Mehmet Emin Hepbildikler:
Kuşadalı Hacı İbrahim Efendi’nin Ben’deki İzleri
Sevgili ağabeyim ve Efendimiz merhum Hacı İbrahim Efendi ile ilk tanışmamız Ahmet Kumanlıoğlu Efendi’nin evindeki sohbette oldu. Mahmut, Sabahattin ve ben Şemikler Camii’ne Cuma Namazını eda etmek üzere gelmiştik. Vaaz esnasında aynı safta yan yana düşmüşüz. İbrahim Efendi önce Mahmut’la konuştu sonra bana döndü ve nereli olduğumuzu sordu. Kısa soru ve cevaplarla Melamî olduğumuzu, namazdan sonra Ahmet Efendi’nin evinde sohbete gideceğimiz konuşuldu. Camii avlusunda otuza yakın ihvan Hacı Sabri Efendi’nin önderliğinde Efendi’nin evine gittik. Sohbette birbirimizi daha iyi tanıma fırsatımız oldu. Ben, “Biz aslen Cezayirliyiz” dediğim zaman çok sevinmişti. O da Arap neslinden olduğunu, Libya’da hâlâ akrabalarının bulunduğunu söyledi.
Ahmet Efendi’nin çok keskin ve isabetli sohbetini dinledik. Bizler huzurda diz üstü oturuyorken onu divana, Efendi’nin yanına aldılar, O’na, “İbrahim Amca” diyorlar, saygı ve hürmet gösteriyorlardı. Sohbet bitince, çıkarken, “Ben Efendi’nin yumurtalarından her gelişte bir torba alırım, siz de alın” diye tavsiye etti. Sonra bize vapurda anlattı. Ahmet Efendi hem memuriyette çalışıyor hem de bahçede kümesleri var tavuk yetiştiriyor. Yumurta gelirinden gelen giden ihvanın çay ve yemek masrafları çıkıyor hem de ailede okula giden oğullar ve kızların ders araç-gereçleri karşılanıyordu.
Mahmut ve Sabahattin, İbrahim Efendi ile seyir boyunca makam ve merâtib konuştular. Kimin hangi makamda olduğu belli değil. İbrahim Efendi ısrarla Ahmet Efendi’nin sohbetinden dem vuruyor öyle ulu orta Ef’âl, sıfat, zat, cem gibi İlâhi sırların ucuzca anlatılmasının hiç doğru olmadığını onlara söylüyordu. Ben fakir İbrahim Efendi’yi o gün çok sevmiştim. Sözleri isabetli ifadelerinde düzgün belâgat vardı. Gemiden inip otobüse gelinceye kadar çok tatlı ve güzel mevzuular anlattı. Eve gidinceye kadar hep onu düşünmüştüm. Makamı güzel ruhu şad olsun.
Kızı Şafak Hanımın Evinde Sohbet
İbrahim Efendi’nin daveti ile gittik. İzmir’in cümle tasavvuf erbabı oradaydı. Karşıyaka’dan ihvan gelmiş, Gömlekçi Ali Efendi, Mehmet Oruç Efendi, Recep Efendi ve çevreden tanıdık ihvan gelmişlerdi. Ayrı odada hanım ihvanda sohbetteydiler. Bir de Hâkim Bey olarak tanıtılan bilge görüntülü bir zat oturuyordu köşe koltuğunda. Ali Efendi(Egenin güzel sözlü efendisi) tasavvuf hakkında söz açtı daha mevzuu bir yere bağlanmadan o hâkim bey hemen söze girip Tevhîd’i pek lehinde olmayan bir yığın ıvır zıvır laflar etti. Mehmet Oruç Efendi edip bir usulle mevzuyu yumuşatmak niyetiyle bir-iki cümle söyledi, bu defa yine hâkim bey akla mantığa karışık gelen sorular sorarak odanın sıcak muhabbetini donacak hale getirdi. Başka bir dost hâkim beyin ilminin çok geniş olduğundan bahsedecek oldu. Bu defa hâkim ona da bazı karışık sorular sorunca Kuşadalı İbrahim Amca devreye girdi.
