Copyright 2024 - MEKSAV

SOHBET 18

Bismillahirrahmanirrahim;

Bana soruyorlar; “İskender bey Mehdi midir, değil midir?”, diye. “Kızıl şeytandır”, dedim. “Niyazi okuyor musunuz?”, dedim, “Ben Niyazi’yi 50 senedir okuyorum, okuyamadım daha”, dedim. Niyazi diyor ki; “Mehdi gökten etti nüzul, görmediysen sendedir kusur”... Şam’a gittim, Ak minare var orada. O zamanlar 5 yaşındaydım (Tevhit yaşı). Bu mısra aklıma geldi Efendilere açtım biraz. Niyazi der ki; “Şeriatsız hiçbir Veli yâd olmadı”. Hakikat onun içinde, Şeriat başlangıçtır. Şeriatsız hiçbir yere varılmaz. Yalandır. Hem yalan değildir. “Efendi hem yalandır, hem yalan değildir diyorsun!” Allah bir tane olsa gayet kolay ama kaç tane!.. Efendi, bir kere Hasan Fehmi Hz. ne diyor; “Adavet kılma kimseyle(kavga etme), Nefsin yeter sana düşman”. Ta, ömür sona erinceye kadar nefsin bırakmaz. Bütün evliya iştirak etmiştir. “Müslüman’ım diyenler, nefsini Müslüman etsin”, diyor...

Resulullah Efendimiz de; “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz”, diyor. Cihad-ı Asgar, Cihad-ı Ekber... Birde Şeytan’ı musallat etti, Hz. Adem’e. Oldu iki... “Men arefe nefsehu fakat arafe rabbe”. Kim rabbini bildiyse. Nefsini bilen, rabbini bildi. Yani kendini bilmek için, Rabbini bilmek gerekir. Resulullah’a sordular; “Sizde nefis yok mu? Sizde Şeytan yok mu?”, “Nefsimizi Müslüman ettik”, dedi. İmha ettik demedi çocuklar!. Arkadaşlarımız; “Biz nefsimizi öldürdük”, derler. O nefis ki; Senin elini bükemeyen; Sana makam gösterir, yol gösterir o nefis. Sana zulmedemediği zaman; “Eyvallah”, der. Şeytanda öyledir. Ve o nefse uyanlar Kutta-i Tarik’tir. “Efendim, ben anlayamadım”. Anlatmadı sana nefsin!.. “Ben İbadat-ı Taat’ta devam ediyorum”. Et ya!..Nefsi Emmare. Sana emreden nefis. Nefsi Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiyye, Mardiyye, Zekiyye.. “Ey mutmainnül nefs. İrcii”. Nereye? “İla rabbiki radiyyeten merdiyye”. Rabbin varya, sana verilen nefisten razı oldu. “Fedhulu fi ibadi”. Kullarımın arasına gir. “Vedhuli cenneti”. Cennetime gir. Sadakallahulazim.

Misafir; Tevhidin akıldaki tecellisi üzerinde duralım. İslam dinine girmek Kelime-i Şehadet getirmekle olur. “Lâ ilahe illallah muhammeden resulullah”. Böylece ilk adım atılmıştır. Bu tevhit demektir. Yıllar evvel bu tevhide girmiş biri ile yeni girmiş bir insana aklen hitap ediş şeklini anlatmaya çalışacağız. Araf suresi, 54. ayetinde neden, ”Biz yerleri ve gökleri altı günde yarattık”, buyuruyor. Bu altı devreden maksat, Hakkın tecelliyi ilahi’sinin hangi aşamalardan geçip, cisim alemine geldiğini anlatıyor. Kendi Zat’ından Sıfat’ına, Esma’sından Ef’al’ine, Ef’al’inden eserlerine kadar geçen yaradılış... Bu kapı Allah’a açılır. Allah hiçbir kalıba girmediği gibi, söz kalıbına da oturtulamaz...

Efendi;

Her şey bir’i ilan eder. Ettekrarü ahsen velev kane yüz seksen. Tekrar ettiğin şey en güzel şeydir. Ne dedi Bergama’da Hasan Baba bize; “Allah, Allah, Allah dersiniz. Nedir bu?”. Bende dedim ki; “Birin devamıdır”. “Allah”, dedi.

Muhammed göründü, bilinmedi. Allah’ı inkar eden hiçbir kul yok. Geçenlerde bir iftar verdiler ve Meryem Ana’da ikamet eden Papaz’ı da çağırdılar. Tanıştırdılar beni tanıyanlar, memnun oldum. Ben dedim ki; “Hz. Adem benim Peygamberim. Lâ ilahe illallah Adem safiyullah. Lâ ilahe illallah Musa kelimullah. Lâ ilahe illallah İsa ruhullah. Peygamberlerin, gelmiş geçmiş, hepside benim peygamberimdir. Senin peygamberin benim peygamberimdir. Senin kitabın İncil-Tevrat, benim kitabım. Tek bir Allah’a tapıyoruz. İşte bak iftar sofrasına geldin. Ne kadar sevindim. Bu itirafımı, sende bende tasdik ediyoruz. Bütün Peygamberler Allah’ı tanımaya çağırıyor. Burada birleşiyoruz. Ama Muhammed’de niye ayrılıyoruz? Ayrılsanız da, ayrılmasanız da ayrılığın olmadığını sizde bilirsiniz”, dedim, “Sizde,” Lâ ilahe illallah Muhammeden Resulullah”, deyin. Çünkü senin kitabın Muhammed’in gelişini beyan etti. Ama sen İsa’yıda, Musa’yıda inkar ediyorsun, haber vermesine rağmen. Ama ben etmiyorum”, dedim, “O kadar memnunum ki; Sizi hep birlikte görmekten. Allah’ta şahit oluyor”, dedim...

“Sen melek olsaydın ya, meleklerden gelseydin ya!”. Peygamber’e!.. “Sen kimsin. Yiyorsun, içiyorsun, cinsi münasebette bulunuyorsun ve bizi de Allah’a davet ediyorsun. Sana nasıl inanalım. Sana çiftlikler, altınlar verse idi ya!..”. Ey Habibim, sana, sanıyorlar... De ki; “Ben de sizin gibi beşerim, yerim, içerim, evlenirim. Ama bana vahiy gelir”. Dönüyor Mevlana; “Vahiy gelmeyen hiçbir yaratık yoktur. Ama biz edeben vahiy demeyiz ilham deriz”.. Bir Tilki’ye de ilham geliyor. Git diyor, aşır. Kumar oyna, hırsızlığa git.

Allah gayet kolay bilindi. Neyle bilindi? Ef’al’iyle, Sıfat’ıyla, Zat’ıyla bilindi. Peki Muhammed’i bana anlat... Ve diyor ki; “Allah büyüktür”. Kime sorsan... Muhiddin-i Arabi Hz. diyor ki; “Birisi büyük, birisi küçük olmalı ki; ondan farkiyetli, böyle bir şey yoktur.”. Şimdi, birisi dese ki; “Allah yoktur. Böyle bir şey görmedim de, tanımıyorum da”. Ne yaparsın? Sakın kızma. Onun hakkıdır o. Niçin? İdrak-i Ademiyet ’ten. Şair diyor ki; “Güçlüysen, tefekkürü kaldır ademden”. Birçok tefekkürler var. Büyüktür! Nasıl büyüktür?

Gelelim Hz. Muhammed’e, 1400 sene evvel, “Büyüktür”, demiş. Kulak verelim şimdi; “Allahu Ekber”, 4 defa. Niye bir değil 4 defa. Teferruata girmeyelim. “Eşhedü en lâ ilahe illallah”, ben şahadet ederim Allah’ın birliğine. Şimdi, kime diyormuş; “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah”. İki kere. Bir bu aleme, bir gayb alemine. Peki kim tasdik etti? Muhammed tasdik etti.Hiç şüphe yok. Veyahut var diyelim. Öyleyse bu sefer davet ediyor. Kim ki muhammed oldu şahadet getirdi. Nasıl Muhammed olalım ki şahadet getirelim? “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah”. Muhammed görmüş ve şahadet ediyor 1400 senedir... Ve ümmetliğe davet ediyor. Diyor ki; “Var git, davet et kullarımı”. Ve bize Miraç getiriyor. Şimdi; “Onları sizin içinizden seçtik, seçtik te gönderdik”.

Bakara suresinin bir ayetinde diyor ki; “Bu kitap, fevkalade bir kitaptır. Anlayamazsınız, bilemezsiniz. Yalnız Mütteki olanlar içindir”. Her şeyi Allah ham olarak yarattı. Muhammed olmasaydı!.. Bütün hünerler, bilgiler, Kur’an’ı Kerim de dahil. Biraz evvel değindim. Güneş aynaya olduğu gibi aksetseydi, bütün kainat yanardı. Cereyan düşmeseydi, buzdolaplarımız yanardı. Nasıl varalım Muhammed’e?. Şimdi diyor ki; “Sizin içinizden seçtik, seçtik gönderdik. Ve bu kitap mükemmel bir kitaptır”. Misal veriyor. Hepimizin bildiği misaller; Bir terziye veriyorsun çocuğunu. Terzilik sanatından haberi yok. Çocuğum sil, süpür, kahve söyle. Derken, derken; Bu düğmeyi dik, teyelle, sebat ediyor çocuk, anne-baba ’da öyle.. Bir sene, iki sene çıraklıktan kalfalığa geçiyor, kalfalıktan ustalığa.. Bu sefer ustası diyor ki; “İstersen müşterek yapalım”. Meçhul olan, malum oldu. Bir de hiç malumu olmayan... Malumat sahibi olarak yaratıldı bu alem. Bir Kanser mikrobu 3 ayda dev gibi adamı deviriyor. Örümcek, bir köşeyi milimetrik örüyor. Ham maddesi de kendinden. Ağına avını düşürüp, yiyor. Nereden? Gayet basit. Bir tavuk 21 gün yatıyor. Ve zamanı geliyor, gagası ile vuruyor. Şeriat ’ten Hakikate geçiriyor. Biraz gecikse cılk çıkıyor. İşte, bunları tetkik ve tahlil etmeden, “Allah vardır”, diyen. Bilmiyorum ki!.. Annesi-babası dedi ki; “Büyüktür!..”.

