Copyright 2024 - MEKSAV

SOHBET 15

Bismillahirrahmanirrahim;

Ölü, hani toprağa gömülüyor ya, onun zevki hiçbir yerde yok çocuklar. Bin tane cennet olsa, o ölümün zevkini bırakıp ta o bin tane cennete bakmazsın. Yemin ediyorum ki bakmazsın!..

“Efendim, biz çok korkuyoruz!..”, Bilmediğiniz için korkuyorsunuz, karanlık görünüyor, perde kalkmadı. Ne der Yunus; “İnsan’ın gözünden kalkarsa perde, Allah görünmeyen bir taraf yoktur!..”.

Mevlâ na çok güzel açıyor. Artık dersler değişiyor. Cenab-ı Hak Hz.; İlmin iki olduğunu beyan ediyor. Zahir ilimde ikidir. Zahir yaratılanlarda zuhura gelen ilimlerin hepsi ikidir. Her yaratılanda iki tane ilim vardır. Kur’an-ı Kerim zahir ilmini bir gösteriyor, manâ ilmini üç gösteriyor ama bütün yaratılanların hepsi iki manâ lıdır. Bir nesnenin iki manâ sını da şerh etmeden anlamak mümkün değildir. Matematik, Biyoloji, Kimya, Tıp, Astronomi olsun, hep ikidir. Okur, okur kitaplardan, Doktor, Mühendis olacak, o anlar onu. Mühendis, Kimyager anlar. Elmayı alın elinize; Bir fiziki yapısı vardır. Nerden hasıl oldu? Topraktan, ama aynı topraktan kiraz’da oluyor, erik, ayva, nar oluyor. O elmayı ısırdığın zaman, görünüşü başka tadı başkadır. Topraktan aldı rengini. Peki tadını nereden aldı? Kiraz’a, Domates’e, Biber’e bakıyoruz, ayrı ayrı. Onun için Ehlullah bire ikiye değil, üçe dörde bölüyor.

Bir Şeriat ilmi. Tarikat, Hakikat, Marifet. Demekki Şeriat olmayınca bunların anlaşılamayacağını beyâ n ediyorlar. Meyva’da, sebze’de, hava’da olduğu gibi, evvela Şeriat. Şeriat’ta bunsuz olmuyor; Bir bina yapıyorsun direkler, temel lâ zım. Bu ilimleri yerli yerine koymak lâzım. İnsanın bir fizik, bir de metafizik yapısı var, birbirinden ayrılmazlar. Fiziki yapı elle tutulur, gözle görülür. Diğeri elle tutulmaz, gözle görülmez, ama inkâ rı da mümkün değildir. Elmanın tadı, boyası gibi!.. Aynı toprak, aynı su, aynı hararet. Şeriat, tarikat, hakikat, marifet. İşte o marifet, bu dördünü hatmettikten sonra, marifet rütbesi var, makamı var. Gaye buraya gelmek. Bir çırak gider ustaya, maksadı o sanatı öğrenmektir ve onun ticaretini yapmak, geçinmektir.

Miraç hadisesi var. Resulullah Efendimiz miraç etti. Ama ne zaman, nasıl oldu?. Biz şeriata girdik, tarikata girdik, güzel, hakikati da anladık, marifet istiyoruz, cambaz gibi oynayalım. Nasıl miraç edelim?.. Mutlaka miraç var ama biz istiyoruz ki, hemen miraç edelim!.. Diyor ki; “Benim öyle bir anım olur ki, kulumla benim arama ne mürsel bir Peygamber, nede mukarreb bir melek giremez. Ben o, o ben olurum”. Bu neyle olur? Ölümle olur!.. Ölüm o kadar güzel, zevklidir ki. O makama geldiğiniz zaman, bin tane cennet olsa dönüp bakarsan insan değilim. “Mazagal basar”, o miraçtan dönerken benim Resulüm. Allahta diyorki; “Benim habibim”. Desin, ne çıkar, kavga yok. Ha O demiş, ha ben demişim!.. Hep böyle. “Gök ehlini gördü ama şaşmadı, gözü sağa sola kaymadı”,diyor. Mazagal basar’ın açıklaması böyle, “Cenneti de, cehennemi de gördü, her şeyi gördü, hiçbir şey onun gözünü kaydırmadı”.

Sakın çocuklar!.. 60 kg fiziki yapısıyla gitmedi, leş var burda yahu!.. Ayet-i Kerime; “-Elem neşrahleke sadrek.... feinne maal usri yüsra inne maal usri yüsra feiza... -Seni biz ameliyat etmedik mi?”. Soruyorlar Niyazi’ye; “Kükreyip duruyordun”, “Kimisini cennete, kimisini cehenneme atıyordun”. Diyor ki Niyazi;

Ben sanırdım alem içre bana hiç yar kalmadı,

Ben beni terk eyledim, baktım ki ağyar kalmadı,

Dost göründü çün ayan,kalmadı bir şey nihan,

Koparsa bu gün tufan, bir katre tufan bana.

Kendini terk etmedikçe miraç mümkün değil!.. Hasan Fehmi Hz. diyor ki; “Mademki Allah her yerde, Muhammed niçin çıktı göklere!”. İnsanın gözünden kalkarsa perde, tanrı görünmeyen bir taraf yoktur diyor.Mürşidler dedi ki bize; “Bak bu işin başı; Mutu kable ente mutu”. İlk verdikleri ders miraçtır. Fenafillah’a uğratıyorlar bizi, teveccühe alır almaz. Diyor ki; “Allah diyeceksin ama sen değil, senden diyen Allah olacak. Zikirde, tevhid-i ef’al de, bütün fiillerin faili Allah’tır”, diyor. ”Bütün sıfatlarda mevsuf Allah’tır”, diyor, “Bütün vücutlarda mevcut Allah’tır”, diyor. Seni nereye davet ediyor mürşidin? Fenafillah’a, miraç’a davet ediyor.

Ehli tevhid’in hepsi miraç etmekte!.. Ama derece derece, kimisi orada, kimisi burada. Hiçbiriniz miraçı inkar edemezsiniz, olmuştur, vardır. 140.000 Peygambere nasip olmamıştır. Yalnız senin Peygamberine ve sana miraç verilmiştir. “Ümmetin miracını kıldık namaz”. “Esselatü miracül müminin”. Mümin kimdir?. Üç gün gelip mürşidin önünde diz çök, onun dediklerini yalan yanlış yap, mümin oldum ha!.. Sakın ha. Namzet oldum de, mektebe girdim de. Çünkü Mümin kimdir? Canım, Hz. Muhammed’dir. Peki, onun öğretmeni kim? Onun öğretmeni Mümin değilse, Hz. Muhammed nasıl mümin oluyor? Öğretmenin gayesi, talebesini kendi rütbesine, mevkisine ulaştırmaktır. Öyleyse; “Müminül müheyminül azizül cabbar mütekebbir süphanallah...”. Şirkten kurtulan yalnız Allah’tır ve O’nun Muhammed’idir. Bizde bu sınıfa girdik. Yalnız ve yalnız... Diyanet Reisi ile, bütün cemaatle karşı karşıya geliyorum. Eğer onlarda da bu ders varsa saddak. Ama görüyorum ki yok, hala daha şeriat nedir, hakikat nedir, tarikat nedir. Bunlar birer makamdır, rütbedir.

İşte biz bu Fenafillah sınıfına dahil olduk. Ne demektir? Allah’ta fani olmak demektir. Allah’a varmak için Tevhid-i Ef’al, Sıfat, Zat’ta yok olmak demektir. Yok olmadan sen nasıl Allah’la sohbet edersin? Nasıl Miraç edersin?. Çok dikkat edin çocuklar. Kur’an-ı Kerim’de; “Ben varsam, başka birşey yoktur”, diyor. “Külli men aleyha fan ve yebka vechü rabbike zülcelali vel ikram”. Bu görünen varlıkların hepsi seraptır, gölgeden ibarettir. Gidiyor; Giden, memnun ki yerinden, kaç yıl oldu dönen yok seferinden. Hepimiz gideceğiz. Evlilik zevkini, çocuk yapma zevkini bizden alsın, 10-20 sene sonra neslimiz kesilir. Nasıl ki O varken hiçbir şey yoktur, derseniz ki; Biz varız, Allah’ta var, böyle şey yok. Bu varlık gölgeden ibarettir, gölgenin vücudu yoktur. Ayet; “Küllü nefsin zaikatül mevt, sümme ileyna turceun”. Ölümü her yaratılan tadacaktır.

“Kalu innâ lillâ hi ve innâ ileyhi raciun”. Kime? Allah’tan geldi ve Allah’a rücu etti. “Yahu daha gençti, tazeydi o, yaşlı olsa !..”. Davete icabet ediniz dedim. Mutlak emirdir bu. Davet edersiniz bizi, arkadaşları davet edersiniz, çok büyük mazeret olmadıkça vaktinden evvel gelin o davete, bir yudum su için, birkaç lokma yeyin!.. O davete kim icabet etmiştir? Ahmet, Mehmet mi? Yok öyle şey. Eden de edilende Allah’tır. “Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım”. Derseniz ki; Kalp ikidir, yine küfre girersiniz. İbretle seyredelim ki; Bir kumarhaneye kumarcılar hemen koşuyor, içki masasına hemen koşuyor. “Eee, orda Allah var”. Yok canım... Orda var bir Allah, ama onun nefsi Allah, şeytanı Allah... Ancak mümin bulur Allah’ı, o davet eder.

Bir misal verelim; Ne güzel, her yerden toplandık, yok bir art niyetimiz, düşüncemiz yok, tek Allah sohbeti... İşte onlar mümindir, müminliğe namzettir. Ve yine dedim ki; Bu mektebe girenler; Müminlik mektebidir burası!.. Bizi buraya getiren bir varlık var . O varlık gidin dedi. Şeriatınız var dedi, birde bana gelen bir yol var dedi, tarikat dendi, birde hakikat var ve marifet var. Doğrudur... Nebatad’ı ve diğer ilimleri de 3’e 4’e böldük. Mutlaka, bu mektebe girenler mutlak ve muhakkak... Şimdi, biraz o ondan, o ondan üstün olabilir, mümin dedin mi, yavaş yavaş, birden değil. Girdi Allah’ın biatına, ona verildi.

Peki; “Efendi, bu alemde Mürşid-i Kamil’i tam dinlemedi, meratip ve makamatı anlamadı, bu alemden göçtü. Bitti mi â lem, kapandı mı mektep?”. Yok, olmaz... Geçen gün ileriye, 14 tane mektep saymışım. Bilmediğim daha ne kadar mektep ve öğretmen var. Onlar yetiştirecek seni. Fenafillah budur işte, ta ki Allah’ta yok olasın!.. Biraz önce Yıldırım Kardeşimiz; “Allah var ve başka bir şey yok”, dedi. Bunların hepsi yoktu, yine yok olacaklar. Nerede? Allah’ta... Resulullah Efendimiz yok oldu mu? Evet oldu, Fenafillah oldu. Peki biz Resulullah’ın mertebesine erişecek miyiz? Ya ne yapacağız ya!...

Bir öğrencinin gayesi öğretmendeki bütün mâlumatı almaktır. Öyle bir mektebe girdiniz ki; Buranın öğretmenleri tamam, maaşını almış, hepsi hazır. Ve diyor ki; “Bana biat edenler Allah’a biat ettiler”. Hudeybiye’de. Şimdi siz hiç biriniz İbrahim Öçal’a değil Allah’a biat ettiniz. “Ey Habibim, senin eline değen el benim elime değdi, sana verilen söz bana verildi. Onlar ahitlerinden asla dönmezler”. Yine bir hadis var; “O kuluma iki şeyi verir, bir daha da geri almam, 1- Diline doladığım zikri, 2- Gözünden kaldırdığım perde-i gafleti”. İşte onlar alınınca (gaflet perdeleri) Hasan Fehmi Hz. sözü;

Madem ki mevcûddu Allah her yerde,

Muhammed niçin çıktı göklere,

İnsanın yüzünden kalkarsa perde,

Tanrı görünmeyen bir taraf yoktur,

Ne diyor; “Ve lillahil mağribu vel maşriku feeynema tüvellü fesemma vechullah”, nereye baksan... “Bu Niyazi’den de Allah görülür, Arif isen semme vechullahı bul”. Ama biz istiyoruz ki hemen Miraç!.. Diyorum ki; Benim anladığım miracı sana anlatırsam ağır gelir. Senin anlattığın miracı geçtim, çok dinledim ben. Demek ki ilk mertebemiz miraçtır.

Babam dedi ki; “Hırsızlık yapma, yalan söyleme”, meğer 57 yaşıma kadar ömrüm yalanla geçmiş!.. Eyvah dedim. Ne zaman Mürşid-i Kamil’in önüne geldim, ben yalancının tekiymişim dedim. Resulullah Efendimiz ilk defa, mekke’de, medine’de. Birisi geldi, dediki; “Ben onu yaparım, ben bunu yaparım,.”, “Yalan söyleme”, dedi ve yanlarından uzaklaştı... Neymiş o yalan? Allahuekber!..., yahut, Allah!.... Kim söylüyor? Ben... Muhammed diyemedi Allah, sen nasıl diyorsun!..Bakınız ne kadar açıyor, “Fiil Fiilullah, Sıfat Sıfatullah, Vücûd Vücûdullah”, sen nasıl dersin Allah. Fiil, Sıfat, Vücut O’nun. Hangi Sıfat, Vücûd’la söylersin sen Allah diye!.. O söylerse senden tamam... Bir toplantıda dedim ki; “Bir tekiniz Allah desin, kulu kölesi olayım ben onun, çiğnesin beni”, ama nerde!..