Yakın oturuyorlardı. İkili konuşma özelliğinde Efendi ona nasıl bir şeyler anlatıyordu ki hâkim ikide bir başını aşağı yukarı indirip kaldırıyor ve her birkaç cümlede, “Ya, öyle mi!” türünden işaretlerle Efendi’nin sözlerini tasdik ettiği görünüyordu. Ben hiçbir şey yakalayamadım. Ali Efendi de ortamın iyi olduğunu görüp o mevzuları takviye edici menkıbeler anlattı, Mehmet Oruç Efendi de sohbet etti. Güzel bir hava içinde sohbet gecemiz tatlı sona erdi.
Hâkim Bey de diğer Efendilerin, Tevhit ve tasavvuf erlerinin sohbetlerindeki ihlâs ve samimiyetleri hakkında söylediklerinden sonra ses-seda kalmadı. Kendi kendime “Yaşa, sen Ahmet Efendi’nin İbrahim Amca’sı, bu kadar Efendi’nin içinde bu adamı sen susturdun” dedim. Cümle Hakk erleri ve ruhları şad olsun.
Ahmet Efendi’nin Evinde Daim Abdestli Olma Konusu
Hacı İbrahim Efendi merhum sohbete çok daha önceden gelmiş divanda oturuyor, Hacı Sabri Efendi ve Şemikler ’in yaşlı ihvanı da yan kanepedeler. Sair ihvan ve bizler Efendi’ye müteveccih yerde oturuyoruz. Birer birer yeni ihvan gelip yerleşiyor. Sohbet kesip el öpmeye yeltenmek yok! Sohbete başlayalı henüz 15 dakika olmamıştı ki yatsı ezanı kararlı bir sesle bütün muhite yayıldı. Mevzuda namaz ve daim abdestli olmak üzerine anlatılıyordu. Ahmet Efendi “Haydin öyleyse vakit olmuşken yatsı namazını hep birlikte kılalım” diye davrandı ve “Hepiniz abdestlisinizdir, şayet abdestli olmayan varsa hemen alsın” dedi.
Bir genç ihvan abdest için izin istedi çıktı. Derken biri daha abdest almamış, sonra iki kişi daha sıraya girdiler. O sabırlı Efendi celallendi, “Yazıklar olsun” dedi, “Ağzı kalbi Allah diyen insan abdestsiz olur mu? Sizler camiye abdestsiz girer misiniz? Burası da bir camii değil mi? Bakın şu İbrahim Amcanız ta Kuşadası’ndan buraya gelir, her zaman da abdestlidir. Hiçbir gün burada abdest alayım dediğini duymadım” dedi. İbrahim Efendi de daima abdestli olmanın ihvan için büyük bir huzur olduğunu söyleyip, ilk teveccühte Efendi’nin en birinci telkininin her daim abdestli olmak ve her nefes Zikrullah olduğunu vurgular bir usulle ihvana anlatınca Ahmet Efendi’nin de neşesi geldi, onu takdir etti. Namazdan sonra hep sözü “İbrahim Amca sen söyle” deyip sözü ona bıraktığını hatırlıyorum.
Vapur dönüşünde de bize küçüklüğünden beri hep abdestli olmayı şiar edindiğini, vakit namazlarını da hiç ihmal etmediğini anlatmıştı. Sevgili ağabeyimin ruhu şad olsun.
Dergâhta Teyemmüm Sorusuna İlginç Yöntemle Cevap
Genç ihvan hanımlardan birisi soruyor:
-“Efendim, özür dileriz bir müşkülümüz var da…”
-“Buyurun sorun”
-“Efendim, öyle bir yerdeyiz ki su yok! Taş toprak yok, yerlerde çamur veya pis! Nasıl teyemmüm edebiliriz?”. Ben yanında oturuyorum, meraktayım! Önce oturduğu yerden söyleyecek oldu.