Gelelim Yunus’a; “Sen elif dersin hoca?”, manası nedir? İşte bir Vehbi vardır, bir de Kısbi. Vehbi Peygamberlerdir, evliyalardır. Evliyalar iki türlüdür. Birisi kısbi, birisi vehbi. Vehbi, doğuştan, Kısbi, kazanarak demektir. O sende mevcut. Allah’ta mevcut ama karanlıkta. Bir İncir çekirdeğinde, koca bir incir ağacını, dalı ile, budağı ile yaprağıyla, eğer görmüyorsan çekirdekte; Âmâ sın, körsün sen. İşte bunlardan kurtulduktan sonra; “Allah vardır”. Kim öğretiyor? Muallimi Muhammed’dir.

Bana sordu, Hakim Şükrü Bey; “Şimal Kutbuna, Cenub Kutbuna ne Peygamber gitti, ne kitap gitti. Eskimo’lar ne olacak, sual edilecek mi?”. “Tabii. Muhammed orda mevcut, Allah orada mevcut”. Şimdi dedim; “Onlar balık avlamak, ayı avlamakla geçinmekte. Onlarında çocukları var. Avlarını avladıkları zaman bir neşe, bir sevinç. Yiyecekler, çocuklarda yiyecek. İşte o sevinç, o muhabbet, Muhammed’dir. Dolayısıyla Allah’tır. Eğer 3-5 gün aç kalsalar, avlayamasalar; İnliyor çocuklar, kendisi aç. O hal ile bu hal mukayese edilir mi? Onun dersi okadardır”.

Allah’ı bilmek gayet kolay, Muhammed’i bilmek zordur. İşte bu Hû , Hüve var ya... Bu alem yoktur, illa ki Allah vardır. Muhammed yok mu? Yok, Kitap’ta yok... Al bakalım şimdi!.. Hasan Fehmi Hz. diyor ki;

İhtiyacındı bilinmek Fehmi’yi var eyledin,

Ta ezelden bu hitabı söyledin kulağıma.

Kim bildi Allah’ı? Çıktı Muhammed. Adem peygamberdir Hz. Muhammed. Demek ki; Bu alem, biz neyiz, bunlar..? Her şey fanidir. Gölgeden ibarettir. Fiillerde Fail Allah’tır. Sıfatlarda mevsuf Allah’tır. Vücû dlarda Vücû d-u İlahi Allah’tır. Ne yaratılmışsa Allah’ın vücûdudur. İşte Hû yoklukla denirse!.. Bir sen varsın, bir de Allah var, Bundan daha büyük kafirlik, müşriklik yoktur!.. Allah’ı yerine oturt, sonra Muhammed’i ele al. Peki, Evliya ne demektir? İşte onlar iman edenlerdir, hiç kayıtsız teslim olmuşlardır. Peki, onların ibadetleri var mıdır? Dedim ki; Namaz bir gaye değil, Oruç bir gaye değil, Hac bir gaye değil. Nedir? Gayeye götüren vasıtadır. “Bilinmeliğimi arzu ettim”. Hû dedin mi; Yoksun. Kim diyormuş Hû ?.. Sen, 60 kiloluk leşinle, vücûdunla bittin sen!..

Cenab-ı Hak emir veriyor. Oruç emri, oruç tutunuz diyor. Hiç olmazsa senede bir ay bana benzeyin, yemeyin, içmeyin, cinsi münasebette bulunmayın. Gıybet, iftira etmeyin, çekiştirmeyin. Güzel görün, işitin, anlayın. Kötü bir şey yoktur. Ondan sonra Namaz. Oruç tutmayanlar namaza başlamasınlar. A’yı anlamayanlar B’ye geçmesinler. Resulullah’ı, Hudeybiye’de, 1400 sene evvel Kâbe’ye giderken, Kâbe’liler kovdular. Medine’ye Hicret etti ya... Bir ağacın altında oturdular, Hz. Osman’ı gönderdiler; “Tavaf edeceğiz, amacımız bu..”. Ayet geldi o anda; “İnnellezine yubaiune....( Fetih 10)”, Dedi ki; “Ey Habibim, bu 1500 kişi var ya, onları teker teker al huzuruna, sana biat etsinler. Senin dizine değen diz, benim dizime değdi. Senin eline değen el, benim elime değdi. Sana verilen söz, bana verildi”. Hz. Ali’yi koydu kapıya. “Resulullah, biz sana biat ettik ya!..”. Akabe biat’ı yapmışlardı. “Son emir bu”, dedi. Ve orada söz verdiler. “Onları biz himayemiz altına aldık, onlar ebedi olarak günah işleyemezler. Bazıları deve semerlerinin arkasından baktılar; ”Biz sonra biat ederiz”, dediler,” Nasıl olsa öğrendik ya”. İşte bunlar münafıktır, kafirdir”. Tefsir uzundur... Hz. Osman geliyor, mukavele yapıyorlar. Mukavelenin başına; “Allah’ın Resulü Muhammed”, diyor. “Tanımıyoruz, Muhammedi düzelt”. “Ebel Kasım Muhammed”, “O da yok. Sil, sil..”. “Abdullah oğlu Muhammed, yetim olan Muhammed”, “Tamam, yazın”, diyorlar. Dönüyorlar... Ve Hayber Kalesi’nin fethi. O deve semerlerinin etrafından bakıp ta; “Ya Resulullah, biz dükkanlarımızla, mallarımızla, evlatlarımızla kalalım”, “Kalın, kalın!..”. Allah himaye altına alınca ne yapıyor!..

İnsan 3 kısma ayrılmıştır. Baş-Gövde-Bacaklar. Üç şekilde bulunur insanlar, ya ayakta, ya otururlar, ya da yatarlar. Mülkün sahibi Allah’tır. “ Döneceksiniz.”. Döneceksek, varlığımızı niye Allah’a vermiyoruz!.. Bakıyoruz bu vücûdumuza, kainata, bize ait ne var bu dünyada? Hiç... İşte Hû budur. Yapan O, eden O. Dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın...

Bir arkadaşım vardı. Birisi ona ; “Bana cennette 70 tane bakire kız verecekler, dalga geçeceğim”, demiş. “Eee, hanımına ne verecekler”, demiş, “Hanımına da 70 tane gılman, erkek çocuk “, “Ne!.. Ne!.. İstemem vallahi, istemem ben hû ri, hanıma da vermesinler gılman”, demiş... Ne zannettin ya!..

Allah, bir yarattığını bir daha yaratmaz. Tekvin sıfatı vardır O’nun. Eğer İbrahim Öcal gibi bir daha, bir tane daha varsa bu 5.5 milyar insan içinde, ben O Allah’ı kabul etmiyorum, inkar ediyorum...

Cenab-ı Hak ; “Hafızların hepsi cahildir”, buyuruyor. Ancak, bir Ayet-i Kerime’ye mana verir, yaşarsa, o cahillikten kurtulur. İlahide; “Sizde bir türlü, bizde bir türlü”... Bende bir türlü... Herkesin anlayışına saygı duymak lazım. Mevlana diyor ki; “Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır”. Eğer bir dostunda kusur arıyorsan, dost bulamazsın. “Niçin benim zevkime uymuyor?”. Bunu demek benim hakkım değil. Senin hakkın değil bu. Anlayışa bağlı. Resulullah Efendimizin bir Hadis-i Şerif’i vardır; “Siz bildiklerinizin dostu, bilmediklerinizin düşmanı olmayın”, diyor. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Mezhepler dört tanedir. Ama meşrepler çoktur. Cebriye mezhebi vardır. Diyor ki; “Sen Allah’sın ben kulum. Bu kainatı sen yarattın. Tanzim ettin, donattın. Ben güzel bir kulsam, bunun hocası sensin. Kötü bir kulsam, yine hocası sensin”. Bizim böyle demeye hakkımız yok!.. Bektaşi diyor ki; “Ey Allah’ım, ben sana öyle sualler, öyle sualler soracağım ki; Kapatmışsın. Ben hükmederim, hükmedilmem. Sual sorarım, sual sorulmam. Emrederim, emredilmem”. Haksız kimse yok. Hepsi haklı. Nasrettin Hoca’ya davalı geliyor; “Haklısın”, davacı geliyor; “Haklısın”. Karısı soruyor; “Hepsine haklısın dedin! “. “ Sende haklısın”, diyor... Hepimiz haklıyız. Yeter ki mutmain olalım... Allah bize Kur’an’ı gönderiyor. Dört Edilleyi Şeriyye deniyor. Kur’an, Hadis, İcma-i Ümmet, Kıyas-ı Fukaha. Bunların dördünde arayın....

Allah muhafaza etsin, “İbadet ediyoruz”, deriz, “Allah’a yaklaşıyoruz”, deriz. Nicelerinin ayakları kaydı. Abdülkadir Geylani Hz. ’ne geldi şeytan. Hizmet etti. Bir gün; “Yak”, dedi, ”feneri, misafirliğe gideceğiz”. Gidiyorlar... Feneri kendi önüne tutuyor. “Ulan mel’un”, dedi, ”Benim önüme tut. Kendi önüne tutuyorsun”. “Ne..”, dedi mel’un, çarptı yere(feneri), “Ne bildin benim mel’un olduğumu”, dedi. “Dergaha ayak basar basmaz, mel’un olduğunu anladım”, dedi. “Ben nice evliyaları baştan çıkardım, sen onlara benzemiyorsun”, dedi. “Git..”, dedi. Bak şimdi... Kıyas yaptırmaya çalışıyor. “Sen onlardan üstünsün!”... “ Ben onlardan üstünüm ya” dedi mi, bitti...

