Copyright 2024 - MEKSAV

Taştı rahmet deryası gark oldu cümle asi

Dört kitabın manası La ilahe illallah

Budur mananın hası siler kalbinden pası

İsm-i azam duası La ilahe illallah…

Yunus bunu söyledi kendi vasfın eyledi

Güzel Allah’ın adı La ilahe illallah… 

La ilahe illallah,  “Allah’tan başka ilah yoktur” anlamına gelir ve Kur’an-ı Kerim’de bir ayetin içinde geçer. (“Allah’tan başka ilah olmadığını” bil ve günahının bağışlanmasını dile) (Muhammed, 47/19’da). Bu ilahi emirdeki Kelime-i Tevhid, Resulullah (s.a.v.) zamanından beri ehl-i İslam’ın, ehl-i tevhidin dilinden düşürmediği bir zikir olarak uygulanmaktadır. Bu aleme geliş hikmetlerini araştıran kişilere ilk takdim edilen müjde ve ilk telkin edilen ilaç budur. Hz. Peygamber Efendimiz bu ilahi buyruğa muhatap düştükten sonra “Benim ve diğer peygamberlerin dediği en üstün şey La ilahe illallah sözüdür” (Tirmizi) diyerek bunun önemini belirtmiştir. Yine başka bir hadisinde şöyle buyurur: “Zikrin en faziletlisi La ilahe illallah, duanın ki ise elhamdülillah’tır”

Bir ehl-i tevhidin en belirgin özelliği, duyduğu her seste ve gördüğü her şeyde Tevhid ve irfaniyet zevki üzere olabilmektir. Buna göre, kendisine söylenilenleri yorumlamak için kendi el kitabına başvurur ve içindeki esrar ve hikmetleri anlamaya çalışır. Her ilmin kendine has bir kelime hazinesi (terminoloji) varsa, ilm-i Tevhid’in de kendine ait kelime hazinesinin olması gayet tabiidir. Normal anlamaya “zahir” manası, tevhidi anlamaya da “hakikat” manası denilir. Zahir olarak, her Müslüman Allah’ı zikredecek, dili “La ilahe illallah” diyecek. Bu çoğunlukla sayıya bağlı olarak tavsiye edilir ve yerine getirilir. Böylece zakir zarardan kurtulur ve bir adım ötesi faydayı yakalar. Bunun içindeki verilmek istenen asıl ve hakiki mesaj nedir, çoğunlukla düşünülmez. Hani bir tekerleme var ya, “ye aşı kıl beşi, gerisini karıştırma” diye. Fakat yaratılış gayesinin sırlarını merak edip araştıranlar işi burada bırakmaz, gideceği yere kadar götürür, giderler. Orası da “Ev edna bahrı” olsa gerektir.

“La ilahe illallah  lafzını tevhid sanma/Evrad esmada kalma de  la ilahe illallah”(s.42) diye haykıran Hasan Fehmi Tezdoğan Ef. Hz.leri (1885-1951); lafızdan, evraddan esmadan geçip hakikat manasına alır götürür bizleri. Ve der ki; “Manası ab-ı hayat  içenler görmez memat/ Nar-ı nirandan berat de la ilahe illallah” (s.42) La ilahe illallah kelime-i tevhidinin lafzının içindeki manası; bengisu dediğimiz içenlerin içtiğinde ölümsüzlüğe kavuştukları bir iksir, gaflet hastalığından kurtaran ve de cehennem ateşinden uzaklaştıran bir beraat belgesidir. La, yok demektir. Arapçada bunun adı “cinsini nefyeden=ortadan kaldıran la’dır. Yani; Allah’tan başka, ilah denilen hiçbir şey yoktur. Sadece ilah olan Allah’tır. Kendimizden kendimizce uydurduğumuz ilah denilen şey, aslında ve hakikatte yoktur.