Melâmet yoludur bu yol, selamet yoludur. Nedir Melâmet? Aç lûgata bak. Azarlamaktır, kınamaktır. Neyi azarlayacaksın, Ahmedi, Mehmedi mi? Yok canım, sende, Nefsini azarlayacaksın... Cenab-ı Hak kainatı yarattı, vazifesini bitirdi. Hadi, size de iki tane vazife verdi. Okudunuz mu bunu Kur’an-ı Kerim’de? Nedir onlar; Nefsinizi islah ediniz. “Sen etsene yarabbi?..”. Yok öyle şey, armut piş ağzıma düş... Seninde emeğin geçecek. Bir sebze, meyve ekiyorsun, çapalamadan, sulamadan olur mu!.. Kovduğu, lânetlediği, tard ettiği şeytanı da bize musallat etti. Bunu da ıslah et diyor. Çünkü seni Allah’tan alıkoyan bu ikisidir. Öldür demiyor. İşte bizim ilk dersimiz Fenafillah. “Mutu kable ente mutu”, işte o ölmeden evvel öldüğün zaman, Miraç... İşte o ölmeden evvel öldüğün zaman bin tane cennet olsa dönüp bakmazsın. “Mazagal basar”, gönül kaymaz. Ölüm bu kadar güzel şeymiş, ama hala korkutuyorsa ölüm bizi, olamadık daha. Müjdeler olsun size, diyor. Halâ anlamıyor muyuz. Anlattıklarımın hepsi bu şeriatın içinde...

Dört tane imamı vardı ihvandan benim efendimin. Dedi ki; “Tahir Büyükkörükçü geldi, Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda konuşacaklar, emir veriyorum dördünüzde gideceksiniz”. “Gittik, kaçtık geldik”, diyorlar. Efendi; “Biz size emir verdik”, diyor, “Gittik, geldik”, diyorlar... Bir misal; Çocuk ana rahminden gelir, ağlar. 9 ay 10 gün kan yedi, irin yedi. Dön geriye!.. Dönmem.!.. Onun için evvelinden ahiri hayırlıdır... Miraca teşrifte; “Ya Muhammed gel beru”, davet etti Allah, Muhammed de icabet etti. Davet bir nevi miraçtır da. Dönüyor, “Vargit davet et kullarımı, ta gelüben göreler didârımı”, didâr sevgili demektir. İşte biz Allah’ın izniyle...

İnsanda Kuvvet, Kudret, Semî , Basar, hiçbir şey yoktur. Ama iman edenlerde her şey var, neler yok ki onlarda. Bizde yok. “Yuhibbuhüm ve yuhibbunehu”. Bir gün hoca efendiye dedim ki; “Allah mı bizi sevecek, biz mi Allah’ı?”, “Hacı efendi, sen delirmişsin”, dedi, “Neden”, dedim, “Biz seveceğiz, biz”, dedi, “Kalkacağız seher vaktinde, abdest alacağız, namaz kılacağız ve ağlayacağız ki; O Rabbülalemin’in huzuruna çıkabilelim, gel diyebilsin bize”. Bende öyle biliyordum, doğru söylüyor. Dedim ki; “Şöyle bir ayet var; Yuhibbuhüm ve Yuhibbunehu, Biz onları sevmedikçe, onlar bizi sevemezler”, diyor. Durdu, birşey demedi... Ne diyor şimdi Hasan Fehmi Hz. açıklamasında; “Kulun kudreti yoktur sultan katına varmaya, O dilerse celbeder yanına”.

Bu selahiyet kainatın efendisi Hz. Muhammed’e verilmedi!.. Öyle bir Muhammed ki O, “Ene beşerun mislüküm- Bende sizler gibi beşerim ama bana vahiy gelir”. Orada ince bir şey var, “Emri minküm”, mesele orda, Muhammed’in dediği olur, ama Allah emrederse!.. Demek ki iki Muhammed var, biri zahiri Muhammed, diğeri manâ Muhammed’i. İşte manâ Muhammed’i miraç etti, ona teslim etti, biz zannediyoruz ki; Bizim gibi, 60 kiloluk, ama değil öyle, öyle değil!...

Fehmi Efendi;

Hoca Efendi çıkmış kürsüye anlatıyor; “O Allah, öyle bir Allah’tır ki; Ne yerdedir ne gökte, ne sağdadır ne solda, ne yer ne içer”, Bektaşi dayanamamış; “Hoca, yok diyeceksin ama dilin varmıyor!..”. Şimdi, bize tenzih akidesi öyle işlemiş ki anlatıla, anlatıla; Allah’ı hep ötelere atmışız, hep uzaklara. Halbuki bize bizden daha yakınmış, O’nunla yer, O’nunla içer, O’nunla yatar, O’nunla kalkarmışız, O’ndan bihaber yaşarmışız. Ne zamanki, uyurduk uyardılar, diriye saydılar bizi. İnsanlarda uykudaymış, ölünce uyanıyorlarmış. Hadistir bu. Bir uykudaydık. Bir öldük bir doğduk. Anne rahminde uykudaydık, bir doğum yaptık bu dünya’ya geldik. Bu dünya’da yine uykudaymışız, ölünce uyanacakmışız.

Peygamber Efendimiz diyor ki; “Siz uykudaymışsınız madem ölünce uyanacakmışsınız, gelin bu işi izdirari, yani ecel vakti gelmeden önce ”Mutu kable ente mutu” siz ölmezden evvel ölünüzki uyanmakta geç kalmış olmayasınız, önceden uyanmış olasınız”. Neye karşı uyanacaksınız? Cenab-ı Hak’ka karşı onu bilme, tanıma babında uyanacaksınız. Ayet-i Kerime; “Nerede olursanız olun, isterse sağlam kalelerde olun, ölüm size ulaşacaktır”. Siz, ancak Allah murad eder, isterse korunursunuz. En ufak bir vesile ile sizi korur. Cenab-ı Hak bizi izdirari ölümle uyandırdıktan sonra, o zaman geç kalmış da olabiliriz. Kâ firin pişmanlığını anlatırken öyle der, Ayeti Kerime; “Keşke toprak olaydım. Yarabbi tekrar beni döndür geriye, gör senin için ne amellerde bulunacağım”. Ama artık iş işten geçmiştir. Keşke’nin zamanı geçmiştir. Öyle ise nedameti oraya bırakacağımıza buraya alalım, orada ferih, fahur yaşama imkanını elde edelim.

Kim korkar ölümden? Ölüme hazırlıklı olmayanlar, ölümün tadını bilmeyenler, çünkü ölüm yokluk değil tadılacak bir şey. Ayeti kerime; “Her nefis ölümü tadacaktır”. Yok olmuyorsunuz, belki bir alem değiştiriyorsunuz. Alemi dünyadan alemi ahirete intikal etmiş oluyorsunuz. Onun için amentü’de; “Vel basu badel mevt hakkun”. Vel basu badel kıyamet değil, bazıları bu -baas- dirilmeyi dünyanın kıyameti kopacak, ondan sonra haşr, neşr olacak, ondan sonra hesap kitap, o zaman dirileceğiz, o zamana kadar iş bitmiştir şeklinde alıyorlar. Bu yanlıştır. Vel basu badel mevt. Mevt’ten sonra Baas ettiririz biz. O ızdırari mevt’ten sonraki baas’ımız başka bir Baas’dır. Bir baas’ımız daha oluyor burada ihtiyari ölümle, yine Vel basu badel mevt hakkun diyoruz. Bir dirilişimizde burada oluyor. Bu dirilişi burda yapanlar, gaflet uykusundan uyananlar, kıyameti burada koparmış oluyor. Peygamberimiz buyuruyor; “Kişi öldüğü zaman onun kıyameti kopmuştur”, başka kıyamet beklemesin. Bizim içinde bir kıyamet kopuyor, bir kıyamet koptu. Nasıl? Mürşid-i Kamil’in huzuruna gelmekle, ona biat etmekle, zikri almakla kopuyor. Bir kıyamet daha; Tevhid-i Ef’al, Bir kıyamet daha; Tevhid-i Sıfat, Bir daha; Tevhid-i Zat. İşte ondan sonra; “Vel basu badel mevt hakkun”, diyebilirsiniz artık, ”Eşhedü enlâ ilâ he illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve resuluhü”, diyebilirsiniz.

İslamın şartları bize anlatılırken ilk önce Kelime-i Şehadet’ten başlarız. Bu işin kelimesidir, adımıdır.İslama giriştir, ama iman tam teşekkül etmemiştir. Peki iman nasıl teşekkül edecektir? İmâ n namaz’la, oruç’la, hac’la, zekat’la oluşur. Bütün bunlar Cenab-ı Hak’ka ulaşmakta birer araç, basamaklardır. Tabii, kılmış olduğumuz bu suret namazı ile değil, suret orucu ile değil. Namazın, orucun, haccın ve zekatın hakikatını anlarsak; ki eskiler Efendi’nin bize anlattığı gibi, islamın şartlarını sayarken, değişik bir sıralama yapıyorlar. Biz kelime-i şahadet’i başa koyarız, efendi sona koyuyor. Savm, Sâ lat, Hac, Zekat, ondan sonra Kelime-i Şahadet. Niyazi sultan da diyor ki;

Savm-u sâlat, hac ile sanma biter zahid işin,

İnsan-ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş,

Demek ki namazımız, orucumuz, haccımız, zekatımız şeriatın bize emretmiş olduğu taâ tler. Ameller de bizi hakikata götürecek. Ameller, eğer amelimiz varsa, bunlar sayesinde. Eğer ihlasımızda varsa... Tevhid’i bilmeyebiliriz, yani tevhide girmemişte olabilir insanlar ama içinde bir samimiyet vardır. İkilikte dahi olsa tevhidi zevk etmemişte olsa bir samimiyeti vardır. Bu samimiyeti ile Hoca efendi “Allahuekber” dediğinde koşar camisine, namazını da kılar, bilebildiği, zevk ettiği kadarıyla kılar, Allah’ta onu boş çevirmez.

Hz. Musa’nın çobanı; “Ey Allah’ım başın üşüyor mu senin”, diyormuş, ”ah seni dizime yatırsaydım, saçlarını tarasaydım, bitlerini öldürseydim”. Hz. Musa; “Ey çoban, ne yapıyorsun sen, öyle Allah’mı olur”, der. İyi ama o çoban, o der, hafızası içersinde onun Allah anlayışı öyle. Cenab-ı Hak kudsi hadiste de diyor; “Ben kulumun zannına göreyim”. Hz.Musa ona anlatmaya kalktığında bu defa onun zanlarını yıkıyor. Ama çobanında kabı dar, onun anlatığını alacak kapasite yok çobanda. Ve hemen Hz. Musa’ya ikaz geliyor Cenab-ı Hak’tan; “Sen onunla benim arama girme. O halisane bir şekilde, safiyane, Cenab-ı Hak’ka karşı içini şerh ediyor”.

Öyleyse, onun samimiyetine biz dersek, bu iş böyle olmaz, sen yanlışsın. Onun dünyasını yıkmış oluruz. Bazen yıkarız, eğer yerine yenisini koyamayacaksak, yenisini imâ r edemeyeceksek, bırak o gecekondusunda kalsın, orada o iyidir. Ama gecekondusunu yıkıp yerine daha güzel bir bina inşa edeceksen, yık. Yerine daha güzelini inşaa et. Oda; “Senden Allah razı olsun”, desin. Gecekondusunu da kolay kolay yıktırmak istemiyor. Herkesin bir vücut sarayı var, ona sahip çıkmış. Ama Cenab-ı Resulullah diyorki; “Ya Ebu zer ceddidi sefine- gemini yenile, huzizâ t- azığını al, fe inne sefera baidun- zira sefer uzundur”. Gemini yenile. Gemi şeriat gemisi. Yunus’un dediği gibi; “Niceleri gemiden denize dalmadılar”. Onlarında nasipleri o kadar. Cenab-ı Hak ne kadar nasip, kısmet ettiyse; O sefineden hakikat denizine girer, inci mercan toplar. Ama lütfetmediyse, hani avamın bir ifadesiyle; “Vermeyince mabud, neylesin Sultan Mahmut”. Veren, alan, her şeyi bir mizan dahilinde eviren, çeviren O olunca, bize düşen; O’nun bizim için çizmiş olduğu çerçeve içersinde yaşamaya çalışmak, O’nun rızasına mutabık amellerde bulunmak için O’na yalvarmak, O’na yakarmak.

Zira, hiçbirimiz kendi gücümüz, kendi varlığımızla, ne namaz kılabilir, ne de niyazda bulunabiliriz. Bütün varlık O’na aitse, hangi varlığımızla O’na kulluk edeceğiz!.. Hangi varlığımızla O’na ibadet edeceğiz!.. Ama burda, şeriatın dediklerini de elden bırakmayacağız. Hz. Mevlana’nın buyurduğu gibi, bir ayağımız şeriatte sabit, öbür ayağımızla gez gezebildiğin kadar. Ama şeriati hiçbir zaman ihmâ l etmemek durumundayız. Şeriatin ve Hakikatin birer anlatışları vardır. Efendi bir gün büroya gelmişti; “Cenab-ı Hak, bize manâ yı, maddeyle anlatır”, dedi. Evet, manâ maddeyle anlatılıyor, maddesiz zuhura gelmiyor. Kur’an’da, bir çok ayetlerde manâ birçok sembollerle anlatılır, bizim anlayışımıza yaklaştırılmaya çalışılır. Eğer biz onun zahirini olduğu gibi kabul edersek, hata etmiş oluruz, eksik kalmış olur.Zahirini inkar etmemekle beraber, zahir elde var bir, birde batını olsun, o zaman, fazla mal göz çıkarmaz demişler.

