Copyright 2024 - MEKSAV

Sevgili Candostlar,

25. sayımıza da kavuştuk inşallah. Böylece dört yıldır sizlerleyiz, ilm-i Tevhid’in hizmetindeyiz. Birlikte olduğumuz günlerin güzel geçtiğine inancım tamdır. Mürşid-i kamilde samimiyet, mürid-i kamilde teslimiyet var oldukça her zaman güzellik doğar. Bu sayımızda Hazreti Muhammed Mustafa (sas) Efendimiz’in miladi takvimdeki (20 Nisan 570) doğuşunu esas alarak yazımı bu konuya ayırdım ve Efendilerimizin, Efendiler Efendisi için yazdıkları ilahilerini bir yâd-ı cemil  ve kadirşinaslık olur düşüncesiyle sunmak istedim. Her bir mısraı yerinde açıklamaya çalıştım.

Hasan Fehmi ve Ali Rahmi sultanlar kanalıyla feyiz aldığımız üstadımız Salih Rif’at Ef. ve de Hasan Fehmi Tezdoğan Efendimizin mevzuuyla ilgili ilahilerini seçtim. Her ikisi de İştip (Makedonya) doğumludur. Ruhları şad, himmetleri var olsun.

Salih Rif’at Ef.nin Osmanlıca 35 sahifeyi  bulan Divan’ını yeni yazıya aktardım. -Bunun ve Hz. Pir Muhammed Nurü’l-Arabi (ks)’nun Şerh-i Risale-i Gavsiyye’sinin elyazması asıllarını yeni yazıya aktarıldı. Ayrıca, bu eser Mahmut Kanık bey tarafından aynı adla İz Yayıncılık’tan yayınlanmıştır- Bizlere gönderme lutfunda bulunan hizmet aşkıyla dolu Burak Anılır kardeşimize şükranlarımı sunuyorum. Arkadan daha nice eserler gelecek ve siz kıymetli okuyucularımızla paylaşacağız. Bu ve bunun gibi nadide melamet eserleri hizmete sunulmayı beklemektedir. Eserleri inceledikçe gittiğimiz yolun ve izlediğimiz  metodun hiç tereddütsüz ne kadar sağlıklı olduğunu bir kere daha müşahede etme fırsatını buluyoruz. Bizi yetiştirmek için gayret eden büyüklerimiz ellerinde kaynak eserlerin azlığına rağmen tam isabet etmişler. Allah onlardan razı olsun. Hasan Fehmi Efendimizin(1885-1951) deyişiyle: 

     Fehmi şükret haline düştün güller bağına

     Ol gülistan içinde dost ile didar olur 

diyor ve sayıları az olan ‘ibadiye’ş-şekur’ -şükreden kullar- sınıfına dahil olmanın hazzını ve mutluluğunu yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz coğrafyada kendini aşma sevdalısı olan güleç yüzler gördükçe sevincimiz bir kat daha artıyor ve can kardeşlerimizle kucaklaşmanın heyecanını ruhumuzun derinliklerinde hissediyoruz. Yıllar önce melamet alanında bu nadide elyazması eserleri elde etmek için canhıraş bir halde say u gayret eden Efendi Babamız merhum Ahmet Kumanlıoğlu hz.nin: 

     Sevin birbirinizi Allah için Rasul için

     Evlatlarınızla çoğalın vatan millet için 

deyişinde de bu kenz-i mahfiyi idrak ediyor ve vazifemizin şuurunda olarak “Sokmayın aranıza nifakı boğun” işaretini emir telakki ederek, fenafillahın doyumsuz lezzetini yaşıyoruz. Zaten açıklanan ilahilerde de bu hakikat bütün çıplaklığı ve parlaklığıyla gözler önüne serilmektedir. Bizler Sevgili’nin zülfünün kıvrımında feda-i can etmeyi baş tacı eden bir görüşün acizane temsilcileriyiz. Ad ve sandan geçip sevdiğimizin kapısında kul olma bahtiyarlığına erenleriz veya ermeye çalışanlardanız. Efendilerimizin aynı kaynaktan, Tevhid pınarından beslenip feyzaldıkları gün gibi aşikar. İşte bazı numuneler, örnekler:      

     A- “Çün ezelden cur’a-yı sahbayı sundun sen bana”      Salih Rif’at Ef.

