Copyright 2024 - MEKSAV

Selamün aleyküm hanım efendiler, beyefendiler işte yine beraberiz  Allah’ın dostluğuna dahil olanlar birbirlerine de dost olurlar. Söyleyene sünnet, dinleyene farz hükmü vardır bu Allah dostlarının muhabbetinin. 

Efendim nerede kalmıştık? Evet, balıkçı önde saraylı kız arkasında kulübelerine doğru gidiyorlardı. Ne akla gelmez tecelliler işlenmişti, sabahın kısa saatinde ne imkansız görünen fiiller, sıfatlar nakışlanmıştı. Balıkçı ve zengin aile arasında sonunda bir kuş öttü. Her şey takdiri ilahi ile sıraya dizildi ve istenen netice oldu. 

Ve şimdi biz geliyoruz saraylar prensesi, sultanlara hanım efendi olmayı hayal ederken bir fal açılımı sonunda hasbel kader balıkçıya varan, onun contil kulübesine gelin giden balıkçının karısına... İlk günler, ilk haftalar derken belki bir nebze mutlu yaşamları devam etmiş diyebiliriz. Balıkçı Salih sağlıklı, temiz kişilik sahibi halim selim bir insan... Evli olduğu için çok sevinçli, çok çalışıyor. Kulübesine ilaveler yapıyor, eşinin mutlu olması için elinden geleni yapıyor. Önceleri beraberce sahil boyu gezmeleri, kayık sefaları, yıldızlı aylı gecelerde gökyüzü seyretmeler filan iyi gidiyordu. Ama zaman içinde bazı çok önemli ihtiyaçlar ortaya çıkmaya başladı. 

Işık lazımdı. Kel kör bir denizci feneri vardı ama çok yetersiz kalıyordu. “Kadın bu böyle olmaz git bize bol ışık veren bir lamba getir” dedi. O da bütün parasını harcayıp pahalı bir lamba alıp geldi, kulübe aydınlandı. Daha sonra çocukları doğdu; kadın baktı ki, kulübe soğuk. Bize ısınacak şeyler lazım dedi. Git soba, odun, kömür al getir. Balıkçı ne kadar parası varsa hepsini sarf etti. Soba aldı, odun kömür temin etti ve kulübe ısındı. Sonra kadın su lazım, kulübenin kenarından küçük bir su oluğu aksın elimi yüzümü yıkarım. Senin ırmaktan taşıdığın su yetmiyor dedi. Balıkçı Salih çok balık tuttu, iyi para kazandı. Kazma, kürek, alet, edevat aldı. Çok çalıştı ırmaktan kulübe yakınına kadar su kanalı kazdı gece gündüz uğraştan sonra kulübe yakınından deryaya akan küçük bir arık meydana geldi. Şırıl şırıl temiz su akmaya başladı. Balıkçı evinin çevresine can geldi. Üzüm asmaları meyve ağaçları, sebze bahçeleri oldu. Bol ve temiz akarsu kulübeye huzur getirdi. 

Anne, baba geldiler torun sevdiler balıkçıdan çok saygılı karşılama gördüler. Yediler, içtiler sonra da konuşma faslına gelince bir yığın müşkülat sayıp döktüler… Yok efendim bu hayat böyle gitmezmiş. Yok kızları bu hayata dayanamazmış doğan çocuklar nasıl tahsil, terbiye, cemiyet ahlakı bilgisi nasıl olacakmış? Sonra çocukların ayrı odaları olmalıymış, eğiticiler olmalıymış, daha büyük geniş bir eve ihtiyaç varmış... Velhasıl kaynana kayınpeder eksik ve noksanları bir bir sayıp döktükçe zavallı balıkçı Salih’in başı aşağıya düşmüş. İşin en yürek dağlayıcı yanı da hanımının bütün bu zorlu istekler karşısında onu hiç kollamaması, aksine daha çok şeyler isteyip durumu büsbütün dayanılmaz hale getirmesiymiş. Günler geçtikçe baskılar artmış. Hanımı, ya büyük ferahlı bir ev yaparsın ya da ben annemin evine dönerim diyormuş. Kasvetli günler yaşıyormuş balıkçı Salih… Gündüz normal işleriyle uğraşıyor, işleri bitince oyalanıyor, akşam kulübeye dönmek istemiyormuş. 

Balıkçı Salih akşamlardan bir akşam, geç vakitlere kadar sahilde kaldı. Oturmuş bir çıkış yolu vardır diye düşünüyor, bir yandan da elleriyle denizin yıkayıp parlattığı çakıl taşları ile oynuyordu. Birden aklına süslü balığın verdiği beyaz taş geldi. Nereye koymuştu acaba? Nasıl da unutmuştu süslü balığın hediyesini. Çok cebelli bir hayatı vardı, nasıl unutmasın, rahat düşünmeye bile fırsatı yoktu. Kalktı ümitsizce ceplerini yokladı… Beyaz taş yoktu! Düşmüş olamazdı. O çok değerli bir armağandı. Kayığa koştu. El yordamıyla her tarafını didik didik aradı. Yok Yok Yok!... Büyük bir hüzün düştü içine. Gönlüne ümitsizlik çöktü birden. Süslü balığın hediyesi idi o… Bazı marifetleri de vardı da denemek nasip olmamıştı. Onu hep deri ceketinin iç cebinde saklardı. Tabii ya! Ceket! Nerede ceket? Ceket nerede olacak, yenisi gelince onun içine kuru yosun doldurup minder yapmıştı. Derhal minderi söktü. Ceplerine baktı ve işte netice; iç cebinde beyaz taş uslu uslu duruyordu. Ya bismillah… Hatırlamaya çalıştı, ne tembih etmişti Süslü Balık? “Sağ elinin baş parmağıyla üç defa ovalarsın ve cin çıkar gelir.”  Tövbe! Öğle değildi. “Süslü balık çıkar gelir ve…”  İşte çıktı geldi… Süslü Balık suyun içinde soluk soluğa nefes nefeseydi. Deniz usulü bir iki reverans yaptı ve konuşmaya başladılar:

