada hem coğrafya hem de teknik ve tefekkür bakımından hızlı ve dikkat çekici değişmelerin birbirini izlediği dönemdir. Avrupa ülkeleri ve milletleri için yükselme, iyiye gitmenin doğum sancıları olan bu gelişme ve değişmeler, Osmanlı İmparatorluğu için ne yazık ki, ölüm belirtileri mahiyetini taşıyan olaylar biçiminde beliriyordu. Hemen bütün kurumlarında yozlaşma, sarsılma ve çatlamalar görülüyordu. Koskoca İmparatorluk bu dönemde çeşitli yönlerden budanıyor ve günden güne bitip tükeniyordu.Sosyal yöndeki çöküntüden tarîkat ve tasavvuf kurumları da etkilenmiş, öyle ki birbirlerine bile düşmüşlerdi.

Seyyid Muhammed Nûr, yaşadığı yıllar itibariyle (1813-1887) sırasıyla II. Mahmud, I. Abdülmecid, Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamid idareleriyle bulunmuştur. Bu devrin olaylarını ve gelişmelerini tarîhî sırasıyla yazmak Seyyid Muhammed Nûr’un yaşadığı dönem hakkında sağlam bilgiler verir inancındayız.1807-1808 yıllarında patlak veren III. Selim’in hal’i, arkadan öldürülüşü ve yeniçeriliğin kaldırılıp yerine kurulan Nizam-ı Cedit ile Sekbân-ı Cedid’in hayırlı veya hayırsız olduğu münakaşası yapılırken Avrupa, buharlı makinelerle sanayide patlama yapmış ve arayı giderek açmıştır. Memlekette ise çıkan isyanlar bastırılamıyor, Fransız ihtilali ile yayılan milliyetçilik hareketleri, olayları daha büyük boyutlara ulaştırıyordu. Avrupa’ya ulaşmak isteyenlerse bunu sadece giyim-kuşamda arıyor, böylece 3 Mart 1828 Kıyâfet Nizamnâmesi çıkarılıyordu. Arkadan 1839 Gülhane Hatt-ı Hümâyun’u okunuyor, ilerlemenin manâ ve içeriğinin kavranmadığı ortaya çıkıyordu.

Bu devirde II. Mahmud’un Yeniçeriliği kaldırışı (1826) ve Bektaşiliğe bakış açısı dikkatle incelenmelidir. Bektaşiliğin özellikle tekkelere; Türk toplumu ve insanını derinden etkilemiş bu nazik kurumlara bulaşan kötülüklerini yok etmek için devletçe hayli titiz davranıldığı görülmektedir. Bunun göstergesi olarak Bektaşi şeyhlerinden birtakımları sürülmüş, yerlerine ise Şer’-i Şerîf’i yaşayan şeyhler getirilmiş, bazıları da idam edilmiştir.İşte bu devirde doğan ve yetişen Seyyid Muhammed Nûr, düşünceleri itibariyle Şerîat-ı Mutahhara’yı baştacı etmiş, devlet-i âliyyeye de sadâkatini her türlü halde göstermiştir. 1879’da Kosova’da ortaya çıkan Arnavut ihtilâlinde, müritlerini ihtilâle karışmaktan alıkoyarak hem devletin yanında yer almış ve hem de onları şaibe altına girmekten kurtarmıştır. 

DOĞUMU VE YETİŞMESİ

Avâm arasında “Arab Hoca”, Havâs arasında “Seyyid Hoca” ismiyle bilinen Seyyid Muhammed Nûr, 1228/1813 yılında doğmuştur. Doğum yeri Mısır’ın başkenti Kahire’nin Mahalletü’l-Kübrâ kasabasıdır.Babası yönünden Seyyid olup, Hz. Hüseyin kolundan Hz. Alî’ye, dolayısıyla Hz. Muhammed Mustafa’ya (S.A.S) dayanır.Babası Kudüs civarında zaviyesi olan Seyyid İbrahimü’l-Kudsî’dir. Dedesi ise, meşhur veli ve şeyh Bedrü’l-Velî’dir.

Tesbit edilen şeceresi şöyledir:

İmâm Hâce Muhammed Nûr, İmâm İbrahimü’l-Kudsî, Seyyid Bedrü’l-Velî, Seyyid Muhammed, Seyyid Yûsuf, Seyyid Bedr, Seyyid Yakub, Seyyid Mutahhar, Seyyid Salim, İmâm Muhammed, İmâm Zeyd, İmâm Alî, İmâm Hasenü’l-Arîzü’l-Ekber, İmâm Zeyd, İmâm Zeyne’l-Abidîn Alî, İmâm Seyyid Hüseyin (R.A), İmâm Hümâm Alî b. Ebû Tâlib (K.V), Seyyidü’s-Sakaleyn Muhammed Mustafa (S.A.S) dir.

Özellikleri itibariyle; boyu kısaca, etine dolgun, tatlı ve güleç bir yüze sahipti. “İnsanlara, akıllarınca konuşunuz” emr-i nebevîsine fevkalâde uyumları olduğundan, karşısındakinin istidadına göre telkînde bulunurlardı. Karakteri yumuşak olmakla beraber bazen zarîfâne nükteler yaparlardı. Lâkin erkân ve ahkâm-ı Muhammedî’ye azıcık bir leke sürülmek istendiği hal ve zamanda hemen aklî ve naklî delîller ortaya koymasındaki cesûrane hareketleri, çekemeyenleri bile hayrete düşürürdü. Kendisine sorulan sorulara ve halledilmesi istenilen meselelere aklî ve naklî cevaplar verirdi. Bilhassa Tefsîr ve Hadîs ilimlerinde hâfızaları kuvvetli idi. Zâhir ilimlerinden iki defa icâzet verdikleri gibi, bâtın ilimlerinden de Hakîkat Bilgisine sahip Tahkîk Mertebesi’ne varan pek çok değerli, fazîletli ve irfan ehli şahsiyetler yetiştirmiştir.

Çocukluk yıllarında yetiştiği yer olarak Kahire ve civarını görmekteyiz. Küçük yaşta babasını kaybeden Seyyid Muhammed Nûr, dayılarının yanına yerleşir ve onlarla üç yıl beraber kalır. Dayıları da, dedeleri ve babaları gibi aşk ve tasavvuf ehli kimseler olduğundan kendisi küçük yaştan itibaren bu havayı teneffüs etmiştir. 

TAHSİLİ

Seyyid Muhammed Nûr yaşı yediye vardığında Kahire’ye gidip Şeyh Hasan el-Kuveysnî’den (1254/1839) öğrenim görmüştür. Câmiü’l-Ezher’deki tahsil süresi dokuz yıl sürmüş (1235-1244/1819-1828) hocası Şeyh Hasan el-Kuveysnî kendisiyle yakından ilgilenmiş, hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır.

Şeyhinin emriyle gittiği Yanya’da Şeyh Yûsuf’un (1245/1829) damadı Talât Efendi’den tahsile devam etmiştir. 1245/1829’da Mekke’ye gittiğinde orada Şeyh Ömer Abdürrasûl’den hadîs okumuştur. 