Bu sözle başlamak, çok güzel bir “temizleme harekatı” dır. Ekeceğimiz toprağı önceden nasıl ki zararlı ve artık nesnelerden arındırıp arkadan ona tohumu ekiyoruz, aynen bunun gibi, iman bahçemizi de böylece tertemiz ediyor oraya tek ve eşi benzeri olmayan Allah’ın zikrini yerleştiriyoruz. Tertemiz bir sayfaya ilk yazıyı yazmak gibi… Rasulullah Efendimiz bize “her olumlu işe Allah’ın adıyla başlanmadığında sonunun güdük olduğunu” haber veriyor. Biz de esrara ve hikmetlere kavuşmak istediğimizde sayfamızı ve bahçemizi ve kalbimizi tertemiz pırıl pırıl yapacağız, ta ki yüce Sultan gelsin, orada tahtını kursun. La ilahe illallah zikrini çok yapan, yani aldığı her nefeste Allah diyen bir ehl-i tevhid gönül bahçesini ilahi tohumlara ekilir hale getirmiştir. Rasulullah’ın varisleri olan mürşid-i kamillerden biri gelir, zikir telkininden sonra oraya fenafillah tohumlarını eker. Efendi Babamız merhum Ahmet Kumanlıoğlu Hz.leri(1921-1978); “Tevhidi, irfanı alın bir mürşid-i kamilden” (s.103) diyerek bu gerçeğe işaret etmektedir.

Fenafillah mertebeleri üçtür. Tevhid-Efal, Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Zat. Açılımına gelince; La- ile “La faile illallah” rabıtasına bağlanıp her fiilin fail-i hakikisinin Hak olduğunu zevkettiğimiz Tevhid-i Efal’i, İlahe ile “La mevsufe illallah” rabıtasına bağlanıp bütün sıfat-ı subutiyyenin Hakk’a ait olduğunu zevkettiğimiz  Tevhid-i Sıfat’ı, İlla ile  “La mevcude illallah illa hu” rabıtasına bağlanıp gördüğümüz suret varlıklardaki vücudun=zatın hakiki sahibinin Hak olduğunu zevkettiğimiz Tevhid-i Zat’ı, Allah ile de fenafillahın uzantısı ve devamı gibi zevkolunan bekabillahın ilk makamı Makam-ı Cem’i idrak yolları açılır ve oralardan telezzüz edilir.

Efal ve sıfat, Arapça yazılışları ile fiiller ve sıfatlar demektir. Çokturlar. Fiillerin haddi hesabı yoktur. Zati sıfatlar; vücud, kıdem, beka, vahdaniyet, muhalefetün lilhavadis ve kıyam binefsihi olup doğrudan Yüce Allah’a aittir. Kulun da mazhar düştüğü Subuti sıfatlar ise sekizdir. Hatırlayacak olursak; hayat, ilim, sem’, basar, irade, kudret, kelam ve tekvin. Bunların hepsi tevhid edilir, tek’e düşürülür, Hakk’a nisbet edilir, kulun zan, acaba ve vehmiyle kurduğu nisbet fiil ve nisbet sıfattan kurtulunur. Lakin vücud=zat bir ve tek olduğundan onun sadece tek olduğu şuhud ve müşahede edilir. Bazı arifler bu hususu şuna benzetirler. Bu bizim suretlerimiz her iki tarafı açık birer boş şişe gibidir, deryaya bırakılmıştır. İşte bu şişelere deniz suyu nasıl girerse bu suretlere de Hakk’ın ruhu öyle girmiştir. Bir zat, çok suret. Yalnız burada girme sözü ifade-i meram için kullanılmıştır. Yoksa Tevhid’de hulul ve ittihad yoktur. Çünkü “Hakk’ın vechinden=zatından gayrı  bir şey yoktur.”(Rahman,55/27)