-Selam sana yiğit balıkçı aziz dostum ve cesur kurtarıcım uzun zamandır beni aramanı bekliyordum. Hiç aramadın!

-Selam sana süslü balık. Seni tekrar gördüğüme çok sevindim. Hoş sefa geldin. Hayrola böyle. Niye nefes nefesesin?

-Yok! Yiğit balıkçı hayır! Düşündüğün gibi değil. Önemli bir mesele mi vardı? Deryalar sultanından izin alıp acele çıktım arkamda iki tane koruyucu cereyan balığı var. Onlarla yarışa girdik. O yüzden hoş sefa bulduk. Ben de seni gördüğüme çok sevindim. Anlat bakalım nasıl gidiyor evlilik. Bir müşkül var mı?

Balıkçı evvela kısaca anlatıp geçiştirmek istedi. Ama Süslü Balığın dikkatle ve samimiyetle dinleyişi karşısında çektiği sıkıntılarını ve aşağılanmaların onu nasıl şiddetli kırgınlığa ve ezikliğe sevk ettiğini saydı döktü. O cesur, yiğit bilinen kişi, hakiki dost bildiği bu süslü balığın önünde bütün aczini ve iştiyakını anlatırken gözünden yaşlar akıyordu. İlk defa kendi dertleri için böyle hamiyetli bir muhatap bulmuş bütün irade ve ferdiyetinin ona teslim edip yardım talep ediyordu. Süslü balık bu yiğit kişinin dert anlatırken gözlerinden damlalar döküldüğünü görünce dayanamadı ve o da ağlayıp göz yaşı dökmeye başladı. İkisi de ağlıyorlardı ama arada bir fark vardı. O ne hikmettir ki Süslü Balığın gözünden dökülen yaşların her tanesi suya temas eder etmez çok güzel parlak mücevhere dönüşüyor suyun içinde pırıl pırıl parlıyordu. Balıkçı, dostunun üzülmesini istemeyip konuşmayı kesti ve bir yandan da fark ettiği manzara karşısında şaşkınlığını gizlemeyip sordu: 

-Ey benim hamiyetli, süslü dostum kendi derdimle seni üzdüm ağlattım. Ama ne kadar güzel göz yaşı döküyorsun? Hepsi de paha biçilmez mücevher görünümündeler.

-Evet yiğit dostum senin gözlerinden yaşlar döküldüğü görünce benim de gözlerimden yaşlar coşup döküldü. Bizler ailede ağlamak nedir bilmeyiz. Gözümden dökülenlerin göz yaşı olduğunu ilk defa görüyorum. Gerçekten de güzel şeylermiş bunlar işine yarar mı senin?

-Ey benim ağlayınca gözlerinden pırlanta göz yaşları döken süslü sevimli dostum Allah sana uzun ve hayırlı ömürler versin… Baksana!... Bunlar suya deyince çok renkli parlayan mücevher kesiliyorlar. Bunlar çok kıymetli şeyler her birinin değeri binler yüz binler olmalı…

-Hey yiğit balıkçı bakıyorum yüzüne sevinç geldi, gülüyorsun! Sen gülünce ben de sevindim. Artık gözümden yaş gelmiyor. Demek bunlar sence çok değerli ha! Öyleyse sen bunları topla değerlendir dertlerini bir nebze olsun savabilirsen mutlu olurum. Hay! Deryalar sultanı adına! Bazen dertli olup ağlamakta işe yarıyormuş. Şimdi bana izin ne zaman istersen yine beni çağır çekinme hoşça kal.

-Daima selamette ol yardım meleği Süslü Balık çok teşekkürler. 

Gecenin karanlığında denizin içi pırıl pırıl parlayan kıymetli nesnelerle doluydu… Bu akıllara hayranlık veren, gamlı kederli ve de mücevherli hadise üzerine dakikalarca dalgın dalgın denize bakakaldı bizim Balıkçı Salih… Her an türlü hallerde hikmetler gösteren yüce Allah nelere kadir Ya Rabbi… Fakir kulunun işi kolay olsun diye nasibini balığın gözünden yaratıyor. “Subhaneke Elhamdulillahi ve Ma Ecmele Halkehu”, “Cümle övgüler Allah’a olsun, nasıl da emsalsiz güzellikler yaratıyor”… Topla ey Salih topla! Bir tanesi bile zayi olmasın. Sabrının karşılığı verildi. Şükürde daim ol, her dem onun ismini an ve hamdü sena et… 