Papazlar da bu işi yaparlar. Bir gün Abdülkadir Geylani ile oturuyorlar. Papazın bir tanesi dedi ki (Zemheri, Kar yağmış); “Ben, eğer istersem, şimdi size taze üzüm getiririm, yediririm”, dedi. “Hadi”, dendi. Gitti... Hakikaten bir sepet üzüm getirdi. Yediler. “Çok güzelmiş”, dedi papaza, “Hadi, bir daha git, getir”. Gitti, boş geldi; “Yok”, dedi, “İçeri almışlar”. “Duvardan sarkan üzümleri çaldın, getirdin bize”, dedi, ”Lâ ilahe illallah muhammeden resulullah, deyip, kapıdan gireydin, koparaydın olmaz mıydı!..”. Şeytan bir kere burnundan girmiş olmasın, yakalamış olmasın. Dersin ki; “Ben uçuyorum, Falan ediyorum, filan ediyorum!..”. Siz ne yaparsanız, yapın. Allah’ın ikram ettiğini, siz geriye çeviremezsiniz. Mesele Allah’ı bulabilmek. Allah’ı bulmak gayet kolay, Muhammed’i bulmak zor!..

Aramızdan,-Erzincan felaketi oldu-, biri sordu; “Ne oldu Hacı Amca”, dedi. “Allah’ın yapacağı budur”, dedim, “Şimdi, Muhammed orayı onarır”. “Muhammed mi var?”, dedi. “Var ya”, “Nerde?..”, “Demirel”, dedim, diyecek ki; “Koşun, koşun, koşun...”. Allah’ın bir Celâl, bir de Cemâl sıfatı vardır. Bu iki sıfatı ile kainatı idare eder. “Yazel celâ li vel ikram”. Celâl’den sonra ikram doğar. Bütün fiiller iki sıfatın arasındadır. Allah der ki; “Kim beni seviyorum diyorsa, Muhammed’i sevsin”. “Bundan Muhammed olmaz canım!..”. Öyleyse ne yapalım? Büyükler diyor ki; “Her gördüğünü iteleme!..”.

25 yıl evvel Hac’ ca gittim. Ebu Cehil’in evini WC yapmışlar. “Yarabbi”, dedim. 5 yaşındayım, ”Nasıl yapayım tuvaletimi!..”. Evvel Allah lanet etmiş!.. Yaratmış ya... Yunus diyor ki;

Kelde gördük ıtırı Ondan aldık götürü

Yaradılanı severiz Yaradandan ötürü

Ahmet Efendi merhum; “Beni, nefsime bir an bırakma yarabbi”, derdi. Cumartesi, Tevhid-i Ef’al . Pazar, Tevhid-i Sıfat. Pazartesi, Tevhid-i Zat. Salı, Cem. Çarşamba, Hazret-ül Cem. Perşembe, Cem-ül Cem. Cuma günü Bayram. Ne demek? Ef’al’ini Hakka, Sıfat’ını Hakka, Vücûdu’nu Hakka verdin. Hangi Fiilinle, hangi sıfatınla, hangi vücûdunla sevap işleyeceksin, yahut günah işleyeceksin!.. “Yok vücûdum nem bilinmez. Şol ateş nem yandırır”, diyor Fehmi. Şimdi, bu 3 makamı da verdin. Bu sefer gel bakalım. Cem ettiriyor; “Her şey kiminmiş?”, “Seninmiş yarabbi”. Bu makamda kesret-vahdet, vahdet-kesret. Ef’al-Sıfat-Zat kesret alemi, yani çokluk alemi. Cem et bakalım. Bu geceymiş, bu gündüzmüş yok. Gündüz de gündüz, gece de gündüz. Şimdi tevhit ettin, inkar edecek bir zerre yok şimdi. Her zerre zevkini yaşıyor... Gel bakalım, bunları anlaman için ne yapman lazım? Hazret-ül Cem.. Ne dedi Muhammed; “Beş vakit namaz, Oruç, bu, bu, bu...”. Yap bakalım bunları... Yaptın, sonra; Cem-ül Cem. Bütün kainatı, inkar ediyor diyordun. Ebu Cehil-Ebu Leheb. İnkar etmez onlar. Biz müsaade etmedik... Siz göresiniz diye. Onların inkarlarında ikrar vardır. Var mıymış bizim yarattıklarımızı inkar? Yok. Sana kim verdi bu salahiyeti de bizim adımıza konuşuyorsun sen ... “Öyle bir anları olur ki”, diyor, “Onların uyumaları, konuşmaları, yemeleri, içmeleri ibadettir”.

Evvela seni soyuyor! Çıplak mı bıraksın! Setr-i avret, istikbal-i kıble, vakit, niyet, şeriatı tam tatbik. Şeriatta giyinmek olduğu gibi, hakikatte de giyiniliyor. 3 Fena, yokluk. 3’de varlık. Evvela sana hiç olduğunu, bir varlığın var ise, Allah’ın olduğunu anlatıyor. Bu yıllarca devam ediyor. Sonra giydiriyor. Ne ile? Hz. Muhammed’in elbisesini giydiriyor. Bu altı günden sonrada Bayram oluyor. Cuma... Kurban ve Ramazan bayramlarından da üstün. Seni kime teslim ediyor? Ahadiyet, Hz. Muhammed’e. Şimdi oldun Muhammed... Ben Muhammed’i gördüm, konuştum, sohbet ettim!.. Yalan söylemiyorsun... “ Mekke’de Medine’de O!..” Hayır, O sende. Aşıklardan bir tanesi diyor ki;

Hararet nardadır, sac’da değildir

Keramet baştadır, taç’da değildir

Allah’ı ararsan kendinde ara

Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir.

Zuhura geldi. Bu ilim kimindir? Allah’ındır. “Gizli bir hazine idim”, diyor. Sen hazineydin ama ben bilmiyordum!.. Hazineyi bana ver!.. Bir insanın, bir annenin babanın 3-5 tane evladı var. O baba, o anne, kim zuhura getirdi seni? Evlatların getirdi. Onlar olmasa kim diyecekti sana!.. Muhyiddin-i Arabi Hz. diyor ki; “Komşunun çocuğunu kucağınıza alırsınız, seversiniz, evladım, tosunum dersiniz. İçinizden bir ses, bu senin evladın değil, senin oğlun, senin kızın değil, der. Ama kendi çocuğunuzu aldığınız zaman, oğlum, kızım, evladım, dersiniz”, diyor. Eğer bir ilim hakkında malumatın varsa, senindir o, kendi öz malındır. Ama nakletmiş biri sana, senin malın değil o. Mevlana ile Şems bir toplantıya gittiler. Sohbet... “Zennuni Mısri, dedi ki;..., Bağdadi dedi ki;...”. Dedi ki, dediler, dediler!.. “Kalk be”, dedi, “Kalk. Bu topluluğun hayrı yok”, dedi. “Ne zamana kadar onun, bunun meddahlığını yapacaksınız”, dedi. “Yok mu, sizlerden bir şeyler zuhur etsin”.

Korkmayın!.. Halkın arasında fedakar olanları, çalışanları, ahali sever, yardım bekler ondan. “Allah böyle söylemiş Kur’an da”. Bilmem!.. “Muhammed, hadisinde böyle demiş!”. Sende bir şey yok mu? Söylesene ya...

Evet. Allah beni bu ayetle methediyor!.. Hissine bıraktı... “Emribilmaruf nehy anil münker...”. Kötü olanları at, yok Kur’an da, Hadiste. Hep iyi... Sen iyiyi de kabul ettin, kötüyü de. Ben bir gün; “Allah’ın dediğini aynen kabul eder, tatbik ederim. Muhammed’in dediğini aynen kabul eder, tatbik ederim”, dedim. Birisi; “Muhammed’dir Hadis söylemiştir. Birisi Allah’tır Ayet söylemiştir”, dedi... Burada bir oyun, mekir vardır... Dedim ki; “Farz namazlarda ne okuyorsun? Fatiha, zammı sure... Sünnetlerde ne okuyorsun? Fatiha, zammı sure..”. Ne oldu? Birisi Sünnet, birisi Farz. Niçin böyle söylüyorsun? Allah’ı Muhammed’den, Muhammed’i Allah’tan ayırıyorsun!..

Muhammed İkbâl vardır. Bir müddet takip ettim. Bir sohbette; “Ben mebus iken beni Pakistan’a gönderdiler”, dedi birisi, “orada Muhammed İkbâl ile müşerref oldum”, diyor, “Mehmet Akif ne ise, İkbâl’de Pakistan’da odur, Nüve’yi ondan aldım”, diyor, Servet AKDAĞ Hoca... Bütün malumat, bilgi, Muhammed’dedir. Muhammed’e gelmeden Allah’ı biliyorum !.. Yok öyle şey... Sen, seni bilmedikçe, görmedikçe Muhammed’i göremezsin... Diyor ki; “Ey Allah’ım. Sen bu kainatı ham olarak yarattın. Hiç bizim dahilimiz, bizim emeğimiz yok mu?”, diyor, “Yerin altından suları biz çıkardık. Dağların tepesinden yolları biz yaptık. Gemileri biz yaptık. Bizimde iştirakimiz var”, diyor...

Mamûl hale Muhammed getirdi. Efendiler, çok okuyun. Siz bildiklerinizle amel edin, bilmediklerinizi öğretir O. Mürebbiye vardır, mürebbiye; Terbiye edicidir, öğreticidir, Mürşid-i Kamil’dir... Nerede O? Sende... Mürşid çok ama hakiki Mürşid kainatta bir tane. Hem kesret, hem vahdet aleminin efendisi Hz. Muhammed’dir. Sakın ha... İki elim yakanızda, illaki şeriat, illaki Muhammed. Bir yere varamazsınız çocuklar. Varırsınız; Nefsinize!.. Varırsınız; Şeytanınıza!.. “Eğer,”, diyor, Rabbime yalvarmasaydım..... olacaktı.”, Hz. Yusuf...

Arabistan’a gittim ben, çocuklar tespih satıyorlar. O Arabın, o çocukların çehresinde hep Muhammed’i aradım, gördüm... Benim Van’lım, Bitlis’lim!.. Bu kadar olmaz mı be!, olmaz mı be!.. Girdim birinci kapıdan, iki kişi bağdaş kurmuşlar (Gereğinden geniş oturmuşlar). “Nerelisiniz ?”, dedim, “Vanlıyız”, dediler. “Ben”, dedim, “Namaz kılmayacağım! Burada dinleneceğim, ama sizin kıldığınız namazlardan milyon defa fazla mükafat verecek. Sizi şikayet etmeyeceğim Allah’ın Resulüne. Siz rahat rahat kılın!..”. Tesir yapmış herhalde açıldılar, toplandılar; “Amca, Allah’a bizi, Muhammed’e bizi şikayet etmeyeceksin değil mi?”, dediler. Yalvardılar. Aynı yerde iki tane Sudan’lı, derileri kemiklerine yapışmış. İkisi yer verdiler bana. İmtihan burada yapılıyor... Ahmet Efendi; “Sev sev Allah diye, diye. Yer yer Allah diye, diye”. derdi... 