-“Yok! Olmaz !” dedi yerinden kalktı. Oradan başka bir genç kız evladına seslendi
-“Gel kızım buraya” dedi.
-“İşte temiz toprak, bundan daha temiz, daha güzel toprak var mı?”. O okkalı ellerini kızın sırtına:
-“Bismillah, abdest niyetine” deyip üç defa vurdu, kollarını ve yüzünü sıvazladı.
-“İşte size abdest” dedi”. Haydi herkes namaza!.. Kızcağızın aldığı o darbelerden sonra önce yüzü buruştu sonra gülüşmeler oldu.
-“İşte çocuklar! Allah kitabında her şeyde bir kolaylık vardır diyor, Hz. Muhammedi’nde(sav) “Zorlaştırmayın, kolaylaştırın” diye hadisi şerifi vardır. Siz yeter ki bazı müşküllere takılıp ibadetten geri kalmayın”. Çok enteresan bir buluştu ki akıllar secdeye gelir. Kimimiz espri kabilinden sanıp gülüştük. Kimimiz de derinlere uzanıp Hz. Âdem(as)’le buluştu. Rahmet Allahu aleyhi.
Ahmet Efendi’yi Kasetten Dinliyoruz
Vakit geç olduğu halde iç âlemimden İbrahim Efendi’nin çağırdığını hissettim göçmen Mahallesi’ndeki evine gittim. Şah Anne kapıyı açtı: “Eğer Efendi uyuyorsa döneyim” dedim, “Yok, kaset dinliyor, gel” dedi.
Önce musafaha yaptık, sonra elini öptüm. Sessizce oturduk. Kasette Ahmet Efendi’nin sohbeti vardı. Sesi karışık ve kesik kesik geliyordu: “Tevhit’le olun, Tevhit’le dolun, şeriattan ayrılmayın, sohbetlere iştirak edin. Hacı Sabri Efendi’nin vaaz ve nasihatlerine kulak tutun” gibi öğütlü tembihli sohbet yapıyordu fakat belli ki Ahmet Efendi hastaydı.
Bir ara İbrahim Efendi’nin yüzüne baktım çok üzüntülüydü. Yüzünü kaldırdı dertli bir ifadeyle “Efendimizi geçen hafta yerine teslim ettik” dedi. Ben hem çok üzüldüm hem de çok mahcup oldum. Çünkü beş para etmez işler yüzünden ve de bigâneliğimizden aylar vardır Şemikler’e gitmiyordum.
Ahmet Efendi’nin hastalığını epeydir biliyorduk. O yine ihvanı ister ve bizlere sohbet ederdi. Hasta olduğunu açıkça söyleyerek vakit gelince “Haydi sizde evlerinize gidin “ diye uğurlardı ihvanı. Kaset bitti karşılıklı oturduk. Mahzun ve üzgün bazı hatıralarını anlattı. “Kur’an oku” dedi okudum, dualar ettik. Onun ruhuna, Hasan Fehmi Efendi’ye, Ali Rahmi Efendi’ye, Pir Hazretleri’ne rahmetler diledik. Şah Anne ’de bizimle dinledi salavatlar âminler okuduk. O Efendi’nin ağır hasta olduğunu duyunca gitmiş, kaç günler İzmir’de kalmış ve çok sevdiği Efendisinin cenazesinde bulunmuş.
Ne olurdu ben de orada bulunabilseydim! Üzüntümü arz ettim. Beni teselli etti ve kapıya kadar uğurladı. Âşıklar gönlünde daim anılsın. Ruhu şad olsun.
Azar İşittim!
