Copyright 2025 - MEKSAV

SOHBET 6

Bismillahirrahmanirrahim;

“Bütün, fena ve beka makamları verilir”. Ahmet efendi merhumun bu. Ahmet Efendi sordu bana,”Kur’an-ı Kerim, Cibril-i Emin, Namusu Ekber vasıtasıyla, Peygamber Efendimi’ze, ayet ayet mi indi, tüm mü indi?”. Daha yeni intisap etmişim. Şimdi bile haberimiz yok. Çoğunuzun. Açayım; Dedim ki, ”Ayet, ayet 23 yılda tamam oldu ve-ekmeltü lekum dineküm-biz dinimizi ikmal ettik”, dendi. ”yok” dedi, ”Kur’an-ı Kerim tüm olarak indi Hz. Muhammed’e, O sıraladı .Öyle parça, parça olmaz işte. Tevhid’de mürşid’in önüne diz çöktün mü, zikri aldın mı 7 makam verilir. Sonra, ömrün yetmedi, sana gelecek mürşidin veya başka mürşit gelecek, kabirde, berzahta diğer makamlar da sana hatm-i meratip ettirilecek. Sonra Allah’a vasıl olacaksın” dedi.

"Peygamberler gelecekler, onları o beldeden alacaklar ve cennete götürecekler”. Hadis-i Şerif’tir. Mürşid-i Kamil’ler de gelecekler, biat ettirdiği ihvanı alacaklar ve cennete götürecekler. Niçin diyor orda, ”el ulemau veresetül enbiya”. Peygamberlerin yetişmediği yerde, evliyalar yetişti diyor, aldı götürdü. Kur’an okumak çok faydalıdır. Dinlemek, öğrenmek. Evvel ki gün bir konuşma yapmıştım, o konuşmayı şöyle bir kenara koyuverin.

O bize hem lazım, hem lazım değil. Cebriyye, Mutezile konuşması idi o; Biz ne Cebriyyeciyiz, ne de mutezileciyiz. Ama Cebriyyeciler var mı? Var. Mutezileciler var mı? Var. Ne demektir Cebriyye; Cebreden, bir cebreden, bir cebredilen. Mutezile; İtiraz eden, edilen... Çok küçük yaşta bir kitap ta okudum, tesirinde kaldım, 13-14 yaşlarındaydım, ”Yeri, göğü yaratan sensin”, dikkat edin Cebriyye bu, ”Ağaçları donatan sensin, ben fena bir kulum, bu fenalığın hocası sensin”. Nasıl söyler bunu dedim. Duydunuz mu? Tam 75 sene evvel okudum. Biz onlardan değiliz, biz Ehl-i Sünnet vel cemaat mezhebindeniz. Cebriyyeciler var, Yunus değil!, var böyle şairleri, şimdi, Arif vardı, divanında okudum, ”Külhancı mısın?, bahçıvanbaşı mısın?, köprücübaşı mısın?” diyor. Onlar söylesin; Biz söylemeyiz, bize ne gelirse haktan gelir . Çünkü tecelliler durmaz . Tecellilere dağlar , taşlar dayanmaz; değil insan dayanacak.

Mütemadiyen tecelliler zuhur eder, hem de bir tecelli diğerine benzemez, bir zuhurat geldi mi, kıyamete kadar bir daha olmaz.-İnsan zenginleşirse kelimeleri bulur, ben de çok zahmet çektim-. Fiiller, sıfatlar, vücutlar... Bu hem kesrette olur, hem vahdette olur. Kesret nedir? Çokluk, bu alem kesrettir. Öbür alem kesret değil mi? Vahdet alemidir. Niçin ona kesret diyoruz, niçin vahdet diyoruz? Orada kalabalık yok, doğuş yok,.......orda. Orda Vahdet var, birlik var. Sendin, bendin... Pazarlıkları burada bıraktık biz, alışverişi burada bıraktık biz. Ne aldık, aldık. Ne sattık, sattık. Herkes başının derdinde orda.