          “Ta ezelden cur’ayı nuş ettirip verdin bana”               Hasan Fehmi Ef.

     B- “Nur-i zatından tecelli kıldı Hak alemlere”                  Salih Rif’at Ef.

          “Nur-i vechinden zuhur edip eser bad-ı saba”           Hasan Fehmi Ef.

     C- “İhtiyar-ı mevt idenler nur ile defnoldılar “                  Salih Rif’at Ef.

          “İhtiyari mevt edenler buldular vasl u lika”                 Hasan Fehmi Ef.           

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Şimdi gelelim ana konuya: Salih Rif’at Ef. de Rasulullah hayranıdır, Hasan Fehmi Ef. de… Her satır, her kelime, hatta her harf bu gerçeği haykırmaktadır. Onlar biliyor ve dahi bildiriyorlar ki, kainatın yaradılış gayesi Rabbimizin bilinmekliğine muhabbetidir. Muhabbetin neticesi nur-i Muhammed. Hak aşığı diyor ki;           

     Muhabbetten Muhammed oldu hasıl

     Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl           

demek ki, yaradılışın özünde nur-i Muhammed veya hakikat-ı Muhammediye var. Hak dostları da bu gerçeğin peşinde ve onu yakalamaya çalışıyorlar ve onunla hayat buluyorlar. Yazdıkları eserler ve ilahilerde hep bunu ihsas ediyorlar, bu hususta ipucu veriyorlar.Cabir ibni Abdullah (ra)’den  rivayet olunur ki, “Birgün Rasulullah (sas) Efendimiz’e sual edip dedim ki: -Ya Rasulallah, eşyadan önce Allah Teala neyi yarattı? Onu bana haber ver. Saadetle buyurdular ki: -Ya Cabir, Allah Teala eşyayı yaratmazdan önce senin Nebi’nin nurunu kendi nurundan halkeyledi. Ve ol nur kudret-i ilahiyye ile Hak Teala’nın dilediği yerde devrederdi. Ve ol vakitte levh ve kalem ve cennet ve cehennem ve melek ve sema ve arz ve güneş ve ay ve cin ve ins yoktu. Vakta ki Hak Teala halkı yaratmak murad eyledikte, ol nuru dört kısım eyledi. Evvelden kalemi, ikinciden levhi, üçüncüden arşı halkeyledi. Ve yine dördüncü kısmı dört kısma ayırdı. Evvelden semavatı, ikinciden yerleri, üçüncüden cennet ve narı yarattı.Ve yine dördüncü kısmı dört kısım eyledi. Evvelden mümininin gözlerinin nurunu yarattı.Ve ikinciden marifet-i billah olan kalblerinin nurunu yarattı. Ve üçüncüden teşehhüdlerinin nurunu yarattı ki ol teşehhüd “La ilahe illallah- Muhammedün Rasulullah” dan ibaret olan tevhid-i şerif’tir. (Nablusi ks.den/Tasavvuf Sözlüğü,Haz: İhsan Kara,sh.1158) 

Nur-i Muhammed, ilm-i Tevhid’de bu hadis-i şeriften alınan güç ve feyizle önemli bir yer tutar. Muhyiddin Arabi hz.(ks) ve onun ışıltılı yolunu izleyenler vahdet-i vücud diye bilinen anlayış içerisinde bu konuyu incelemişler ve halletmişler, irfan alemine büyük hizmetlerle sunmuşlardır. Bu kesret=kainat denilen olgu nur-i zatın, nur-i vechin, nur-i Muhammed’in tecellisidir. Zat bir, tecelli çok… Tecellinin çokluğu mütecellinin=tecelli edenin çokluğunu gerektirmez. Nur-i Muhammed bir manadır, bütün olgunluğuyla Hz.Muhammed Mustafa (sas)’ de görünmüştür. O bizim aslımızdır, onun için O’nu çok, pek çok seviyoruz; hatta canımızdan bile çok…           

