“Yeryüzünde geziniz” Ferman-ı İlahisi’ne kulak vererek yola çıktık. (Al-i İmran, 3/137, Ankebut, 29/20 vd.) Yeryüzü, insanoğlunun doğduğu, büyüdüğü, yiyip-içtiği, yürüdüğü-gezdiği ve belli bir hayat sürüp sonunda göçtüğü ve gömüldüğü bir diyar, bir beşik. (Rahman, 55/10) Yüce kitabımızda belirtilen manada “gezme=seyir” önceden geçen ve göçenlerin akıbetlerine şahit olup ibret almak. Çoğunlukla da onların “mükezzib=yalanlayıcı ve mücrim=suçlu” olarak adlandırıldıkları görülmektedir. Ankebut Suresi’nde ise gezmede gözetilen amaç, “yaratılışın nasıl başladığı ve yeniden dirilmenin nasıl olacağı” hakkındadır. Buna göre, yola giren bir kişi hem yaratılış hikmet ve merhalelerini düşünüp gözleyecek, hem de mücrim ve mükezzib olmaktan kurtulmanın ne büyük saadet olduğunu idrak edecektir. Bu idrak ile artık geceler ve gündüzler boyu emniyet içerisinde geziler yapabilir. (Sebe’,34/18)
Cuma namazını müteakip (26.03.2010) İzmir-Karşıyaka’daki evimizden hareket ettik. Hasan Fehmi Ef. ve Ahmet Ef. hazretlerinin teşrif-i beka ettikleri bu güzide diyardan Ubeydullah Ahrar Hz.den feyz alan Abdullah-ı İlahi hz.nin (V.1491) doğumuyla şereflendirdiği yeşil Simav’a doğru yola çıktık. Kaptanımız mana kardeşimiz Bülent Öksüz, eşi Fatma Yelda hanım, sevimli kızları Asuman Nur -adını kulağına bendeniz ezanladım- ve eşim Fikret hanım ile 35 MCD 17 plakalı Renault’u şereflendirdik. Beş kişi, eşyalarımız, yiyecek ve içeceklerimizle güzel ve güneşli bir günde seyrü sefere başladık. Karşıyaka’da trafik kazası sonucu yol sıkışıktı ama zikrimizle kendimizi rahatlattık ve Ümit ile Mehmet kardeşlerimiz; genç girişimcilerimizin Çamdibi semtinde açtıkları sandviç büfesinin açılışında bulunduk, hayır dualar ettik, bol bereketli kazançlar diledik; 14.45’te yola koyulduk ve 19.30’da vuslat gerçekleşti.
Yol boyunca zikir, sohbet yapıldı. Cennet misali ovaları, bahçeleri seyrede seyrede ilerledik. Aynı zamanda ekonomimizin can suyu, can damarı fabrika ve atölyelerimizi de görerek içimiz ferahladı. Çünkü onlar hem işsizliği önlemede hem de kalkınmada önemli roller üstlenmekteler. Tabiatın canlandığı ve ortalığın yeşile bürünüp göz kamaştırıcı bir görünüm kazandığı bu topraklar bizlere atalarımızdan miras kalmıştır. Bu farkındalığı hiç hatırımızdan çıkarmıyor ve ecdadımıza Fatiha’lar gönderiyoruz. Kışın uykuya yatan topraklar, ağaçlar, asmalar ilkbaharın cemreleriyle ve de yağmurlarıyla nasıl da canlanıyor, uyanıyor ve yeşile bürünüyor!.. Yeşile bürünmek canlılık alameti olduğuna göre “Bir yeşil sancaklı Sultan göründü” ilahisini dinleyip de hayata merhaba dememek olur mu? “Rayiha-i rih-i Rahman anda aldı canımız” ifadelerinde de Rahman’dan gelen cana can katan rüzgarı da hissettik ve yaydığı güzel kokuları da ciğerlerimizin en derin hücrelerine kadar çektik. Salihli’de Hasan Özlem Efendi, Kemal Zurnacı Efendi ve Abidin Aydın hocamız ve diğer Hak dostlarının ruhlarına okuduğumuz üç Kul hüvallah ile bir Fatiha’lardan biz de nasiplendik.