Nice tefsirler yazılmış. Hz. Ali’ye gelmiş birisi, birkaç ayeti tefsir etmiş kendince, onu gösteriyor. Hz. Ali derki; “Eğer şu Fatihayı Şerif’i tefsir etmeye kalksam 70 deve yükü kitap yazarım”. Bu ne demek? Kur’an’nın zahiri anlamı yanında, o kadar geniş, engin manevi, batın tarafı var ki; Onu da erbabı bize bu sohbetlerde anlatmaya çalışıyor. Bütün sohbetlerde. Kur’an dışında bir şey değildir, hepsi Kur’an’a dayanır. Mürşid-i Kamil’lerin ne kadar sohbeti varsa, asırlardan beri gelen... O Kur’an tefsiri hiçbir zaman bitmez. Ama kağıtlara dökülen hususları yazarsanız 5-10-20 cilt, o orda biter. Ama Natıkıl Kur’an olmuş Mürşid-i Kamil’ler için bir sınır, tahdit söz konusu değil. “Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa yazsa, bir o kadar daha olsa, denizler kurur, kalemler biter ama Rabbinizi kelimeleri bitmez”. Neden? Çünkü Rabbimiz sonlu değil. Ezeli ve ebedi olanın kelamı da, muhabbeti de, sohbeti de bitmez, nihayet (Son) söz konusu olmaz.

İşte, biz şurada O’nun sohbetini yapmaya çalışıyoruz. Mevla bizi bu sohbetlerde daim eylesin, uzak bırakmasın. Zira bu bizim için cehennem olur. Dost meclisleri müminler için cennet bahçeleri. “Siz cennet bahçelerine uğradığınızda meyvelerinden istifade ediniz”. Ama bu cennet bahçeleri de bir takım mekarihlerle çevrili. Hz. Peygamber öyle der; “Cennet mekarihlerle çevrilidir, Cehennem de güzel şeylerle çevrilidir”. Nedir mekarihler? ”Bunlar yeni bir din bulmuş, bunlar zındıktır, mülhiddir, şudur, budur”, şeklinde birtakım ithamlardır. Bunları yapanlar, buraya gelmesi engellenmek istenenler için görevlidir. Herkes bu sohbete, cennete girmek durumunda değil. Nasıl ki Şeytan insanın sağından, solundan, önünden, arkasından geliyor, cennete giden yollarda onların önüne çıkıyorsa; Bu ins’i şeytanlarda bu cennet bahçesine, bazılarının gelmesine mani olmak istiyorlar. Onlarında görevi odur.

Bu cennete hiçbir zaman ulaşamayacaklar bu manilere takılanlar. Hep hayallerindeki, ötelerindeki hûrilerle, gılmanlarla, altından ırmaklar akan cennetleri hayâ l edecekler. Ama, “Bu günkü cennet-i irfan’a dahil olanlar, yarınki vaad olunan hû ri ve gılmanı neylerler”, diyen Hasan Fehmi Hazretlerinin zevkine, muhabbetine ulaşmaları mümkün olmayacak. Neden? Bu dünyada kör olan, hakikati görmeyen, Allah’ı göremeyen, Resulullah’ı göremeyen, orada göreceğim diye boşuna beklemesin.

Efendi;

Allah, herkesin niyetine, kalbine göre bir şeyler ikram eder, ihsan eder. Biz işin en güzeline talibiz. Bu işin en güzeli Tevhid. Eğer daha güzeli varsa, hep beraber ona gidelim. Ama gideceksiniz, gezeceksiniz, konuşacaksınız, bundan daha güzelini bulamayacaksınız...

Bu yolla zikrinizi, fikrinizi, aşkınızı aşkullaha, zikrullaha çevirsin. Şimdi bazı ihvan soruyorlar bana; “Efendi ben ilerleyemedim”. Cevap veriyorum mümkün olduğu kadar. Muharebeyi kazanan öncülerdir. Öncülerdir, gözcülerdir. Nerede ne var? Onlar haber verirler ve muharebe kazanılır. Nerede olduğumuzu, nasıl olduğumuzu bir tek kelime ile; “Zülfünün her teline bağlı bin mecnun, her birini bir yola i’sal eylemiş “ sevk etmiş diyor Hasan Fehmi hazretleri. Bu alemde hepimiz mecnunuz, yaratılanların hepsi mecnundur. O mecnunlar birşey arıyorlar, her biri ayrı ayrı. Zülf, saçın bir teli demektir, ona bağlanmış yüzbin kişi hepsi mecnun. Şimdi şöyle düşünelim 50 bin, 60 bin, 70 bin, 80 bin hepsi ayrı ayrı zülfe bağlanmış gidiyor. Hepsi de memnun yerinden, o da memnun, o da memnun. Bizde mecnunuz, biz de birşey arıyoruz. Ama bu şeyi arayanlar kaç kişi, bak 40 - 50 bin kişi de, arasan arasan 40, 50, 100 kişi 500 kişi. Şimdi yerimiz nerede demeyin, yerinizi tesbit ettiniz. Bak şimdi iki saatten, üç saatten beri içinizden hiç bir art düşünce geçmedi. “Yarın aç kalacam, öbür gün işim ne olacak, filan olacak, filan olacak.” Bu düşünce hiç birinizde yok. Yalnız Allah, Zikir, ilahiler, Kur’anlar, hadisler. Kur’an-ı Kerim diyorki: “ Beni anın, anabildiğiniz kadar anın, beni meth edin, gün doğuncaya kadar, gün batıncaya kadar beni zikredin“ diyor. İşte bu zikir nefsimizden değil, malayaniden değilse, bu zikri yapan O, anılan O olursa... Artık şüphe kalırsa, endişe kalırsa, acaba gelirse daha Kur’an- ı Kerim’e, Allah’a ve onun Resulüne tebliğ edileni tasdik etmedik demektir.

Ne dedi Merkez; “Acaba “dedi “evliyamıdır bu, sohbet ediyor!.” Bir mollası var onun sütunun arkasında. Acaba diyenler... Açıyor, açıyor bunu benim mollada bilmez diyor. Koca evliya, cami hınca hınç dolu sadece iki kişiye hitap ediyor. Birisi molla o da saddak diyor. Somuncu baba! Ulu camininin bitiminde Padişahın damadı Emir Sultan; “sen yapacaksın ilk vaazı”diyor. “Hamudettin Aksarayi varken ben bu vaazı yapamam” diyor. Kim o?, Somuncu baba, “eyvah “diyor” bizi ele verdin.” Geliyor Elham suresine mana veriyor. Emir Sultan diyor ki; ”Birinci manayı anladım, ikinciyi şöyle böyle, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci manayı anlamadım“ diyor. Ve üç kapıdan çıkıyor, üç kapıdan çıktığı zaman; ”Hamudettin hazretlerinin elini öptüm, öptüm!”. Hepsi doğrudur. Yetmiş kişi davet ettiler efendiler, Abdülkadir hazretlerini, yetmişine de “peki” dedi, o akşam yetmişinde de bulundu. Dediler ki; “Elhamdüllillah Abdülkadir hazretleri bizdeydi, bizdeydi, bizdeydi.” Yok mu bunlar? Var efendi, hala aramızda mevcut. Yakında aramızdan ayrılan Mehmet Oruç hazretleri de bunlardan biri idi. Erzurumda... Ruhu şad olsun.

İşte bunlar ulu dağlar gibidir, demir kazıktır da, onlarla idare edilir bu kainat. Ama bu yola girmeden oraya varmak mümkün değil, şeriatsız, tarikatsız, hakikatsız marifet olmaz. Ne olursan ol, ne kadar muhafaza edersen et hükmü ilahi, kaderi ilahi seni bulacaktır. İşte biz bu yolda olalım, Cenabı Hak ne murad ederse kabulümüz olsun. İşte bak 70 - 80 bin kişi içersinde yerimizi... Çağırsalar bizi, çağırsalar eski dostlar bazen bizi; ”Hadi gel gidelim bir kaç kadeh içelim“ diyenler olur. Cesaret edemiyorlar başka!.. Hiçbiriniz gidemezsiniz, niçin gidemezsin? Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’inde diyor ki; ”biz onları aldık, onlar günah işlediler, işlediler ve istiğfar ettiler ve tekrar dünyaya getirdik, onların muhafızı ve müdafii biziz,” Nasıl ki peygamberler ismet sahibi idi, iffet sahibi idi, günahsız dı hiç. İşte bu zümre onlara dahildir...

Çocuklar bizim soframız herkese açık. Mevlana gibi, gel, yüz defa tevbeni boz gel, ama kafi değil, kafi değil. Bir misal vereyim. Mevlana diyor ki; ”istirahat edeceğin zaman yolun kenarında istirahat et, uyur kalırsan kervan geçerse seni alır götürür, ama yoldan dışarıda seni çakallar, tilkiler parçalar”. Şimdi misafirler gelirler, bin defa gelsin. Ayeti kerimede; “Dahil oldular onlar ve kurtuluşa erdiler” diyor. Anlayamazsın! Niçin anlayamazsın? Elbette sende bir aşk var ki, merak var ki geldin, devamını isteyemezsin, istersinde isteyemezsin. Bu yolda Kutta-i tarik vardır. Kutta-i tarik yol kesici demektir, eşkıya demektir. Onlar senin yolunu keserler. Nedir o? Arkadaşların, haldaşların, nefsin, şeytanın. ”Gitme onlara canım, hepsi molla olmuşlar sanki!” Yok öyle şey, yok öyle şey. Kur’an-ı Kerim diyor ki; ”Koşunuz, çalışınız. Çalışanları severim, rızk arayanları severim.” Ama, Allah yolunda, kanaat yolunda. Ne verirse.

Evvelki gün dedim ki, tevhid yolunda... Bir ihvanımız; “Efendi bir şey soracağım” dedi. “Sor evladım” dedim. “Cenab-ı Hak hem iyiliklere hem kötülüklere müsaade ediyor” dedi. “Ne olurdu Özdemir’e (Sabancı) kurşun çekenin eli kuruyaydı ya.” Bir tokat attım. Şaşırdı. Sen bu kadar sohbet dinliyorsun. Sana fail Allah’tır dedik. mevcut allah’tır dedik. O rabbül alemindir. Bütün O rabbül aleminin içinden peygamberler çıkar, evliyalar çıkar. Ve dedi ki; ”Siz iyi bir iş yaparsanız o iş benimdir, benden biliniz, kötü bir iş yaparsanız nefsinizden biliniz.” Güzel işi kendi alıyor, çirkin işide bize yüklüyor!. Demek istiyor ki; ”Öyle bir iman sahibi ol ki senden bir kötülük sadır olmasın, tevessül etme böyle bir cinayete bir fenalığa, o zaman bana inandığını anlarım.” O oraya tabanca sıkarken, yüzbin merhaleden, geçitten geçti . Nefsi; ”At, at, vur, şereftir bu!” Onu çeviremezsin!..

Mevlana Hazretleri geçiyordu sabah namazında, birisini idam etmişler. Gitti ayağının altından öptü. “Ya mevlana cani bu” dediler, “katil.”, “İyi ya” dedi, “Tuttuğu yolun mertebesini bulmuş, makamına ermiş”. Onun için ibret almamız lazım. Mektep bu mektep, çocuklar. Çok koştum çok, okumadığım eser kalmadı. 85 yaşındayım. Nerde bu ilim? Sende, sende. Birgün senin toprağında neşvü nema bulacak. Alemin bahçesindeki meyve benim değil. Onun için bu mektebi irfandır ama hidayet meselesi var. Muradı ilahi olursa gelir yoksa gelmez.

Zaki Baba;

Efendim, tevekkül olayı, en zor olan yönü herhalde islamın, hatta bütün dinlerde, tevhidde de en zor taraf tevekkül herhalde.

Efendi;

O ne güzel mevla, o ne güzel Allah ki; “Ve nimel mevla ve nimel vekil”. O’na tevekkül ediniz. Bir kere bizim işimiz Allah’ı bilmeye çalışmak.

Zaki Baba;

Ama efendim, dilde söylemesi kolay da, eyleme geldiği zaman, fiiliyatta o tevekkülü gösterebilenler köşeyi döndü aslında. Yani öyle kolay değil aslında, o tevekkül olayı. Onun için; “Onlara bir musibet geldiğinde, inna lillah ve inna ileyhi raciun”, derler, deyişi boşuna değil Kur’an-ı Kerim’de.

Efendi;

Bak, ne dedik sohbetimizde; Kınamak yok, nefsinden başkasını azarlamak yok, kendi nefsinde olanı başkasında aramak yok. Hatta tevhide girmeyenleri küçük görmek te yok. Ne diyor erenlerden birisi; “Zahidin zühtün kerih görme, şükret haline. Ol sana ibret nümadır, ilmi hikmet onda var”. Şimdi, aynı seviyede bütün akranlarını istersen, yağma yok. Ve, hiç bir zamanda bulmana, bulmamıza da imkan ve ihtimal yok. Onun için sende bir türlü... Sen de bir saygı, ben de bir saygı. Sen beni anlamaya çalış, ben de seni anlamaya çalışayım. “Mutlaka ve mutlaka beni anlasınlar!” Kattiyen yok. Onun için erenler der ki; “Zevkler ve renkler tartışılmaz”. Benim zevkim ayrı, senin zevki ayrı. Hiçbir zaman bir zevk diğerini tutmaz. Bir anlayış, bir anlayışı tutmaz.

Size dedim ki, bak ağır konuştum; “Tevhidi mürşid-i kamil’de ararsanız bulamazsınız. Mürşid-i kamil’in tevhidi ona ait. Kur’an-ı Kerim’de ararsanız yine bulamazsınız. Hazret-i Fahri Kainat Efendimizde ararsanız tevhidi, yine bulamazsınız”. Dikkat edin, “Allah’ta ararsanız tevhidi, yine bulamazsınız”. Korkmayın!.. Tevhid senindir, senin. Niçin Allah’ta bulamıyorsun? O her an bir şen üzredirde ondan. Her an zevki artar. Nereye kadar? Namütenahi. Bir yerde dursa Allah, yakalayabilirsin.