Gelelim bizim Yunus’a… İlahisinde ana fikir zikrullah. Rahmet deryası derken demek ki fenafillahı taşırmış ve ne kadar asi varsa hepsi bu deryada gark olmuş, boğulmuş. Zahiren Hz.Nuh Tufanı ve Hz.Musa’nın Kızıldeniz’i geçme olayı misal verilebilir. Fakat şimdi de dünya kadar asi var, hepsi ayakta. O zaman ne olacak!.. Yıllar önce İstanbul’da Hafız Ahmet Soyyiğit Ef.miz bir sohbetinde şöyle buyurmuştu; “Süleyman Çelebi Hz.leri Mevlüt’te diyor ki; ‘Doğdu ol saatte ol sultan-ı din / Nura gark oldu semavat ü zemin’. Elhak doğru. Ama dışarıya bakıyoruz şimdi, ortalık karma karışık. Hele bugünlerde toz dumana karışmış. Öldürmeler, bombalar, tutuklamalar, haksızlıklar gırla gidiyor... Say sayabildiğin kadar. Hani gökte ve yerde nur nerede? Dostlar! Dış alemde aramak yerine kendimize dönelim, içimize bakalım, bizde nur yandı mı? Dilimiz zikrullahta, gönlümüz fikrullahta mı? İşte o zaman yer ve gök nur ile dolar. Çünkü insan denilen varlık nüsha-i suğradır, yani kainatın küçültülmüş şeklidir. Gelin kendimizi=nefsimizi mürşidimizin telkiniyle düzeltelim de tepeden tırnağa nur içinde olalım.” Gayet yerinde ve doyurucu bir izah. Şimdi bizde de zikrullah taşarsa, içimizde ne kadar masiva var, hepsi rahmet deryasında gark olur gider, pırıl pırıl oluruz. Süleyman Çelebi Hz.leri Fahr-i kainat Efendimiz Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında ne diyor, kulak verelim. “Nur idi baştan ayağa gövdesi/Nur ayandır nurun olmaz gölgesi” Zikrullah ile temizlenen iç dünyamız fenafillahtan geçerek makam-ı Nur’a vasıl oluyor ve bu şehr-i hakikatta Hak zahir, halk batın şuhud olunuyor.

İç alemimizde nisbet fiil var; ben yapıyorum ile görünüyor. Nisbet sıfat var; ben biliyorum, ben güçlüyüm ile ortada. Nisbet vücud var; ben varım ile meydanda. Ortada hep sahte benlik dolaşıyor. İşte rahmet deryası taştığı zaman, bütün bu benlikler gark oluyor. Cenab-ı Hakk’ın hakiki fail, mevsuf ve mevcud olduğu gün gibi zahir iken, suretlerin benliğini ilan etmesi isyandan başka ne ile izah edilebilir! O halde bizi isyandan kurtaracak olan bir ilahi nefhaya=mesaja kulak verelim ve uzatılan ele yapışalım, cankurtaran simidine tutunalım da gark olup boğulmaktan kurtulalım ve ölümsüzlüğe erişelim. Veya diğer bir ifadeyle asi mesabesindeki nisbetlerimiz gark olup batsın. İlahiyi tümüyle okuduğumuz zaman  işte bu güzellikler karşımıza çıkıyor. Bu açıklamamızı teyiden Ef.Babamız Ahmet Kumanlıoğlu Hz.ne kulak verelim.:

Gezelim diyar diyar/ Terkedelim gayrı yar/Bilelim Allah’tır yar/La ilahe illallah

Fiil Hakk’a verelim/Fail Allah diyelim/Fenayı zevkedelim/La ilahe illallah

Fena sıfat olalım/Tecelliyi bulalım/Mevsufta garkolalım/La ilahe illallah

Tam fenayı bulalım/Hak’la daim olalım/Cümle Hu’da bulalım/La ilahe illallah

Bekada zahirdir Hak/Diyelim hep Ene’l-hak/Bundan gayrı yoktur bak/La ilahe    illallah