Onun için sonsuz tecelliler olur ve bir tecelli bir daha zuhura gelmez. Bunu bir Hadis-i Şerif’le bağlayalım; ”Yağmur tanesini bir melek indirir ve bir daha da vazife almaz”. İşte Kudret, Kuvvet, Azamet. Tekvin sıfatı bu, tekrar tekrar olmaz, bir tecelli, bir tecelliyi tutmaz. İşte bu tecellilerin tecelliyatı, bu alemdir. Kesret’te olur , Vahdet’te olmaz. İşte , geçen hafta söylediğim Cebriyye ve Mutezile’yi bir kenara koyun ve karıştırmayın. Ama malumat sahibi olalım, mesele orda.

Bizim enfüsümüze ne gelirse Allah’tan gelir. Allah’ın tecellilerine, Tecelli-i Ef’al, Tecelli-i Sıfat, Tecelli-i Zat denir. Biz tecellileri seyretmekle, tecelliyi ef’al-sıfat-zat’ı müşahede etmekle memuruz. Halikımız, bizi yaratan neler yaptı bakalım. Bir müşahede, bir şuhut, bir şahit istiyor ve bunu ısrarla istiyor.

“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah”, Kim şuhud etmiş bunu, kim şahit olmuş, kim bu tecellilere mazhar olmuş? Hz.Muhammed. Öyleyse, biz onun izinden, yolundan gitmedikçe bir yere varmamızın imkanı yoktur. Pek çok yerde, ”Bana itaat ediyorsanız, Muhammede itaat ediniz”, Çok yerde...

Dün akşam TGRT’de bir müjde vardı.”Tüm peygamberler, ümmetlerini alacak o beldeden ve cennete götürecek. Sonra Mürşid-i Kamil’ler gelecek o beldeden alacak cennete götürecek.” , Hadis-i Şerif. Çünkü onlar Varis-i Nebi’dir. Peygamberlerin varisleridir. Peygamberler geldi geçti. Çok dikkat ederim, yanıldım mı hemen düzeltmeye çalışırım o işi ama 5-10 yıl,illa düzelteyim, böyle bir tabiatım vardır. Şimdi; 100.000 Huccac’a veda hutbesi irad etti, Resullullah Efendimiz şahit ol Ya Rabbi dedi; üç kere. Kimlerdi? Onun en yakınları; Halifeleri, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali... Aşer-i Mübeşşere var ; 10 kişi, cennetle müjdelenmiş.

Baş, başa bağlı, başta şeriata bağlı. O ki Ankara’dan bütün Dünya’ya hitap ediyor, vebal onların. ”100.000 huccac vardı, 124.000 de Peygamber geldi, geçti” diyor. ”İşte bu 100.000 huccac Resulullahın sevgilisiydi ve onlara dil uzatan bana dil uzattı, dolayısıyla Allah’a dil uzattı” diyor. Öyleyse, Ashab’a, Tabii’ne hiç birisine dil uzatmamak gerekir, çünkü onlar Resullullah’ı gördüler. Bize nakledilen, Kur’an’ı Kerim’de, Hadis-i Buhari’de, muteber sahih hadisler’le, Kur’an-ı Kerim ayetleri. Bize tebliğ edildiği zaman, başka şey yok. Müctehidin de olsa, Müfessirin de olsa vebal onlarındır. Onun için bazı yerlerde oluyor, birisinin teyid ettiğini, diğeri tekzip ediyor. Edecek...

Mevlana mesnevisinde der ki; Alâ rivayetin 240.000 Peygamber geldi geçti. Akşam diyor ki (TGRT) bunlar,124.000 geldi geçti, o da doğrudur. Saymak ne mümkün!. En iyisini Allah bilir der, geçeriz. İşte, Kur’an’dan, Hadis’ten, İcma’dan başka bir iş varsa yapalım, varsa onu da getirelim. Yok... Ya Rabbi, senin Peygamberlerinin getirdiği suhuflar, sahifeler, Kur’an’lar, ayetler. Hepsine iman ettik, Amentü’ye iman ettik. Artık vebal varsa, gene çekmeye hazırız cezamızı. Boynumuz kıldan ince, inat etmek yok.