TARİKATLARA İNTİSABI VE ALDIĞI İCAZETNAMELER

Kendisine ilk tahsili veren ve O’nu bu yolda şekillendiren üstadı Hasan el-Kuveysnî’nin bir tarîkat adıyla ders vermeyişi dikkat çekicidir. Ayrıca, Seyyid M. Nûr’u Rumeli’ye yollayışı adı geçen şeyhin melâmete sahip oluşunu isbat derecesinde destekleyen bir durumdur. Bilindiği üzere Rumeli daha önceleri melâmet neşesini tanımıştı.

Seyyid M. Nûr, şeyh Hasan el-Kuveysnî’nin emriyle Yanya’ya Şeyh Ahmed Efendi ile gitmiş ve orada Nakşibendî Şeyhi Yûsuf Efendi’ye bağlanmakla bu tarîkata girmiştir. Kısa bir süre sonra bu sefer Şeyh Yûsuf Efendi’nin emriyle Mekke’ye gitmiş ve orada boş durmayarak Şeyh İbrahim eş-Şemârikî’den Halvetiyye-i Şabaniyye, Üveysiyye ve Ekberiyye tarîkatlarına intisâb etmiştir. Aynı zamanda hadîs dersini de aldığı Şeyh Ömer Abdürrasul’e intisâb etmek istemiş, O da kendisine Mısır’a dönmesini ve Şafiî mezhebi üzere yolda namazlarını kasru cem’ ile (öğle ile ikindi, akşamla yatsı namazlarını birleştirip kılmak) kılmasını emretmiştir. Seyyid M. Nûr, Hanefî mezhebinde olmasına rağmen, bu emre uyarak Mısır’a dönmüştür.

Daha sonraları, İstanbul’da misafir olarak bulunduğu sıralarda (1255/1839 civarı) Şeyh Abdülhâlık el-Kazgani (Kazancı) Efendi’den de tarîkat-ı Nakşibendiyye almıştır. 1259/1843 yılında ikinci defa olarak hacca gidişinde bu kez Abdülhâlık Efendi halîfelerinden Şeyh Mustafa b. Mahmûd Trabzonî Efendi’den tarîkatı tamamlayarak yola giriş ve öğretme icazetnamesi (izin belgesi) almıştır. 

Çeşitli tarîkatlardan aldığı icâzetnâmelere gelince;

a- Nakşîbendî Silsilesi:

Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S)- Hz. Ebûbekir (R.A)- Selmân Fârisî- Kasım b. Muhammed b. Ebûbekir- İmâm Cafer Sadık- Bayezid Bestami- Ebu’l-Hasan el-Harkânî-Ebû Alî Farmedî-Yûsuf Hemedânî-Abdülhâlık Gucduvânî-Arif Rîvekerî-Mahmûd el-Encir Gaznevî-Alî Muhammed Bâbâ Simâsî-Emir Gülâl- M. Bahâeddîn Nakşıbend -Alâaddîn Attar- Yakub Çerhilhisarî-Hâce Abdullâh Ahrar Semerkandî- Muhammed Zahidî- Derviş Muhammed Emkenlî- Hacegi es-Semerkandî Emkenlî- Muhammed Bâkî- Ahmed Serhendî- Masûm Hindî- Ahmed Mekkî- Hâce Habibullâh Buharî- Hüda Kulu- Molla Abdullâh Muhammed- Molla İdrîs- Muhammed Niyazî Kulu- Abdülhâlık Kazanî- Mustafa Efendi Trabzonî- Muhammed Nûr... 

b- Halvetiyye-i Şabaniyye Silsilesi:

Hz. Muhammed (S.A.S)- Hz. Alî (K.V) - Hasan Basrî- Habîb Acemî- Dâvud et-Taî- Marûf el-Kerhî- Serî es-Sekatî- Cüneyd Bağdâdî- Mimşâd Dîneverî- Muhammed el-Bekrî- Kadı Vecîhüddîn Ömer el-Bekrî- Ebu’n-Necib Sühreverdî- Kutbeddîn el-Ebherî- Rükneddîn Necaşî- Şehâbeddîn Tebrîzî- Hâce Cemâleddîn Şirazî- İbrahim Zahid el-Geylânî- Ahî Muhammed el-Halvetî-Pîr Ömer el-Halvetî- Ahî Mîrim el Halvetî- Sadreddîn Hayyamî- Seyyid Yahya Şirvanî- Muhammed Bahaeddîn- Cemâl el-Halvetî- Hayreddîn Tokadî- Şaban Veli Kastamonî- Ömer el-Fuadî- İsmail Çorumî- Muslihuddîn- Şeyh Karabaş Veli (Alî el-Atval)- Mustafa Doğanî el-Mûrî Edirnâvî- Abdüllatif el-Halebî- Seyyid Mustafa el-Bekrî- Şemseddîn Muhammed el-Hanefî- Mahmûd el-Kürdî- Abdullâh Şarkâvî- Muhammed Ebu’n-Nüca- Alî et-Tûfî- İbrahim eş-Şemarikî- Muhammed Nûr... 

c- Ekberiyye Silsilesi : (Muhyiddîn İbnü’l- Arabî’de son bulur)

Muhyiddîn İbnü’l-Arabî -Şeyh Hasan- İbrahim el-Ciretî ez-Zübeydî- Ebu’l-Feth Osman el-Meragî- Zekeriyya el-Ensarî- Abdülvahhab Şa’rânî- Alî Senâvî Ebu’l- Mevâhib Ahmed b. Abdulkuddüs- Safiyüddîn el-Kaşşaşî- İbrahim el-Kürdî el-Güranî- Muhammed el- Büdeyrî- Mustafa el-Bekrî- Muhammed Şemseddîn el-Hanefî- Mahmûd el-Kürdî- Abdullâh Şarkâvî- Alî et-Tufî- Muhammed Ebu’n-Nücâ- İbrahim eş-Şemarikî- Muhammed Nûr... 

d- Üveysiyye Silsilesi:

Hz. Muhammed (S.A.S)- Hz. Ömer ve Hz. Alî (R.A)- Üveys el-Karanî- Musa b. Yezid Raî- Sultan Ebû İshak İbrahim Edhem- Şakîk Belhî- Ebû Amr el- İstahurî- Ebu Cafer el-Haddad- Cüneyd Bağdadî- Mimşâd Dîneverî- Ahmed Esved Dîneverî- Muhammed el- Bekrî- Kadı Vecihüddîn Ömer el-Bekrî- Ebu’n-Necib Sühreverdî- Şehâbeddîn Ömer Sühreverdî- Necîbuddîn Alî b. Berg eş-Şirazî- Abdüssamed Şüsterî- Mahmûd el-Isfahanî- Yûsuf el-Acemî el-Güranî- Hasan Şüsterî- Ahmed ez-Zahid- Muhammed el-Kamerî el-Vasıtî- Şeyhulislâm Ebu Yahya Zekeriyya el-Ensarî- İmâm Abdülvahhab Şa’rânî-Nureddîn Alî b. Abdülkuddüs es-Senâvî- Şeyhu’l-Melâmî İbrahim b. Hüseyin el-Kürdî-Şeyh Tâhir el-Medenî- Abdülganî en-Nablûsî- Mustafa el-Bekrî- Muhammed el-Hanefî- Mahmûd el-Kürdî- Abdullâh Şarkâvî- Alî et-Tufî- Muhammed Ebun- Nüca- İbrahim eş-Şemarikî- Muhammed Nûr... 