Balıkçı derhal işe girişti iyi bir dülger buldu maiyetinde mimar, mühendis ve işin ehli ustalar çağırdı. Çok kısa zamanda her çeşit levazımat ısmarlandı ve geldi. Planlı, dekorlu dört katlı bir konak için ne lazımsa alındı, yapıldı. Balkonu verandalı, cihan nameli tasarlandı. Her köşesi en iyi ve ihtişamlı şekilde yapılmaya başlandı. Hiçbir şey eksik kalmadı. En hassas ve dakik çalışmalarla muhteşem bir saray yavrusu çıktı meydana… “Kün maallah vela tubali; sen Allah ile ol endişe etme” Bu teslimiyet her zamanki gibi şimdi de iyi netice vermişti. Sarayın dışı süslendi müzeyyen oldu içi en değerli mefruşat ile döşendi dekore edildi veee… Balıkçının karısı ‘buyurun saray yavrusuna’ diye merasimle davet edildi! Balıkçının karısı Mahfure sultan, modern saray yavrusuna taşınınca çok memnun oldu olmasına da!... O bir kere inkarcı ve nankör doyumsuz nefsinin zebunu olmuş ya, müşkülleri daha ziyade arttı. Üstüne üstlük, kocasından ne istese yapıyor olması bile onu şüphelere düşürdü. Bir gün hanım, bey şöyle sefalı bir balkon birliğindeyken şu konuşmalar geçti aralarında:

-Salih efendi biliyorum sen çok becerikli adamsın ama… Hem kahveni iç, hem de bana anlat bakayım. Evimizi tam istediğim gibi yaptın, beğendim. Eline sağlık… Ancak içime merak düştü bunları yapmak için çok masraf gider. Bu kadar parayı nereden buldun?

-Kıymetli hanımım evinde güle güle otur. Çocuklarını yetiştir. Allah’a şükürde daim ol… Allah versin işte o ganidir, o cömerttir, ihsanı boldur… Kerim’dir O!... 

Yüzsüz ve şımarık kadın birden aksileşti… 

-Bana bak balıkçı efendisi! Benim tepemi attırma, O Gani’dir, O Kerim’dir sözlerini bırak. Zaten bütün gün bir aşağı bir yukarı in, çık, yoruldum bittim. Çabuk söyle üç beş kilo balık satmakla böyle bir konak yapılamaz! Söyle kim verdi? Nerden buldun? Yoksa gizli gizli bir şeyler mi yapıyorsun?

-Kıymetli hanımım söylesem inanmazsın, bana yine kızarsın.

-İnanırım ben! Sen zaten yalan söyleyemezsin. Hadi bana söyle! 

Balıkçı hadiseyi inandırıcı bir usulle anlatınca kadının gözleri büyüdü, aklı  gitti. Hele de arta kalan birkaç mücevheri görünce hasedinden kudurur gibi oldu… 

-Demek o balık senin her istediğini yerine getiriyor ha! Ya ben! Ben n’olucam? Benim isteklerim n’olacak? Ben hayatım boyunca neler neler bekledim olsun diye. Hiç birisi olmadı. Sonunda bir balıkçıya varmak düştü kaderime… Hemen git! O balığa söyle. Bu eve halayıklar istiyorum hizmetçiler, kapıcılar, emrime tabi kapu kulları olsun istiyorum. Çocuklara bakıcı eğitmenler istiyorum. Yemek pişiren aşçılar, servis yapan uşaklar istiyorum. Hemen koş! Hemen söyle… Yoksa karışmam. Sözünden dönmüş olursun haydi hemen koş git. 

Tövbeler tövbesi!... Yalan söylemek doğru değildir de… Her şeyin doğrusunu söylemek de bazen zaman dert getirir adama. Nereden gittim söyledim o doyumsuza. Ne güzel memnun mutlu bir eyyam daha yaşar giderdik. Çek bakalım şimdi eziyeti bu kadının çenesinden. Artık bir daha bu gönle huzur gelmez! Hay Allah, Yüce Rabbim hayra erdir bu garip kulunu… Kafasında bu düşüncelerle, söylene söylene deniz kenarına doğru gitti bizim balıkçı.Süslü Balık, ona “Ne zaman istersen beni çağır gelirim, sakın çekinme.” Demişti ama elinde değildi.  Utana sıkıla tılsımlı beyaz taşı baş parmağı ile ovaladı ve bekledi. Gelen yoktu! Bir daha çağırdı. Denizin dalgaları bir oyana bir bu yana coşuyor bizimki de dalgın dalgın bakıyordu ama yine gelen yoktu. Med ve cezir saati, su dizlerine kadar yükselmiş o ise yerinden kıpırdamadan bekliyordu. Bir ara ümidini kaybedecek gibi oldu ve  acep süslü balığın başına bir şey mi geldi acaba diye korktu. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çağıracaktı ki süslü balık yükselen dalgalar arasından görünüverdi… 

-Geldim yiğit balıkçı geldim. Kusura bakma… Deryalar sultanlığında idarecilere terfi, makam yükseltme kararları toplantısı vardı beni sultan yardımcılığına layık gördüler tebrikleri alıyordum, o yüzden geciktim. Talihim çok iyi gidiyor, senin duaların sayesinde…

- Ben çok sevindim süslü balık, demek veziri azam oldun. Ben de tebrik ederim seni, sen her iyiliği hak edersin zaten. Şu boynunda gümüş bir halka var, o senin rütbenin işareti mi?...