Gediz nehri kıvrım kıvrım akarken seyrine doyum olmuyor doğrusu. Onu aşmak için üzerine kurulan köprülerden yararlanıyoruz. Demek ki canana varmak için engel olarak önüne çıkan varlıkları aşmak gerek. Bu hususta en büyük köprülerimiz, yardımcılarımız mürşitler olsa gerek diye zevketmek geliyor içimden. “Elimden tut da yoldaşım sen ol” diyor “Sultanlar Sultanı’nı” rehber edinen Efendimiz. Suyun geçtiği ve uğradığı yerlerde hayat bir başka güzel. Yakınındakiler kolayca yararlanırlarken, uzağındakiler de hortum uzatarak çare üretmeye çalışıyorlar. Niyetleri, Hakk’ın halifesi olan insanlara mahsul sunabilmek. “Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz”(A’raf,7/31) emrinin gereği bu hizmetler. İlm-i ledünnü;fenafillah ve bekabillahı doyasıya zevk ediniz ama ehil olmayanlara verip te müsriflerden olmayınız diye anlasak yerinde olur kanaatindeyim. Haa, bir de yollar var Sevgili’ye götüren ve ulaştıran... Yunus diyor ki “Şeriat tarikat yoldur varana - Hakikat marifet andan içeru” Hem yolunu bileceksin, hem de yolda eğlenip kalmayacaksın. Hedefimiz sırat-ı müstakim üzerinden Tevhid-i Zat’a varıp, her zerrede O’nu müşahede etmektir. O’nu müşahede, cemalini; vechini seyretmekle olur. O da “ölmeden önce ölme” şifresini çözmekle gerçekleşir. Böyle öğretti büyüklerimiz” Ölmeden Fehmi bu zevke nail oldu sanmayın” da olduğu gibi... Tabii “Canda cananını incitme sakın” ikazına da candan kulak verilmeli.
“Yolların Allah’a gideni ehl-i beyt yoludur” işaret levhası üzerinde gideceğimiz yolu belirlemekte. Ehl-i beyt, can tende iken bu candan nasıl geçilir hakikatını yaşayan ve uygulayan yüce taifedir ve ebedi rehberdir. Fahr-i kainat Efendimizin temiz ve pak neslidir. Ruhları şad, himmetleri var olsun. “Ey gönül gözü açıklar, ibret alınız”(Haşr,59/2) fermanını duyanlar, her fiilden, her sıfattan ve her vucuttan ve dahi her oluştan, her hükümden ders ve ibret alırlar. Onlar kesret denilen bu alemin vahdet tecellisinden kaynaklandığına iman etmişler ve bu yüce nimeti içlerine sindirip zevketmişlerdir. İkindi namazını beraberce seferi olarak Simav yol ayırımındaki Cami’de eda ettik. Tanıştığımız misafirlerle yanımızdaki yiyecekleri paylaştık, sarma yedik, çay içtik. Asiye ve tatlı kızları Aslı Elif’in mutluluk içinde hayat sürdürdükleri evlerine vasıl olduk. Nakşibendi ulularından Ubeydullah Ahrar hazrelerinin müridi Üveysi meşrep Abdullah İlahi hazretlerinin diyarı yeşil Simav sıcak suları ile de tanınan bir beldemiz. Abdullah İlahi hazretleri beldeyi manevi feyziyle nurlandırmıştır. Bu büyüklerin sırlarını Mevla yüceltsin. Amin.
Vaiz eydür kim aşkı terkeyle / Nideyim sabrım bivefa düştü. Mısri Efendi hazretlerini tutan ve yakalayan bu aşk bizleri de ağının içine aldı.
Geç bu sevdadan dediler salma kavgaya başın/ Ben geçerim sevda geçmez uğradım emraza ben, Hasan Fehmi Hazretlerinin dilinden de aynı mana dökülüyor.
Vardığımız illere şol sefa gönüllere/ Baba Tapduk manasın saçtık Elhamdülillah. deyişinde Yunus’umuz fedakarlığın hangi boyutta olması gerektiğine işaret ediyor kanısındayım ve sonunda hepimizin müşterek niyazı; “Elhamdülillah”.
Aşk, sevda ve mana; bizi ilden ile sevgiliden sevgiliye uçuruyor.Yanında bir de Hak sevdalıları varsa, keyfine diyecek yoktur.
Gece bendirimizin de eşliğiyle pek ala geçti, dolu dolu. İlahiler, zikir ve sohbet her yanımızı kapladı. Tabii bu meyanda “yaşamak için yemek” gerçeğini de unutmayalım. Zikrullah, hasret ve kavuşma aşkı ile pişirilen lezzetli yemekleri de zikretmeden geçersek hem onlara hem de kendimize haksızlık etmiş oluruz. Dünürlerimizin teşrifleriyle de ayrıca ihya olduk. Mevlam noksan davranmaktan hepimizi korusun ve muhafaza etsin. Amin.