MÜDERRİSLİĞİ

Seyyid Muhammed Nûr, kısa sürede bilgi ve marifet kazandıktan sonra, şeyhi ve feyz ve yücelme sebebi olan üstadı Hasan el-Kuveysnî’nin “Filân kitabı okut, sen Rum’a git” emriyle 1245/1829’da Rumeli’ye doğru yola çıkar. İskenderiye’den ayrılıp Antalya-Gelibolu-Selânik şehirlerinde biraz kaldıktan sonra Serez’e gelir ve Serez medresesinde bir süre müderrislikte bulunur. Demirhisar, Doyran, Ustrumca yoluyla Koçana’ya varır ve Üsküp valisi Hıfzı Paşa’nın (1277/1860) yaptırdığı Koçana medresesi’nde yerli halkın büyük ricaları sonunda müderrisliğe başlar. Yıl, 1249/1833 tür. Müderris olduğu senenin Ramazan ayında da Koçana Camii’nde Kasîde-i Emalî’yi Türkçe açıklayarak, okutmuştur. Usûl-i Fıkıh ve Fenarî de takrir ettiği dersler arasındadır. O tarihte mevcut talebelerinin başlıcaları; İbrahim, Alî, Hasan ve Ahmed Efendilerdir.

Üsküp valisi Hıfzı Paşa, daha henüz yirmibir yaşında olan bu değerli hocayı görmek arzusuyla Üsküb’e davet etmiş, görüşmüş ve oradaki alimlerle de tanıştırmıştır. Bu görüşme sonucu Hıfzı Paşa kendisini sevmiş evlât ve yakınlarının öğretimi için Koçana’ya beraber gitmelerini istemiştir. Fakat Paşa’nın hanımı çocuklarından ayrılmayı göze alamayınca, Seyyid Muhammed Nûr’a Üsküp’te devamlı oturmasını rica etmişler, O da buna razı olmamış, sonunda yılın altı ayı Koçana’da, diğer altı ayı da Üsküp’te oturulmasına karar verilmiştir.

1269/1852 yılında kendisine bîat eden Müşir Çerkes İsmail Paşa’nın (1277/1860) davetiyle Manastır’da üç ay ikameti esnasında çoğunluğu memur ve subaylardan oluşan bir zümreye Şeyh Bedreddîn’in (837/1420) Vâridât adlı eserini okutmuş ve bu takrîri zaptedilerek Letâifü’t-Tahkîkât fî şerhi’l-Vâridât adı verilmiştir.

1288/1871 yılında, içlerinde Harirîzâde Hoca M. Kemâleddîn (1299/1881), Rifâî şeyhi Ahmed Safi (1310/1892), Şeyhulislâm Mîr Muhtar (Molla Bey) (1300/1882), Mirefte’li Hoca Abdullâh Hulûsi (1302/1884), Evkaf Müfettişi Hacı Tevfik, Mısır mollası Kâmil ve Mevlevihane kapısı Tarsus Rifâî şeyhi Abdülkerîm (1323/1906) Efendilerin bulunduğu ilim erbabına Alay Emin’i Halil Efendi’nin evinde Seyyid Şerîf Cürcanî’nin Vahdet-i Vücûd risâlesini ve bundan başka et-Tâiyyetü’l-Fârıdıyye ile Risâletü’l-Ahadiyye’yi okutmuştur. 

MELAMET ZEVKİNİ TAHSİLİ

Tarîkatlara intisâbı bahsinde biraz değindiğimiz gibi, şeyhi ve üstadı olan Hasan el-Kuveysnî kendisini bir tarîkat adâbıyla yetiştirmeyip Rumeli’ye yollamış, bu da O’nun melâmet zevkini gösteren bir keyfiyet olmuştur, demiştik. Seyyid Muhammed Nûr, 1253/1837’de gördüğü rüyada Peygamber Efendimiz’in kendisine üç satır yazılı bir kâğıt verdiğini ve Hz. Ebûbekir’in bunu Tevhîd-i Ef’âl, Tevhîd-i Sıfât ve Tevhîd-i Zât diye okuyup, fenâ makâmlarını telkîn eylediğini bildiriyor. 

Seyyid Muhammed Nûr, telkîn aldığı bu üç makâmın zevkine devamın yanında kendisine intisap edenleri de anılan mertebelerin neş’esiyle 1259/1843 yılına kadar yetiştirmiştir. Adı geçen yılın Şaban ayının ondördünde Mekke’ye varan Seyyid Muhammed Nûr, bu ziyarette de kendisinin halâ manevi alanda mükemmel olmadığını görüyor ve yanındaki müridi Üsküp ulemâsından Hacı Nebî Efendi’ye; “Bize bu ilm-i zâhir yetmez. Mekke-i Mükerreme ve Beyt-i Şerîf, mürşid-i kâmilden boş değildir. Kendimize bir mürşid-i kâmil arayıp bulmamıza fırsattır” diyor. Sonunda meczûb Mekke’li melâmi Derviş Mehmed’e kavuştuğunu söylüyor. Adı geçen derviş, Seyyid Muhammed Nûr’a bir Erbâin çıkarmasını emrettiğini ve bu itikâf esnasında kendisine makâmât-ı Bekâ, ya'nî; Cem’, Hazretü’l-Cem’ ve Cem’ul-Cem’in Hz. Rasûlullâh’ın rûhaniyyeti tarafından uyanık halde telkîn edildiğini söylediğini görüyoruz.

Haccı yerine getirdikten sonra Mısır yoluyla Rumeli’ye dönerken yol üzerinde Yenbu’ denilen yerde hatm makâmı olan Ahadiyyetü’l-Cem’ makâmının yine Rasûlullâh tarafından şebeke içine alınıp telkîn edildiğini söylüyor.Bekâbillâh mertebelerini telkîn alışını Menba’u’n-Nûr adlı risâlesinin ilgili bölümünden aynen veriyoruz.“1255 tarîhinde Üsküp’te oturdum. 59 senesine kadar bu makâmât-ı selâseye müdâvemet eyleyip zevkeyledim. 59 tarîhinde Hicaz’a azîmet eyledim. Mekke-i Mükerreme’ye şehr-i Şaban’ın ondördüncü gününde dâhil oldum. Tavaf-ı kudûm eyledim. Harem-i şerîf’de otururken meczûb sûretinde bir zât yanıma gelip oturdu. Gömleğinin üstünde kehleler(bitler) gezip, tamam gömleğime geçecek dereceye geldikleri zaman yine dönerlerdi. O zât bana dedi ki: “Sakın kehlemizden korkma. Zîra bizim kehlemiz terbiyelidir. Başka kimseye gitmez.” Ben dahi, “İsminiz nedir?” dedim. “İsmim Derviş Mehmed’dir, ehl-i Mekke’den ve Beytü’l-Kadi evlâtlarındanım.” dedi. ”45 tarîhînde Hacc-ı Şerîf’e geldiğin vakit seninle beraber oturdum. Hatta ol vakit mavi kürk giymiştin. Daha hadâset-i sinnin(gençliğin) vardı” buyurdular. “Tarîkiniz nedir?” dedim. “Muhammediyye’dir” buyurdular. “Ben de isterim” dedim. “Gir” dedi. “Dersin nedir?” dedim. “Cem’u’l- Cem’dir” dedi. “Makâmât-ı Tevhîd bana telkîn olunduğundan telkîn eyle” dedim. “Kırk gün halvete gir” dedi. Fakîr dahi kırk gün halvete girdim. Zeytinyağı katık eyledim. Esna-i halvette, makâm-ı Hanefî ardında rü'yâda bir zât gördüm ki, tavafta ve Hacer-i Esved ziyaretinde olan izdihamda elini öpmeye yürüdüm. Ol zât kıyâm buyurdular. Elini öptüm. Oturdular. Ben dahi uyandım. Ba’dehu, Derviş Mehmet Hazretleri’ne ma’nâyı nakleyledim. “Tevhîd-i Zât mürşidi oldun” dedi. “Ne vakit?” dedim. “Haber veririm” dedi.