SOHBET 19

Bismillahirrahmanirrahim;

“Sarhoş bu, kumarcı..”. Eee!, olur... Ve kırıyorsun sen onu! Sen ona sarhoş, kumarcı diyorsun. Allah tertib-i ilahi’sinde öyle istemiş. Efendimin bana ilk nasihati; “İbrahim Amca, her esma yerinde yakışır”dır. Esma, eşyanın isim almış halidir. O kumarhanede yakışır, işte, ona bakma, esmaya bakma. Esmada, müsemmayı gör. Yani Allah’ı müşahede et!.. Dedi ki birisi bana; “Islah mı edelim, kafasını mı koparalım?”, “Islahı mümkün değil”, dedim. Kafasını kopardı, gitti!.. Şimdi, öyle görüyorum ki... İki torunum sohbet ederken duydum. Bana; “Dede, şimdi böyle, şöyle örtünürsek!.. Namaz!..”. “İstemiyorum !.. 5 vakit namaz’da istemiyorum sizden, örtünmeyin de!.. Ama, şu zikri alın hayatta iken. Varsın kimse bilmesin, kimseye söylemeyin, yoksa sizi rahatsız ederler. İçinizden zikredeceksiniz, abdestli-abdestsiz, örtülü-örtüsüz, alın bu zikri.. Ve zamanı gelecek, namaz kılarken..”, “Tamam, onu biliyoruz, örtüneceğiz, kalın çoraplarımızı giyeceğiz...”... Kur’an’da o zikir ehli var ya; “Onlar sürekli salât ehlidir..”..

Şeriatla hakikati karıştırmamak lazım. Şeriatta ikilik vardır. Tevhit, şeriatın üstündedir. Amirdir tevhit... İnsanlar daima hüsrandadır (Vel Asr). Peki bunların içerisinde hüsranda olmayanlar kimlerdir? Amenü, İman edenler ve sonra, Salih amel işleyenlerdir. Peki... Bu güzel, bu çirkin dersem ne olur? O zaman Allah’ın vazifeyi asliyesi ’ne karışmış olursun. Yalancı olacak, yamuk olacak o. Siz ise fark ehli olacaksınız. Onu öyle, onu öyle yaratmıştır. Peki... Namazın kabul olmaması? Diyor ki; “Eraeytellezi yukezzibu biddin. Fezalikellezi...”...

İman kolay bir şey değil. İşte bu imandan sonra; “Allahu Ekber”. Kim diyor? Allah diyor. Birisi geldi Allahaısmarladığa da, ona; “Kul namaz kılamaz”, dedim. Fiillerimizi Hak’ka, sıfatlarımızı, konuşma, işitme hepsini, Vücûdu Allah’a verdik. Sen, hangi vücûd’la, fiil’le namaz kılıyorsun? Elini attın, elini bağladın Sübhaneke’yi okudun. Sen bilmezsin okuduğunu!.. Çünkü bu kainat yokken Allah vardı. Kaç tane Adem geldi geçti! Bize lazım değil. Bize Hz. Muhammed lazım. O’na ne bildirilmişse sorumluyuz. Allah okuyor şimdi!.. Rükû ’ya vardın şimdi. Sübhanerabbiyelazim, verdin sıfatını. Secde’ye vardın ve Vücûd’unu da verdin. Neyle kılarsın namazı? “Şimdi anladın mı?”, diyor Allah. Bunlar Fena makamlarıdır. Tevhid-i Ef’al, Tevhid-i Sıfat, Tevhid-i Zat. “Kılamazsın!..”, diyor. Gel bakalım şimdi ikinci rekata. Bu sefer Bekâ makamlarını veriyor. “Benden konuşur, benden işitir..”. Cem ettin artık. 3 tane makamdır. Bekâ makamlarıdır. Şimdi dersen; “Ben namaz kıldım, Hac’ca gittim”, şimdi doğrudur. Çünkü giyindin. Ama bu lafta kalırsa; Buna derler kuru adet. Ama böyle olursa o zaman şirk kalktı. Allah’ın Fiil’i, Sıfat’ı, Vücûd’u ile kıldın... Gölgeden ibarettir bu alem. Var olan Allah’tır...

Geçen gün birisi sordu bana; “Şirk ehli kimdir?” diye. Tevhide girmeyenlerin hepsi, şirktedir. Zannetmeyin ki, kendiniz geldiniz buraya. Sakın hafife almayın bu işi. Çok mühimdir bu... Sakın ha... Sakın kendinizi Melami olmadan evvel... Lügatten bulun, Melamilik; Levm etmektir, nefsini kınamaktır. Hasan Fehmi; “Kimse ile etme adavet, nefsin sana yeter. Ömür ahir o seni bırakmaz”, diyor. Yunus’da diyor ki; “Nefsim boynunu vurdum, ellerim kan içinde”. Öldürmek yok!.. Şeytan’ı da öldürmek yok. Nefsi islâ h etmek var. Yedi meratib’tir bu. Nefs-i Emmare - Levvame - Mülhime - Mutmainne - Radiyye - Mardiyye - Zekiyye. Topunu Mutmain etmiş; “İrcii.. Dön, sen Rabbinden, Rabbin senden razı oldu”, diyor. Fethulü... Onlar dünyadayken cennete girerler. Bu İlm-i Ledün’dür. Bunu Hz. Musa bilemedi. Ve tahammül edemedi, Allah ona müsaade etmedi...

Tarik yol demektir. Resululah Efendimiz sordu; “Ben nasıl ibadet edeyim de kabul olsun?”. “Ziyadeleştir ilmini. Ben seni tasdik edeyim ki yaptığın ibadetler kabul olsun”. Ne varsa, zerre-kürre, hepsi Allah’ın emrindedir. Hepsi güzeldir. Batıl bir şey yoktur. İşte biz, Şeriat’te batıl olanı Hak olarak kabul edeceğiz. Mesela; “Amentü...”. Şer yok!..

Var şer. İşte o şerden sen hayra kaç. Allah şer diye bir şey yaratmadık diyor. Kimde var? Tevhid’e girmeyenlerin hepsinde şer var. Büyükler Hayrihi ve hayrihi derler. “Batıl bir şey yaratmadık”. Zikredenler, bütün kainatı düşünerek; Nasıl yarattın yarabbi!, bunları tefekkür ederek yapmazsa, huyundan ibarettir o. Ebu Cehil de, Ebu Leheb de Allah der mi? Elbette der!.. Firavun da elbette!.. Bizimki, tefekkür ederek, onlardan farklıdır. Onun nefes alış-verişi Allah’ı ikrardır. Bizimki ise Allah dediğimiz zaman, tefekkür ederek. Bunlar niçin camilerde anlatılmıyor? Allah’ın kesin ayetleri var. Bunları onlara anlatmayın. Bu İlm-i Ledün... Resulullah Efendimiz; “Sakın bu ilm-i ledün’ü açma onlara”, diyor, “Onlara, aklının alacağı kadar konuş”... Mesela; Bana anlat diyor, mühendislikten, doktorluktan!.. Kademeleri var, sınıfları var. Bir doktor dese ki; ben doktor falancayım, doğru. Herhangi biriside dese, cezası var, onu yakalarsınız.

Şimdi, hepsi Allah diyor. Hangisi doğru? Allah demek kadar küfür yok. Niçin?.. Sorsalar sana; Allah nedir? Bu kainatı yaratandır, Rezzak-ı Alem’dir... Peki... Sen veriyor musun? Vermiyorsun. Peki, nasıl Allah diyorsun? Bırak ki; O Allah desin bu mülkten. Onu da vermiyorsun, o zaman yalancısın... Babamın bana ilk nasihati; “Yalan söyleme, hırsızlık yapma, kumar oynama..”. 57 yaşıma geldim, bir bunalım geçirdim. Gittim efendilere, oraya, oraya... Dedi ki; “Sen Allah diyor musun? Kuran’da okuyor musun?”, “Evet !..”, “Maşallah, maşallah. Sen mi okuyorsun?”, “Ben okuyorum!..”. Açtı sonra. Nee!.. Baştan başa yalan söylüyormuşum ben 5 vakit namazda. Elham, yalan. Zammı sure, yalan. Benim değil... Muhammed’in de değil!.. Muhammed’in de diyemem. Eğer Muhammed Allah dediyse, kafirdir!.. Şimdi anladım. Ne diyor; “Bana Rabbim ne dediyse onu yaptım”. Allah’ta diyor ki; “Havasından bir şey söylemedi. Ne söylediysem, O onu söyledi”.

Bütün Ehl-i Tevhid’in duası mutlak ve muhakkak olarak kabul olur. Olmadı! Araştır, bir noksanın var senin. Onları temizle bak, oluyor mu?, olmuyor mu? Her meyvanın rengi de tadı da ayrı. Tevhid’de makamlar da öyle. Altı-Yedi milyar insan var. Eğer , bir insan diğerinin aynısı ise Allah değildir O. Allah fabrikasyon değildir. Tekvin sıfatı vardır, bir yarattığını bir daha yaratmaz. Bilmiyorduk bunu. “Ben Tevhid’i bilemeyeceğim”, dedim. “Bileceksin”, dediler. Hala bir şeyim yok. Sakın ha, bilmek yok bu yolda. Bilmemek çok. Okumak var. Allah bile bir kararda durmaz. “O her an bir şen üzeredir”. Bir yağmur tanesini bir melek indirir ve bir daha görev almaz. Bir İhvan bana; “Geçen hafta çok güzel bir sohbet ettin. Onu bir kere daha tekrar etsene”, dedi. “Çeşmenin başına gittin mi”, dedim “Akıyor. Hemen doldur. “Ben bu sudan yarım saat evvel dolduracaktım”. O zaman yarım saat evvel geleydin. Şimdi doldur. Her an kayıptasın”..

