Kahvehane yavaş yavaş dolmaya başladı. Hepsi birbirine benziyorlar… Esnaf, işçi, seyyar satıcı takımı ama saygılı insanlar. Her gelen 'merhaba' diyor; sandalyesini çekip oturuyor. “Hoş geldin beyzadem” diye saygılarda bulunuyor; “hoş bulduk” deniyor. Tamam da, biri ötekine, öteki daha ötekine işaret edip, selamlaşma için birbirlerini ikaz ediyorlar. Hal böyleyken, her gelen hal-i keyfiyetimizi sordu; biz de cevapladık. Anlaşılan insanlar sohbet etmek istiyorlar.
-Beyzadem siz okumuş yol yöntem görmüş birisiniz, bizler cahil kalmışız. Okumamız yoktur ama bir bilene sorarız bilmediklerimizi. İşitmişim mevlütte, hane okur ya hafızlar, mevlüt... İşte orda var imiş cenneti âlâda atlar, otlarlar imiş çayırda... Eyi ama var imiş bir at ayri yerde, ne yeyiymiş otları, ne de içiymiş suyi. Hep ağlar imiş bitevi... Cebrail (a.s.) ona sorar neçün ağlarsın? O'da der ki aşik olmuşim Muhammed'e (a.s.) isterim gürmek onun güzel yuzi... ahd etmişim canimi kurban vereyim... Cebrail (a.s.) dedi ona ağlama, yürekciğini dağlama. Gel sana ilaç olsun seni ona götüreyim. Sevdiğine kavuşturayım, haydi hazırlan!.. O at çok memnun oldi sevindi, oynadı geldi. Hazreti Cebrail (a.s.) aldi oni getirdi Muhammed’e! Kavuşti ona... Eyi ama ben sorayım bu müşkili niçin? Yani at cennette Muhammed (a.s.) Mekke'de nasil kavuştilar, beraber yani?
-Afedersin beyzadem, istiyim ben de sorayım bir muşkil.
-Dur be Sadık Ağa önce bu müşkil bakalım ne süyler?
-A be! Tamam! Beyzademiz hebisini biliyor süliyecek. Ben sordum hocaya geçen cuma. Hoca efendi biz deriz hep Allah, Allah, Allah ama bakârım ki süleriz hep havaya, nerde bu Allah?... Hoca dedi “Allah her yerde hazır ve nazır” Peygamberimiz süledi, gökten bir iğne atsalar düşecek imiş Allah'ın üstüne. Bu müşkil nasıl efendim? Nasıl oluyor bu?
-Değerli Efendimiz, ben de bir müşkil içindeyim. Dün bana birisi iki satırlık bir şiir okudu ve manasını sordu, bir türlü çıkaramadım. Kağıda yazdım da şapkanın içine sakladım işte burada okuyorum;
Hak cemalin Kâbesini etti aşıklar tavaf
Yerde Kâbe gökyüzünde Beytil mamur olmadan,
Güzel Efendim! Nasıl anlayalım bu beyiti? Bize açıklar mısınız, lütfen.
Devahir Bey zor durumda... Naneci Hüseyin; “Durun kardeşler! Beyzademizi böyle sık boğaz etmeyin, birer birer sorun müşküllerinizi, O âlim adamdır, hepinize yardımcı olur” diye ikaz ettiyse de, çevredekiler hem birbirleriyle sual cevap tartışıyorlar, hem de Devahir Beyin hem çok basit, hem de izahı zor müşkillerle etrafını sarmiş, ver yansın soru soruyorlar.
Kimi diyor; “Ben beş vakit namaz kılmak istiyorum, karı bırakmıyor, onu boşasam günah olur mu?” Öbürü diyor; “Benim bir eşek var çok yiyor ama üzerine yük vurdum da yere yatıyor, satayım mı, yoksa kasaba mı vereyim?” Daha ötekisi yakınıyor: “Yâ beyzadem! Babam beni keçeciye verdi, ordan kaçtım; marangoza verdi, yapamadım kovuldum; bakırcı, helvacı, çorbacı bir çok meslek dolaştım, şimdi yaş ilerledi Hiçbir marifete ait sanatım yok. Parkın önünde, kalabalık yerlerde keman çalıp türkü söylüyorum. Pek sesim de kalmadı bana bir tavsiyede bulunun, kime gider ne iş yaparım bundan sonra?”
Sorulara yani müşküllere çözüm getirmek için son gayretle cevap vermek için çırpınan Devhair Bey, gittikçe de aciz hale düşüyor ve kendisi müşkil sahibi oluyor. Onun bütün derdi naneciden eskici Numan hakkında bilgi edinmekti fakat bir türlü onunla konuşmak müsaadesi çıkmadı.