Ba’dehu, Zi’l-hicce’nin onbeşinci günü Bâbü’l-basîta hizâsında Derviş Mehmed’e mülaki oldum. Gördüğüm zât yine zuhûr etti. (S.A.S.) O esnâda Derviş Mehmed çekildi. Ve ol zât duadan sonra Beyt-i Şerîf’e karşı Fakîr için tazarru’(yalvarış) ve niyâz eyledikten sonra odaya gelip hizmetimizde bulunan Gradas’lı Hacı Emin’i gördük. Ma’nen makâm-ı Cem’i telkîn eyledi. Ve, ta’am(yemek) teklif eyledim. “Ta’am yemeyiz” dediler. Ba’dehu “Medine’ye gitmek isterim selâm var mı?” dedi. Fakîr, “Selâm ederim” dedim. “Yarın inşâallâh bu vakit gelirim” dedi.

Fi’l-vaki’ ertesi gün ol vakit o mevzi’de yine karşılaştım. Önceki gibi, Fakîr için Beyt-i Şerîf’e karşı dua ve tazarru’ eyledi. Ba’dehu odaya geldi. Hazretü’l-Cem makâmını ma’nen telkîn eyledi. Ke’l- evvel, ta’am teklif eyledim. “Ta’am yemeyiz” dedikte, “Ta’am yemezseniz, lâkin giyersiniz ya” deyup kisvemi verdim. Aldı ve giydi. Ba’dehu, bana “Medîne’de mülâkî oluruz” dedi. Fakîr dahi Medîne’ye vardım. Fi’l-vaki’ Babü’s-Selâm’da mülâkî olduk. Cem’u’l-Cem’ makâmını telkîn eyledi. İzdiham, güya kimse yok gibi idi. “Bağdad’a gideceğim” dedi. Fakîr dahi bir haftadan sonra Medîne’den çıkıp, Mısır cânibine teveccüh eyledim. Konak konak gidip bir gün Cin kal’asına vardık. Fakîr, bir koyun alıp pişirtip fukarâya tasadduk eyledim. Ve başını alıp kendim yedim. Ve gün uykusu uyurken, ma’nâda kendimi Medîne’ye varıp Babü’s-Selâm’dan dâhil olur gördüm. Rasûlullâh (S.A.S.) hazretlerinin şebeke-i şerîfi yanına vardım. O anda Hz. Rasûlullâh (S.A.S.) hazretlerinin sûret-i unsuriyyesi olmayan sûret-i nûraniyyesini görüp, güneşin nûrundan daha safî ve nûrlu gördüm. Hz Rasûlullâh dahi şebeke-i şerîfin dâhilinden mübarek ellerini açıp, Fakîr’e “Yürü” dedi. Fakîr dahi yürüdüğümde beni, şebeke-i şerîfin içine aldı. Ol anda şebeke-i şerîfte mahvolup, Fakîr’i kendine geçti. Ve Ahadiyyetü’l-Cem’ makâmını telkîn eyledi.

Bu ifadeye göre melâmet zevkini bizzât Rasûlullâh’tan alan Seyyid Muhammed Nûr, 15 Rebîulevvel 1267/1851 Cuma gecesi Tevhîd’i yaymaya memur olduğunu bildirmiş, o gece ve müteakib günlerde kendisine ileri gelen kişiler bîat etmişlerdir. 

VEFATI

İslâm’ın ilim ve irfana verdiği önemi sürekli aşılayan Seyyid Muhammed Nûr, aynı zamanda ilâhî emirlere, Şerîat-ı Muhammediye’ye bağlılığın şart olduğunu hareketleriyle de gösteriyor ve her dakikasını ibâdet ve tâatta geçiriyordu.1305/1887 kışı bitmiş ve Mart ayı gelmişti. 11 Mart günü bütün ihvanı çağırttı ve onlara son öğütlerini yaptı. Mısır’da doğan Seyyid Muhammed Nûr, Türkler arasında yaşamış, her halükârda Türkçe konuşmuş, yazmış ve eser bırakmıştır. Onlardan evlenmiş ve çocuklarını evlendirmiş ve son anlarında yine onların arasında olmuştur.

Gelenlerin herbiriyle helâlleşir, onlara tesellide bulunur. 29 Cemaziyelâhir 1305 - 12 Mart 1887 Pazartesi gecesi HAKK’a kavuşur.Ustrumca’da vefât ettiği odada, peygamberin vefât ettiği odasında defnolunduğu gibi defnedilmiştir. Ustrumca, halen Makedonya’nın bir sınır şehridir. Mısır’da başlayan ömür, tam yetmiş dört yıl sonra Ustrumca’da noktalanmış olur. Rûhu şâd olsun. 

ESERLERİ

Seyyid Muhammed Nûr, terceme-i halinden ve kendisiyle görüşen bilginlerin kanaat ve sözlerinden anlaşıldığı üzere zâhir ve bâtın ilimlerinde geniş bilgi ve yüksek derecede mertebe ve makâm sahibi bir zâttır.Bursalı Mehmet Tâhir, Menâkıb’ında Seyyid Muhammed Nûr’un eserlerinin sayısını kırkiki olarak göstermiş, Abdülbaki Gölpınar’lı ise Melâmîlik ve Melâmîler adlı eserinde ellibeş olarak vermiştir. Eserlerinin miktarını doksandokuz diyenler de vardır.Eserlerinde ağırlık kazanan ana nokta, Vahdet-i Vücûd konusudur. Zâten tercüme ve açıkladığı eserler bu görüşü destekler. Nitekim vahdet-i vücûdun en önemli temsilcilerinden bulunan Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin bazı eserlerini şerh ettiği görülüyor. Bunun dışında Şeyh Bedreddîn ve İbni Fârıd gibi ileri derecede Vahdet görüşünü benimseyenlerin eserlerinin açıklamalarını da söyleyebiliriz.

Eserlerinin çoğunu, içinde yaşadığı ve sevdiği toplumun dili olan Türkçe ile yazmıştır. Hatta üzerinde önemle durduğu fikirlerini kapsayan Evrâd-ı Usbû’iyye şerhi, İmâm Alî’nin nutkunun şerhi ve yetiştirme usûlü dediğimiz tarz-ı teslîkini gösteren Risâle-i Sâlihiyye’si hep Türkçe’dir.Vâridât şerhini Arapça yazmış, konuşmaları zaptedilmiş, Kitab-u’r-Reşad fi’l –Mebdei ve’l – Meâd’ı da Arapça yazmış, bunu ve bir öncekini Alî Urfî Efendi’ye tercüme etmesini emretmiştir. Yine Arapça yazdığı Bürhânü’s-Sâlikîn’i Harîrîzâde M.Kemâleddîn Efendi’den Türkçe tercüme etmesini istemiştir.Arapça yazdığı eserler, kendinden önceki ve zamanındaki alimlerin izini takip edip, bilgisinin gücünü göstermek için olsa gerektir.