Hz. İsa’ya dedi ki şeytan; “Çık şu dağa at kendini, kaderde varsa başın kırılır, elin kırılır, yoksa bir şey olmaz”. “Mel’un” dedi, ”Allah’ı bana imtihan mı ettireceksin” dedi. Allah imtihan eder, imtihan edilmez. Emreder, emredilmez. Sual sorar, sual sorulmaz. Resulullah efendimiz; “Tevhidin babası benim ceddim İbrahim Halilullah’tır” der. Sofrada dedim ki; “Resulullah efendimiz Hz. İbrahim’den almış. Hz. İbrahim kimden almış? Ben size söyleyeyim mi?”. Bir papazdan aldı, papazdan. Nasıl aldı canım! Allah’ın ilmi ondadır, bundadır denmez, kimde dilerse ondadır, kabili taksim değildir.

Sofrasında daima birini bulundururdu. Papaz bir gün geldi oturuyor, yediler içtiler. “Ne olur” dedi, ”bak, yedik içtik. Allah’a şükredelim, la ilahe illallah diyelim”. Papaz kaçtı... “Ya İbrahim, 60 seneden beri biz onu besliyoruz, bir gün teklif etmedik” dedi, “iki lokma yediriyorsun, burnundan getirdin. Çabuk!”. Koştu, yalvardı yakardı, sırtına bindirdi getirdi. Tevhidi öğretti, yani tevhid, Cenab-ı Hak’kın yarattıklarının hepsini birleyeceksin. O tabanca çekeni de, öleni de...

Vazife görmüştür onlar. Ne vazifesi gördüler? Ef’al’i ilahiye’yi onlar tatbik ettiler. Bizim, fail Allah’tır, mefsuf Allah’tır, mevcut Allah’tır dersimiz var ya. O tatbik etti, bize gösteriyor. Yapabilirmisin sen? O yapıyor. Niçin, neden yok. Onun için ne diyor Hafız Ömer Efendi; “Tevhide manidir, bildiğin tevhid bile”. Ben yirmibeş otuz tane mürşid gezdim, dinledim, yirmisekiz yılda. Hepsine hürmetim saygım var. Baktım, baktım hepsi ayrı bir zevkte, ayrı bir anlayışta.

Bunu Süleyman Çelebi anlatıyor; Resulullah Efendimiz miraçta, her biri bir taatta, kimisi secdede, kimisi kıyamda, kimisi rû kuda, kimisi tesbihte. Biz de öyleyiz, yani bu gördüğün topluluk var ya, tevhidde kimisi orda, kimisi orda, zevkleri ayrı ayrı. O zevklerine dokunma sen onların, şaşırtma onları. O geçenlerinde zevkleri vardı. Hz. Adem’den Hz. Resulullah’a kadar onların da zevkleri vardı. Onlarda anlardı, tevhidi anlardı. Hz. Musa’yı gönderdi Hızır’a. Onun zevkine kadardı İlyas, o da hemen kaçtı... Ve bize anlatıyor şimdi; “La ilahe illallah” yahut “Allah”. Bizim önümüze seriyor gelmiş geçmiş bütün ümmetleri, peygamberleri gösteriyor. Bak, bunlardan ibret al diyor, İncil’den, Tevrat’tan, Zebur’dan...

Bak etrafa diyor, bak neler geldi, hep inkar ettiler. Neyi inkar ettiler çocuklar? Bir insan Allah’ı ve kainatı inkar ettiği zaman, kendini inkar ediyor. Diyorum ki ben; Yaramazdı bu kaşın bir tanesi yeter, bir tanesini sök! Kulağının bir tanesini tıka, konuşma! Hemen ayet-i kerime, Errahman suresi, 28; “febi eyyi ala rabbiküma tükezziban”, hangisini edersiniz bu vucudunuzun, tekzip. Tırnağınızı mı, gözünüzü mü, kaşınızı mı, hangisini?

Ve diyor ki bir ses bize; Karışma şimdi. Karışmadığın, karışamadığın, gücünün yetmediği bir varlık var sende. Çok ya, gücünün yetmediği! Yiyorsun, içiyorsun, diyorsun ki; Benim belim biraz ağrıyor, gözüm biraz az görüyor, kulağım işitmiyor, unutkanlık var bende. Ey ekmek, baklava, börek filan yere fazla git! Dinliyor mu seni? Bir makine var, lazım gelen yere sevk ediyor onu. İşte Allah budur, arama başka türlü, arama başka yerde. Ve, “fi enfüsüküm ve fi afakihim”, Kur’an-ı Kerim’de; Hangisini edersiniz tekzip, edersiniz inkar! Yiyorsunuz kuzu eti, dana eti istiyor, başka şeyler istiyor, istiyor, istiyor. Bunu kim istiyor, sen mi istiyorsun? Yok canım. Bir isteyen var, isteyen O, sen değilsin.

25 yaşındaydım. Birinci Hoca ele aldı beni. “Bu mevlitlerin hiçbirisi kabul değil!”, “Neden Karaoğlan”, “Allah aç!“. O bendedir. Gıdaları isteyen, lokmaları... Bir kuru şeker veriyorsun. Başka! Ballı börekli, pilav, kuzu eti, başka. Bulmazsa yemiyor ama bulsa yer. Neden! Bunu bilerek mi söylüyorum ben! Bak şimdi; Bizde bir misafir var. Bu misafir temiz bir hane ister, pırıl pırıl bir hane ister, sıhhatli bir hane ister, cılız veremli değil. Güler yüzlü, tatlı dilli... O’da burada misafirdir. Onun için bu gün sohbetimin çoğunu misafire ayırdım. Velhasıl kelam, dahası var, dahası var, bereket versin. Öyle bir deliye düştünüz ki, öyle bir abdal’a düştünüz ki, açıyor, açıyor. Bana ikazlar var; Çok açıyorsun. Ne yapayım. Bak ne diyorum; Allah’la dost olmadın, olamadın. Tevekkül yapamadın, itimat kesbetmedin. Düşün ki, O dediğini hemen yapıyor, hiç şüphesiz, ne kadar muhafız olursa olsun. Niye sen ondan istediğin zaman sana vermesin, soruyorum sana? Verecek, vermeye mecburdur!.. Sen O, O sen olmadıkça olmaz...

Zaki Baba;

Geçen gün kendi kendime tefekkür ediyordum, “düşünce” üzerine düşünüyordum. Allah-u taala’nın “küntü kenzi” olayındaki halde, bizim ve kainatın, yaratılan mahlukların yani hadis olarak yaratılmış ne varsa, onların yerini yerleştirmeye, düşünmeye çalışıyordum. Acaba düşüncedeki yerimiz nasıl bir olay! Yani kesafet olayına girer mi, Salim’ler gelse de sorsam onlara bilimsel olarak. Allah-u teala kabul etti de geldiler. Düşüncenin yeri nedir efendim?

Efendi;

Akıl ile hiç bir yere varılmaz. “Akıl” diyor, “heyhuladır, malayanidir”. Ne diyor Beyazid-i Bestami hazretleri; “ Mürşidi olmayanın ilmi boştur, hayaldir”. Bu hayalden kurtulmak için aklı bırakmak lazım.

Zaki Baba;

Şimdi efendim buraya nereden geldik onu anlatayım, sonra bunu sohbete konu yaparsanız seviniriz. Şimdi, namaz kılarken filan biliyorsunuz, Peygamber efendimizin zamanında da aynı olay olmuş, Hz. Ali ile. “Ben, ya Resulullah aklıma hiç bir şey getirmeden, tam anlamıyla miraç eder gibi namaz kılabilirim” dedi. “Kılarsan, develerden birini sana veririm” dedi. Bütün namaz süresince düşündü, ak devemi kara devemi. Bunu değişik şekillerde anlatıyorlar. Fehmi hocamla İskender vardı, sohbet ediyorduk. Öyle bir anda insanın aklına geliyor. ”Bu düşünceyi” dedim, “engelleyecek bir olay var mı!”. Peygamber efendimiz diyor ya; “Nefis ve Şeytanımı Allahu taalâ müslüman etti”. Ama o istek , arzu o düşünceyi engelleyebilme imkanı yok. Dedim ki; “Acaba engellenebilir mi?”. Çünkü ayet-i kerime diyor ki; “Düşüncelerinizden bile sorumlusunuz”. Biliyorsunuz bu ayet-i kerime inzal olunca ashab-ı kiram korkuyor; “Eyvah, ya Resulullah yandık” diyorlar. Çünkü insanın gönlünden yanlış bir şey, ters bir şey geçmemesine imkan yok. Hemen Peygamber efendimiz hafifletiyor o ayet-i kerime’yi; “Eğer düşünceleriniz eyleme dönüşmezse, ondan sorumlu değilsiniz” diyor. Ondan sohbet ediyorduk ta, aklıma geldi. Dedim ki; “Acaba düşüncenin insan hayatındaki yoğunluğu nedir?”. Hani şeytan.. Peygamber efendimiz diyor ki; “ Şeytan, sizin damarlarınızda dolaşır”, ona inanıyoruz amenna. İşte, nefis, değişik kademelerde gelir. Ama “düşünce” nasıl bir şey onu düşünüyordum. Dedim; “Salim’ler gelsede, Kamil’ler, onu sorsam”. İnsan yaşamında, tevhiddeki yeri nedir? Efendim.

Efendi;

Çok güzel, fevkalade... “Benim bir an’ım olur ki.”. Her an bir şen üzredir, değişiktir an’lar. An’lar malumaliniz, hiç belli olmaz. An demek, çok çok kısa demek. “Benim öyle bir an’ım olur ki, arama ne mürsel bir peygamber, ne mukarrep bir melek giremez. Ben o, o ben olurum”. Hadis-i Şerif... Ne diyor; ”Hak sana senden yakın”, bunu kabul ettik değil mi? “ Sanma gayrı sen seni. Bu suret libasıdır haktan ayıran seni”. İşte, mesele o suret libasından, siret’e dönmek lazım. O suret’in namütenahi ihtiyaçları var, paraya var, ona var, ona var, ne yok ki. Olur mu bunsuz? Olmaz.

Ama bu madde tarafı. Mana tarafı, madde tarafına galebe çaldığı zaman, yönün Allah’a döndü. Dikkat et; Yönün Allah’a döndü. Madde daima altta kalacak, mana üste çıkacaktır. Bu daima böyledir. Madde, manaya hiçbir zaman galebe çalmadı, çalamazda. “Ben bunu istiyorum canım!”. Olur veya olmaz. Ararsın bakkallarda, pazarlarda, yok. Ama manaya döndün; O meyva sende, o meyvayı sen çiğniyorsun, tadını tadıyorsun, mana itibariyle. Gerçi yedin onu, yine istiyorsun, lezzetliydi o, geldi. Madde daima mahkumdur, mana galebe çalar. Şimdi, şu anda Fransa’ya gittin, tahsildesin, arkadaşlar var, çocuklar falan. Konuştun geldin, değil mi? Bu madde değil manadır..

Miraç eden, madde değil manadır. Miraç ettin, geldin. Bu zevkler ne zaman gelecek, ne zaman!.. Şimdi, şöyle tarif edelim. İnsan uykuda, manada kalkar gezer, gezer. Bir manevi iple bağlıdır o, uyandığın zaman girer, veya bir gün girmez, gider mechule. Ne oldu? Leş oldu!.. Daima hüküm ve hikmet sahibidir. İşte, Allah, fiziğin içinde metafiziktir. Bu kainatın, bu alemin fiziki bir yapısı vardır, metafiziği de Allah’tır.

Yakınlaştıralım; Göz, bir et parçasından müteşekkildir, sinirler vardır filan, birbirine bağlıdır. Ve bakıyorsun, kırmızı-beyaz, uzak-yakın! Bu fiziki yapının içinde bir metafizik yapı var. Nedir o? Korkma! Allah’tır O. Kulağın duyuyor, bir zar vardır, bir çekiç vardır, siz daha iyi bilirsiniz. Peki nedir o? Allah’ı arama başka yerde. Daima ufak para yapıyorum çocuklar! Bir kanser mikrobunda diyorum ki; Allah var, bir verem mikrobunda, diyorum ki; Allah Var. Küçücük, gözle görülmez, mikroskopla görülüyor. Ona öyle bir hüner , öyle bir bilgi verdi ki; Üç ay içinde koca bir adamı deviriyor, vazifesi bu. Allah uzakta değil, gözümüzün önünde. Ama görecek göz, işitecek kulak, muhakeme edecek kalp lazım. Bir şey var, çok hoşuma giderdi, benim makamım dı o zaman;

Her ne ki görür gözün bil vech-i Rahman onda var,

Her ne işitse kulağın sırr-ı Subhan onda var,

Baktığınca her bir eşyada bir esmâ görünür,

Her bir esmâ da şüphesiz bir müsemmâ onda var,

O benim makamımdı, o benim, Allah!, bayılırdım. İşte, Allah’ı uzakta aramayın. Allah size sizden daha yakın. Ama uzağa atmışlar, mechule atmışlar, ahirete atmışlar benim Allah’ımı. Yahu benimle geziyor, benimle beraber.