O nebiler nebisi bir gün Hz. Ömer’e(ra) şöyle buyurdu: “Ya Ömer, sizden hiçbiriniz beni anasından, babasından, ailesinden hatta canından daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.” Bu husus, müminlerin hayat bulduğu, şeref bulduğu düsturdur. Peygamber sevgisi kuru bir sevgi değildir. Laftan ibaret sanılmamalıdır. Gerektiğinde onun uğruna can feda edilir. İla-yı kelimetillah ki açılımı “La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah”tır, bu mübarek kelime uğruna nice büyük cihadlar yapılmıştır. Ehl-i tevhid olanlarda ise bu cihad konusunun akla gelen ve bilinenin ötesinde ayrı ve derin bir anlam ve değeri vardır. Rasulullah ashabıyle Tebük seferinden dönerken şöyle buyurdu:  “Ashabım, şimdi biz küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz. O da nefsimizle yapacağımız cihaddır.”  Bundan anlaşılan şu ki, kılıçla, topla tüfekle veya en gelişmiş teknolojik silahlarla yapılan savaşlar küçük, ufak, geçici, muvakkat savaşlardır. Buna mukabil nefisle yapılan savaş, büyüktür, devamlıdır ve ömrün son anına kadar sürer. Bu hususta Niyazi Mısri hz.leri  şunları söyler: 

     Adavet kılma kimseyle sana nefsin yeter düşman

     Ki asla senden ayrılmaz ömür ahır olunca ta 

     (Adavet=Düşmanlık)               

Son nefese kadar bizimle olan bu adı geçen düşmanı alt etmenin yolu, bir mürşid-i kamilin  önüne diz çöküp ondan zikrullah’ı talim etmektir. Efendi Babamız Ahmet Kumanlıoğlu hz.leri aşağıdaki dizelerinde bu gerçeği dillendirir. 

     Nefsin varlığın yıkan              Allah Allah Allah’tır

     Gönül kirini yuyan                  Allah Allah Allah’tır

     Diz çöktüm şeyh önüne         Girdim gönül evine

     Doladığı dilime                       Allah Allah Allah’tır”    

En büyük ve tek mürşid Hz.Muhammed (sas) Ef.mizdir. Arkasından gelenler O’nun  varisleridir. Bilinmesi ve inanılması hiçbir tereddüt ve şüpheye yer bırakmayan hüküm şudur ki, Hz.Peygamber’e biat edenler gerçekte Hakk’a biat etmişlerdir.(Bkz.Fetih,48/10) Ve bu biatta aldıkları zikrullah silahı ile yani her nefeste “Allah Allah Allah” demek  ile ebedi ve ezeli düşmanlarını yani nefislerini yola getirecekler ve zaferi kazanacaklardır. Bu bir sabır işidir. “Sabırla koruk helva olur” atasözünde ne derin manalar gizlidir. Bir hadis-i şerifte de Peygamber Efendimiz(sas) şöyle buyurur. “Men sabera zafera = Sabreden zafere ulaşır.” Ne mutlu bu güzellikleri görüp,duyup sonunda “itaat ettik” diyenlere. Bu hal üzere olanlar Ehl-i Beyt soyundandır. Cümleye müjdeler olsun. Tebrikler sizlere. 

Ya Rasulallah   (sas)

(Salih Rif’at Ef.) 

     Ya Rasulallah cemal-i pakinin meftuniyem

     Sen habib-i haknümanın ebdal ü ‘uryaniyem

     Nice şahlar geldi gitdi sana hep kul oldılar

     Sen habib-i haknümanın ebdal ü ‘uryaniyem 

Ya Rasulallah, ben senin tertemiz yüzünün tutkunuyum. Hakk’ı gösteren sevgilinin sırılsıklam aşığıyım. Dünyayı yöneten nice yüksek makam sahipleri geldiler ve sana bağlandılar. Ben senin baştanbaşa aşığınım. 

     Çün ezelden cur’a-yı sahbayı sundun sen bana

     Canım içre senden artık bir muhabbet yok bana

     Yanarım yandım Rasulallah şefa’at kıl bana

     Sen habib-i haknümanın ebdal ü ‘uryaniyem 

Ta ilk günde aşk kadehini sen bana sundun. Ben senden başkasını sevemem. Aşkınla yandığımdan şefaat et bana, elimden tut benim. Hakk’ı öğreten sen sevgilinin ben sırılsıklam aşığıyım. 