Yine Göçmen Mahallesi’ndeki evdeyiz. Şah Anne çayları getirdi, içiyoruz ama Efendi’de bir başka hal var, dargın gibi sanki! Çıt ses yok! Çayların karışım sesi var sadece…
“…Sen ne hakla benim Efendime hakkımda yazı gönderirsin? Kimden müsaade aldın? Benim buradaki sohbet anlatımlarımın nasıllığından sana ne?”.
Çok doğrucu ve düz konuşmacı huylu olduğunu bildiğim için sarsılmadım. “Çok özür dilerim efendim. Ben sadece sizin bu tevhit sohbetlerinizde en başlangıç noktalarından en yüksek makamlara kadar her türlü mevzuları maharetli ve inandırıcı olarak anlatmakta olduğunuzu, her türlü müşkülleri türlü çeşit misallerle hallettiğinizi yazmak istemiştim. Hem Ada’da birçok imanlı kişi ona intisap etmek istiyorlar diye Sabri Efendi’nin haberi olsun düşünmüştüm. Beni bağışlayın İbrahim Efendi, sizi böyle dargın görmek beni çok üzdü, tekrar tekrar özür dilerim” deyince O koca Libyalı’nın dargın çehresi tebessüme dönüştü. Gözlerinde sevgi pırıltıları göründü.
“Yok! Yok!” dedi, “Sen benim en iyi dostumsun, sana dargın olamam. Hakkımda iyi şeyler yazdığını da biliyorum. Sabri Efendi mektubun muhteviyatından bahsedince, ben önce itiraz ettim, nasıl hakkımda yazı yazılır diye, ancak sohbet geliştikçe aynı konu üstünde müşküllerimiz olduğunu söyledim ve istedim. Hayırlı da oldu” dedi.
Çok şeyler anlattı, sonra giderken de sırtıma o ağır yumruklarından iki tane yapıştırdı. Şah Annemizde muhabbetin iyi gittiğinden memnun olmuştu.
Çorba Ismarladı ve Zeytinliğe Çıktık
Hacı İbrahim Efendi her fırsatta Kuşadası esnafını dolaşıp seçtiklerine sohbet etmeyi kendisine şiar edinmişti. Namazdan önce Saatçi Veli Efendi’ye uğradık, komşusu Alevi canlarından Ali Baba da oradaydı. Kısa bir sohbet yaptı, Hanım Camii’nin ezanı okundu. Namaza müteakip çorbacıya gittik. O ısmarladı! Yol üstünde Kemal İnan Efendi’ye uğradık, karo işleri yapıyordu, yazıhanesinde çay içtik. Efendi Kemal Bey’e gel şöyle tepelere doğru yürüyelim, teklifi yaptı ancak dükkânda kimse olmadığı için gelemedi.
Biz ağır ağır Meram Tepeleri ’ne, zeytinliğe doğru çıktık. Ben daha ne kadar yürüyeceğiz diye düşünürken o maşallah bastonunu vura vura çıkıyordu yokuşları. Bayağı bir çıktık tepeye kadar. Kuşadası o yıllarda ufak bir sahil kasabası. Çevresindeki arazi hep cebel(dağ), zeytinlik ve ormanlık. Tepeden aşağı hem manzara seyrediyor, hem de hayatı boyunca ne türlü işlerde bulunduğunu, her türlü ziraat işlerinde çok çalıştığını anlattı.
Elinde kalan bu zeytinliği satmak istemediğini, ancak ihlâslı dürüst bir müteahhit bulabilirse kat karşılığı inşaata vermeyi düşündüğünü söyledi. Çocuklara bir gelir olsun ve de yarın öbür gün burada ihvan çoğalacak, evlerde sohbet rahat olmaz onlara rahat bir sohbet mahalli çok lüzumlu olacak, nasip olursa binanın birini Tevhit ehline tahsis ederiz, dedi. Ben sakin dinliyorum fakat çok sevinçliyim. Coşkulu bir temenni ile “İnşallah Efendi” dedim. Hep beraber ne güzel sohbetler yaparız. Allah niyetinizi işitti.” Birden ciddileşti ve “İşitir O, verir O, Hem vermeli! Versin! Bunca ihvan orada Allah’ı zikredecek, Versin!” dedi ve verdi. Çok inandığı ve saydığı yüce Allah ne istediyse verdi. Şimdi ihvan her sohbette onu anıyor. Ruhu şad olsun.