Halvetî mescit minaresinden akşam ezanı okunuyor... Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!.. Ezan sesiyle kahvede herkes ayağa kalktı. Devahir Bey de; “Allah Allah! Ezana bu hürmet? Bu saygı?” diye düşündü ve o da dönüp baktı. Kapıdan içeri eskici Numan giriyordu onu görünce şaşkın ve mahcûp vaziyette öylece o da ayakta kaldı.
-Selamun aleyküm ağalar, kardeşler! Haydi ezan okunuyor, namaza giden yok mu? Nasılsınız beyzadem? Bizimle namaza gelir misiniz?
O kadar samimi ve tatlı geldi ki bu teklif, Beyzadenin gönlü havaya uçtu. Zaten abdestli olduğu için hemen davrandı; diğerleri ile beraber mescide koştular. Namaz bitimi tebrikleşmeler oldu. Naneci Hüseyin Beyzadenin koluna yapışıp çekiştirmeye başladı.
-Ne tarafa böyle Naneci Hüseyin Efendi?
-Susss! Ses etme. Efendi seni çok beğendi.
-Kimi? Beni mi? Hangi Efendi?
-Eskici Numan Efendi! Başka kim olsun? Hep sordun ya!
-O eskici efendi Haa? Ne demezsin! Hani bizim içimiz dışımız pisti ya!
-Sus Beyzadem susss... Numan Efendi semaverde seni iyice temizlemiş, ihvan öyle dedi.
İki solukta eski bir evin önüne geldiler. Kapu açıldı, yeşil halı döşenmiş genişçe bir odaya girdiler. Eskici Numan Efendi ihvana “hoş geldiniz” deyip yer gösterdi; naneciye bir işaret yaptı ve bir odaya girdi. İhvan şuraya buraya serbest oturdular ve sohbete başladılar. Naneci, Beyzadeyi bir köşeye çekip oldukça ciddi ve önemli konuşmalara girişti. Devahir Bey sanki çok eskiden teslim sözü vermiş gibi her söze kabul işareti veriyor ve belki de durumdan çok memnun olduğu ifadesini belli ediyordu halince... Vakit geldiğinde birlikte Eskici Numan Efendi'nin girdiği oda kapusuna doğru yürüdüler ve beyzade Devahir, ihvanın hayırlı olsun bakışları ile teveccüh odasına gönderildi. Yarım saatlik bir beklenti arasında, odaya sofralar yayıldı; yemekler, meyveler, tatlılar donandı; şerbetler dolduruldu bardaklara... Veee efendim beklenen kapu açıldı tekbir sedaları odayı çınlattı.
Leziz yemekler, çeşitli nimetler tevhid aşkına muadil bir zevkle yendi içildi. Numan Efendi taam duası için de yeni ihvan Devahir'i ihvana tanıttı. Tarikat ilmi ile çok yıllar yaşadığı ve zikrullaha oldukça aşina olduğu için kendisine üç makam telkin edilerek Fenâ fillah zevkinin sahibi olduğu müjdelendi. Ateşli ve ihlaslı tebrikler eşliğinde sohbet bütün gece devam etti. O gün bu gün Devahir Bey melami ihvanı, amma hiç kimse ile kendi sırrını paylaşmıyor, ev halkı ile de...
Bahçeli evde arabaların gelmesini beklerken ne güzel bir yad-ı cemil tecelli etti. Eski anılar ile haz dolu fena fillah müşahedeleri... Neydi o günler! Her gittiği yerden, her mülaki olduğu tarikat mensubundan, birkaç önemli söz kapıp dağarcığımı doldurayım diye o tekkeden bu tekkeye dolanırdı. Şıhlar, dedeler arası koşturup durduğu yıllar kendisine gurur ve kibirden başka hiçbir şey getirmemişti. Cübbeli, sarıklı, mutantan bir şeyh hazretleri olmayı düşünüyordu. Hani ya? Hani nefs doyuma ulaştı mı? Gönül mutmain oldu mu? H A Y I I I R!!! Renkli desenli çuvallara tıka basa ilim dolduruyordun ne oldu? Nereye gitti çuvallar dolusu ilim?... Eskici Numan Efendi falçata marifetiyle çuvalların dibini kesip hepsi döktü. Ne benlik kaldı, ne ilim. Hak varlığında hiç, hiç, hiç oldu Hu'ya kesti on sekiz bin alem. Dön Devahir Allah deyu! Her nefes zikrullah deyu ! (ب Vallahü Nurüssemavatı vel ard”)
Dalmış gitmiş zikrullah ile Fenâ fillah zevkine... Uzaktan at arabalarının seslerini duyunca toparlandı. Evlad-ı Âyâl geliyor Devahir! Onları karşıla! Hem iyi karşıla!... Bu mekan size hayırlı olsun. Yeni evin, ocağın sadetli olsun. Hafta içinde dergahta sohbet var, yeni elbiselerin hayırlı olsun!
KİM DEMİŞ TEBDİLİ MEKANDA FERAHLIK VARDIR DİYE?
Kim demişse iyi demiş
VESSELAM...