-Hey akıllı dost. Gözünden bir şeyde kaçmıyor o rütbe işareti değil deryalar sultanının üçüncü oğluyla nişanlandık, nişan alamet!

-Hay sen bin yaşa Süslü Balık, tekrar mübarek olsun, çok sevindim.

-Eee merhaba, nasılsın? Eşinin bütün istekleri yerine geldi mi, memnun oldu mu?

-Ah benim iyi kalpli dostum ah! Sen hoş sefa geldin garip gönlüme, hana ve surûr verdin. Bizim hatunda ölçü ne gezer… İstedikleri en mükemmel şekilde verildikçe nefsinin aşırı arsızlığı artıyor. Aklına gelen her şeyi istiyor. O güzelim yeni konak ona önceleri güzel göründü, içinde dolandı, salındı, havalandı; fakat yeter mi? Bu defa da hizmetçiler, halayıklar isterim diye tutturdu. Onun bencil isteklerinden artık sana gelmeye utanır oldum. Biliyorum seni çok rahatsız ettim, mahcubum süslü dostum ama yardımına ihtiyacım var.

-Ne demek mahcubum yiğit dostum, biz dost değil miyiz? Hem ben senin bu halisane teşekkürlü dualarınla yüksek makam sahibi oldum. Senin ‘yetmezlik kuyusu eşinin’ böyle basit dünyevi istekleri bize çok kolaydır. Ben bir de bu işin nerede sona ereceğini düşünmeye başladım. Sen şimdi küçük koydaki şahin kaya noktasına git. Orayı bilirsin. O kayanın dibinden denize gir. Gidebildiğin kadar derine in, korkma ben de orada olacağım. İşaret ettiğim yerde sağa sola saçılmış süslü, renkli şeyler göreceksin. Siz onlara hazine diyorsunuz. Onları topla torbana doldur. Dünyalık ihtiyacını görmeye yeterli olur sanırım. Kim bilir hangi tarihler de korsanlar onları orada bırakmışlar. Kendileri de birbirlerini öldürüp gitmişlerdir, geldikleri yere…Dünya metaı işte… Götür karına ne isterse alsın bakalım bu işin sonu ne olur? 

Balıkçı Salih derin su edevatlarını kuşandı ve derin sulara daldı. Balığın işaret ettiği yere gelince gözlerine inanamadı; akıllar almaz değerdeki türlü çeşit kıymetli taşlar göz kamaştırıcı süslü, desenli ziynet, giyim eşyaları, yakutlar, mercanlar suyun dibinde pırıldayıp duruyorlardı. Süslü Balık, bir hoşça kal işareti yapıp gitti. 

Masalcıdan bir uyarı: Sen şimdi ey Balıkçı Salih, bu göz kamaştırıcı servet karşısında o güzel sadeliğini muhafaza edebilecek misin? Yoksa sen de o doyumsuz insanlar gibi kendini dünya metaına kaptırıp gidecek misin? “Hayır” de! Kella! Sümme kella! Ve yine kella!... Asla olmaz!... Bu fakir balıkçı Rabbinin ona ihsan ettiği nimet ne ise onunla mutmain olur hamdu sena eder gerisi (Fi mela) yani n’olasıdır kim bilir bunlar buraya nasıl geldi kimler bu alayiş uğruna canlarını kaybetti ve kimler süslenip takınıp nefsinin tepesinde gurur, kibir ve insanlığa zalimlik ettiler. Dünya metaı işte ne kadar şa’şaalı alayışlı olursa olsun o nispette insanı hakikat yolundan uzaklaştırır onu kim isterse ona ver ben halimden memnunum demeli ve arifi billahtan ayrılmamalı. Bizim Balıkçı Salih hepten de tok gözlüymüş ki, torbasına doldurduğu küçük çaptaki hazineyi götürüp karısının önüne döküverdi. 

-Al hatun bu süs eşyaları ile kendine hizmetliler al halayıklar al anana babana ver. Kendine ne istersen satın al. Süslen, büyüklen ece ol. Kraliçe ol. Meydan senin olsun amma beni tahkir etme. Her istediğini yaparım dedimdi. Sözümde duruyorum… Ancak dikkatli ol. Çektiğin atın yuları kopmak üzere. Bu senin gidişinin sonu iyi görünmüyor Allah hayra erdire!... 

Mücevher yığınını önüne saçılmış gören kadının olmayan aklı temelli gitti. Kocasının ciddiyetli sözlerine kulak bile tutmadı. Önce oynadı zıpladı, kolyeleri gerdanlıkları gelişi güzel orasına burasına takıştırmaya çalıştı. Derken anasını babasını çağırttı. Hizmetçiler halayıklar getirtti. Kendisine mücevherlerden süslemeli bir taht yaptırdı. Anne baba ve çocuklarına ve hizmetinde bulunanlara kendisine ece hanım veya kraliçe hanım demelerini emretti. Kendi tebaası oldukları inancıyla her istediğini onlara yaptırmaya başladı ama yetmedi! Herkesin ayaklarına kadar eğilmelerini ve ona sonsuz saygıda olmalarını istiyordu. En küçük bir itiraz görürse hemen onlara ağır cezalar veriyordu. Böylece günler aylar geçip giderken Balıkçı Salih o evden büsbütün soğumuş eski kulübesinde mütevazi hayatını yaşamaktaydı. Bütün bu olanlar hakkındaki üzüntüsünü ibadet ile telafi etmeye çalışıyor her şey için Allah’a tövbe istiğfarda bulunuyordu… 