İlahilerimiz; Melamiyiz Melamiyiz Melami, Çün gönlüm sana müptela düştü, Gelin hey aşıklar gelin, Sevdim seni Mabud’uma canan diye sevdim, Aşkın meyine ben kane geldim, Gezme avare bakma ağyare, İşidin ey yarenler bize dervişler geldi, Aşkıma aşk kat, Erler demine destur alalım, Server-i serbülendimiz, Ben aşkın narına pervane geldim, Biz geceyi güne kattık vd. manevi ziyafet soframızı taçlandırdılar. Bir de arkadan derin bir ilahiyi anlamaya tevessül ettik: “Hasrete veda etti ol hüsn-i hilkat ehl-i hal” diyerek başlayan ve Hz. Pir Efendimizin torunu Hakkı Efendi babanın dar-ı bekaya teşrifini dillendiren o mübarek dizeler. “Hasret” ne demek, buradaki maksat ne? Ehl-i tevhid hasrette olur mu? Olursa ne zaman ve nasıl olur? Fenafillahta hasretin yeri, bekabillahta hasretin yeri...
Hasret, tehassür iç geçirmek demektir. Kavuşma arzusunda olan gurbettekilerin içlerinde besledikleri duygu. Ayrılık ifade eder. Biz “La taayyün=nokta= ‘ama” adlı alemden alem-i ervaha, oradan alem-i nasut=şehadete indirilerek şereflendirildik. Asıl alem mana alemi, geldiğimiz göründüğümüz dünya alemi -berzah da denir- Biz mana olarak o alemi özlüyoruz, onun için iç çekiyoruz. Kesret-vahdet zevkini tadanlar için bu sözler, ifade-i meram içindir yani halk arasında anlaşmak ve dertleşmek içindir. Vasıta gibi bir şey, binenleri maksuda ulaştırır. Hasrete veda etmek, aslına kavuşmak demektir. Ölmeden önce ölenler, bu merhaleden geçmişlerdir. Sadece beden engeli ortadan kalkmaktadır. Bir mezar taşında şöyle yazar. “Hak ile Hak oldu Hüsni / Kalktı hail=engel areden” Burada engel, ten kalıbıdır.Hakkı Efendi baba “Dedemin son topu” diye övdüğü Hasan Fehmi Tezdoğan hazretleri de bu yüce insanı “İhtiyari mevt ile daim ederdi iftihar” diyerek tebcil etmektedir. Erenlerin nazar ve himayelerinde olmak ne güzel Ya Rab !
Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece işte bu mana zenginliği ile geçti. Ya gündüzü?.. Gündüz öğle sonrası Simav’ı bir tepeye çıkıp seyrettik, bol bol fotoğraf çekip o güzel an ve manzaraları tekrar seyretme fırsatını kaçırmak istemedik. Oradan sıcak suların bulunduğu yere Eynal kaplıcalarına gittik ve parkında hem gezdik, hem temaşa ettik ve hem de çocukları eğlendirerek gönüllerini aldık. Pazar öğle namazı sonrası gönüller dolusu neşe, sevgi ve muhabbet duygularıyla bu mübarek diyar ve sevgililerden ayrıldığımızda bizi yolda yağmur rahmet ve bereketi karşıladı. Ahmetli’ye geldik, sevgili canlardan Ramazan Efendi ağabeyin çayını içtik, sohbetini dinledik. Her zamanki mahcup tavrıyla bizlere bol bol “Estağfirullah” demeyi hatırlattı. Ailece hizmetlerini esirgemediler. Akşam namazı edasından sonra ver elini Menemen. Çünkü orada da bizi canlar bekliyor. Candan karşılama, ikram ve tatlı bir sohbet sonrası gece yarısı evlerimize sağ-salim ulaştık. Dönüş yolunda Melamet neşesini Menemen’de Hasan Fehmi Efendi hazretlerinden alan ve yayılmasında mütevazı hizmeti olan dedem Hacı Kamil Efendinin ve candaşlarının ruhlarına da her zaman ki gibi Fatiha’larımızı gönderdik.
Şerif, Hicret, Bülent ve Şekerci Mehmet kardeşlerimiz ve ailelerine de sohbetimize hayat verdikleri için teşekkürler. Cenab-ı Hak böyle feyizli gezilerin tekrarını nasip eylesin.Yolculuk boyunca bana sevgi ve saygıda layık olduğumun çok üzerinde değer veren eşime ve dahi Bülent kardeşimiz ve eşine ve yavrusuna ve de hanelerinde bizi gönüllerince ağırlayan kızımız, damadımız ve dünya tatlısı kızlarına sonsuz şükranlarımı sunarım.
Ne demiştik… “Bir ziyaret... Çok ders... Bol zevk”
Gözlerinize ve gönüllerinize sağlık efendim…
30.03.2010 Salı
Karşıyaka/İzmir