“Ya eyyühellezine amenu.. Sallu aleyhi vesellimu teslima”. Allah’a teslim olmadan evvel, Muhammed’e teslim olmak gerekir. Allah’a kaldın mı, yandın!.. Allah’ta insaf yoktur!.. Güneş aynı hararetle tesir yapsa, yakar. İkincisi, barajdan elektrik geliyor, küçültüyor. Yoksa bizim radyomuzu, buzdolabımızı yakar. 220 Volt’ta düşürüyor. Peygamberimiz; “Benim ümmetimin uluları, beni israil Peygamberleri gibidir”. Üstündür... Allah ve Resulü, bu iki muhterem. Birisi Allah... Resulü Muhammed’e iki tane kainat teslim edildi. Hem Dünya, hem Ahiret. İkisi birdir bunların. Birisi Ruh’tur, birisi Beden’dir. Bu alem hem beden, hem ruh. Yani, her iki tarafı da idare eden Allah, bu beden de saklı. Diyor ki Aşıklardan biri;

Sen seni bil sen seni sanma gayrı sen seni

Hak sana senden yakın sanma gayrı sen seni

Bu suret libasıdır Hak’dan ayıran seni

Bu libası çıkardığımızda, Hak’la karşı karşıya geliriz. Bu esrar perdesini açma, çünkü onlar seni anlamaz, kafir derler sonra. Ebsem (Dilsiz) ol, zaman ahir zamandır, kimse bilmesin seni. Bu ilimden haberi olmayanlar sana zındık der. Onlara sadece şeriat verilmiştir. Sana , hem şeriat hem hakikat verilmiştir... 

SOHBET 20

Bismillahirrahmanirrahim;

Küfürden eziyetten beni koru. “Amentü..”. Bu ayet-i kerim’e, toprağın altında değil! Biz burada öleceğiz ve burada dirileceğiz. Bu meseleyi anlayabilmek için tâkat gerek. Cennet buradadır, cehennem buradadır. Miğdeci’ye mânâ verilmez, ekmek verilir, yemek verilir. Manacı’ya ekmek verilmez. Vaaz üçe bölünür. Başta şeriatçılara, sonra tarikatçılara, sonrada hakikatcılara. Üçü de nasibini alsın, o zaman kavga çıkmaz.

Kayhan Dede’ye gittik. Kayhan Dede; “Niye geldiniz, ben gelecektim senin elini öpmeye, sizin yükünüz ağır, bizde İrade-i Cüz var, en son vahdet’e gidip, İrade-i Cüz’ü bırakırız. Ama siz, hemen İrade-i Cüz’ü bırakırsınız. Ef’al, Sıfat, Zat, atarsınız. Sizden ibadet eden Allah’tır. Ondan sizin elinizi öpmeye gelecektim. Meslek-i Resul’dür. Müteveccih’siniz”, dedi.

Bir Arap için Arabistan yanmaz!.. Bir atın ayağı aksasa, at kesilmez. Ne olur!.. Büyüklük... Hind’i ve Vahşi’yi bile affetti. İki günü müsavi olan kayıptadır. En büyüklük affetmektir. İki yerde acele edin, ölmeden evvel tövbe ediniz, diliniz tutulmadan. Yaratılmış ne varsa hatayladır. Muhammed başta gelir, hepsi yanılır, yanlış yapabilir. Eğer bir tevhit ehlinin dediği, hemen olmuyorsa, tevhide girmedi. Tevhit kolay değil... Tevhit ehli, saf altındır. Tevhit eşittir Allah, başka türlüsü yok bunun. Bir kasa elma düşünün, ortasında bir çürük, bir hafta sonra hepsi çürür.

Çocuklar, tereddüt, endişe etmeyin, yolumuz iyidir. Allah’a giden yolu bulduk, çok iyi günler bizi bekliyor. Büyüklerin ruhaniyetleri, maneviyatları bizimle beraber...”Ey habibim, nedir o dilediğin...”. Mürşid istemiyorum, bana isbat-ı vücûd etsin. Her köşe başında mürşid var. Ne istiyorsun? Açın koca Niyazi’yi; “Mürşid dedin kendine. Senden mürşid olanlar...”. Allah ve O’nun Resulünden başka söz sahibi yoktur bu alemde. “Geç ak ile karadan, halkı çıkar aradan. Niyazi, dön buradan, durma sana gel oldu.”. Ufacık leke mahveder. Ef’al, Sıfat, Zat. Sadakat, cesaret, sahavet. Öyle kolay değil bu iş. Dikkat et, bütün Peygamberler , insanlar hata etti. Ama şimdi, O boyaya boyandıktan sonra, hata yok. O boyaya hemen boyanılmaz.

Kayhan Dede’nin bir hadis kitabı var; “Hz. Muhammed’i gören ve göreni gören, kurtuluşa erdi”. Gerek maddi, gerek manevi... Bu aleme eziyet çekmek için, ağlamak, sızlamak için gelmedik. Biz, bu aleme gelirken ağlayarak geldik. Ağlayarak gitmeyeceğiz... Dikkat edin, bir çocuk Dünya’ya ağlayarak gelir. Ağlayarak gitmeyeceğiz... “Allah’a dayan, say’e sarıl, hükmüne ram ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”. Kolay değil. O dostu dost, düşmanı da dost yapabilirsen, ikilik o zaman kalkar. İmtihan yapılıyorsunuz... Efendiler, çok azız diye üzülmeyin. Demir madeni de çok ama sokakta inşaatlarda dağıtılır. Altın madeni olun, altın madeni... Allah’ı arıyorsanız, Allah’ı bulamayacaksınız. Halbuki Allah’ı buldunuz, Allah’la sohbet ediyorsunuz. Haberiniz yok!.. Menfaatsiz, maksatsız, garazsız... İslam nedir? Oyuncaktır!.. Ama o oyuncaktan ileri, sevgidir, aşktır, muhabbettir. Onu yerleştir, bak, sevmediğin, merhamet etmediğin kimse kalmayacaktır. Allah ve O’nun Resulünün nasıl bir başkomutan olduğunu tanıtırız...

Bize, en büyük mesele olarak, tevhidi vermiştir. Tevhidi, daha ben anlamış değilim!.. Nasıl tevhit ederiz. Birleyeceğiz ama sen birleyeceksin ve senin birlediğin sende kalacak. Getiriyorlar, armut yiyorsun. Lezzet alıyorsun, anlatmak mümkün değil!.. Tamam, tevhit ettin!.. “Elma, şeftali,..”. İşte bozuldu, olmaz öyle şey. Bütün efendiler bu konu üzerinde durmuşlardır. “Ölmeden evvel ölünüz!”. Musalla taşına konanlar var!..

Diyoruz ki; Ahmet’e aittir, Mehmet’e aittir, Hasan’a, Hüseyin’e aittir. Ama hakikatte biliyoruz ki; Cenab-ı Hak’tır bu Ahmet’ten, Mehmet’ten, Hasan’dan işleyen. Bu, gerek İnsanlık alemi için, gerekse Nebatat için, gerekse Hayvanat için, gerekse Cemadat için. Ne varsa her şey onundur. Biz O’nun meddahıyız, biz O’nun tellalıyız, O’nun türküsünü çağırıyoruz. Hani, demişler ki; Af buyurun, Ayı’nın 40 türküsü varmış, 40’ı da armudun üzerine. Bizim 40 değil, 40.000 tane işimiz var, 40.000 tane türkümüz olsa, diyeceğiz ki, hepsi Allah, Allah, Allah. Yani, şirkten kurtulmak bütün mesele. Herşeyi affediyor.. Şirk ne demektir? Şirk, şerik demektir. Sen varsın- Ben de varım!..

İvazsız, garez siz, maksatsız, ne yaparsan yap, çatla, geber, bir daha geber, Allah hiçbir şeyini kimseye vermez. “Muhammed’e verdi ya?”. Ne verdi Muhammed’e!.. İtaat verdi. Muhammed’e itaat verdi. “Böyle yapacaksın”, “Doğrudur..”. İşte bizim yolumuz, Muhammed’in yoludur. Sorarım?, Sordum da çok,” Allah var mıdır?”, ” Vardır ya! “. Senin var dediğin gibi Allah yok !.. Sen, Allah’ı meçhulde bıraktın, gayb’de bıraktın. Zuhura getirmedin. Senin için Allah yok!.. Var bir Allah, hiç şüphe etme ki var. Ama sen yoksan O var. Kainat yoksa O var... Peki; Kainatın sahibi hakikisi olan Allah var, sen de dahlin, müdahalen olduğu nispette... Yok öyle!.. Bütün mesele bu... Ay’a bakacaksın, Güneş’e ve Yıldız’lara bakacaksın, Eflâk’a bakacaksın, şu teneffüs ettiğin Hava’ya bakacaksın. Bakacaksın, bakacaksın; “Var mı noksan?”, “Var ya noksan!.”. Ne arıyordun sen!.. Kara kaşlı, kara gözlü bir kız arıyordun, ama sarı oldu!.. Olsun. Sen istiyordun ki 50 milyar, O sana 20 milyar verdi... Olsun...

Nasreddin Hoca evinin ocağının başında... Yahudi komşusu yukardan dinliyor. “Allah bana 100 altın verirse alırım, 1 tane noksan olursa almam”, diyor, “99 olursa almam reddederim”, diyor. Yahudi şaşırıyor, denemek için 99 tane altını bacadan sallıyor, bakıyor. Hoca; “99 veren, 1’i de verir”, demez mi. Al bakalım. Eyvah!.. İniyor Yahudi; “99 verirse almam, dedin. Ben de 99 salladım. Sen dedi ki..”. “Sen karışma bu işe. Allah’la kulun arasına girilmez”, diyor, “Ben razı oldum, 99 veren 1’i de verir.” Hadi mahkemeye... Diyor ki Nasreddin Hoca; “Ben kadının huzuruna çıkarım ama benim hırkam çok eski. Bir hırka alırsan...”. “Alayım”, diyor. “Bir de değerli bir katır getir, bineyim”, diyor. Onu da alıyor, kadının huzuruna varıyorlar... Yahudi diyor ki; “Mesele böyle böyle oldu, 99 olursa almam dedi !”, “Dedin mi?”, “Dedim ama, 100 istedim 99 göndermiş, 1 tane eksik, dostlar arasında olabilir, ne olacak 1 altın., ben Allah’tan istedim”, diyor. “ Efendim”, diyor Nasreddin Hoca, kadıya; “Bu komşum öyle keferedir ki; Şu giydiğim hırka var ya, ister misin benimdir desin”, “Eee! Benim değil mi?”. “Gördün mü”, diyor, “Binip geldiğim şu katırda benimdir desin!..”, “Benim değil mi!..”. “Böyle bir keferedir bu”, diyor... Sonra; “Al paranı, Allah’la kulun arasına girilmez. Alay ettin”, diyor, “Allah’tan ne gelirse alırım ben. Hayrihi ve şerri min Allahû Teala”...