Şekerci Halil Efendi, Tire’ye gitti, amelelik yapıyor. Camiye gitmiş, vaaz dinliyor. Hoca; Kimisini atmış cehenneme, kimisini cennete atmış, atmış.. Dayanamamış Halil Efendi; “A be hoca, ne ka söylersin. Bu ka sormayacak be Allah” diyor. “Eee, ne soracak” diyor Hoca. “Kulum ben sendeydim, sen nerdeydin”... Bak şimdi, biz hala arıyoruz, dedim ya, ilerleyemedik daha tevhidde, bende dahil! Bir de, “Anlayalım tevhidi, anlatalım birbirimize”. Yok öyle şey!. Sen anladın mı ki!.. Hasan Fehmi Hazretleri anlatamadı; Darağacında oturuyorlardı, “Mutu kable ente mutu” dan bahsediyorlardı, bir cenaze geçiyordu. “İşte be” diyor, ”böyle olacaksın. Elin kolun bacağın oynarsa hortlamış derler sana, kaçarlar”. Ölü değil mi canım! Korkutmayacaksın milleti. Ne diyor;

Hak sana senden yakın, sanma gayrı sen seni.

Bu suret libasıdır, haktan ayıran seni.

Ey harabat ebsem ol, çek başına hırkayı,

Zaman ahir zamandır, kimse bilmesin seni.

Bunları bilende dil olmaz! Dil lâ l, akıl da mat olur, anlatamazsın. Diyorum ki zaman zaman, öyle sırlarım var ki, cesaret edemiyorum, ama başladım, isterseniz dağılın. Umurumda bile değil, ama dağılamazsınız. Bu tadı tattınız. Daha evvel olsaydı !.. Şeriatten bahsettim size, yine bahsediyorum. Ama evvela iman. İman istiyorsan buraya geleceksin, Şeriat istiyorsan camiye gideceksin. Biz şeriatı tatbik ettik, 57 sene tatbik ettim ben. Yalan!.. Geldim ben, bak tat burada. Şimdi, anlamadan 57 sene namaz kıldım, anladıktan sonra gitmeyecek miyim camiye! Asıl ben gideceğim camiye şimdi. Anladım, tevhidi anladım, imanı anladım. İman ile, tevhid ile... Oruç’a (Mehmet Oruç) sordum ben, bir alimi, Abdülhamit alimlerinden bir tanesi, “Boş geldi, boş gitti” dedi. İlla Tevhid. Peki, Nakşi’de, Kadiri’de, Rufai’de var mı, var mı? İnşallah olsun. 350 tane tarik var Türkiye’de, mümkün olduğu kadar gittim, tetkik ettim, aradım. Buraya gelenlerde aramıştır. İşte Efendi, tam 30-40 sene Nakşi’de kaldı. Ve efendisi Nazilli’de. Ne zaman geldi, kurtuldu. “Kim derdi Allah” dedim, “Ben derdim” dedi. “Şimdi kim diyor?”, “Ben demiyorum, benden diyen Allah’tır”. Sizin de sevdiğiniz bir makam vardır, “Sırr-ı sübhâ n ondadır”. Ne güzel... Geçtik oradan şimdi...

Allah’ın esmaları, sıfatları 99’ mu dur, evet. Allah bütün işini, icraatını bu sıfatları ile yapar, ve her bir Müslüman’ın bunu bilmesi, ezberlemesi sünnettir çocuklar. Ve tevhid ehlinin bunu çok dikkatli okuması ve anlaması lazımdır. Rezzak’tır O; Kim? Rızık verendir. Hadi’dir O; Hidayet verendir. Mudil’dir O; Delalette bırakır. Artık bunu... Tevhid ehli bunu ezberledi mi, başka soru sormaya lüzum yok.

20 sene evvel Hakim Mehmet bey, ruhu şad olsun; “Sıfat başkadır, zat başkadır. Sıfat’ı zat’a, zat’ı sıfat’a karıştırma” dedi. Dedim ki; “er Rahman Allah’tır. Hakim bey, senin karşına Rahman, Rahim, Malik, Kuddû s, Gaffar isimli (sıfatlı) davalı, davacı gelir. Der ki; ”Hakim bey, benim hakkım var bunda (hakkımı istiyorum)”. “Hak” bir sıfattır. Hiç “Allah”, “Hû ” istiyorum diyen var mı?”. “Yok” dedi.

“Zat” mutlaktır, ama bütün icraatını sıfatları ile yapar. Bunu tevhid ehlinin çok iyi anlaması lazım. Ben bunu çok okudum. Tevhide girmeden, bu nedir, bu nedir?.. İmtihanlar verdim. Sıfat zat’sız, zat sıfat’sız olmaz. Şimdi bunu insana çevirelim. Bizde bir zat var, bir sıfat var. Bir Zaki Baba, bir Fehmi, bir İskender diyoruz. İskender Allah olmaz, ama İskender’de bir Allah var, o zattır o. Nasıl açıklayalım? O zat emretmedikçe İskender’in ne eli oynar, ne ayağı oynar ne de bir harekete geçer. Yakınlaştırayım; Kalkacak, işe gidecek. Der ki bir emir; “Kalk vakit geçiyor, geç kalırsın”. O akıl, o mefkure, o metafizik emreder. Ondan sonra fiil başlar. “Ceketim nerde” filan, harekete geçer el ayak. Ama bu bir muhakemeden geçer, buna intikal derler ve harekete geçeceksin, elin ayağın filan... Bu sıfatlar zatın emri ile; “Gideceksin, göreceksin... Çocuklar işe başlamadınız mı daha?”. Kelam başladı, göz gördü, kulak işitti... Kimin emri bu? Zat’ın emri, O zatın emri olmayanları görüyoruz; Akılları yok, şuurları yok, gideceği yeri bilmiyor, yiyeceği yemeği bilmiyor. Bilmiyor, neden? Zat yok onda. Gösteriyor bize. Demek ki; İnsan hem zat’mış, hem sıfat’mış. Sıfat, fiziki yapımız, Zat’ta mefkuremiz.

Öyleyse dön rabbine, dön secdeye. Secde o zaman lazımdır. Kuru kuruya secde etmişsin!.. Ne diyor; “feveylün lilmüsallin, ellezine hüm an salâ tihim sâ hun”. Paçavra gibi suratına atıyor. Niçin? Çünkü onlar bilmediler, onu ittiler, bunu kaktılar ve namaza durdular. Kabul etmiyor. Niçin kabul etmiyor? Evvela inanacaksın. İnanmak kolay değil. Misalleri var; “Bunu bileceksin, bunu bileceksin”, belki yıllarca... Ben ki; Allah’ı 40 yıl inkar ettim. Ama korktum! Şimdi Allah’ı tarif edeyim ben; İnemiyorsun bir kanser mikrobuna, inemiyorsun bir soba borusuna. O’dur be!..

“Ben Allah’ı seviyorum”. Hadi ordan yalancı, sahtekar. “Benim istediğim olmadı!” Kimsin sen be!.. “İçini almış zevk ve riya, gönlünü şeytan perişan eylemiş”. O elbiselerimiz vardır bizim, naftalinlemezsek ne yapıyor? Berbat. Naftalinle be yahu o şeytanı, nefsini! Ve 10 tane aşereyi mübeşşere vardır Hz. Peygamber zamanında, cennetle müjdelenmiş. Bugün aşağı yukarı bir milyona yakın cennetle müjdelenmiş vardır. “Gireceğim cennete” diyenler vardır. Hele vermesin o cenneti. Ne yaparsın? Görür o başına geleni!.. Var mısınız!.. Korkmayın çocuklar, Allah öcü değildir, canavar değildir. Merhamet sahibidir. Bakıyor gözünün içine; “Ne çıkacak bu kulumdan”.

Pısırık insanları sevmem, mert olacaksın, mert. Orda da, orda da!.. Allah’tır o işte... Birisi... selam verdim almıyor. Kabahat mı yaptım!.. Allah rahmet eylesin Oruç Hoca’ya dedim ki, böyle, böyle.. “Efendi” dedi “hadis-i şerif aklına gelmedi mi; Tekebbür edene, tekebbür etmek sadakadır”. Hah, şimdi bak şeriat neler veriyor. Birisine selam... Bir daha selam verirsen namertsin, namert, alçağın birisin sen. Ama selam verirse al. Nedir selam, kimindir selam? Selam Allah’tan Allah’a dır. İşte burda 99 sıfat vardır. Sıfatlara bakacaksın. Nereden bakıyor, nerden kızıyor, nerden veriyor, nerden vermiyor, hepsi burda, gösteriyor. Zor bir işe girdik çocuklar. Ben dedim size; Yol yakınken dönün!..

Kapladı, onsekizbin alemi kapladı. “Hû -Hüve” odur işte, yokluktur O. Şimdi ben anlatıyorum, anlatıyorum, içime bir şüphe giriyor! Bir siz varsınız birde Allah var, olmaz bu! Efendim surettir bunlar.

Surette nem var benim, sirettedir madenim.

Kopsa kıyamet bugün, gelmez perişan bana.

Bu sureti kaldırın. Ne ay var, ne güneş var ne yıldızlar, hiç bir şey yok. Sonra, ne aya, ne güneşe, ne yıldızlara, ne cennete, ne cehenneme itibar etmeyin. Sakın cennete itibar etmeyin, yanarsınız baştan başa. Kurtulayım derken baştan başa yakar sizi. Cehennemden de korkmayın. Ben derim ki; Cennet ve cehennem benim ayağımın altında!.. Niçin? İzah edeyim; Cennet bir mahluktur, cehennem de mahluktur. Yaratılanların hepsi mahluktur. Bunların içerisinde, en muteberi insandır, insan. Muhatap ve karşılaştığı insandır. Aya, güneşe, yıldızlara, cennete, cehenneme, azraile, cebraile, mikaile vermedi kitap be yahu!.. Yapmayın böyle. Tapmayın onlara. Korkmayın onlardan... Siz eşrefi mahluk... Mahluksunuz ama çok yakınlığınız var. Çok yakınlığınız var... Baktıkları zaman, kul kimdir Allah kimdir. Sordular Pir hazretlerine cevap şu; “Birisi mutlak’tır, birisi muvakkat’tır”. Allah’tır ama birisi gelip geçicidir, birisi devamlıdır. O devamlılığı istiyorsan Allah’ta Fena fillah ol... Yok ol ki, ebedi hayata geçesin. Misal; Bütün derelerin gözü denizdedir. Bir zaman yağmur ismini alır, bulut ismini alır, sonra...

SOHBET 16

Bismillahirrahmanirrahim;

Hissem var benim bu kainat’ta. Bu kainat’ta hissem var benim. Beraber yarattık bu kainat’ı. Melekler itiraz ettiler; “Niye yarattın!”, “ Onlara verdiğimi size verseydim çoktan isyan ederdiniz. Yemek verdim, içmek verdim, cinsi münasebet verdim, verdim, verdim. Namütenahi istekler verdim, namütenahi isyanlar verdim, ama size yanlız itaat verdim, nefsaniyet yok. Hanginiz üstünsünüz?”.

İşte bunu duymayan kulak sağırdır, bunu müşahede etmeyen göz kördür, bunu idrak etmeyen kalp mühürlüdür. Niçin kalpleri mühürlüdür onların, gözleri kör, kulakları sağır?.. Bir insan ki; “Allah’la ben konuşmadım, Allah benim muhatabım değil”. Yandı!.. Nasıl insan ki o, Allah’la konuşmuyor, Allah’la muhatap değil... Kiminle muhatapsın, şeytanla mı, nefsinle mi?

Sayısız nimetler verdiği halde inkar ediyorsun. “Febi eyyi â lâ i rabbiküme tükezziban”, tekzip ediyorsun. Kim tekzip etmez? Allah’a muhatap olan, konuşan. Hz. Musa’ya bir ağaçtan, ateşten hitap etti. Ama sana kendinden kendine hitap ediyor. Hitap eden de O, dinleyen de O, anlatan da O. İkinci bir varlık yok... Ve hibeyi, bağışı kendinden başkasına yapmıyor...

Ehli tevhidden başkasına bir hediyesi var derlerse, inanmayın çocuklar. Ne namaz, ne oruç, ne zekat, ne hac, ne kelimeyi şahadet. Ancak haccı O yaparsa, zekatı O verirse, namazı O... O zaman kiminmiş bunlar? “ Sen ben, ben sen olmuşuz hem”. Var mı ikilik? Şu vücut arsanıza bakın, var mı beğenmediğiniz taraf, isyan ettiğiniz? Öyleyse, sen tevhid etmişsin. Tevhid etmeyen, zerresinden kürresine kadar, hiç bir şey yaratmadı ve hiç bir şey nasip etmedi. Firavun’a da verdi mi? Verdi, Ebucehil’e verdi, Ebuleheb’e verdi. İnkar ettiler mi onlar? Etmediler be yahu, etmediler... Ama taklitte kaldılar, taklitte. Tahkike giremediler, böyle konuşamadılar. Allah yakar, bir ayet-i kerime de vardır, “Allah Kahhar’dır”. Kahreder, yakar. Kimi? Tevhid edeni yakacak ha!.. Kendini yakar be, kendini...

Hattızatında o Allah diyordu, biz demiyorduk. Baktı ki, ya! Bizimki hilaf-ı hakikat. Yani hakikat bunlarda, mülkün sahibini sollayıverdik!.. Bak, okudu efendi; “Amma yüşrikin”, yüşrik şirk ehlidir. Şirkten kurtulmadıkça Allah demek mümkün değil, bunu anlat... Ooo! Allah’ın resulü anlatamadı, kainatı teslim alan, maddesiyle manasıyla-, ama hep dua etti O. Bizde dua ediyoruz. O zaman Resulullah efendimizin karşısına çıkardı münafıkları. Bugün yok mu? Var, çok. Allah hidayet etsin. Mülkün sahibi O. İştirak halinde mülkiyet var. O iştirak halindeki mülkiyeti de tek mülkiyete bağlamak için indik. Hala Hz. Musa ile çobanın hikayesi geçerli. “Memnundum bundan ben” dedi, “Bana höşmerim yapıyordu, çarıklarımı dikiyordu, bitlerimi temizliyordu. Ne güzeldi, sevgiden ileri geliyordu” dedi.