Seyyid Muhammed Nûr, manzum olarak iki küçük eser vermiştir. Bunlardan biri Salât-ı Feyziyye Şerhine yazdığı üç, diğeri Letâifü’t-Tahkîkat’a yazdığı beş beyitlik Arapça birer tarihten ibarettir.Eserlerinde kapalı fikirleri büyük bir açıklıkla anlatmış ve akıcı bir dil kullanmıştır.Anlaşılan ve görülen odur ki; Seyyid Muhammed Nûr başta Muhyiddîn İbnü’l-Arabi olmak üzere, Bedreddîn Simaveni, Niyazi Mısrî, Rıslan Dımışkî, İbni Fârıd ve İbn Meşîş gibi vahdet-i vücûd görüşünü savunanların eserlerini açıklamış ve onların açıkça etkilerinde kalmıştır.

A- Arapça Eserleri:

1- Mecâli’z-Zehrâ alâ’s-Salâti’l-Kübrâ: Şeyh-i Ekber’in Salât-ı Feyziyye’sinin şerhidir.

2- El-Yakûtü’l – Hamra alâ’s-Salâti’s – Suğra: Şeyh-i Ekberin Salât-ı Mutalsım’ının şerhidir.

3- Merecü’n – nusûs li şerh-i Nakşi’l – Fusûs: Şeyh-i Ekber’in Nakşi’l- Fusûs’unun şerhidir.

4- El-Envârü’l-Muhammediyye: Seyyid Şerîf Cürcânî’-nin Vahdet’ül vücûd risâlesinin şerhidir.

5- Letâifü’t-Tahkîkat fi şerhi’l-Vâridât: Şeyh Bedred-dîn’in Vâridât adlı risâlesinin şerhidir.

6- Risâletü’l-Mukaddime li metâli’i Fusûsı’l Hikem: Şeyh-i Ekber’in Fusûs’ül - Hikem’inin özetidir.

7- Risâletü Beyânit-Tarîk ve Beyânı’s-Sâlik’i ve’l-Meslûk’i ve’s-Sülûk: Diğer ismi, Risâletü’l Ehadiyye-ti’l-Vücûdiyyedir. Sülûk hallerinden bahseder.

8- Risâletün fi Keyfiyyeti Îmânı Fir’avn: Fusûs’taki, Fir’avn’ın îmânından bahseder.

9- Risâletün fi kerâmâti’l -Evliyâ: Kevnî ve İlmî kerâ-metlerden bahseder.

10- Kenzü’l-Mahfî an ehli’l-hicâb: Sülûk mertebelerini açıklar.

11- Bürhânü’s-Sâlikîn: Sülûk mertebelerini açıkladığı bu eserini, Harîrîzâde Kemâleddîn Efendi’ye tercüme ettirmiştir.

12- Meşâhidü’t-Tevhîd: Bir sahifelik gâyet açık, özet ve faydalı bir risâledir.

13- Seyrü’t-Tevhîd: Tevhîd mertebelerinden ve sülûktan bahseder.

14- Kitâbü’r-Reşâd fi’l -Mebdei ve’l -Meâd: Önemli bir eser olup Tevhîd mertebeleri başlangıç, son ve bürûzu (zuhûr) anlatır.

15- Mürşidü’l-Uşşâk: Fenâfillâh mertebelerinden bahset-mekte ve onları açıklamaktadır.

16- Şerhu Hakâyıkı’l - Eşyâ

17- Risâletü’r-Raddiyye ale’l –İrâdeti’l-Cüz’iyye

18- Tefsîru Sûreti’l -Kevser: Kevser Sûresi’nin Tevhîd ilmince açıklamasıdır.

19- Şerhu Ebced: Ebced harflerinin taşıdığı manâların şerhidir.

B- Türkçe Eserleri

1- Şerh-i el-Evrâdü’l-Usbû’iyye: Büyükçe bir eser olup Şeyh-i Ekber’in Salâtü’l-Usbu’iyye’sinin şerhidir.

2- Ed-Dürretü’s-Seniyye fi şerhi Risâleti’l-Gavsiyye: Şeyhi Ekber’in Gavsiyye risâlesinin şerhidir.

3- Şerh-i Kelâm-ı İmâm Alî: Hz. Alî’nin “Mâ’l-halkü fi’t-timsâli” diye başlayan bir şiirinin şerhidir. (İnc.A.Ceyli)

4- Risâle-i Noktatü’l Beyân: Hz. Alî’nin “El-ilmü noktatün” diye başlayan şiirinin açıklamasıdır. Bu şerhinden dolayı Seyyid Muhammed Nûr’a “Noktacı Hoca” namı verilmiştir. Yalnız bunun Fazlı Hurufi’nin kovulan müridi Sincanlı Mahmûd’un icadı Noktacılıkla ilgisi yoktur.

5- Şerh-i Risâletü’ş-Şeyh Rıslan Dımışkî: Rıslan Dımışkî (550/1155) vecd sahibi bir Sûfi olup, Halep’li Türkmenlerdendir. Çeşitli tasavvufî fikirler içeren bir risâlesinin açıklamasıdır.

6- Şerh-i Kasidetü’ş-Şeyhi’l-Ekber: Şeyh-i Ekber’in “Zanentü Zünûnen“ diye başlayan kasidesinin şerhidir.

7- Şerh-i Gazeli Hacı Bayram Veli: Büyük veli Hacı Bayram’ın “Çalab’ım bir şâr yaratmış” diye başlayan şiirinin açıklamasıdır.

8- Niyazi Divanı Şerhi: Ünlü mutasavvıflardan Niyazi Mısrînin (1105/1694) ilâhîlerinin genişçe bir şerhidir.

9- Tefsîr-i Fâtiha: Fâtiha sûresi’nin gâyet açık bir şerhidir.

10- Delîlü’l – Uşşâk: Sülûk mertebelerinden bahseder.

11- Kitâbü’d-devâiri ve’l – Eflâki fi beyâni tasarrufâti sâhibi’l –mülki ve’l –emlâk: Hakkın ve halkın vücûduyla, her bir feleği açıklar.

12- Dâiretü’l-Vücûdi fi beyâni makâmi’l – Mahmûd: Sülûktan bahseden bir risâledir.

13- Risâle-i Sülûk-i Hakîkat: Bekâ makâmlarından bahseder.

14- Ed-dürretü’n-nefîs âlâ salâtı İbni İdrîs: Yemenli faziletli şeyhlerden Ahmed b. İdrîs’in (1253/1837) salâtını şerh eden selîs ve açık ifadeli bir risâledir.

15- Risâle-i Tevhîdü’l – Behiyye: Fenâfillâh mertebelerinden bahseder.

16- Risâletün fi beyâni Şerîat ve Tarîkat ve Hakîkat: Mertebelerden bahseden bir risâledir.

17- Risâle-i Saâdet ve Şekâvet.

18- Şerh-i Delâilü’l-Hayrât: 1306/1888’de Selânik’te yazılan büyük bir kitaptır.

19- Şerh-i Ezân-ı Muhammedî: Ezânın, mertebelerce incelenmiş ve onlara uyarlanmış açıklamasıdır.

20- Sırr-ı (Esrâr-ı) Ezân-ı Muhammedî: Ezânın açıklaması mahiyetindedir. (Bu, yukarıdaki eserin aynısıdır, sadece ad farklılığı vardır.)