Deniz Kenarında Sohbet
Teravihten sonra deniz kenarında rehavete çıktık. Ben vakit geçirmeden bir müşkül arz ettim:
-“Efendi, bir zümrüd-ü Anka kuşu varmış ve bir de Kaf Dağı’ndan bahsediliyor sohbetlerde. Eskiden Anka kuşu da Kafdağı da dünyada mevcutmuş, sonradan fitne ve fesat çoğaldığından Allah onları bu madde âleminden almış. Ne dersiniz? Bu bir efsane mi, yoksa tevhit zevkine yararlı bir mesele midir ki çoğu zaman sohbetlerde bahsi geçiyor?”
-“Böyle mevzular insana dolu dolu tefekkür sahası açar. Peygamber Efendimizin(sav) hadis-i şeriflerinden feyiz alarak kibâr-ı kelâm ehlinin dini hikâyeleri gelişmiş ve böyle merak uyandıran mevzular meydana gelmiştir tasavvuf ehlinin sohbetlerine”
-“Bizim zevkimizde zümrüd-ü Anka kuşu Hz. Muhammed(sav)’dir, Rasûlullâh ve O’nun yolundan gelen mürşid-i kâmillerdir. Kaf Dağı ikidir. Onun iki sarayıdır. Biri velayetine-ki Makam-ı Cem’dir, diğeri Nübüvvetine- ki o da Makam-ı Hazret-ül Cem’dir.- Risalet’ine kıyastır.”
-“Herkesin bir dağı var. Bazen vahdet bazen kesret bilir bilmez yaşarlar. Anka kuşu Tevhit ehlinin gönlündeki, Allah’ı ve Muhammed’i varlığında birlemiş olan, mürşit-i kâmildir. Ona olan aşkı ve güvenidir.”
Sustu. Bende fazla üstelemedim. Hep böyle O’nun emin doğuşlarından istifade etmişimdir. Selam Efendimize! Sevgilerimle!
Kardeşliğe atanma
Dergâhta, kalabalık ihvanın mübareklediği bir akşam, Allah-u âlem, mübarek gecelerden birini kutluyoruz. Şemikler ihvanı ve Efendiler mevcut. Yemek ve dua faslından sonra çok değerli sohbetler yapıldı.
Daha önceki normal sohbetlerin birinde İbrahim Efendi kulağıma eğilip “Sen benim Mehmet Beşir kardeşim olur musun?” diye sormuştu da ben “Bin memnuniyetle olurum” deyince sevinçle yerinden kalkıp, “ Bakın çocuklar bu Efendi Tevhit kardeşimizdir. Şimdi de benim rahmetli kardeşim Mehmet Beşir’in yerine ona kardeşliği teklif ettim memnuniyetle kabul ederim, dedi. Bu gün benim bir Mehmet Beşir kardeşim var. Hepiniz onu benim sevdiğim gibi sever sayarsınız” demişti. El öpüp has kardeş olmuştuk. İhvan da bu mutlu gelişmeden memnun olmuştu.
İşte bu günkü sohbette de böyle kalabalık bir ihvan önünde ayağa kalktı, beni de kaldırdı ve herkesin merakla dinleyeceği bir üslupla genç yaşta vefat eden kardeşi Mehmet Beşir hakkında sevgi dolu methiyeler söyledi. İhvan içinden Allah rahmet eylesin duaları okuyordu. “Ve” dedi “Şimdi huzurunuzda bu Mehmet Emin Efendi’yi, Mehmet Beşir olarak has kardeşliğime kabul ediyorum. Bundan böyle has ve öz Mehmet Beşir kardeşimdir.” Gözleri doldu, oturmadan birbirimize sarıldık. Ben hiç bir şey, hiçbir kelâm etmeden dakikalarca iç âlemime doğru gözyaşlarımın döküldüğünü hissettim.