O’nun çektiğini bir bilseniz siz, O’nun çektiğini bir bilseniz! Hala da çekmekte! 140 bin Peygamber geldi anlattı, anlayan yok. Hala daha sensin, benim. Ama yetiyor O’na be. Ne diyor; “Lâ ilahe illallah dahalel cennete”. Bir defa lâ ilahe illallah diyenler cennete girdiler, yetiyor O’na. Ne zaman Lâ ilahe illallah diyen bulunmayacak, o zaman kıyamet koptu. Benim kardeşim zannediyor ki; “Ben diyorum ya!“. Senle olmaz. Sen lâ ’da kaldın, haberin yok, “ilahe”, dur bakalım, daha sonra; “illallah”. O diyecek O. Ne güzel söylemiş Oruç (Mehmet Oruç); “Denizden olduğunu unutma ama dalgadan ibaretsin”. Çok güzel...

Ben bir sohbetimde dedim ki,- daha yeniyim ama, tevhidde-; “O duaları sıraya koyar. Nasıl ki bir dairede alttan başlıyoruz” dedim. “ Nereden biliyorsunuz?” dediler, “Nasrettin Hoca’dan”, “Ne yapmış Nasrettin Hoca?” dediler, “Nasrettin Hoca’ya bir çukur kazmışlar, örtmüşler üzerini. Hoca dalgın, dalgın... Düşmüş içerisine. Çocuklar kah kah gülüyorlar. Bir tanesi elebaşı, arka arka gidiyor, hem de gülüyor. Düşüyor ayağı kırılıyor. Hoca daha önce diyor ki; “Allah’ından bulursun”. “Hoca” diyor, ”beddua bu kadar çabuk mu olur?”. “Yok” diyor, ”çabuk olmaz. Bu aldığın beddua eski beddua. Benimki sonra gelecek” diyor.” Onun için dedim; Hemen duayı kabul etmez. Evliyaların sohbetleri Allah sohbetleridir. Nasrettin Hoca deyip geçme onu, hikmet var. Kumanda mevkine gelin çocuklar, kumanda mevkine gelin. Bir zaman, kumanda mevkiinde olanlara saygı göstereceksiniz, hizmet edeceksiniz. İsmail Karadayı kumanda mevkine geldi, o’da talebeydi, şimdi buna geçti. Kumanda mevkiidir bu da, kumanda mevkiidir.

Bütün mesele adresi bilmektedir, adresi. Mürşid-i Kamil adres verir, dinlersin, dinlersin hayretin artar. Mürşid-i Kamil öldü, başka mürşid, o da ölecek. Mürşid-i Kamil sende, senin içinde... Gözlerine, kulaklarına, bütün aza-i cevarihine dikkatle bak, dikkatle dinle. Onlar, kendi fiillerinde, kendi sıfatlarında, kendi vücutlarında yoktur, değillerdir onlar!.. “ Ben istemezdim onların konuşmalarını dinleyim. Ama kulak duydu, göz gördü. İstemezdim onların meclisini ama ayak gitti!” Niçin gitti? Var bir şey. Ya hayır var orda, ya şer var orda. Hayır da senin, şer de senin. İşte öyle bir an gelecek ki, tefrik edeceksin. “ Bu yaramaz. Yarar o, yarar. O kumar lafı, hırsızlık lafı...”. Sen onu sahibine sor bakalım. Sana yaramaz. Sana da yarardı bir zamanlar. Birden bire öyle gel beru!, Ya Muhammed gel beru!.. Mürşid-i Kamil Azrail’dir, Cebrail’dir, Mikail’dir, İsrafil’dir, cennettir, cehennemdir. Öyle bir sıfatları var ki o mürşid-i kamil’in...

Anlatın bakalım çocuklar, anlatın bir şeyler...

Fehmi Efendi;

Diyorsunuz ki efendim; Bir mürşid-i kamil Azrail’dir, Cebrail’dir, Mikail’dir, İsrafil’dir. Anladık. Bir İsrafil, bir kıyametin sû r’unu üflemek için yaratılmış olmamalı. Fakat Azrail’in vazifesi çok, onca insanın ruhunu kabzediyor. Ama ötekilere baktığımız zaman; Bir tanesinin vazifesi Peygamberler’e elçilik, vazifesini yapmış, işi bitti boş oturuyor. Ötekisi yaratılmış bekliyor ki; Kıyametin kopma saati gelsinde bir sû r üflesin.

Efendi;

Aç bakalım kapıyı, aç bakalım. Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil. Kur’an-ı Kerim’de vaz etmiş. Boşuna mı?

Fehmi Efendi;

Siz bizim gözümüzün önüne getiriyorsunuz. Sohbetinizle uzaktakini yakın ediyorsunuz bize. Bizim hayalimizdeki, tasavvurumuzda olan veya afakta olanı diyorum, getiriyorsunuz gözümüzün önüne. Fakat, başka bir sual çıkıyor orta yere. Deniyor ki, işte; “Cebrail akıldır.”. Öyle olunca sırf bu işi enfüsümüze hasredersek, afakta başka bir cebrailden bahsetmeyecek miyiz? Onu inkar cihetine mi gideceğiz?

Efendi;

Katiyen.

Fehmi Efendi;

Aynı şey cennet ve cehennem için de geçerli. Enfüsümüzde bir cennet var, bir cehennem de var, yaşıyoruz bunu. Kabir azabı var, bu kabirde ruh bir azap çekiyor. Hep dersiniz; Kabir bir değil...

Efendi;

Hiçbirşey yok ki; Yanlış, noksan, vs, vs, yaratılmış olsun veya söylenmiş olsun. Ufak yaştan beri söyledim. Bize Cenab-ı Hak namütenahi nimetler verdi ama inkar ettiğimiz de yok, anladığımız da yok.Cebrail AS., Cenab-ı Resulullah efendimize rehberlik etti, öğretti, mürşidlik yaptı. Resulullah efendimiz sonra Cebrail AS’ma mürşidlik yaptı, önderlik yaptı; “Senin dediğin gibi değil ya Cebrail”, ve gösterdi. Bütün bunların (Meleklerin) hizmetleri, çalışmaları, bu vazifeyi almaları İnsan içindir.Ve bunların bütün hizmetlerini Resululah Efendimiz aldı. Resulullah Efendimizden... Bütün peygamberler ışığını, Muhammed’den, almakla beraber, hatm-i meratip edemediler.

İnsan yüklendi bunu, İnsan. “Halakal insan allamehül beyan”, ”Biz kendimizi insanda zuhura getirdik”. Bütün peygamberler, herbiri ayrı ayrı mücizeler gösterdi, onların o kadardı. Elden gelen öğün olmaz, oda vaktinde bulunmaz, derler eskiler. “Benim ümmetimin uluları benii israil peygamberleri gibidir”. Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil Hz. Muhammed’de mündemiç, Cem oldular. Ümmetinde de Mürşid-i Kamil’de. Tevhide girmemiş ne kadar ulema ve udeba varsa onlar hala daha Azrail’in, Cebrail’in, Mikail’in, İsrafil’in sohbetini yaparlar.

Azrail’e, Cebrail’e, Mikail’e, İsrafil’e Kur’an teklif edilmedi... Dağlara, taşlara da teklif edilmedi. İnsan’a teklif edildi. İşte bugün Mürşid-i Kamil anlatıyor. Ve diyor ki; “Sen hizmet ettin” diyor. Kur’an-ı Kerim’in hiçbir ayetini inkar etmek mümkün değil. Ama diyorki; “Biz hile yaparız, hilenin de hakikisini yaparız. Bizim oyunumuza gelmeyin siz”. Hileyi Hû da. Hud’adır, Hud’a. “Sizin hayır zannettiklerinizin arkasında nikbetler vardır, beğenmedikleriniz vardır. Sizin beğenmediklerinizin arkasında hikmetler”. Hep gizlemiştir.

Sözümün bir yerinde dedim ki; Tevhide girdik, 40 yıl daha eşeklik yapmamız lazım, tevhide girmemize rağmen. Ve dedim ki; Biz tevhide kendiliğimizden girmedik. Davet edildik. Büyük Millet Meclisi değil burası, burası Sanayiciler Odası, İthalat- İhracat odası değil burası!.. Al sana, al sana, al sana, hır çıkar, kavga çıkar... Bekle bakalım. Verilecek birşey, hiç şüphe etme. “Leyse lil insani illa ma saa”. Çalıştığı nispette bir mükafat verilecek.. Ona hak kazandığın zaman... Bilmem ki; Alem bir tane değil ki, kaç tane alem var. Bitti mi bu iş, tükendi mi bu iş? Öyle bir esrar-ı İlahiye’ye, öyle bir geniş selahiyetle davetlisin ki, O esrar-ı İlahiye’yi sana açacak, açıyor. Biraz bal çalmış ağzına, mesela Fehmi (Hasan Fehmi Hz.) demiş ki; “Fehmi girmez zahitler cennetine, irfanı kendine cennet eylemiş”. İrfaniyet cenneti varmış, arifiyet cenneti varmış.

Azrail’in o kadar büyük işi var ki, Allah kendini Azrail ile müdafaa ediyor. Herkes diyor ki; “Ben varım !”, alıveriyor canını... Efendiler anlatırlar bir hikaye; Azrail ile arkadaş olmuş birisi, beraber gidiyorlar, geziyorlar yiyorlar içiyorlar. O arkadaş demiş ki; “Azrail kardeş ben senden korkuyorum, bir gün canımı alıverirsin”, ”Emir olmadıkca almam” diyor. Mutlaka bir emir. Oraya gidiyorlar, buraya gidiyorlar filan. Bir su başında karınları acıkıyor, çıkarıyorlar çıkınlarını, yiyorlar. Orada emir geliyor alıyor canını... Arkadaş bunlar şimdi!.. Bir Mürşid-i Kamil’in siz gözü, kulağı, canı, ruhu değilmisiniz? Nasıl kıysın da Mürşid-i Kamil sizin canınızı alsın!.. Onun da alıveriyor canını o su başında. Yollarına devam ediyorlar. “Arkadaş” diyor, “benim bir noksanım var, subaşında bıraktık galiba!”, “Dönelim bakalım” diyor. Dönüyorlar, bakıyorlar ki, birisini öldürmüşler orada, bir leş yatıyor. “Eyvah, burada birisini öldürmüşler”, “Bak dikkatle, sen olmayasın?” diyor. “Benim be yahu, benim!”, “Gir” diyor, “Girmem, girmem!” diyor. Ben size defaatle bunu tekrar ettim. “Eski hayata dönmek istiyorsanız hemen dönün,” dedim. hatırlarmısınız. “Yok “dediniz, “Biz ancak ondan kurtulduk”. Yollarına devam ediyorlar. Can almak bu kadar hafiftir çocuklar...

Tevhide girdin mi, daha zikirdeyken, ef’ali veriyor Mürşid-i Kamil. Diyor ki; “ Ef’al’i ver bakalım”, “Peki efendim”, “Sıfat’ını ver bakalım”, “Peki efendim”, “Canını ver bakalım”, “Peki efendim”... Zevkii... Niye işkence yapmıyor? Allah zulüm etmekten münezzehtir. Çektiniz mi elem, çektiniz mi keder?.. Demek ki, her suretin bir sireti, her maddenin bir manası var. Bu ölümü, Cenab-ı Hak Teala hazretleri, bu aleme gelir gelmez tattırdı bize. Hepimiz bir kuş gibiyiz, bir kuş gibi hafifiz. Neden? Cenab-ı Hak, doğduğumuz günden bu güne kadar hep madde verdi bize. Manayı aldık, maddeyi defettik Manayı aldık, hala daha manayı alıyoruz, maddeyi defediyoruz.

Şimdi, ne güzel taamlar verdi bize. Hepsini, bu taamların, bu vucuda sindirmek, sığdırmak mümkün mü? Yok. İki saat sonra, ifrazat yapmak suretiyle, gerek küçük abdest, gerekse büyük abdestle bu maddeleri atıyoruz. Bize çok küçük bir miktar lazım, biz hepsini birden yiyoruz. Yağlı yiyoruz, tuzlu yiyoruz, ekşi yiyoruz, tatlı yiyoruz. Neden? -Biz araba değiliz, makina değiliz-, biz buraya tevhide geldik, birlemeye geldik. Ne yaratmışsa hepsini yediriyor bize, inkar ediyoruz o başka. Topraktan çıkan ne varsa, -ki toprak’sın sen, su’sun sen, hava’sın sen-, senin ihtiyacın, çünkü tevhid ediyorsun. Topraktan çıkan, Cenab-ı Hak’kın bu alemde yarattığı su, toprak, hava, hararet, senin malın bunlar, onlardan mutlaka istiyorsun. Görmemişsindir öyle sebze, öyle meyva. “Filan meyvadan yedin mi?”, “Yemedim!”. “Aaa! Bi’kere ye”. Hadi, bakıyorsun arıyorsun o’nu. Kuşkonmaz, muşmula, o, bu... Ayrı, ayrı... Ama hepside tevhid etmiş, topraktan çıkmış hepside, tevhid etmiş. İkinci bir tevhid istemiyor!.. Elma’yla, armut’u ağzınıza soktunuz, şeftali’yi soktunuz, ama karma karışık, isyan çıktı! Onları birer, birer yeseydiniz, onlar izhar-ı hal eylerlerdi, ispat-ı vücut eylerlerdi. Benim tevhidim elma, -şeftali-, -kayısı-, -erik-. niye kandırıyorsun beni? Ama kanmıyorsun sen. Niye? Çünkü senin ağzında tevhid etti. Bizim tevhidimizi sen ispat ediyorsun. Bu şeftalidir, bu kayısıdır, bu üzümdür...