21- Manzarü’l –Küfr: Bir hadîsin şerhi mahiyetindedir.

22- Ecvibetü’l-lâzime fî es’ileti’ş-şeytâniyyeti’l-mezkûre fi Muhammediyye.

23- Hâdi’l-Uşşâk: Tevhîd mertebelerinden bahseder.

24- Tuhfetü’l – Muhammediyye.

25- Şerh-i A’yân-ı Mümkînât.

26- Sırru’n –Nebei’l- Hak.

27- Fezâilü İmâm Alî.

28- Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf.

29- Tefsîr-i Sûre-i Feth.

30- Menba’u’n-Nûr fi ru’yeti’r-Rasûl: Seyyid Muham-med Nûr, kendi hayâtını ve gördüğü ma’nâları anlatır.

31- Risâle-i İlmihal: Sıfât-ı Subûtiyyeyi Tevhîd yönüyle anlatan bir risâledir.

32- Beyânü Tecellî’l - Hak ale’l - Merâtib: Devir merâti-bini anlatır.

33- Şerh-i Akâidi’n - Nesefiyye: Seyyid Muhammed Nûr’un zamanının âlimlerine karşı, ilim ve faziletini isbat maksadıyla Ustrumca Camii’nde yaptığı şerhi zaptedilerek, bir kitap haline getirilmiştir.

34- Risâletü’l-İsmâ’iliyye ve’l-atiyyetü’d-dürriyye fî tarîki’n-Nakşiyyeti ve Melâmiyye: On iki bab üzerine yazılmış, çeşitli konuları ihtivâ eden bir risâledir.

35- Risâle-i Sâlihiyye: Önemli bir eser olup, Seyyid Muhammed Nûr’un halîfelerinden Sâlih Rif’at Efendi’ye bizzât kendisi tarafından yazılıp hediye edilmiştir. Risâle, melâmet neş’esinin talîm ve telkîn tarzını içerir.

36- Risâletün fi’t-Tasavvuf.

37- Et-Temşîş alâ salâtı İbn Meşîş: Abdüsselâm b. Meşîş’in salâtını şerhetmektedir.

38- İhtiyar ve Kıdem Risâlesi: Şeyh Bedreddîn’in ihtiyâr ve âlemin kıdemi fikirlerini açıklar.

39- Risâle-i Sâ’diyye: Me’ad hallerinden ve Hz. Alî’nin hakîkatından bahseder.

40- Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Ahadiyyetü’l-Vücû-diyye” sinin tercümesi.

41- “Men arefe”nin tafsilatı.

42- Merhum Hacı Faik Bey’in bazı suallerine verilen cevaplar.

43- Seyyid Seyfullâh’ın Risâle-i Miftâh-ı Vahdet-i Vücûd’unun tefsîri.

44- Cilâ-i Nücûm.

45- Seyr-i Sülûk.

46- Sadaka hakkında bir hadîs-i şerîfin şerhi. 

Bunlardan başka, öğrencilerinde bulunması muhtemel eserleri vardır.

Bu eserlerden elimizde bulunan yazmalardan bazılarının metinleri ileride verilecektir.

Görebildiğimiz kadarıyla, aşağıda adı geçen eserleri basılmıştır. 

C- Basılmış Eserleri

1- Letâifü’t-Tahkîkat fî Şerhi’l-Vâridât.

2- Niyazi Divanı Şerhi.

3- Risâle-i Sülûk-i Hakîkat.

4- Mürşidü’l-Uşşâki’l-Kebîr.

5- Şerh-i Kelâm-ı (Nutku) İmâm Alî.

6- Şerh-i Gazel-i Hacı Bayrâm Velî.

7- Tefsîr-i Fâtiha.

8- Dâiretü’l-Vücûd fî Beyâni Makâmi’l-Mahmûd.

9- Risâle-i Tevhîdü’l-Behiyye.

10- Şerh-i Ezân-ı Muhammedî.

11- Sırr-ı (Esrâr-ı) Ezân-ı Muhammedî. (Yukarıdaki eserin aynısıdır.)

12- Mürşidü’l-Uşşâk.

13- Risâletün fî’t-Tasavvuf.

14- Risâle-i Sâlihiyye.

15- Şerh-i Sırrı Tevhîd. 

D- Eserlerin bulunduğu kitaplar ve yazarları:

a- Y. Ziya İnan, İslâm’da Melâmîliğin Tarihi Gelişimi 1976. İçindekiler:

Risâle-i Sülûk-i Hakîkat (ss. 242-243)

Mürşidü’l-Uşşâkı’l-Kebir (ss. 244-248)

Şerh-i Sırr-ı Tevhîd (ss. 249-252)

Risâle-i Sâlihiyye (ss. 253-264)

Şerh-i Kelâm-ı (Nutku) İmâm Alî (ss. 266-268)

Mürşidü’l-Uşşâk (ss. 269-271)

Risâle fî’t-Tasavvuf (ss. 272-274)

Dâiretü’l Vücûd fî Beyânı Makâmi’l-Mahmûd (ss. 275-276)

Tefsîr-i Fâtiha (ss. 278-281) 

b- M. Sadettin Bilginer, Vâridât Şerhi 1979. İçindekiler:

1- Letâifü’t-Tahkîkat fî şerhi’l-Vâridât (ss. 1-74)

2- Şerh-i Ezân-ı Muhammedî (ss. 75-78)

3- Mürşidü’l-Uşşâk (ss. 79-84) 

4- Risâle-i Sâlihiyye (ss. 85-96). 

c- M. Sadettin Bilginer, Mısrî Niyazi Divanı 1976. İçindekiler:

1- Niyazi Divanı şerhi (ss. 1-288). 

d- M. Sadettin Bilginer, Allâh ve İnsan 1969. İçindekiler:

1- Şerh-i Gazel-i Hacı Bayram Veli (ss. 139-142) 

e- Hasan Özlem, Mısrî Niyazi Divanı ve Şerhi 1974. İçindekiler:

Niyazi Divanı Şerhi (ss. 1-294)

Sırr-ı Ezân-ı Muhammedî (ss. 295-297)

Risâle-i Tevhîdü’l-Behiyye (ss. 301-302)

Risâle-i Sülûk-i Hakîkat (ss. 302-303)

Mürşidü’l-Uşşâki’l-Kebir (ss. 303-306) 

f- M. Fazlı Güvenç, Vâridât Şerhi 1982. İçindekiler:

Letâifü’t-Tahkîkat fî şerhi’l-Vâridât (ss. 1-131)

Şerh-i Gazel-i Hacı Bayram Veli (ss. 58-61)

Salâvât-ı Şerîfe li Muhammed Nûr (s. 134). 

g- M. Alî Aynî, Hacı Bayram Velî 1343. İçindekiler:

1-Şerh-i Gazel-i Hacı Bayrâm Velî (ss. 86-88). 

YETİŞTİRME METODU (TARZ-I TESLÎKİ)

Seyyid Muhammed Nûr, melâmet zevkinin telkîninde göze çarpan özelliği, O’nun sâliklerini zikir ve esmâ yoluyla değil, ilm-i Tevhîd’i telkîn ve tarif yoluyla olduğudur. Hayât hikâyesi incelenirken görülmüştür ki, kendisi, ilm-i Tevhîd’i telkîn ve tarifte sosyal yapıda daima bölgenin ileri gelenlerine ağırlık vermiş, onlarla sağlam ilgi kurmuş ve onların yetişmesi ile halkın yetişmesinin mümkin olduğunu göstermiştir.