Kendini bir kraliçe gibi görmeye başlayan hanım da saray halkı ve herşey üzerinde mutlak bir hakimiyet kurmak istiyordu. Hava sıcaksa serinlik oluversin; balkonda tenezzühte iken yağmur yağmasın veya yağsa dahi bir işaretle yağmur dursun; gülşende dolaşırken güneş üstüne parladığı zaman bir işaret yapmasıyla bulut gelip ona gölge yapsın. O istediğinde geceler gündüz oluversin gündüzler de gece… Böyle bir imkanı ona kim verebilirdi ki?... Düşününce buldu! Tabi ki balıkçı kocasının o sihirli Süslü Balığı! Hemen halayıklardan iki muhafız tayinleyip balıkçı kocasını der dest ettirip huzuruna çağırdı. (O şimdi kraliçe oldu ya!) kocasını muhafız zoruyla çağırıyor. (ne yazık) 

-Hani sen bana ne istersen yaparım sözü vermiştin ya! Şimdi senden o Süslü Balığa gidip istediklerimi kendisine söylemeni istiyorum. Bana insan üstü güç versin ve ben de her ne istersem kendim yapabileyim. Dilediğimde güneş açsın, dilediğimde yağmur yağsın, ben bir işaretle geceyi gündüz yapabileyim, gündüzü de yeri geldiğinde geceye çevirebileyim… Kraliçe olduğuma göre tebaamı idare edebilmen için güçlü kudretli olmak istiyorum. Bu sözünü yerine getir, başka isteğim olmayacak senden. Seni serbest bırakırım eski balıkçılığına dönebilirisin. Haydi şimdi git dediklerimi yap.

Balıkçı Salih’in içinden derin bir ürperti geçti. Karısının bu derece ileri gidebileceğini hiç mi hiç düşünmemişti. Şu haline bak diye geçirdi aklından; mücevherler içinde tahtına oturmuş beni de iki muhafızı ile zorla celbetti huzuruna. İnsan, kendindeki bencilliğin ve büyüklük saplantısının  ne kadar yanlış, ne kadar hakikate aykırı ve tehlikeli olduğunun farkında değildi… Birkaç kelime söylemek için yutkundu olmadı. Muhatabı söz dinleyecek durumda değildi. İki muhafızın tehditkar durumlarına baktı, kayınvalide ve kayınpederine baktı, onun tarafına bakan yoktu. Çocukları dahi onun yanında değildi. İçinden yazıklar olsun dedi ve mülayim bir sesle konuştu:

-Yani şimdi bu senin son istediğin mi oluyor? Başka isteklerin de gelmez mi arkadan? Çünkü sende ki bu ene’nin isteklerine de son olmazda…

Kadın tam bir kraliçe otoritesiyle cevapladı:

-Sen sözünü yerine getir ötesine karışma o zaman istediğin yere gidebilirsin diye çemkirdi. 

İki muhafız kontrolünde deniz kenarına geldiler. Balıkçı Salih karısının isteklerini düşündükçe sıkılıyor, utanıyor yüreği yırtılacak gibi oluyor; Süslü Balığa bunları nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. O iki muhafız da bir yandan kraliçeye yararlı olsunlar diye bir yandan da Süslü Balığı görmek merakıyla adamı itip sıkıştırıyorlar; haydi çağır şu süslü balığını da söyle kraliçe hanımımızın isteklerini diye zorluyorlardı. Balıkçı özel sırrını onlara göstermek istemediği için direniyor, hırpalamalarına dayanmaya çalışıyordı.

Derken denizde bir patırtı koptu. Sıçraya sıçraya gelen iki ışıklı balık muhafızların göğüslerine çarparak bir anda oracıkta etkisiz hale getirdiler ve hemen dönüp gittiler. Balıkçı beyaz taşı cebinden çıkarmaya çalışırken de Süslü Balık göründü. 

-Merhaba çok sabırlı ve metanetli dostumuz Salih! Çektiğin eza cefa bize önceden malum oldu da ona göre tedbirimizi aldık. Sen, densiz kraliçenin isteklerini bana söyleyip müspet cevap aldığında bu iki muhafız seni aradan çıkarmak emrini almışlardı. Ancak oyunları üstüne biz de oyun hazırladık. O iki balık kuzenlerimdir. Su altı enerji işlerinde memurdurlar. Senin muhafızlar ölmedilerse bile, o yüksek enerji çarpmasından sonra canlı sayılmazlar. Şimdi o asaletten değil de hayaletten olma kraliçenin karşılıksız istekleri haddini aşmış ve bir faninin kaldırabileceği ölçülerin çok üzerinde olduğu için reddedildi ve ceza olarak Allah’ın gazabı onun ve teb’asının üstüne Hakk olarak yazıldı. Sen çok iyi bir insansın ey Allah’ın mûti kulu…İyi niyetin, sabrın, fedakarlığın için sana emnüeman verildi. Saraya git ve çocuklarını yanına çağır. Onlar günahsızdırlar. Gecenin bir vaktine kadar o eski kulübenizde bekleyin. Çok dua ve istiğfarda bulunun ve ibadet edin. (Kün maallah vela tubali) Allah ile olun vebalden uzak kalırsınız. “Zalimlere imtihan şiddetli olsun.” !!! Karına da söyle. “Bütün istedikleri için olması gereken olacaktır.” İstekleri kendisine verilecektir. Haydi hoşça kal! O bunları söylerken çok ciddi ve öfkeliydi. 