Cenab-ı Hak diyor ki; “ Bana bir tane yeter. Tevhid etmiş bir tane yeter”. Tecrübe etti, yüzlerce peygamber gönderdi. Hz. Peygamber’in tevhidine uymadı hiç birisi. İşte O bizde mevcut, Hz. Muhammed mevcut! Firavun mevcut olduğu gibi. Bunu Azrail bilir mi? Bilmez. Neden? Ebsem, dilsizdir onlar. Akılda yoktur onlar da be! Nasıl emretmişse öyle... Daha derini var ama, korkuyorum!.. Neden? Kafirin biri kalkmış, Mürşid’im diye satıyor bize, dersiniz!..Kim getiriyor bunu? Cebrail AS. getiriyor. Nerden alıyor? Allah’tan alıyor, bize getiriyor... İşte bunların bir hile tarafı vardır, bir hakikat tarafı vardır. Bir inkar tarafı vardır, bir ikrar tarafı vardır...

Çalışırsanız bu kainatta inkarı kaldırmak için, uğraşmayın çocuklar. Katiyyen inkarı kaldıramazsınız. Ne inkar kalkar, ne de ikrar kalkar. Beyhude yorulmayın. Neden Ebucehil, neden o, neden o? İçimizde dolu inkar edenler. O inkar edenlerin de katkısı var bu işe. İkrar edenlerin ne kadar varsa, inkar edenlerin de katkısı o nisbette çoktur. Uğraşmayın, didişmeyin. Gözü kör olsun o şeytanın! Allah kahretsin o nefsi! Sakın ha!..

Bak şimdi; İşte bunları tefrik ettiren bize Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil. Şimdi efendi dedi ki; “Cebrail As., Allah’la bizim aramızda vasıta, tebliğ, mürsel”. Azrail ne? Can alıyor. İsrafil? Sû r’u üflüyor, uyandırıyor bizi. Mikail, o ne yapıyor? Yağmur filan yağdırıyor... Ne demiştim bir sohbetimde; “Cenab-ı Hak teala hazretleri hiç bir işini kendisi yapmaz, yaptırır”. Nedir bu? Allah’ın sıfat’larıdır. Zat sıfat’a emreder, sıfat icra-i vazife yapar. Dedim ki; Kapı çalındı. Emir veriyor şimdi burdan; Kapı çalındı. Tepenin üstünde gidecek değilsin, ayaklarınla gideceksin. Ayak kapıyı açmaz, dedim, elinle... Baktın; Göz, hadi bakalım. Kulak!.. Hadi bakalım... Sıfattır bunlar. Anladın, ne istiyor, nerden gelmiş.. Ya!.. Bütün bu kainat ham madde, bu hammaddeyi alın, alın; Mamul hale getirin...

Fehmi Efendi;

Cebrail en sonunda itiraf etmiş; “Eğer ben senin hakikatını bilse idim sana yanaşamazdım”. Hz. Peygamber’e diyor...

Efendi;

İşte ben orasını ebsem geçtim, kapalı geçtim. Ehli Şeriat, baştan başa Allah’ın ve Resulullah’ın emrini harfiyen yerine getirendir... Al bakalım şimdi!... Senin def’inin önünde hintli ile arap oynamaz!.. Hangisi güzel? Buraya gelmeyenler!.. Resululah’ın bütün emirlerini yerine getirirler ama... Şimdi; Helvaya tuz konur mu, konmaz mı! Bilmiyor Fatma teyze. Komşunun tavukları girmiş bahçesine, kovalıyor tavukları; “Kış, kış, helvası tuzsuz karının tavukları” diyor. Komşusu anlıyor; “Hanım hanım, sen helva yapacaksın ama helvaya tuz konmaz” diyor... Ve, ne diyor bir yerde, şimdi, hocalar burada; “Hanımlar, yutmamak kaydı, şartı ile tadabilir, tuzlu mu, değil mi diye (oruçlu iken)”. Değil mi efendim? Bu sattıklarım hep dinlediklerim benim. 60-70 sene hep hocaları dinledim. Yedirmediğim yemek, yedirmediğim balık, iltifat etmediğim kalmadı. Rahmetli Birinci hoca... Motor Hoca vardı, İzmir de, çeşmede. Urla tarafından. “Gel” dedim, “Hoca, sana yemek yedireyim”. Toros Ahmet vardı, bilenler vardır. Götürdüm yemek yiyecek; “Bu, bu, bu, bu, balıkları..”. Her biri yarımşar kilo, yesin, Cennet verecek bana. Hoca da geçiyor, Birinci Hoca. “Ne o Karaoğlan” dedi. “Hoca yemek yiyecek, yemek yediriyorum”. Güldü, güldü rahmetli; “Len Karaoğlan” dedi,”Bunlar doymaz!” dedi. Ya!.. “Bilmez.” Hoca öyle derdi; “Bilmediğini bilmez, bildiğini de bilmez “. Sonra anladık!..

Fehmi Efendi;

Asıl bela, nerden geldiğini bilmemekmiş. Bela veya musibet değil de, musibetin geldiği yeri bilmemek.

Efendi;

Bildin mi, kolay. Bir şey soracaksın İdris efendi, sor.

İdris bey;

Demin aklıma geldi. Şu zamanda çok şükür bir milyonu aşkın müslüman var. Bunu ameli olarak yapanın sayısı azdır. Yunus As.’ın peygamber olarak gönderildiği yer yüz bini aşkın bir şehir, adı biraz sonra aklıma gelir inşaallah... Ninova... Irak’ta imiş. Buranın Efes gibi harabeleri var. Şimdi, iki bölümlük bir peygamberlik. 33 sene Peygamberlik yapıyor iki kişi iman ediyor. Bunlardan biri abid, birisi de alim, özellikleri böyle. Ama daha sonra bir zelle. Moral bozukluğu, can sıkıntısı gibi. Sonrasında bir gemiye biniyor. İşte o gemiden atılması, balık tarafından yutulması var. Daha sonra; “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minel zalimin”. Bu dua ile Cenab-ı Allah affediyor, sonra sahile çıkarılıyor balık tarafından. Şimdi beni düşündüren bu 32-33 sene zarfında iki kişinin iman etmesi. Yani biz herhalde böyle bir zamanda yaşamış olsaydık!.. Yani, o iki kişinin iman etmesi yüz bin kişilik bir şehirde, beni düşündürüyor...

Efendi;

33 senede iki kişiyi iman ettirmek, çok fevkalade iş. Sözlerime çok dikkat etmek lazım. Tevhide gireli ben 28 sene oldu, 33’e az kaldı, iman ettim mi, etmedim mi, iddiasını yapamam! Mevlana; “Bu iş milyonda birdir” diyor. 60 milyonuz şimdi, 60 kişiyi geçemezsin iman edenlerden. İman kolay mı! İmanın peşindeyiz ama iman edebildik mi! Öyle taraflarımız var ki, iman iki para etmiyor. O efendi iki kişiyi çok yapmış.

Nokta-ı nazarım benim, nice alimler, fakihler, neler neler, iman ettik dediler. İmanın ölçüsü vardır efendiler. İmanın endazesi vardır, santimi vardır, milimi vardır. İmanın 300 küsür şubesi vardır. Siz anlattınız bunları, iade ediyorum, ama o değil iman! İmanı anlatayım mı size ben, imanı?.. Serserinin birine çattınız siz, serserinin!.. Serseriyim ben, isterseniz dağılın. “Müminül müheyminül Azizül Cabbarül mütekebbir”, ”Sübhanallahi amma yüşrikün”.

Oruç’a dediler ki, Mehmet Oruç’a, -Gülden Düşen Yaprak, ilk çıkardı-, bütün İstanbul, İzmir; “Ahmaklık, serserilik zamanında yazıldı o” dedi. Ahmaklık, serserilik zamanımda ben bunu İzmir’de ilan ettim. “Eşittir insan, eşittir insan...”. Ettin mi Tevhid? Allah tevhid etti hiç şüphesiz. Milyonlarca insanın isteğine göre veriyor. Sen de var mı bu ilim? Lafa gelmez bu, sohbete gelmez bu. Manadır bu, manayı anlayanlar ancak... Deminden beri diyorum, manasız bir yudum su, bir lokma ekmek vermedi bize, onu anladın mı? Ekmekte mana var, suda mana var, ötekini ifrazat ettin, attın... Ben O, O ben. “Bir an’ım var” diyor, ”Kulumla benim arama ne mürsel bir peygamber, ne mukarreb bir melek giremez. Ben o, o ben olurum “...

“Hayrihi ve şerrihi min Allahi taala vel basu badel mevt”.. Ondan sonra ne diyoruz; “Hakkun eşhedü en la ilahe illallah”. Demek ki, ölmeden evvel eşhedü yok. Zıt gibi görünüyor. Öldükten sonra mezarda şehadet edilir mi? Edilirse o şehadet kabul olur mu? İşte bak anlaşılan ve anlaşılmayan tarafları birleştireceksin. Bu tevhid ile olur. Cenab-ı Hak taala hazretlerinin bahşettiği, ihsan ettiği, kabul ettiği kullarından bunu söyler. Kabul ettiği kişilere Kur’an-ı Kerim’i indirmiştir. “Ben de müslümanım!”. Yok öyle şey. Ya!, müslümansın ama takliden. Her ne kadar Kur’an-ı Kerim müslümanı meth ediyor ama dine davettir bu, gir islam dinine gir. Ayrıca bir münadi daha var. Hangi ayettedir o, çocuklar, ”Münadiyen yunadi lil imani.”, imana davet eden bir tellal vardır, bir çağırıcı vardır ve onların Allah denildiği zaman kalpleri titrer, imanları kuvvetlenir. Oraya geleceksin, “Ya eyyühellezine amenu..”, “Ben iman ettim!”. İnşallah, inşallah. Elimizde olsa!.. Ne yapalım. “Sıkılma ey habibim, sıkılma, çok sıkılıyorsun, çok sıkıyorsun kendini”. Bu günde öyle söylüyor Cenab-ı Hak; “İstermisin tek ümmet yapayım”, ”İstemem yarabbi..”. Anladı tevhidi, anladı zevki...

Biraz evvel tevhidi anlattık, namütenahi meyvalar var, hiç birisinin tadı diğerinde yok, işte tevhid budur. Sende bir türlü, bende bir türlü. “Allah niçin yaratmışta, niçin yapmışta!” Bırak bunları. Sen o kadarcık beyninle kainatın sahibine yol gösteriyorsun...”Böyle olsunda, böyle olsun... Kuramadılar meclisi de böyle oldu!..”. Bırak onları sen, tevhide gel. Ve tevhid ehlinin ömrü çok uzun olur çocuklar. “Ne kadar uzun olur efendi?”. Çok... Sordular bana da, Allah’ın ömrü ne kadarsa, ehli tevhidin ömrü o kadardır. Ölürse Allah, tevhid ölür!.. Ömer kılıcı çekti; “Kim?” dedi. Ebubekir yetişti, öteki yetişti. Ebubekir; “Muhammed öldü, Allah ölmez” dedi.

Peki... “ Efendi, senin yalanını tutayım mı!..”. Tut ya, şeref verirsin. Benim yalanımı tuttun mu, çıkarırsın mücrimi, kulağından tut çıkar ortaya. Ölüyor ya canım, toprağa giriyor ya!.. Bak ne dedim; “Hayrihi ve şerrihi min Allahi taala vel basu badel mevt”, “Dirilttik ve onlara mevti emrettik”. Hiç mi anlamıyorsun? Anlatmıyor ki, mülkün sahibi anlatmıyor. Bir de diyor ki; “ Haset olanlar, cimri olanlar, pahil olanlar iman edemezler”. Sen niye vermiyorsun yarabbi buna? Cimri yaptın, pahil yaptın!.. Tekrar bize lisan-ı hal’le anlatıyor. Lisan-ı hal nedir çocuklar? Şeriat’tır, şeriat. Şeriatın mani olduğu pek çok yerler var. Tuvalette namaz kılınmaz, şu olmaz, olmaz... Nerede olur? Temiz yerlerde, üstünüzde, başınızda, secde edeceğiniz yerlerde pislik olmayacak. Temiz olacaksın. Temiz olmak için ne yapmak lazım? Tevbe istiğfar etmek lazım. Peki, biz tevbe ettik mi? Buraya gelir gelmez biz, tevbeyi istiğfar ettik, nasuh tevbesi yaptık... “Etmiyor muyuz namazlardan sonra; Tevbe yarabbi, yaptığım gunahları, filan..”. O tevbe, tevbeyi nasuh tevbesi değil. Nefsin tevbesi, zannın tevbesi, enaniyetin tevbesi. Sen Kur’an-ı Kerim’in emrettiği tevbeyi yaptın mı? Kur’an-ı Kerim tevbeyi emretmiyor mu? Ediyor. Ne diyor; “Tubu ilallahi tevbeten nasuha ”. Öyle tevbe ediniz ki, geriye dönüşü olmasın. Kim duyacak bunu, bu tevbeyi kim duyacak? Yine Kur’an-ı Kerim’e müracaat edeceğiz. Eğer sen kendi kendine tevbe etmişsen, tevbe yerini bulmuyor. Ahmet’in, Mehmet’in yanında yapmışsan, Hoca efendinin yanında yapmışsan, camide yapmışsan, o da olmuyor!..