     Nur-i zatından tecelli kıldı Hak ‘alemlere

     Bu meraya vech-i pakindir kamu mahremlere

     Cem’ u tafsil-i kemalindir düşen hep dillere

     Sen habib-i haknümanın ebdal ü ‘uryaniyem 

Alemler senin nurundan yaratıldı. Kainattaki bu suretler, bütün Hak sevdalılarına senin güzel yüzünü yansıtıyor. Dillerde konuşulan vahdet ve kesret, hepsi senin kemalindendir. Hakk’ı bildiren sen sevgilinin ben sırılsıklam aşığıyım. 

     Zülfüne berdar olan şahım senin mahvoldılar

     İhtiyar-ı mevt idenler nur ile defnoldılar

     Hay olub Rif’at bekada nice sultan oldılar

     Sen habib-i haknümanın ebdal ü ‘uryaniyem 

Senin saçının telinin kıvrılan lülesine boynunu koyanlar hep mahv u perişan oldular. Çünkü onlar isteyerek nefislerinden geçtiler ve ölmeden önce olan ihtiyari mevti tercih ettiler. İşte bu ölüm, nurla defnolundukları için onları birer sultan yaptı. Malum, Sultan’a kavuşanlar sultan olur veya sultanla olur. Bu hakikatleri öğreten sen Habib’in ben sırılsıklam tutkunuyum  ve beni görenler, seni görmüşlerdir. Çünkü ben senin bedelinim; sen ben, ben sen olmuşuzdur.     

Ya Rasul

(Hasan Fehmi Tezdoğan Ef.) 

     Canımı terkeyleyip canana geldim ya Rasul

     Derdimi sende bulup dermana geldim ya Rasul

     Nur-i vechinden zuhur edip eser bad-ı saba

     Misk-i anberle dolup reyhana geldim ya Rasul           

Ya Rasulallah sen cananımızsın, sana kavuşmak için canımı terk ettim. Senin için dertlendim ve bu derdin dermanı da sendedir, işte kapına geldim. Ilık ılık esen sabah yeli, bütün gücünü yüzünün nurundan almaktadır. Şahane kokularla dolup onları isteyenlere koklatmaya geldim. 

     Gece gündüz zar ederdim bir kere görsem deyu

     Leyla’nın Mecnun’uyum didara geldim ya Rasul

     Ta ezelden cur’ayı nuş ettirip verdin bana

     Devredip ol aşkile devrane geldim ya Rasul 

Gece gündüz; her zaman seni sayıkladım, inledim durdum nur saçan yüzünü göreyim diye. O didarı  görmek için Leyla’sına tutulan Mecnun gibiyim. Çünkü sen bu aşkın kadehini ta ezelden sunmuştun. Ben de bütün merhalelerden geçip engelleri aşıp bir insan olarak huzuruna geldim işte. 

     Çün ezel bezminde gördüm yüzünü ey dost senin

     Ol nazar etvariyle ikrara geldim ya Rasul

     Nar-ı firkat yaktı canı seyredip geldim sana

     Kalmadı ad ile sanım sen şaha geldim ya Rasul 

Ezel bezmi; ‘Elestü birabbiküm’ hitabı anında yüzünü görmüştüm senin. O görmenin coşkusu içimde, bu kesret aleminde ikrara geldim; ‘seni tanıyorum ey dost, ey nur saçan yüz diye haykırıyorum’. Sana ulaşıncaya kadar çektiğim ayrılık ateşi canımı yaktı ama ne olursa olsun tüm engelleri aştım, hatta ad ve sanımdan da geçtim ve sana; şahıma  ulaştım. 

     TALİBİ kulun kapında olmuşum naçar garip

     Fahr-i tammın izzetin ihsana geldim ya Rasul 

Talibi kulun, senin kapında biçare ve garip olarak beklemekte ve Ahadiyyet’in zevklerini elde etmek için boynu bükük sabredip çabalamaktadır. Bilirim ki Var’a kavuşmanın yolu tam yokluktan; fena-i tamdan geçmektedir. 