Allah ne istemişte yer kabul etmemiş? Soruyorum size, arza ne istemiş ki, şiddet mi vermemiş, celâl mi vermemiş, allak bullak mı etmemiş ha!.. Karşı gelmiş mi kainat? Almış o memleketi, oradan, oraya. Kavimleri öyle yapmış. Var mı itiraz? Yok... Öyleyse, diyor ki Nasreddin Hoca,-tevhid ehline bak-; “Allah ile kulun arasına kimse giremez”... Ya!.. İşte mesele... Allah var mıdır? Vardır... Nasıl vardır?... Sen Allah’ın mülküne sahip çıkarsan !... Bakın çocuklar, bir mesele geliyor hatırıma; Allah’ın mülküne sahip çıkarsan, Allah o mülkü sana verir!.. Al bakalım, ayıkla pirincin taşını...Verir, ne istiyorsan verir, cennet, hûri,...

Mevlâna şöyle diyor, anlaşılsın diye; Geliyor 3-4 kişi, Padişahın huzuruna. “Selamın Aleyküm, dileyin benden ne dilerseniz”, diyor. “Padişahım, ben 500 bin altın isterim”, “Getirin”, diyor. Öteki diyor ki; “Ben hazineyi isterim, bir de cariyenin en güzelini”, “Getirin”. 3’üncü ye diyor ki; “Sana kalmadı bir şey, cariye gitti, hazine gitti!”. “Ben seni isterim”. “Verdim, Padişahlığımı verdim”, diyor. “Ver cariyeyi, ver hazineyi, altınları buraya..”. Padişah oldu ya!.. Hangisi güzel? Padişahı, bizatihi kendisini istemek lazım. Ona dayanamaz işte...

Saltanatına dokundun mu vermez. Biz diyoruz ki; “Bizim Mürşid-i Kamil’imiz, Tevhid-i Ef’al’i verdi !..”. Sakın ha... Kimin malını, kime veriyoruz!.. Tevhid-i Ef’al’i !.. Allah’tır. Anlatıyor sana, anlayasın diye... Bu fiilin Fail’i Allah’tır. Bu sıfatın mevsuf’u Allah’tır. Bu vücûd varlığı Allah’ın, sana ait değil!.. Sen, böyle birşey isteyemezsin!.. Nasıl alacağız cenneti? “Cennet meselesi kolay”. Gafil... “Ya Rabbi, cennetini, cemalini benden esirgeme!..”. Pazarlık.. “Ben, namaz kılıyorum sana, hacca da gittim bu kadar para sarf ettim, karşılığı cennet isterim!..”. Cennet benim her şeyim olmuş. Allah’tan çok Allah’ım olmuş cennet ve en büyük zebani de cehennem olmuş. Fakat çocuklar, tevhid’e girmeseydik eğer, bu meseleleri konuşmak mümkün değildi. Anlamak da, anlatmak ta mümkün değildi...

Yatacaksın, kalkacaksın, gideceksin, bir daha gideyim Ya Rabbi, bir daha!... Ne olacak? Bir daha gitsen ne olacak!.. Sen özünü bilmedin, kendini bilmedin. Kendinde o kadar büyük manalar var ki!.. Ona eğilip, tenezzül edip te bakmadın, öcü gibi kaçtın!..Mürşid-i Kamil... Bir Mürşid-i Kamil’e varmazsan olmaz... “Efendim, Mürşid-i Kamil !... En büyük Mürşid ilimdir !..”. Anladık ama, kim anlatacak?. İlim hem zahirdir, hem de batındır. Zahir ilmini mektepten okuyoruz, para karşılığı alıyoruz. Mana ilmi ise... Mana ilmi ile madde ilmi beraber yürüyecek. Maddesiz mana, manasız madde olmaz. Anlatalım; 40 sene, 50-60 sene maddeyle mana beraber yatıp kalkıyor, yiyor, içiyor... Yağmurda, çamurda... “Arkadaş, ayrılalım”. Ayrılıyorlar. Ne oluyor? Tek kalan taaffün ediyor (Kokuyor). Alın götürün!..

Çölde, devecinin devesi ölmüş. Deveci hayretle bakıyor, Ayağı tamam, kulağı tamam, yük tamam, hiçbir noksan yok!.. Ne oldu buna? Bunu çeken vardı, o çeken ne oldu? Gitti!.. Çok erken gitti!.. Bize hafif geliyor bu iş, hele gençlere, “ Kim beni korkutacak! ezerim, vururum”. Ama bir gün geliyor, burnuna konan sineği kovalayamıyor... İşte o gün gelmeden evvel bunları düşünmek lazım. Hesap etmek lazım ve yerini hazırlamak lazım... Bunu büyüklerimiz bilmiyor mu? Hepsi biliyor fakat madde ağır basıyor. Bizde öyle kemik bulsak belki!.. Bunun lafı kolay ama fiile getirdiğimiz zaman, zuhura getirdiğimiz zaman, tatbike geldiğimiz zaman ! Acaba!.. “Cebimde bu kadar var, verirsem bana kalmayabilir!..”. Zamanı olmadı mı?, Sen ekmek paranı bulamadığın, aç kaldığın günleri unuttun mu?. Nefsine hemen getir bunu (Hatırlat). “ Ya, doğru ya, çok doğru, hadi bakalım, ver”. İşte, olduk... Hocamın ifade ettiği gibi, istersen verme.

Allah, kulunu nasıl isterse, hangi istikamette isterse, o ecri, -sevap ecrini mi verecek, günah ecrini mi verecek-, kulun da O tatbik eder... İrade, meşiyyet onun. Her şey onundur. Deveyi çeken deveci şaşmış!.. Bir Efendimizin, Hasan Efendinin hikayesi geldi aklıma, onu aktarayım; Birisi ölümsüzlük arıyormuş ve ölümden korkuyormuş. Diyar diyar dolaşıp, ölüm olmayan yeri arıyormuş. Bu arada, sorduğu her yerde de mezarlık var. Bakıyor, mezarlığı görünce, geçip gidiyor. Bir köye geliyor, mezarlık yok!, seviniyor, aradığım yer burası, diyor. Köylülere soruyor; “Mezarlığınız yok mu?”, “Yok”, “Peki, sizde ölüm yok mu?”, “Öyle bir şey olmaz. Dağın arkasından bir ses gelir, duyan gider!”, demişler. Adam; “O sese ben cevap vermem, duymayıveririm, gitmem”, demiş. Bir gün berberde tıraş oluyormuş. Berber yarı yüzünün tıraşını yapıyormuş ki; O ses gelmiş. Apar topar kalkmış. “Nereye gidiyorsun?”, demiş berber, “Daha tıraşın bitmedi”. Adam; “Ah!, ah!. Çağıranla, arkadan iteni bir bilseniz!”, demiş...

Bize, sohbetlerimiz içinde bunlar anlatıldı, yani biz, netice itibariyle, bir mazhardan öte bir şey değiliz. Ve bütün idrakimiz... Efendilerimiz anlattı. Daha derine girmeyelim... “İbrahim amca’nın hatırını kırmamış olduk!..”. Sen, içinden bir şey sor! Tut elinle, gel buraya!.. Gelmiyorsa, gelmiyor, vermiyorlar!.. Gelmiyor mu? “ Efendim, beni mazur görün!..”. Öyleyse niçin konuşamıyorsunuz?.. Ya... Ben varım, Efendin var diye mi?.. Daha yeniydim, Ahmet Efendi merhum getirdi teybi; “Hacı efendi, konuş”. Konuş ama konuş bakalım. Ben yıllarca nutuk çekmişim. Demokrat Parti’de, nutuk, meydan nutuğu... O değil!.. Onun için, hepimiz bir şeyler biliyoruz, Zaki Baba’nın dediği gibi; Yalnız kaldığımız zaman, konuşuruz!..