Tecellîyât-ı İlâhiyye; efâl, sıfât ve zât tecellîleridir. Bunları anlamak ve şuhûd etmek, merâtib-i Tevhîd’i bilmeğe bağlıdır diyen Seyyid Muhammed Nûr, böylece telkîn ettiği bu mertebelerin anlaşılıp zevkolunması için, intisâb eden kişide belli bir ilmî seviye olmasını gerekli görüyordu. Çünkü işlediği konular - bilhassa vahdet-i vücûd- üzerinde akıl yorulan ve meseleleri arasında bağlantı kurulup, sağlıklı sonuçlar çıkarılması gereken konulardır. Bunları şekillendiren, kalıplara döken, süsleyen hep Kur'ân-ı Kerîm âyetleri ve hadîs-i şeriflerdir. Bir de ünlü büyüklerin -Muhyiddîn İbnü’l-Arabî ve Bedreddîn Simaveni gibi- eserlerini gözardı etmemek gerekir.

Seyyid Muhammed Nûr’un yetiştirmede kullandığı metodu -Tarz-ı Teslîk- Risâle-i Sâlihiyye’de (diğer adı Vasiyetnâme’dir) açık ve geniş olarak görüyoruz. Şöylece özetleyebiliriz: Sâlik’e önce mücâhede-i Muhammediyye gerekir. O da şu üç şeyden oluşur. Bunlardan biri, ahkâm-ı şer’iyyeyi öğrenmek, diğeri zikr-i dâim, üçüncüsü de yaradılış sırlarını bilip-anlayıp, ikilik perdesini kaldırmaktır.

Ahkâm-ı şer’iyyeyi öğrenmek; emir ve yasakları bilip, tatbik etmektir.

Zikr-i dâim; gafleti kaldırmak için ehl-i zikirden sayı ile kayıtlı olmaksızın tahsil olunur. 

Yaradılış sırlarını bilmek ise; cemâl-i vahdeti müşâhede için ikilik perdesini kaldırmak ile olur. Bu da, gerçek bir mürşidin; mürşid-i kâmilin Tevhîd mertebelerini telkîn ve ta’lîm etmesi ile elde edilir.Seyyid Muhammed Nûr, “Bazı tarîk ehli, havâtır ref’i için râbıta yaparlar ve şeyhlerini iki kaşları arasına alırlar. Güya ki, hatıra gelmesin deyu... Halbuki, daha büyük kusur ederler” demekle, bu tür râbıta anlayışına karşıdır ve yetiştirme metodunda bunu uygulamaz. O’nun râbıta anlayışı ise, mürşide tam sevgi ve o’nda tam anlamıyla yok olmaktır.

Seyyid Muhammed Nûr kendisine intisâb edenleri yetiştirirken, mücâhede-i Muhammediyye adını verdiği; ahkâm-ı ilâhiyyeyi öğrenmek, zikr-i dâim ve telkîn-i merâtib üçlüsünden oluşturduğu Yetiştirme Metodu’nu uyguladığını kendi ifadeleriyle öğrenmiş olduk. Ahkâm-ı İlâhiyyeyi öğrenerek emir ve yasaklara riâyet eden ve zikr-i dâimîde gereken kıvama gelen sâlik, artık ilm-i Tevhîd mertebelerini almaya hak kazanır. Bu mertebeler; üçü fenâfillâh, üçü de bekâbillâh bölümlerinde olmak üzere altıdır. Fenâfillâh mertebeleri sırasıyla; Tevhîd-i Ef’âl, Tevhîd-i Sıfât ve Tevhîd-i Zât’tır. Bekâbillâh makâmları ise; Cem’, Hazretü’l-Cem’ ve Cem’u’l-Cem’ dir. Bunların ötesinde olan yedinci makâma, makâm-ı Mahmûd da denilir ki, Ahadiyyetü’l-Cem’ adını taşır. Bundan önceki mertebeler, mürşid-i kâmil tarafından sâlikleri yetiştirme metodunda telkîn edilirken, bu son makâm bizzât Rasûlullâh’ın malı olduğundan, ya O’nun tarafından telkîn edilir veya kimse telkîn edemez. Edilirse de anlaşılamaz.Seyyid Muhammed Nûr, yukarıda özetle anlatıldığı üzere, melâmî sülûkunu böylece, daha somut ve ilmî bir tarza sokmuştur.

Melâmîler, kitaplarda yazılmasına rağmen derslerini (mertebelerini) mürşidlerinden -zevkettikçe- peyderpey almaya hak kazanırlar. Telkîn-i merâtib, tamamen mürşid-i kâmilin yetkisindedir, okumakla elde edilmez. Bu usûl ile Seyyid Muhammed Nûr, aynı zamanda “İşrâkîlik” in önüne de geçmiştir. Çünkü O, “Sülûk-i Tevhîd olmaksızın halka Hak demek küfürdür” diyerek mürşid-i kâmile intisâbı şart koşmaktadır.(İşrâkîlik: Şerîat ve nasslara ve aynı zamanda bir mürşid-i kâmile bağlı kalmaksızın keşif ve sezgi ile bilgi elde etmede kendini gösteren felsefî bir düşüncedir.) 

YETİŞTİRDİĞİ ÜNLÜ SİMALARDAN BAZILARI

Seyyid Muhammed Nûr, ilk önceleri kendisini Rumeli’de melâmî meşrep dervişlere tanıttıktan ve nufûzunu zâhirî ilim ve müderrisliği ile kuvvetlendirerek, hükümet erkânı nezdînde de kolayca ağırlığını koyduktan sonra acele etmeden yavaş yavaş mesleğini kurmaya başladı. Evvelâ Nakşî dervişliği ve şeyhliği ile görünen, fakat kendisine başvuranları melâmet sülûku üzerine yetiştiren Seyyid Muhammed Nûr, İstanbul’a çeşitli geziler yaparak merkezin şeyh ve âlimleriyle temas etmiş ve hattâ Şeyhulislâm Mîr Ahmet Muhtar Efendi’yi (Molla Bey) kendine bağlayıp, bîata mecbur eylemişti. Mirefte’li Hoca Abdullâh Efendi ve Harîrîzâde Seyyid Mehmed Kemâleddîn Efendi gibi bir çok değerli ve nüfûz sahibi kimseleri melâmet mesleğine alan Seyyid Muhammed Nûr, İstanbul’da nüfûzunu sağlamış ve bir çok halîfe yetiştirmiştir.

Bu yetiştirme tarzı ve yetişen ünlü simalar sebebiyle, son devir Melâmîliği de Bayramî Melâmîliğinde olduğu gibi daha ziyade merkezlerde ve ilim çevrelerinde yayılmıştır.

Seyyid Muhammed Nûr’un yetiştirdiği ünlü simalar genelde ilim sahibi kimselerdir. Bunların dışında, memleketin ileri gelenleri de melâmet zevkiyle yetiştirmiştir. (Vali Hıfzı ve Selîm Paşalar ile Müşîr Çerkes İsmail ve Hüsnü Paşa’lar gibi) Yetiştirdiği simaların içinde halîfe olarak bıraktıklarının çoğu müderris sınıfındandır. Şimdi bunlardan birkaçını görelim. 