Mürşid-i Kamil’den bir has ağabeyim vardı artık. O akşamki sohbetin hazzını başka günlerde bulacağımı düşünemiyorum.
Selam sevgili ağabeyime, selam Hakk dostuna. Dualarımda hep sen varsın.
Hızır(as) ve dostu
Hacı İbrahim Efendi küçük büyük her mertebedeki insanlarla derin samimiyetle konuşur sohbet ederdi. Ancak! Ege yöresinde bir dostu vardı ki, dünyaları verseler O’nun beyaz saçının bir telini vermezdi. O’da İbrahim Efendi’yi çok sever konuşmalarını geniş ilgiyle dinlerdi.
Kesat bir gün. Tohumcu dükkânında müşteri bekliyorum. Hiç alış-veriş yok, sabahın altısından beri tek bir müşteri ne satıyorsun demedi. Kapının önüne sandalyeyi koyup namaza çıktım. Acele namazı eda edip indim ki müşteri geldiyse geri gitmesin! Fakat yok! Kimse gelmemiş.
Aniden bir Hızır(as), diğeri onun dostu iki ulu kişi o küçük dükkâna dalış yaptılar. Tabirim mazur görülsün bizim tohumcu dükkânı Kestane Pazarı Camii’nin altında dokuz buçuk metrekarelik bir yer. Kapısı da çok basık. Her içeriye girmek isteyenin iyiden iyiye eğilmesi lazım. O basık kapıdan eğilerek bir basamakta aşağı iniş yapar gibi girivermeleri, bana içeri dalış yaptılar gibi göründü. Selam verip girdiler.
Ben şaşkın, hem hoş sefa geldiniz, diye ellerini öpmeye çalışıyorum hem de oturmaları için tohum çuvallarını hazırlıyorum ki rahat etsinler. Başkaca yerimizde yok! Hiç tepkisiz o tozlu çuvallara oturdular. Çayları içiyoruz ama konuşmaya, sohbet dinlemeye fırsat yok. Onlar gösterilen yere oturmadan müşteriler sökün edip sıraya dizildiler.
“Baksana! Tohumluk fasulye var mı?”
”Amca bana iki kilo maydanoz tohumu ver”
“Soğan göveri kaç para?”
“Ne kadar bu bakla? Tohumluk değil mi?”
Bir yandan müşterilere bakıyorum, kulağımda misafirlerde. Bu müşterilerde nereden çıktılar birdenbire demek geldi içimden. İbrahim Efendi kalktı “ Tamam Oruç” dedi “Çaylarımızı içtik. Bizim burada işimiz bitti, müsaade isteyelim” dedi. “Aman Efendi oturun. Daha sizlerden iki sohbet dinleyemedim”, “Tamam! Tamam” dedi, “Sen alışverişine bak. Bizim vazifemiz hâsıl oldu!” Ve o basık kapıdan başlarını çarpmadan çıkıp gittiler.
Müşterilerin hücumu bir müddet daha devam etti. Ortalık sakinleşince bu iki hassü’l-has dervişleri düşünmeye başladım. Bir geldiler boş çekmeceye para doldu, vazifemiz tamam oldu deyip pir gittiler.
Evet, İbrahim Efendi ile Mehmet Oruç Efendi gibi görünüyorlardı ama bence Hızır(as) ile evlâd-ı Resul Pir Muhammed Nur Hazretleri’nin sırları vardı hallerinde.
Selam olsun, aşk muhabbet olsun o dostlara ve bütün Hakk dostlarına.