Balıkçı Salih saraya gidip Süslü Balığın söylediklerini aynen kraliçe ve tebaasına nakletti. Çocuklarını da yanına çağırdı ve onlarla birlikte eski kulübeye geçip dua ve zikirde bulundular. Dua, zikir ve birkaç latif konuşma çocuklara ninni gibi geldi. Kulübenin minderlerine kıvrılıp uyudular. Salih’in gözüne uyku girmiyordu. Gözleri biraz ileride dışarıdan güzel görünen ancak içi fıskü fesat, kibri haset dolu konağa takıldı. Ne demişti Süslü Balık son olarak? “Söyle ona onun bütün istedikleri kendisine verilecektir.” Ve gecenin ilk yarısına doğru binanın tepesinden müthiş bir sayha koptu. Aynı anda çok geniş çaplı bir kasırga o dört katlı binayı çepeçevre sarmaladı. Tayfunun şiddeti ile en üst kattan zemine kadar ne varsa yerinden söküp savuruyor canlı cansız bütün eşyayı önce anaforun şiddetli dönüşü ile yükseklere çıkarıyor sonra da her zerresini kilometrelerce uzaklara… fersah fersah uzaklara savuruyordu. Temel taşları, bahçe duvarları, ağaçlar… Sanki geride hiçbir şey kalmasın istenir gibi tayfun her dönüşte bakıyor bir taş parçası, bir tutam bahçe otu görürse onu da alıp uzaklara sevk ediyordu. Gagası kınalı bir direkçik kuşu saray bahçesinin güzelliğine tamah edip “şurada geceler ertesi günü karnımı doyurur giderim” demişti ama o patırtıda ağaçlarla o da savrulup gitti. Hikaye edilir ki kuş giderken mahzuniyet içinde şöyle bir ağıt yakmış. 

Ah ya veyli, citü li efide min taamihim

Belaniy Allahu ma belahum fihi 

Vay benim başıma 

Gıdalarından istifade ederim diye geldim

Allah onların cezaları ile beni de cezalandırdı… 

Kulübenin kıyısına bile dokunmayan Allah’ın o akıllara sığmaz afatı gece boyunca binanın üzerinde dönüp tekrar tekrar ortalığı savurdu. Seher vaktine kadar herhangi bir obje kalmamak şartıyla ne varsa pakladı temizledi sanki oraya hiç bina konulmamış gibi boş bir görüntüye gelince, sakinleşti günaydınlığı ile birlikte çekildi ve yerini düşünmek için balıkçıyla çocuklarına bıraktı.

Balıkçı ve çocukları çevrede herhangi bir canlı var mı diye günlerce aradıkları halde hiçbir hayat eserine rastlayamadılar. Ceza çok şiddetli gelmişti. Bilinmelidir ki Allah ceza ve ikab üzerinde çok şiddetlidir Allah’ın gazabı ölçüye endazeye gelmez. Çünkü hak sillesinin sedası yoktur. Bir de vurdu mu devası yoktur.

O günden sonra Balıkçı Salih o şiddetli hadisenin tesirinde günler geceler boyu hep dua ve niyazla daim oldu. Oğlu ve kızı ise annelerini ve o rahat yaşantılarını arayıp durdular. Ne var ki ilahi zorlu imtihanın müddeti tamam olmadan, kolaylığın ve hayrın işareti görünmüyordu. Üstelik Süslü Balığın verdiği beyaz taşın da tılsımı bozulduğundan artık cevap vermiyordu. İletişimleri kesildiğinden Salih de eski balıkçılık günlerine döndü. Aylar geçti, kış yaklaştı. Çocukların biri dokuz, diğeri yedi yaşına geldi. 

Bir gün, kulübeye yakacak toplamak için çevrede dolanırlarken, koyu ılgınlık kümesi ardında onları gözetmekte olan üstü başı perişan birini görürler ellerindeki çalı çırpıları atarak kulübeye kaçtılar. Babaları ne olduğunu sorunca çok korkunç görüntülü birinin oralarda dolaştığını, onları gözetlediğini soluk soluğa anlattılar. Baba yüreğinden kopan bir sezgi ve korkulu bir merak içinde çocukların tarif ettikleri tarafa doğru koştu Salih. Çocuklar da arkasından etrafı artak tartak ettiler ama kimseye rastlayamadılar. Sadece belli belirsiz bazı ayak izleri bulurlar. Bu izler kayalıklara doğru gitmekteydi. Balıkçı Salih çocuklara kulübeye dönmelerini söyledi. Fakat küçük kızı feryadı basıp gitmek istemedi. Hepsinin iç dünyalarında korkulu ve meraklı bir hal vardı. Kayalıklara koşarak gittiler. İlk vardıklarında o korkunç karaltının kayaların iç kesimlerine doğru kaçmakta olduğunu görünce balıkçı Salih hızla seyirtti ve ona yetişerek bağırdı: 

-Dur orada! Dur bakalım, kimsin çocukları niye korkuttun? Karaltı durmaz kaçmak ister. 