Muhammed’i bilelim/Huzuruna girelim/Başka sevgi nidelim/La ilahe illallah

AHMED bul sen fenayı/Hem fenada bekayı/Daim zikret Allah’ı/La ilahe illallah 

Dört kitap: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’dir. La ilahe illallah zikrinde dört kitabın bütün tafsilatı gizlenmiştir. Tevhid ilminde ittihad makamlarının karşılığı olan Cem, Hazretü’l-cem, Cemü’l-cem ve Ahadiyetü’l-cem makamlarının şuhudu alınır. Salik zatından zatına mazhar düşer. Mirac’a yükselir “dena”,  kulluğa iner “fetedella”, iki zevki birleştirir “kabe kavseyn”, noktaya ulaşır “evedna”… Necm suresinde (Necm,53/8-9) zikredilen manevi haller ile hallenir. Hz.Musa, Hz.Davud, Hz.İsa ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in irfaniyetlerini yaşamak bir ehl-i tevhidin can attığı hedefidir ve boynunun borcudur. La ilahe illallah zikri bir dervişe bu zevkleri toplu halde=icmalen sunar. Ayrıntılar ilm-i Tevhidin fena ve beka mertebelerini bir mürşid-i kamilden telkin almakla gerçekleşir ve anlaşılır. Hz.Peygamber (s.a.v.) “huzü’l-ilme min efvahi’r-rical=ilmi ricalin= mürşid-i kamillerin ağzından alınız” buyuruyor. Hak ile hak olma sevdalısı canlar; Melamet erlerinin uygulaması bu doğrultudadır. Mürşidlerinin önünde diz çökerler ve bu hakikatleri peyderpey alırlar. Aynen eshab-ı güzin efendilerimizin Peygamber Efendimize “şecere-i Rıdvan”ın altındaki biatları gibi...(İnc.Fetih,48/18) Efendi  Babamız “Diz çöktüm şeyh önüne/Girdim gönül evine/ Doladığı dilime/ Allah Allah Allah’tır”  deyişinde bu gerçeği vurgular.

“Allah” diyerek zikretmenin insan üzerindeki olumlu etkilerini inceleyen bir araştırıcının değerli tespitlerine dikkat kesilelim şimdi de: Hollandalı bir psikolog olan Vander Hoven Kur’an okumanın ve ALLAH kelimesini tekrar etmenin hastalar ve sağlıklı insanlar üzerindeki etkilerini bulduğunu açıkladı. Hollandalı profesör üç yıldan beri birçok hasta üzerinde araştırma ve çalışma yaparak yeni buluşuna ulaştığını söyledi. Hastalarından bazılarının Müslüman olmadığını, bazılarının da Arapça bilmediğini belirten Hoven, hastalarına ALLAH kelimesini öğrettiğini söyledi. Alınan sonucun çok mükemmel olduğunu, özellikle depresyon ve tansiyon hastalarında çok daha iyi sonuçlar verdiğini belirtti. Profesör Haven ALLAH kelimesini oluşturan harflerin psikolojik hastaların üzerindeki etkilerini açıkladı. ALLAH kelimesinin ilk harfi olan –A- harfi solunum sisteminden direk çıkıyor ve nefes almayı düzenliyor. Damaktan söylenen –L- harfi ise, (Arapçada çıkarıldığı şekilde) dil hafifçe damağın üst kısmına dokunuyor ve çene kısa bir duraklamayla birlikte aynı işlem tekrarlanıyor.(İki –L- harfi olduğu için) Bu işlem nefes alıp vermeyi rahatlatıyor. Son harf olan -H- harfi çıkartılırken akciğer ve kalp arasında bir ilişki oluşuyor ve işlem sonucunda kalp atışları düzeliyor. Bu araştırmayı yapan Hollandalı profesör Müslüman değil, fakat İslam ilimlerine ilgi duyan ve Kur’an-ı Kerim’in sırlarını araştıran bir psikolog. Bu anlamlı araştırmayı internet üzerinden bulup bizlere gönderen Abdülhamit Dönmez kardeşimize çok teşekkür ediyorum. Kendileri ailece Kahramanmaraş’tan bizlere ulaştı ve zikir ve fikir meclisinde yerlerini aldılar. Aramıza “Hoş geldiniz” diyor ve çok arzuladıkları ve de kavuştukları öğretmenlik mesleğinde sağlıklı ve başarılı  ömürler diliyorum. Efendi Babamız Ahmet Kumanlıoğlu Hz.leri ve bütün Hak dostu büyükler bu işi mana yoluyla halletmişler ve bu şifa dolu ilacı takdim etmişler.