Sevgili Candostlar, 

Mutad olduğu üzere her sayımızda klasik bir esere yer vermeye çalışıyorum. Bu sayıda da  elimize İstanbul’dan değerli kardeşimiz Burak Anılır’dan ulaşan ve Abdürrahim Fedai Ef. hz.lerine ait Arapça olarak kaleme alınmış çok kıymetli bu kaynak eser; “Beyanu Hakikati’l-Melamiyye” nin son bölümünü  sunuyorum. Arapça aslının Latin harfleriyle birlikte Türkçe tercümesini vermeyi uygun buldum. Diğer bölümler üzerinde de çalışmalar sürdürülmektedir. Bu kısımda Melamet’in ne denli yüceliği bir kez daha gözler önüne serilmektedir. Yazarın Hz.Pir Muhammed Nurü’l-Arabi’nin (ks) damadı oluşunun yanında çok değerli bir müderris olduğu gerçeğini hatırlar ve hatırlatırsak hayretimiz ve teslimiyetimiz bir kat daha artar. Nuri Ef. hz.nin “Melamidir enbiya/Dahi nice evliya – Hem çehar-ı basefa/Kendine gel hey kendine” haykırışı da bizi kendimize titreterek getirmektedir yahut getirmelidir.Bu eşsiz eserlerden yararlanmak ve yazarlarına hayır dualar etmek boynumuzun borcudur. Koltuğunuza oturun, arkanıza yaslanın ve keyifle doya doya okuyun efendim. 

 Hatime-i Risale-i Melamiyye

(Arapça aslı Latin harfleriyle) 

Kad ‘ulime enne sadati’l-evliyai hümü’l-melamiyyetü ve ennehüm hazü cemi’a’l-menazili ve’l-makamati. Ve ennehüm mechulü’n-na’ti vela ya’rifühüm men leyse minhüm. Liennehüm yetelebbesüne bielbasi’l-‘avami vela yezidüne ‘ala’s-salavati’l-hamsi vela yüşarune bi’l-benani vela yetemazüne bihalin mine’l-ahvali la bikerametin vela hariki ‘adetin. Ve in kanü fi’l-batıni min ashabi’l-‘uruci ve’n-nüzuli ve’t-terakki ve’t-tenezzüli.Femeşhedü ba’dihim meşhedü Ebubekrin, kema kale Radıyallahü ‘anhü; “ma raeytü şey’en illa ve raeytüllahe kablehü”.Ve meşhedü ba’din ahara ‘Umeriyyün,kema kale ‘Umeru radıyallahü ‘anhü; “ ma raeytü şey’en illa ve raeytüllahe me’ahü”.Ve ba’duhüm ‘Usmaniyyün,kema kale Radıyallahü ‘anhü; “ ma raeytü şey’en illa ve raeytullahe fihi”. Ve ba’duhüm ‘Aleviyyün , kema kale ‘Aliyyün radıyallahü ‘anhü ve kerremallahü vechehü; “ ma raallahe illa’llahü”. Ya’ni ennehüm min vereseti sırrı makamati hazihi’l-ayeti.Kale’llahü ; “sümme dena fetedella fekane kabe kavseyni ev edna”.(Necm,53/8-9)Ve ennehüm kema kale Rasulullahi salla’llahü ‘aleyhi ve selleme; “evliyai tahte kubai,la ya’rifühüm gayri”. La yahrucüne ‘an kubai’l’adati . Feba’duhüm yekünü taciran ve ba’duhüm bayi’an ve ba’duhüm valiyen ve ba’duhüm kadıyen ve hakeza ila cemi’i’l-‘adati ve’l-ahvali’lleti kabilethü’ş-şeri’atü’l-garraü velem  teruddiha.Ve  in kanü mehabibe haremi’l-‘izzeti ve maksuratün fi’l-hıyami. Fekeyfe yattali’u ‘ala ahvalihim ‘ulemaü’l-‘avami ve küberaü ehli’r-rusümi ve’l-hevai.? Bel fekeyfe yattali’u ‘ala esrarihim men leyse minhüm min ehli’t-turuki ve’l-kelami, la Vallahi. Ve men lem yüferrikı’l-‘anete ‘ani’s-semini ve’ş-şimali ‘ani’l-yemini felyekul ma şae.Kema kale İmam Muhammed ; “lev kane’l-‘avamu ‘ibadi lee’taktühüm ve kata’tü velaehüm”. Ve kad ‘ulime eydan, enne’ş-şeri’ate külleha ahvalü’l-melamiyyeti.Ve makamü’l-melamiyyeti makamün ilahiyyün fi’d-dünya ve halü nebiyyina salla’llahü ‘aleyhi ve selleme. Elhamdü lillahi evvelen ve ahiran ve’s-salatü ‘ala hatemi’n-nebiyyine Muhammedin ve ‘ala alihi ecma’in.