-Dur diyorum sana! Kaçma, sana kötülük etmem eğer sen iyi biriysen çocukları neden gözetlediğini söyle. 

Karaltı yani perişan hırpani görüntülü kişi durdu ve oracıkta sendeleyerek yere yığılıverdi. Türlü çeşit bez parçaları ile yüzü gözü üstü başı sarılı, elleri ayakları pislikten ve yıpranmaktan şerha şerha çatlamış, eski püskü bezlere sarılmış bir canlı… Çok geçmeden çocuklar da yetiştiler ve ikisi birden aynı anda sordular: 

-Ne oldu baba öldürdün mü onu?

-Hayır evlatlarım ben bir şey yapmadım ama o galiba bayıldı. Yüzü gözü kapkara çamur içinde kimin nesi olduğu tanınmıyor ama içimde feryad eden bir ses var ki…

-O ses ne diyor bizim akıllı babamız?

-O ses öyle diyor ki çocuklar bu sizin anneniz! Altı yedi aydır aramadığım mağara, kaya oyuğu kalmadı. Dere yatakları, dağ etekleri, karış karış onu arıyordum. Bir ses vardı içimde… Süslü Balık annenizin son isteklerini arz ettiğim zaman git karına söyle onun bütün istekleri verilecek demişti. Ne demekti bu? Taş taş üstünde bırakmayan o dehşetli kasırgayı mı kast ediyordu? Yoksa bilinmez bir beklenti haberi mi gizliydi o sözde? Canlı cansız her şeyi yok eden tayfun ve aradan geçen uzun zaman bir de şu önümüzde hayretler içinde baka kaldığımız olmayacak isteklerin sahibi, bütün istediklerinden cebren feragat ettirilen aczi mutlaka düşürülmüş bir emmarei nefs. 

Balıkçının karısı tayfunun anaforuna kapılıp bir müddet havalarda savrulduktan sonra Allah’ın rahmetli hikmetine binaen bir göl kıyısı çamurluğuna hafif düşüşle inmiş; uzun saatler boyunca beyhut kalmış. Biraz ayılınca üzerindeki şokun etkisine rağmen gayrete gelip debelene yuvarlana çamurdan çıkıp gölün kenarındaki otların üzerine uzanıp akli dengesini buluncaya kadar öylece ölüm ile hayat arasında gidip gelmiş. An be an aklını ve yüreğini tırmalayan şu cümleleri tekrarlayıp durmuş: “Süslü Balık söyle dedi… Git karına söyle dedi… İstediği her şey kendisine verilecek dedi…” Başka bir şey hatırlamıyor sadece o keskin vurgulu cümleleri tekrarlıyormuş. Aklı tam yerinde olmayarak o gölün etrafında kah çamurlardan, kah sulardan, kah kenar köşeden ne elde edebildiyse yiyip yaşamını sürdürmüş. Yağmur üstüne yağınca kaya oyuklarına sığınmış, ıslanınca üşümüş güneşin sıcaklığına sığınmış, güneş sıcağı vurunca rüzgarın serinliğine, biraz fazla serin olunca da yine güneşin ısıtmasına koşmuş. Gündüz yiyecek bulmak için koşup yorulunca, geceleyin uykuya ihtiyacı olduğunu hissetmiş uyumuş. Acıkınca otlardan, ağaçlardan doymuş; susayınca göle doğru akan küçük ırmaklardan içerek kanmış.  Ardı arkasına kendisine sunulan bu hayat unsurları onu düşünceye sevk etmiş ve zaman zaman bir taşın üstüne oturup ellerini yüzüne kapatarak “Ah! Ben ne yaptım” diye hıçkıra hıçkıra ağlamış ve kendi uydurduğu bir ağıt dökülmüş yüreğinden. 

Ala es ya zaman e hana vel izzi illi varreti

Eebki alal lemma ev ebki ala saad beyti

Ca’nil garabil been bi yeda ve şatşatni             

Eebki alal lemma ev ebki ala saad beyti

 