Dertlilerin dermanı/Kamillerin fermanı

Ezel-ebed devranı/Allah Allah Allah’tır 

Bu münasebetle Abdülhamit Dönmez kardeşimizden, bizlerle paylaşmasını istirham ettiğim “ yeni alemdeki duygularını” içeren mana dolu yazısını yad-ı cemil olarak siz kıymetli okuyucu dostlarıma takdim ediyorum. 

YENİ ALEMDEKİ DUYGULARIM

Abdülhamit Dönmez

Birdenbire karşıma çıkan “Birdenbire Dergisi”  ve “Bir”e duyduğumuz hasret, aşk ve muhabbet beni sizlere yakınlaştırmıştı. Her bir satırını nakşederek okuduklarım, hal ehlinin yazabileceği şeyler idi. Her bir sayfa ayrı güzel, her bir efendi beni her okuduğumda Hakk’ın dünyasına konuk etmekteydi. Ta ki bir Aralık ayı kış vakti, içimde yanan ateşin beni ta İzmirlere savurmasıyla o kor, Efendi’nin nefesiyle doğru potada benimle beraber erimeye başlayacaktı. O, öyle bir pota ki, enerjisini aşktan alanların ısıttığı bir pota. Dillerin zikrettiği, gönüllerin fikrettiği bir pota. Derken; “Gir içeri” dediler çok şükür bize de. Şimdi nasılım?

Hiç sormayın! Adeta nefes almayı, konuşmayı yeni öğrenen bir bebek gibiyim. Diyaframım henüz dengeye ulaştı. Daha yeni yeni nefes almaya başlıyorum adeta. Henüz yürümeyi tam olarak becerdiğim söylenemez. İnanın öyle. Öyle hissediyorum ki, büyük bir yokluğa bilet almış gibiyim. O bilet ki, adı aşk bileti. Bir tür geçici hezeyan hali sanki!.. Karanlık olan kıblem sanırım aydınlanmaya başlıyor. Sesler ve eşya daha anlamlı şimdilerde. Kulağım O’nun melodisinde! Yanı başıma kadar yakın olanı tanımak için bu yola baş koyanlardanım. Zihnimin içi ise bomboş!.. Zihnimin tellalı işsiz kaldı herhalde.

“Allah, Allah, Allah”  zikrini merhem edindiğinden beri, acılı, ağlamaklı ıstırap çeken gönlüm, daha az ıstırap çeker oldu. Belli ki O ne güzel şey!  Bildiklerim ya da bildiğini zannettiğim şeyler bir bir yok olup gitmekteler zihnimden ve gözümün önünden. Her geçen gün daha da atılıyor üzerimdekiler. O, beni benlikten alacak dosta vardıracak bir bilet. Onun adı aşk biletidir. Tabi ki yol aşk yolu, biz de aşk ile bu yoldayız… Teşekkür …

Kalemine sağlık kardeşim. Size, tevhid ve zikir aşığı can dostlarımıza taşıracakları “rahmet deryasında” feyizler ve aşk yolunda “Hayırlı yolculuklar” diliyorum.

2011 M./1432 H. Mübarek Ramazanınızı ve Bayramınızı kutlar, Birdenbire’mize ve değerli yazar, çalışan ve okurlarına sağlık ve esenlikler dilerim. Cenab-ı Hak yar ve yardımcımız olsun. Amin.

Mutlu olun, mutlu kalın.                             

Karşıyaka-İzmir  07.07.2011 Perşembe

f t g m