Mim        

Türkçesi:

Melamiyye Risalesi Sonu                       

Şüphe yoktur ki, evliyanın önderlerinin Melamiler olduğu bilinir. Onlar bütün durakları ve makamları geçmişlerdir. Vasıfları bilinmez. Kendilerinden olmayan onları tanıyamaz. Çünkü onlar avam=halk elbisesi giyinirler ve beş vakit namaz üzerine ziyade yapmazlar. Parmakla gösterilmezler. Ne kerametle ne de harikulade bir halle temayüz ederler. Buna rağmen batın aleminde uruc ve nüzul, terakki ve tenezzül sahibidirler.           

Onlardan bazısı Ebubekir (ra) meşrebinde olup O’nun dediği gibi derler. “Bir şeyi görmedim ki ondan önce Allah’ı görmüş olmayayım = Önce Allah’ı sonra eşyayı görürüm.”Diğer bazıları Ömer (ra) meşrebinde olup O’nun dediği gibi derler. “Bir şeyi görmedim ki onunla birlikte Allah’ı görmüş olmayayım = Eşyayı Allah ile birlikte görürüm.”Bazıları da Osman (ra) meşrebinde olup O’nun dediği gibi derler. “Bir şeyi görmedim ki onda Allah’ı görmüş olmayayım = Allah’ı eşyanın içinde görürüm.”Ve bazıları da Ali (ra ve kv) meşrebinde olup O’nun dediği gibi derler. “Allah’ı Allah’tan başkası görmez”           

Yani açıkçası onlar şu ayetin işaret ettiği makamların sırrının varisleridir. “Sonra yaklaştı ve sarktı. Öylde ki iki yay aralığı kadar hatta daha fazla yaklaştı.” ( Necm,53/8-9) Onlar Rasulullah’ın şu dediğindeki gibidirler. “Velilerim kubbelerimin altındadırlar. Onları benden başkası bilmez.” Onlar bilinen mutad kubbelerin altından dışarı çıkmazlar. İşte bunun için bazıları tüccar, bazıları satıcı, bazıları vali ve bazıları da kadı=hakim olurlar. Böylece  yüce şeriatın kabul edip de reddetmediği  bütün davranış=görev ve halleri  yüklenirler. Aslında onlar ulu harem’in sevgilileri ve çadırlarda özel büyütülen nazeninleridir. Nasıl olur da onların hallerine avam uleması ve hatta rusum=zahir ve heva ehlinin büyükleri muttali olabilir? Ve yine nasıl olur da onların sırlarına onlardan olmayan tarikat ve söz=kal ehlinden biri muttali olabilir? Hayır, bu olamaz vallahi.           

Cılızı semizden, solu sağdan ayıramayan istediğini söylesin. İmam Muhammed bu hususta şunu demiştir. “Şayet avam-ı nas kölelerim olsaydı, hepsini azad eder, sonra da onlarla olan ilişkimi keserdim.”Şu da bilinmiştir ki, şeriatın tümü melametin; Melamilerin  halleridir, yaşadıklarıdır. Açıkça söylemek gerekirse, melamiyyenin makamı dünyada ilahi=yüce bir makam olup aynı zamanda Peygamberimiz (sas)’in halidir, yaşantısıdır. En başta da en sonda da hamd Allah’adır ve salat da peygamberlerin hatemi = sonuncusu  Muhammed (as) ve bütün aline ve ehl-i beytinedir.                                         

11.02.2010

Karşıyaka- İzmir

f t g m