Allah sohbetlerini de dinledik!.. Cenab-ı Hak diyor ki; “Ya Musa, git Bahreyn de (iki denizin birleştiği yerde), orada bir kulum var. Ondan İlm-ü Ledün öğren”. Allah, Allah... “Ya Rabbi. O kul kim, ben kimim?”. “Sen benim Nebi’msin, Peygamber’imsin, O’da kulum”. Allah, Allah. Çocuklar, kulluktan üstün bir mertebe arıyorsanız, bulamazsınız. En büyük mertebe kulluktur. Neyse, itaat ediyor, gidiyor, buluyor. Bir gemi geliyor, biniyorlar, karşı sahile çıkacaklar. Karşı sahile çıkarlarken, o Allah’ın kulu, gemiyi deliyor!.. Dikkat edin, yani Cenab-ı Hak, İlm-i Ledün’ü ile, mühim ilimleriyle; “Bu geminizi delin”, arzu ediyor... Bu gemide de iki tane kaptan var. Birisi kulluğu kabul etmiş, birisi de Nebi, Peygamber, ilan etmiş.. Öteki diyor ki; “Ben ne Peygamber’im, ne de bir şey. Yalnız ben...”. Hemen deliyor gemiyi. “Ne yaptın? Deldin bu gemiyi”, diyor. “Deldim! Karşıda bir Padişah var., bakacak ki delik, almaz bunu, hesap sormaz!..”. “Gel beri”, de demez ya Allah yahu!.. Gemiyi delmek, harab etmektir. İyi ya, sen senin gemini harab etmedikçe, mamur olamazsın, Allah katında yücelemezsin... Nedir o? Maddedir. Deniz ortasında yüzen, yük taşıyan... İşte, bu bedende bizim ruhumuzu taşıyor. oraya gidiyoruz, buraya gidiyoruz... Ama Cenab-ı Hak bu geminin harab olmasını istiyor. Çünkü bu ruh dediğimiz varlık var ya, çok iddia peşinde. Mal peşinde, mülk peşinde, nefsin peşinde, heves peşinde, şeytanın peşinde, peşinde, peşinde...Ne yapmak lazım? Onu sakat etmek lazım!.. O ruhu sakat etmek lazım, sakat ettikten sonra kim bakar ona? İşte, bizde burada nefsimizi, Allah’a karşı gelen nefsimizi, varlıklarımızı, vücutlarımızı ne yapacağız? Deleceğiz!.. Delince görünüyor buradan, ne varsa. Bir madde var bizde, bir de mana var. Biz buraya geldik, bu gemiyi deldirdik. Bu gemi bizim, buradaki arkadaşlarımın hepsinin gemisi delik!.. Şimdi, bakıyorlar karşıdan; “İki para etmez bunlar”, diyorlar, “bunun içi neyse dışı o!.” “Bunlar da öyle bir sır var ki”, diyorlar. “anlaşılmıyor, anlayamıyoruz, kabahatimiz yok bizim !..”, diyorlar. Biz diyoruz ki; “Bundan büyük kabahat mi var”. İşte buraya gelmemizin maksadı; Bu gemiyi deldirmektir. Bu gemiyi Mürşid-i Kamil’imiz deldi. Kimin emriyle? Allah’ın emriyle deldi. Bizde varlık vardı.

Peygamberler de olan varlık bizde mevcut. Dikkat edin!.. Kızdı Musa, sahile çıktı... 13-14 yaşındaki bir delikanlının aldı kellesini!.. Hz. Musa; “Hayda!.. Katil oldun”, dedi... Sen de katil olmuştun ya!.. Mısır’a gittiler, Hz. Musa’ya; “Gel, bu duvar yıkılacak, bu duvarı yapalım”, dedi. Hz. Musa; “Ben yapmam! Ekmek istedik, su istedik vermediler. Bir de duvarlarını yapacağız!..”, dedi... Tuttular, yaptılar.. Ha!.. Demek ki benim anladığım manada, size aktarmaya çalışıyorum, mümkün olduğu kadar. Allah’a yarar iş, hizmet, Allah’a teslim olmakla mümkündür.. Ef’al’i İlahi. Burada bir fiiller döndü, gemiye gitti deldi!.. Bu fiillere razı değil ehli nefis. Bu fiillere razı değil, mutlaka bu fiillerin karşılığını istiyor!.. “3-5 neyse, cennet mi vereceksin, huri mi vereceksin. Ver bir şeyler ama!..”. Öteki diyor ki; “Ben bu aleme hizmet için geldim, vazife için geldim. Bunun karşılığını Cenab-ı Hak bana veriyor. Teneffüs ediyorum, yiyorum,..”.

Ve 3 meseleden sonra Hz. Musa ayrılıyor... Cenab-ı Resululah Efendimiz diyor ki; “Musa kardeşim biraz daha sabretseydi, çok İlm-i Ledün öğrenecekti”.. Bu demek değil ha!.. Peygamber İlm-i Ledün’ü bilmiyor, demek değil. Onu kastetmiyorum!.. Mukayese ediyor. En yüksekten!. Bir İlm-i Ledün vardır, bir de zahiri ilim vardır. Zahiri ilmin öbür tarafında mana ilmi var, mana ilminin öbür tarafında zahir ilim. İşte bu gemiyi deleceksin ki; Mana sayesinde, batın-zahir, zahir batın , işlesin dursun. Uzun bu mesele. Öyleyse ne yapmak lazım geliyor? Niyazi Mısri diyor ki; “Varlığından soyunup, üryan olan anlar bizi”. Ne diyor; “Ben sanırdım alem içre bana hiç yar kalmadı. Ben beni terk eyledim, baktım ki ağyar kalmadı”. Hep dost olmuş; “Dost göründü çün ayan, kalmadı bir şey nihan. Koparsa bugün tufan, bir katre tufan bana.”. Demek ki varlığı yok etmek lazım!..

Hasar memurları vardı eskiden. Köy yerlerine gelirler, köyleri mıntıka, mıntıka dolaşıp yığılmış harmanları yazarlar. Çocuğun biri diyor ki; “Efendiler, Amcalar burada da 5 tane harman vardı, bunlar kadar büyük, onlara da bir şey yazın”. “Peki”. Zahir olarak kabul ediyor, o da var!.. Biz, yakıyoruz şimdi. Bir cehennem içine girdik. Zahir alemden, mana alemine döndük. Arkadaşlarımız dolu bizim, camilerde, amcalarımız, dedelerimiz!.. Neyi yakıyoruz biz? Nefsimizi yakıyoruz. Bize emreden nefsi ateşe attık, hep elimizin tersi ile ittik. Namaz vardı, başımızın tacı. Evvela sorulacak olan namaz vardı, namazı da verdik, zekatı da,...., verdik. Ondan sonra bu vücûdu da verdik!..

Soruyorlar; “Sen cennet mi istersin, cehennem mi?”. Ben ne istediğimin farkında değilim ki!.. Bu vücûdun yandı, kül oldu, savurduk. Cenneti versen ne fayda, cehennemi versen ne fark eder!.. “Yok vücûdum nem bilinmez, ol ateş nem yandırır”. Ah!.. doğru ya, vücûdu olanları ateş yakacak. Vücûdu olmayanları ateş yakar mı? Hz. İbrahim’i ateş yaktı mı? Varlığı yoktu!.. Onun için ilahilerde geçer; “Varlığından soyunup, bu günkü cenneti irfan’a dahil olanlar. Yarın vadedilen huri ile gılman’ı neylerler”, diyor Hasan Fehmi... “Cennet, cennet dedikleri, üç-beş huri, üç-beş gılman. Ver sen onu dileyene, bana seni gerek seni.”, diyor Yunus... Bütün aklı erenler diyor... Gel gör ki; Bu aklı ermeyenler, bu gibi harekette bulunanlara düşman oluyorlar..

Resulullah Efendimiz diyor ki; “Siz onlara açmayın. Bu İlm-ü Ledün’dür”. Bu ilm-i ledün Peygamberlerin ilmi. “Kur’an’ın başka yerinde... Acaba...Biz oradan getirdik bulduk ...Yoksa!.. Hakikaten Kur’an’da mıdır? Eğer Kur’an’da ise onlar niye görmüyorlar?”... Kur’an herkese açık. İşte orada Cenab-ı Hak diyor ki; “Onların gözleri var, görmez. Kulakları var, işitmez. Kalpleri var mühürlüdür.”. Bu anlattıklarımın hepsi Elhamdü lillahi Rabbil alemin’de. Peygamberler de oradan çıktı, Veli’lerde oradan çıktı, inkar edenlerde... Elhamdü lillahi rabbil alemin. Bu kadar tarla; Zeytini içinde, bağı bahçesi içinde, cenneti içinde, cehennemi içinde. Hepsi Elhamdü lillahi rabbil alemin içinde... İşte bu rabbil alemin’in içinden çıktı Peygamberler, işte bunun içinden çıktı veliler, evliyalar.. Rahman’dır bütün alemlere, rahimdir yalnız iman edenlere. Tarla!.. Bir bahçıvan, bir yetiştiren, bir yaratan, bir hükmeden... Öyleyse telaşımız niye? Onların telaşı niye? Bu bize evvelden bahsedildi!.. Bu alemde yapacak iş kalmamış, Peygamberler de oradan çıkmış, evliyalarda... Devam edelim; Rahman’dır bütün alemlere, Rahim’dir yalnız iman edenlere. Elhamdü lillahi rabbil alemin, er rahman er rahim, malikü yevmid din. Din demek bu demektir. İyyake nabüdü ve iyyake nastain Benden isteyin. Ben veririm, vermem ayrı mesele. İhtinas sıratel müstakim. Dosdoğru yol, sıratı müstakim olan yol, ehl-i tevhid yoludur. “Niçin?”. Bunu uzun etme arkadaş. Allah niçin, neden sual sorulmaz, hesap sorulmaz, ne de cevap verir. O emreder, emredilmez. Hükmeder, hükmedilmez. Sıratellezine enamte. Düz yolda giderken bir nimettir bu. Yarabbi bizi bu zümrenin dışında bırakma. Gayrül mağdubi aleyhim veleddallin. Hadi bakalım...

Hesap sormak babından o yanlış olur. Sebepler içinde öğrenmek için, araştırmak, tefekkür etmek, hikmetini öğrenmek için. Yoksa... Bunun için bir beis olmasa gerek diye düşünüyorum. Zaten O öğretiyor. Sen acele ediyorsun. İllaki; Zamanı gelmedikçe, senin tefekkürün, senin anlayışın, kabiliyetin, istidadın oraya yatmadıkça, O’nu sen anlayamazsın. Acele ediyorsun, noksan arıyorsun!.. “Bekle arif kapısın, yüz göstere irfan sana.” Çok beklemek lazım. Çünkü bu alemde yalnız Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Bir de O’nun peygamberleri ve velileri. Geri kalanımız, hepimiz, tefekkür edeceğiz, noksanız...

Hayatiyeti, gezmesi, dolaşması, çalışması, gavurcuklara hizmet etmesi!.. Gavurların alıyorsun ya parasını!.. Benim yeğen var, kayınpederi namaza düşkün, gitmişler namaza, çıktıkları zaman demiş ki; “Hilmi ya, namazda iken böyle yaptın! Namazın kabul olmaz!..”, “Peki de, sen nasıl gördün, senin ki oldu mu şimdi?”. O hazır cevaptır, güzel söylemiş.. Onun için; Senin ki olmadı!..”. Senin ki oldu mu ki? “Sizi Allah görüyor gibi ibadet edin”.