1- Abdürrahîm Fedâî Efendi:

Seyyid Muhammed Nûr’un damadı ve başhalîfesi olup, Prizren’lidir. 1303/1885’de Hac dönüşü Süveyş’te gemide vefât etmiş ve Mısır’da gömülmüştür. Alim bir zât olup, zâhirî ilimlerden icâzet vermiştir. Kendisi, Üsküp medresesi’nde müderris olduğu gibi, aynı şehirdeki melâmî tekkesinin de şeyhi idi. Manzûm ve mensûr eserleri vardır. Bunlardan; Risâle-i Vehbiyye, Kasîde-i Nûniyye manzûm, Tefsîr-i Sûreti’l-Kevser, Hediyyetü’l-Hac, Risâle-i İrâde-i Cüz’iyye mensûr olanlardan sayılabilir. 

2- Alî Urfî Efendi:

Gürice doğumlu olup, 1305/1887’de Selânik’te vefât etmiştir. Mısır’da uzun zaman kalmış alim ve fâzıl bir zâttır. Seyyid Muhammed Nûr’a bağlanıp halife olduktan sonra Selânik’teki evini tekke olarak müridlerine açmıştır.

Bu zâtın da manzûm ve mensûr eserleri vardır. Eserlerinden birkaçını şöylece sıralayabiliriz: Seyyid Muhammed Nûr’un Vâridât Şerhi ile Kitabü’r-reşad fi’l-mebdei ve’l-me’âd’ının Arapça aslından tercümeleri, Şerh-i Divanı Niyazi Mısrî, Terceme-i İnsân-ı Kâmil, Şerh-i Gazel-i Üftâde.

“Ilgaz Zorlu’nun, “Evet Ben Selânikli’yim” adlı eserinde iddiâ ettiği saçma görüşleri şiddetle reddeder, ilm-i ledün hakkında bilgisi ve zevki olmayan birinin hezeyânı olarak görür, Alî Urfi Ef.’yi hürmetle yâdederiz.” (İnc. a.g.e. sh.45, v.d. 6. baskı, Temmuz 99) 

3- Salih Rifat Efendi:

İştip’te doğmuş ve 1326/1908’de yine orada vefât edip, tekkesinde gömülmüştür.

Bilgili bir zât olup, Istılâhât-ı Sûfiyye’ye dair bir risâlesi ve divanı vardır. 

4- Hoca Abdullâh Hulûsi Efendi:

Mirefte’li olup, İstanbul’da tahsil görmüş ve Fatih civarında Kadıçeşmesi Medresesi’nde elli yıldan fazla müderrislikte bulunmuştur. 1288/1871’de İstanbul’da Seyyid Muhammed Nûr’a intisap etmiş, bilâhare hilâfete nâil olmuştur. Hattatlığının yanında, gâyet temkinli ve irfan sahibi, tarih ve diğer ilimlerde araştırıcı, alim, şair, zevâhire riâyetkâr, edeb-i Muhammedî’yi gözeten bir zât idi. 1302/1884’de vefât etmiş, vasiyeti gereği Sarı Abdullâh Efendi’nin ayakucuna defnedilmiştir. Eserleri: Molla Camî’nin Mir’âtü’l-Akaid’inin şerhi, Esmârü’l-Hadâik (Osmanlı idaresinde Padişah Abdülmecid’e kadar olan Sultan, Sadrazam, Şeyhulislâm ve Kapdan-ı Derya’ların doğum-ölüm tarihleri, cülûs, tayin ve ayrılmalarını cedvelle gösteren bu eseri, 1267/1850’de bastırmıştır.) 

5- Harîrîzâde Seyyid Mehmet Kemâleddîn Efendi:

1267/1850’de İstanbul’da doğmuştur. Tibyânü Vesâili’l-Hakâik fî Beyâni Selâsili’t-Tarâik adlı eserinde kendisini genişçe anlatmıştır. Babasından Rifâi ve Halvetî tarîklerine sülûk eylemiştir. Şeyh Kasım Mağribî’den, Buharî okumuştur. 1288/1871’de İstanbul’a gelen Seyyid Muhammed Nûr’dan ders okumuş (İbn-i Fârıd’ın Kasîde-i Tâiyye’si ve Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin Risâle-i Ahadiyye ve Fusûs’u) ve o esnada kendisine bîat etmiş ve bilâhare hilâfete nâil olmuştur.

1291/1874’de Mısır’a gidip, oradaki şeyhlerle tanışmış, görüşmüş ve İstanbul’a dönmüştür. Dönüşünde Hırka-ı Şerîf’teki evine çekilip öldüğü yaş olan otuz iki’ye kadar te’lifat ve irşâd ile meşgûl olmuştur. Kısaltılmış adı Tibyân olan eseri için kendisi: “Kırkbirinci kitabımdır” diyor. Bunun dışında; Kemâl-nâme-i âl-i abâ, Kenzü’l-feyz fi’s-sülûk, Mürşidü’l-Uşşâk ve Burhânü’s-Sâlikîn şerhlerini sayabiliriz. İfadesi düzgün ve lisânı akıcıdır. 1299/1881’de vefât edip, Eyüp’te defnedilmiştir. 

6- Bursa’lı Mehmet Tâhir Bey:

1278/1861’de Bursa’da doğmuştur. Harbiyeyi okumuş, Manastır Askerî Rüşdiyesi’ne Coğrafya ve Geometri hocası olmuştur. Bursa mebusluğu da yapmıştır. Harîrîzâde’den bîat edip hilâfet almış ve şeyhinin vefâtından bir yıl sonra (1882), Seyyid Muhammed Nûr’a mülâki olmuş ve sohbetlerinde bulunmuştur. Eserlerinden bazıları şunlardır: Osmanlı Müellifleri, Delîlü’t-tefâsir, Menâkıb-ı Şeyh Muhammed Nûr... Kendisinin şiirleri de vardır. M. Tâhir Bey, takvâ sahibi bir zât olup, saygıdeğer bir kişiliğe sahiptir. 1343/1924’te vefât etmiş ve Hüdâî dergâhı hazîresine defnedilmiştir. 

7- Hacı Maksud Efendi:

Priştine’lidir. Seyyid Muhammed Nûr, oğlu Şerîf Efendi ve damadı Abdurrahîm Fedaî’den ders görmüş, hilâfeti Seyyid Muhammed Nûr’dan almıştır. Takvâ ve azîmet sahibi bir zât olup, bu sahadaki hizmeti büyüktür. 1347/1929’da vefât etmiş, Sarı Abdullâh Efendi’nin (1071/1660) yanına defnedilmiştir. Tahsili, temkini ve irfanı olan bir zâttı. Eserlerinden şunları sayabiliriz: Şerh-i Gazel-i Ebu Medyen Mağribî, Mevlâna’nın bir gazelinin şerhi ve ayrıca Dîvanı. 

8- Kaymakam Ahmed Bey:

İstanbul doğumlu olup, Askerî Veteriner Okulunu bitirmiştir. Bektaşilik ile birlikte birçok tarîkata girmiştir. Bilâhare, Seyyid Muhammed Nûr’la buluşmuş, O’na intisap ederek bir süre sonra hilâfete nail olmuştur. Seyyid Muhammed Nûr bu zâta “Yûsuf’um” dermiş. 1341/1922’de Kıbrıs’ta vefât etmiş ve oraya gömülmüştür.

f t g m