Ala eş ya zemanü el-hena ve’l-‘izzü illi verretni

E ebki ale’-lemme ev ebki ala sa’di beyti

Caeni’l- gurabü’l-biyn biyedih ve şatşatni

E ebki ale’l-lemme  ev ebki ala sa’di beyti 

Ey zaman neden bana aşırı mutluluk ve izzetli olmayı gösterdin de önceleri

Ya ben şimdi saadetli evime mi yoksa içindeki topluma mı ağlayayım

O uğursuzluk kuşu geldi bana el kanat vurdu hırpaladı

Şimdi ben ya o mutlu topluluğa mı yoksa saadetli evime mi ağlayayım 

Süslü Balık “Sen git karına söyle onun istediği her şey kendisine verilecek” sözü ne kadar da sevindirmişti onu. Bencilliğin sarhoşluğu içinde bu cümle nefsine güzel gösterilmişti. Ne iyi! Bir işaretle yağmur yağsın zevklensin, sonra güneş açsın keyiflensin, gece olsun yıldızlar dizilsin, mehtap gelsin, ruhuma neşe versin. Ay üşüdüm çabuk güneş açsın sıcak olsun; çok sıcak oldu serinlik gelsin… Ben kainat sultanıyım cümle mümkünat emrimdedir oh ne de hoş her istediğim olacak haa! Ne kadar boş ne kadar evinsiz bir sevinme haliydi o… Nefsi emmare ne müthiş bir yalancıymış meğer… Sürekli böyle düşüncelere dalarak pişmanlıklar içinde kalmış ve ne zaman çocuklarıyla balıkçı eşini düşünse hemen zihnine utanç iğneleri batıyor eğer yolu kulübeye doğru yönelmişse de geriye dönüp uzaklara çok uzaklara hızlı adımlarla kaçıyormuş. Dilinde pişmanlık duaları, sessiz fakat yürek dağlayıcı tövbeler… Nefsini ve benliğini devamlı hakaretli ağıtlarla levm ediyor, elleriyle göğsüne döve döve belki bağışlanır diye yüzünü yerlere sürüyormuş. 

Sen yarattın bu cihanı

Sen yarattın cismu canı

Mülk senindir kerem kânı

Kimsenin olmaz Allah’ım

 

Yer senindir gökler senin

Güneş ay ve nucûm senin

Rüzgar yağmur heva senin

Nefse verilmez Allah’ım

 

Hata benim gafur sensin

Günah bende afuv sensin

Bağışlayan ancak sensin

Gayrısı olmaz Allah’ım 

Uzun günler haftalar aylar böyle sürüp gitmiş. Ta ki o gün çocuklar kış hazırlığı için odun, çalı çırpı toplamaya çıktıklarında onları görsün, nasıl buldukları her dal parçasını bir yere yığarken sevinmelerini ve can pare konuşmalarını dinlesin onları seyretsin. Buna gönül mü dayanır ama ne çare! Eğer onu bir fark ederlerse ne korkunç bir durumda olduğunu bir görürlerse?... Hayır olmaz! Kaç! Kaç ki seni bu halde görüp korkmasınlar. Ne var ki çocuklar cıvıl cıvıl değil bir yaratığı çalı ardından fark etmemek oradan geçen sineği bile görürler. Nitekim gördüler de yarı korku yarı merak içinde kulübeye babalarına koştular. Ve işte şimdi anne bir yaratık kılığında baygın yatıyordu. 

Bakımsızlık, az gıda ve sıkıntılar yüzünden zayıflamış kırk kilo gelmeyen yaratığı kulübeye getirdiler. Kasabanın meshur tabibesi (Binti lûkman) lukman kızını çağırdılar. Kulübenin ayrı bir bölümünde yıkandı, paklandı. Çok özel bakım ve tedavi usulüne tabi tutuldu. Hekim kontrolünde özel gıdalar hazırlanıp yedirildi sistemli bir ilgi ile sekiz on gün içinde ilahi lütfun sayesinde iyileşti çocuklarını ve eşini görmek istedi. Balıkçının karısı eşi ve çocuklarıyla çok hasretli sarmaş dolaş olduktan sonra kulübeden dışarı şöyle bir temaşa bir kendini ve afakını tanıma özlemiyle çıktı. Yaşam boyunca bu kadar memnun ve mutlu bakmamıştı içinde bulunduğu dünyasına… İşte hayat, işte saadet, işte her şey sana hizmet veriyor. Gece ay var, ışık ışık gündüz güneş, can bahseder enginlere. Parlak yıldızlar gecede inci elmas taneleri gibi… Rüzgar eser yağmur yağar, insan koşar çalışır rızkını arar kazanır yer içer doyar. (leyse lilinsani illa ma saa) (insan ancak sa’yettiği koşup çalıştığı ölçüde insandır) başka yok, ne demişti Süslü Balık (git karına söyle ona bütün istedikleri verilecektir) çok doğruydu bu söz… ancak onun cümle isteklerinden tam feragat ettirildikten sonra demek olduğu anlaşıldı ve değer kazandı. Tekebbür eden Allah’ın gazabına uğrar, tevazu göstereni Allah iki eliyle yüceltir. Allah’a dönüp her nefeste onun ismini ananın gönlü doyuma ulaşır. Rabbisi ondan razı olur o’da rabbisinden… 

Ehh şimdi anne ve çocuklar kulübelerinde çok iyiler mutlular. Baba Balıkçı Salih işi biraz daha ilerletti. Kasabada ufak bir köşe kiralamış avladığı balıkları pişirip de öyle satıyor.

(haya haya ya nas! Hutt el meğli vel cedid cae min el bahr) “haydi haydi ey insanlar pişmiş balık yeni geldi denizden” 

Süslü Balığı soranlara da selam olsun. Terfi etmiş şimdi daha geniş çapta yardım sever olmuş yaratılmışlar meydanına… 

Haris el Bostan 

Küçük bir not:

Hani kırmızı gagalı küçük bir direkçik kuşu vardı ya! O’da tayfunun şiddetinden savrulup gitmişti… Yüce Allah kadına yaşam hakkı tanıdığı gibi onu da azaptan korumuş. Şimdi kulübe civarından ayrılmıyor anne ve çocuklar onunla dost olmuşlar ona iyi bakıyorlar. “Allah her şeye kadirdir”

f t g m