Geçiyormuş,-Rumeli’de-, canı üzüm istemiş; “Şuradan iki salkım üzüm koparayım, koyayım mendile, ilerde çeşme var ıslatırım yerim”. Bekçi görmüş, yakalamış; “Sen hırsızsın”, demiş. “Değilim”. “Bağda yiyeydin, içeydin. Bağ’dan çıkardın salkımları, seni götüreceğim şimdi”, demiş. Elini bağlamış, götürüyor Karakol’a. Demiş ki; “Bir altın vereyim, bırak... iki-üç..”, “Olmaz”, “Beş-on..”, “Olmaz”, demiş. Rezil olacak... “Hangi köydensin sen?”, demiş, “Hacı Kadri’ye ait... Komşum o benim”. “Ne yaptım ben! Ne yaptım!..”. Bekçi, ağlıyor, yanaklarını öpüyor, ellerini öpüyor. Ne oldu?.. ”Ne yaptım ben!..” 10 altını almadı!.. ”Sen ki; Hacı Kadri ağanın komşusu olasın, ben seni böyle bağlayayım, götüreyim! Huzur-u İlahi’de ben ne olurum!..”. Bak şimdi... Huzur-u İlahi’den haberdar olan Bekçi var.. O var, o var... Hacı Kadri ağa, Melami mürşidi, aynı köyden komşusu, nasıl götürsün onu.

Birgün Mevlana Celaleddin-i Rumi... Halifesi kimdi? Hüsamettin. Hüsamettin’nin hanımı ölmüş, “Yakın feneri, başsağlığına gidelim”. Gidiyorlar. Konya’nın sokakları dar, bir çoban köpeği yatmış. Birisi; “Hoşt, hoşt..”. “Kime diyorsun?”, “Köpeğe!..”, “Hüsameddin’in mahallesinin köpeğine hoşt denmez efendi! Geçeriz kıyısından”. Geçiyorlar. Neyi anlatıyoruz? Burada büyük mesele var. Nasıl ki Hacı Kadri Ağa’nın köylüsüne yapamam, dedi!.. İşte, Hadis-i Şerif... Bu da geçti zannediyorum... Öyle bir Erkân!.. Cenab-ı Hak Teala Hz. onu açık olarak bildiriyor; “Biz, her 100 senede bir gavs göndeririz.” Bütün evliyalar ondan ışık alırlar ve o gavs’ın, o veli’nin bulunduğu mahalde olanların, Cenab-ı Hak günahlarını affeder. Bir misâl verelim, ayettir; “Ey Habibim, sen onların içinde bulunduğun müddetçe, biz onlara zulmetmeyiz”. Hele bir çık onların aralarından, bak neler olacak!.. Niçin? Neden? Bu kainat ismi azam duasıyla korundu. Allah ismi celil’iyle kuruldu ve bu kainatta - Biz bilemeyiz. 28 bin alem derler, 18 bin alem derler, yalnız bildiğim birşey vardır-, “Tebarekellezi biyedihil mülk ve hüve ala külli şeyin kadir. Ellezi halaka seb’a semavatin tıbaka. 7 tabakadan... 7 de aşağısı, 14, ne ki varsa, “yüsebbihu lehû mafissemavat velard ve hüvel...”. Hepsi Allah der.

Onun için, yunus der ki bülbül’e; “Unutma!..”, “Dağlar ile, taşlar ile, çağırayım mevlam seni”. Sebep budur.. “Firavun da Allah der mi? Nemrut ta der mi?”. Elbette... Öyleyse; “Veskurullahi zikren kesira”, bu alemde, Kesir çokluk, burası çokluk alemi. Neyle; “Ellezine yezkirullahi kıyamen ve kuuden ve cünubihim..”. Ayakta iken, oturarak, yatarak... Niçin bunları anlatıyorum? Çok ehemmiyetli de, ondan anlatıyorum. Namaz baştan başa zikir’dir. Allahu Ekber, zikir’dir. Eüzü, Bismillah zikir, Elham okumak, Rüku’ya gelmek, Süphane rabbiyel â lâ , azim.. zikir... Öyleyse, namaz baştan başa zikir ve bu 24 saatte ancak iki saat tutuyorsa; 22 saati ne yapıyorsun? İşte, bu halk 24 saat zikreder. Allah, Allah, Allah...

Bir imtihan mı çıkarıyorsun burdan? Yok, vazifemiz bu... Efendiye teveccüh etmek her yerde, her zaman. Abdestli, abdestsiz zikredeceksin. Kim edecek? Senden Allah diyecek. Bu mülkün sahibi O, tasarruf sahibi O, senin ne hükmün var? Kaldı mı şirk burada? Kaldı mı ikilik? Ayet-i Kerime; “İsteyerek veya istemeyerek emrime girin”, diyor. İşte, isteyebilirsen ne ala, istemesen de emrindesin. Bilerek veya bilmeyerek , zikrediyorsun. Yani zikir hep var. O’nun kendi emrinin hükmüdür zikir. Şöyledir; Zikir, Zakir, Mezkûr, üçü hep var. Sıfat, Zat zikrin içindedir...

Şimdi...“Eğer jandarmalar tutup getirmeseydi bizi,-Kıbrıs’tan geldi-,biz gelmezdik !..”. Soruyorum size, var mı öyle bir şey? Bir jandarma tuttu bizi, ama bizi hidayete tutmuş. Allah denen varlık tuttu, itti bizi buraya. Ne yapmalı şimdi? Geçen gün; “Bir Mürşid’in, sizde zerre kadar hakkı yok”, dedim. Öyle... Bir hak vardır, kimin o? Allah’ın hakkı var. Allah ne emrettiyse Mürşid-i Kamil onu öğrenmiş, tatbik ediyor. Bu bizim isteklerimiz, Allah’ın istedikleridir.

Bakın, biz zannederiz ki,- Allah’a yakiniyeti anlatmaya çalışacağım-, biz zannederiz ki; Bizim birer varlıklarımız var, herkes istediğini, istediği yerde yapar, reddeder!.. Yok öyle... Bütün kainatta söz sahibi, Allah’tır. O’nun sözünün üzerine bir söz, ne Peygamber’de, ne onda, ne onda... Allahu Ekber diyoruz. Büyük... Sübhaneke’yi okuyoruz; Senden gayrı yok, ”Ve lailahe gayrük”. Eüzü’yü çekiyoruz, Elham’ı okuyoruz. Niye? Bizi Allah’tan alıkoyan bir tek varlık var. Onu Allah yarattı!.. Şeytan... “Eüzübillahi’mineşşeytan’irracim”. Racim, taşlaması, kandırması. “Bismillahirrahmanirrahim”. Nefs giriyor, kötü arkadaşlar giriyor. Bundan kurtulmadıkça, namazın kabul olacağını hiç hatırına getirme. Evvela bunları def et. Neyle def ederiz bunları? Allah’a teslimiyetle. Allah’a; “YaRabbi, fail sensin, mevsuf sensin, mevcut sensin, hiçbir gayrısı yok, yok senden başkası, hepsi senindir”. Zikrullah ile...

Peki... Niye bu tevhide girmeyenlere!... Hep böyle olmuşlar, Hz. Peygamber zamanında da böyle olmuşlar, gelememişler, vücûd gemisini deldirmemişler! Oğlanı katletmemişler!.. Kesti ya Hızır Aleyhisselam... Hz. İbrahim’e dedi ki; “Ya İbrahim, oğlun İsmail’i benim için kurban et!..”. Çok seviyor ya, 90 yaşında oğlu oldu. 1-2-3-5 rüya, olmadı... “Kes, illa kes...”. Aldı götürdü, “Bağlama gözlerini”, Bıçağı vurdu , kesti!... “Ya İbrahim, eğer o Urfa’da ki ateş...”. Yakardı... Ne zaman İsmail’e olan sevgisini kesti... “Biz sana İsmail’i kes demedik. Biz İsmail’e olan sevgini kes, dedik”. Nereden vuruyor, sen ne yapıyorsun!... Allah’tan gayrı birşeyi sevdiğiniz an, Allah karşınızda olur.. “Ve azizün züntikam”. İntikam alır...

Hocanın birisi hikaye anlattı; Hocanın birisi, ehli sünnet cemaatten ama teslimiyeti yok, tevhid’e yanaşmıyor. Şimdi, diğer hocalar şüpheleniyor. Hocanın hizmetçisine diyorlar ki; “Al şu bir altını, hoca eve girdiğinde anahtar deliğinden bak, ne yapıyorsa haber ver”, “Tamam..”. Hoca giriyor odasına, sarığını çıkarıyor, cüppeyi çıkarıyor, açıyor dolaptan rakıyı çıkarıyor; “Allah gafuru rahimdir, errahmanı rahimdir..”, diyor, içiyor... Anlatıyor... Diyorlar ki; “O gafuru dediği zaman Allahü şedidül ikâp”, de. Kız; “Allah’ın şiddetli azabı vardır”. Bunu duyunca, atıyor kadehi, kırıyor. Alim adam... Allah bir taraftan affeder ama ceza verir. Beni affetti diye... Yok öyle şey, bir adım atmadan yakalar seni. Çünkü, sen cezayla dolusun. Şiirde vardır; “Günah işlemekle medlûlsün”. Her hareketin günah işlemeye hazır. Ya, öyleyse kurtuluş nerdedir? “Biz zikrediyoruz!”. Yok öyle, biz daha tevhid’e girmedik, daha zikretmiyoruz biz...

Arabi Hz. yakaladılar da götürüyorlar, idam edecekler. Ezan okunuyor, ”Allahu Ekber..”. “Yalan söylüyor”, diyor. Adını yalancıya çıkarmışlar ya, “Sen mi doğrusun?”, diyorlar. Geçerlerken, bir demirci dükkanının önünden, bir örs’ün üzerine çıkıyor, “Allahu Ekber”, diyor. Örs erimeye başlıyor, “Ben de yalan söylüyorum, ben erimeliydim”, diyor....

Ya !.. “Bize, Cenab-ı Hak bu zevki verdi”, diyor İbrahim Ethem Hz., “Eğer, bu zevki padişahlar anlasalar, ordularını seferber edip bu zevki alırlar”... Fatih Sultan Mehmet, Akşemsettin’den almak istedi. Vermediler!..

f t g m