Kimdir o? Açıklayalım bakalım; “Öyle birini gönderdim ki sizin içinizden, ağladığınız zaman ağlar, acınıza ortak olur, kederinize ortak olur, sevincinizi paylaşır”. Kimdir o? Muhammed. Alıyor şimdi Kur’an-ı Kerim’ine Muhammed’ini. “Efendim, 1400 sene evvel emrediyor Muhammed’ine. O Muhammed’de aramızdan çıktı. Olsa biz de tevbe ederdik!..”. Kabahat yine bizim değil, kabahat yine Allah’ın!.. 1400 sene evvel Hudeybiye’de, Mekke’ye tavafa giderken, 1400 kişi, ağacın altında; “Ey habibim, etrafındakilere de ki, biat etsinler, tevbe etsinler. Senin eline değen el, benim elime değdi. Senin dizine değen diz, benim dizime değdi. Sana verilen söz, bana verildi. Onlar ebedi olarak günah işlemeyecekler, işleyemeyecekler. Senden, ben duydum. Deve semerlerinin etrafından bakanlar; “Sonra, biz öğrendik ya..”. Sonrası yok bu işin, sonraya kaldı mı bu iş olmaz. Devam ediyor... Böyle bir tevbe ettin mi? “ 1400 sene evvel yoktuk biz!”. Vardın, vardın! Öyleyse 1400 sene evvel gelen Kur’an-ı Kerim fesh oldu, kalktı! Ne okuyorsun Kur’an’ı, ne kılıyorsun namazı, namazda okuyorsun ya elham’ı!..

İşte, tevbe odur. Biz, hudeybiye’de... ”Ya resulallah, sana Akabe’de biat ettik ya!“. Yok öyle... Çok güzel bir memlekette yaşıyoruz çocuklar. Öyle bir islam diyarında yaşıyoruz ki, Araplar yaşamıyor bu hali, gittim gördüm. TGRT var, tavsiye ediyorum onu dinleyin. Beni dinlemeyin onu dinleyin. Tavsiye etmiyorum, emrediyorum. Açıyor, iman edenleri açıyor. Kimlermiş onlar; “Asr-ı saadet’te, hudeybiyede biat edenler, bir. Hulefayı raşidin efendilerimiz, iki. Ehl-i Beyt, üç. Bir de Aşere, cennetle müjdelenmiş kişiler iman edenlerdir” diyor. Ne güzel... Peki, hem iman etmişler, hemde iman edenleri katletmiş!. “Yarabbi, niye musaade ettin bunlara. Bu sevgililere. Ali’yi, Osman’ı, Ömer’i kestirdin ya!”. Şimdi bunlar, hayrihi ve şerrihi. “Sizin için şer görünenler hayırdır” diyor orada.

“Ya, ben yattım da kalktım da, namaz kıldım da” Tattın mı bu zevki, tatın mı? Namazda bu ilahiyi tattın mı? Göz yaşın aktı mı? Yok... Bir zevktir o, tevhid zevkidir. Yunus bunu anlamış, şöyle diyor;

Ey padişah-ı lem yezel, Ey kadir-u hayyu ezel,

Ey lütfu çok kahrı güzel, Lütfunda hoş kahrında hoş,

Hoştur bana senden gelen, Ya gonca gül yahut diken,

Ya hilat’tır yahut kefen, Nar’ın da hoş nur’un da hoş,

İşte, hayrihi ve şerrihi. Şer yok, hepsi hayır, tevhid bu. “Ben tevhide girdim. Dünyada da bana saltanat verecek..” Veriyor. Ne saltanatını veriyor? İman saltanatını, inanç saltanatını. ”Ya, hasta oldum, belim ağrıyor, başım ağrıyor, ameliyat masasında öldüm ! “. Öl... Bu imanda dinar geçmiyor, para geçmiyor. Can pahası!, Gelebiliyor musun? Gelemezsin. “Namaz kılıyorum ya!”. Hadi canım sen de...

Sakın ha! Küçük görüyorum zannetme. Namaz, Oruç, Zekat, Haç, birer gaye değil, gayeye götüren vasıtadır. Seni bu vasıtalar gayeye eriştirmez. Seni gayeye eriştirecek olan lehimdir, lehim !.. Mutlaka pazarlık var, ibadette, şeriatte pazarlık var! “Ya rabbi, cennetini, cemalini...”. Ehli tevhid teslim olmuştur. Nereye atarsa atsın. Bilir ki ehli tevhid Allah’ın olmadığı bir yer yok ve ehli tevhid şöyle der; “Yarabbi, beni cehenneme atsan da, orada varsın sen, o cehennem bana cennettir. Yarabbi, beni cennete atsanda, orada sen yoksan, orası cehennemdir”. Dedin mi hiç? Yoo, hatırına bile getirmedin. Ama Allah’ın her yerde olduğunu biliyorsun!..

Tevhid işte budur, birlemektir. Tevbe de budur. Peki, “Efendi, bunlar tevhid ehli, bunlar şeriat ehli, bunlar küfür ehli, bunlar..”. Yaramaz mı bunlar? Ehli tevhid bunu birledi efendiler, birledi. Ehli tevhid dedi ki asr-ı saadet’te; “Beni öyle büyüt ki, cehenneme benden başka hiç kimse girmesin” dedi. Bugün niye diyemiyoruz biz! Korkuyoruz, belki sahi olabilir! Olmaz be, O’nun dediği olur... 

SOHBET 17

Bismillahirrahmanirrahim;

Ramazan Efendi;

Ayet; “İnsana mal ve evlat fayda vermez”, ancak kalbi selim olursa, nurlu olursa. Kalp nasıl nurlanacak, faydalanacak? Efendilerimiz zikri telkin ettiler, öyle olacak. Daima zikir; “Allah’ı çok zikrediniz”. Ayakta, otururken, yürürken , her halinizle zikrediniz. Kalp temizlenince malında, evladında fayda verir. Malı helalinden kazanmaz, Allah için harcamazsanız, evladınızı iyi yetiştiremezsiniz. O yüzden kalp temiz olmaz. Ne yapıp yapıp kalbi marazlardan, şirkten temizlemek gerekir. İlacı olarak, deterjan olarak ta Allah’ı zikretmek lazım. Bu kalp temizliği dışa da aksetmelidir. Bazı insanlar; “Sen kalbime bak, kalbim temiz”,derler. Bakalım ama, biz, o insan nasıl hareket ediyor, nasıl davranıyor, ona bakarız. Onun içini görenler vardır ama bizler göremiyoruz. Küpün içinde ne varsa onu sızdırır. Kalp temizse, eli yüzü, bedeni, heryeri tertemiz olması gerekir. Dili de temiz olmalıdır. Müslüman dürüst iş yapmalı. Bir tarikata mensup tevhid ehli daha farklı olmalı. Avamdan bir müslümanla tevhid ehlinin ayrılan yönleri olmalı, yoksa, bu ayrımı yapmanın bir önemi olmaz. Bütün hal ve hareket olarak onlardan farklı olmalıyız.

Fehmi Efendi;

Kalpler, ancak ve ancak Allah’ı zikirle hastalıklardan kurtulur, mutmain olur.Tertemiz olan kalbe sultan oturursa, o vücû ddan kötülük hasıl olmaz. İnsan o zaman insan olur. Sadece, vücûdumuzun, cismaniyetimizin tatmini yoluna gidersek; “Onlar hayvanlar gibidir, hatta onlardan daha aşağı”,oluruz. Hiç olmazsa hayvanlar fıtratlarının gereğini ifa ediyorlar. İnek size sütünü, etini veriyor. Kendisini ikram ediyor. Bizde onun gibi kendimizi ikram etmek zorundayız Allah’a. Çünkü, tüm kainatı insan için halk etmiştir. İnsandır Allah’ı temsil eden.

Niyazi der ki; “Biz beş er idik!”. Beş er ne demek? İnsanda bulunan 5 duyudan bahsediyor. Nefis, Ruh, Sır, Kalb, Hafi’miz. Tevhid mektebine gelenler 1’den 5’e kadar ikmal ettikten sonra diplomasını alır, hayatiyetini devam ettirir. Herkes; “Benim kalbim temiz”, diyor. “ Bana göre”, demek, nefsinin konuşması demektir. Kendini beğendiğin anda, Cenab-ı Hak’kın hukukuna müdahale etmiş oluruz. Evvel O’dur, zahir, ahir, batın O’dur. Biz, kim ve ne olduğumuzu bilmek durumundayız. “Ben cin ve insanı, beni bilsinler tanısınlar diye halk ettim”, diyor Allah. Aslında mümin de kafir de kulluğunu ifa etmektedir. Ancak, mümin kulluğunu bilerek yapar, müşrikse bilmeden yapar. Herkes mizacında amel eder.

Mümin ef’al’inin farkındadır ve bunu Cenab-ı Hak’ka nisbet eder. Mümin; Fiilin sahibi Allah’tır dediği için, kurtulmuştur. Diğerleri bunu diyemedikleri için esfeli safilin de kalmışlardır. İnsanlar, insan olmak istiyorlarsa, kendileri için gösterilen yolda yürümeleri lazımdır. Ta ki menzil-i maksut’a varsınlar. Kim ki Allah’a ulaşmak istiyorsa, salih amel işlesin. İbadetleri ile şirk koşmasın, müşrik olmasın. Bir insan nasıl ibadetleri ile Allah’a şirk koşar? Eğer, bir ibadet eden ve ibadet edilen varsa bu şirktir. Namaz’ın Allah’ındır. Kurban’ında Alah’ındır. Alemleri evirip çeviren, eşi benzeri olmayan Allah’ındır. Hayat O’nundur. Peki, bizim hayatlarımız ne olacak? Burada hemen ikiliğe düşüyoruz. Kör göz hiçbirşeyi görmez, kendinden başka. Hep kendisi için yaşar, kazanır, hep ben, ben der, şeytan’ın ta kendisi olur gider. Bir de şaşı göz vardır. Bir’i iki gören göz. Bir kendileri ve birde kendilerinin haricinde birşeyler, ibadet ettikleri, taptıkları, korktukları Allah vardır. Varlığı iki görürler.

Diğer bir göz vardır. Hep Allah’ı görür. Kendisinden görenin Hakk olduğunun idrakine varmıştır. İşte gören göz budur. ”Gözler O’nu idrak edemez, Gözlerden gören odur”. Kendisi kendisini görür, kendisiyle konuşur. Aynanın karşısına geçseniz, kendinizi görürsünüz. Ayna diyebilir mi, “ Bu görüntü benim!”, diyemez. Biz emaneti sahibine vermeliyiz. Herşey bize emanettir. Emanete ihanet münafıkların alametidir. Münafıklığın alameti 3’tür. 1- Söz verdiği zaman, sözünde durmaz, 2-Emanet verildiği zaman, emanete ihanet eder, 3-Konuştuğunda, yalan konuşur. Efendi diyor ki;” babam şöyle dedi ; “Oğlum, kumar oynama, içki içme, yalan da söyleme”. 57 yaşıma kadar yalan söylemediğimi sanıyordum. Ama ne zaman efendime gittim, o zaman anladım yalan söylediğimi”.

Size verilen emanetlere sahip olun. O zaman işte insan, insan-ı kamil olunur. Efendinin izini kaybetme. Malayani konuşmamak gerekir. Kalp aynı bukalemun gibidir. Her an yer ve konuma göre değişir. Kalpte öyledir. Efendinin sohbetinden dünyevi hiçbir şey gelmez. Ama buradan çıkınca, bazen kendinizi kaybedersiniz. Bu da huzurdan ayrıldığınızı gösterir. Biz her an huzurdayız. O bizi hiç terk etmez, ama biz O’nu terk ediyoruz. “Biz ona sizden yakınız”,diyor. “Biz ona şah damarından daha yakınız”, buyuruyor. Allah bizi bize bırakmasın, yoksa iflasımızın tescili olur. Nefsimizi Allah’a verirsek Muhammedi oluruz. Alanda-satanda O olsun...

Efendi;

Cenab-ı Hak, herşeyi hazırladı, ondan sonra Kün dedi. Tevhid’de, Kur’an’da olanlar vardır. Kur’an’la insan ikiz yaratılmıştır. Ama Kur’an bunları bilmez. Ebsemdir, dilsizdir. Allah diyor ki; “O müminler ki, benim dostumdur”. Allah’ın bir adı da mümin’dir. “Davet et kullarımı”... “Ya Rabbi, niçin böyle yaptın? Niçin kör, sağır ve işitemez yaptın?”. Böyle derseniz küfre gidersiniz. Size tevhid değil, bir şey vermez Allah. Bütün kötülüklerden münezzehtir. “İlm-i Ledün’ü nerden alıyorsunuz?”, dendi, “Kur’an’dan alıyoruz”, dedik... “Cimri olanlar cennet’e giremez”, Allah cimri değildir. Öyleyse insanda bir kabiliyet vardır. Allah buna göre hükmeder, emreder. Mevlana diyor ki; “Suret itibariyle insanlar insan olsaydı; Ebu Cehil’le Muhammed müsavi olurdu”. Allah sizin suretinize değil, siretinize dikkat eder. Afak-ı Kur’aniyye, meyveler, sebzeler, insanlar, aynı dersi görüyor. Birisi hemen anlıyor, birisi 3-5 kerede anlıyor.

Fehmi Efendi;

Yaşadığımız an Asr-ı Saadet’tir. O an bu andır. Sahabe demek, sohbet dinleyen demektir. Sohbetle ihvan yetişir. Peygamberimizin de sahabeleri sohbeti çok seviyorlar ve sürekli gidiyorlar. Hatta bir seferinde yemeğe bile kalıyorlar. Fakat Cenab-ı Peygamber bir türlü kalkın, gidin diyemiyor. Efendi de hiçbir zaman kalkın diyemez. Bazen Zaki Baba, mümin uyanık olur diyor. Her ne kadar aşkımız, isteğimiz olsa da, fedakarlık edip efendinin sağlığını düşünmeliyiz. Nihayetinde ayet nazil oluyor; “Çağrılmadan gitmeyin. Gittiğinizde de fazla kalmayın ve müsaade isteyin, ayrılın. Habibim size söylemekten haya ediyor”. Efendilerin söyleyemediklerini, ben size söyleyeyim...

f t g m