Ne güzel anlatırdı Hasan Özlem Efendi; Hz.Musa Kelimullah gelmiş bir eve, bir koku var! ”Allah, Allah”diyor, ”Ne yapardı senin kocan?”, ”Elli vakit sen emrettin mi?”, ”Evet”,“Elli de fazla yapardı, ibadet”, ”Neden?”, ”Ya gerçek Peygamber değilse Musa, ne olacak halim o zaman!”... Dikkat edin çok ince bir mevzuu!..Her şeye şamil; Başka bir cenazeye gidiyor, mis gibi kokuyor etraf, reyhan, reyhan. ”Ne yapardı senin kocan?”, ”Ah sorma, çok günahkardı benim kocam”, ”Ne yapardı ya?”, ”Elli vakit dedin ya, O beş-on vakit kılardı. Benim Musa gibi bir Peygamberim olduktan sonra korkar mıyım ben”, derdi.

İşte mis gibi kokuyor. Hz.Muhammed gibi bir ulülazim Peygamberim var, korkar mıyım ben... Az demek değil !.. Çocuklar, noksan yapalım değil ama kuldur, acizdir, noksan yapar, nefsine uymuştur, uymuş şeytana ama mutlaka dediğimiz gibi.

Bir mesele getirdik ortaya. Bu bizim işimiz değil dedik Bu cebriyecilerin işi, bunlardan 10-15 tane var eser geçti elime, belki fazla... Kusur oldu mu kuldan. Güzellik, iyilik, kemallik oldu mu Allah’ın. Günahlar, kabahatler bizim. Şimdi işler karıştı nasıl düzelteceğiz.

Dedik; La faile illallah. Kaldı mı bir kusur, kaldı mı bir noksan? Ne sevap ne günah, ne güzel, ne çirkin kalmadı. Ama dersek; O zaman bir kenara kaldırıp atacak mıyız bu iyilikleri, güzellikleri, hasenatı, seyyiatı; Kesretin gereğidir bunlar, hasenatta, günahta, sevapta. Ama Vahdet penceresinden baktığınız zaman hepsi müsavidir, ne günah, ne sevap vardır, ne de itaat vardır.

Vahdet penceresinden baktığında; ”Kul küllün yamelu ala şakiletih”, ayeti çıkar karşımıza. Herkes kendi programınca, kendi karakterince, şakülesince amel eder, yani herkes ne için, her şey ne için yaradılmışsa onca amel eder. Ayet, ”Biz ins’in ve cin’in çoğunu cehennem için halk ettik”. Hz.Peygamber’de; “Cenin ana rahmindeyken 120. gün olduğunda, sait mi ,şaki mi olduğu yazılır, cennetlik mi, cehennemlik mi olduğu yazılır, bellidir”. Artık ,onun üzerine işler cereyan ediyor. Demiş ki Sahabeyi Kiram bu hadis-i şerif üzerine; ”Ya Resulullah, madem her şey belli, o zaman biz niye ibadet ediyoruz, niye zikrullah çekiyoruz”. İş oraya gelince diyor ki; ”Siz namazınız da, kulluğunuz da devam edin, zira herkes ne için yaratılmışsa, halk edilmişse onca amel eder. Oruç ona kolay getirilir, sevdirilir”, Şimdi, herkes bir şeyin peşinde koşturuyor. Mehmet Emin Efendi diyor ki; Bir burak. Çeşitli desenlerde, renklerde. Kimisinin gözü desenlere gitti, onun peşinden koştu ama kimisinin gözü şaşmadı. Kimin şaşmadı? ”Mazağal basar” Hz.Muhammedin. Nerde? Miraçta, artık başka taraflara bakmadı.

Mirac’a başlayıncaya kadar siz gidersiniz. Çeşitli, ararsınız, Allah’ın varlığına, birliğine, şu delili buldum, bu delil var, şu-bu... Ama, artık, Allah’a vuslat ettikten sonra delillerin esamesi kalmaz, değeri olmaz. Onun için tevhide intisap edenlerin, Ehli Tevhid olanların, Seyr-i Süluk’a başlayan insanların, -eskiden ya takliden imanları vardı, yada delillerle Allah’a imanları vardı-, Seyr-i Sulük’ten itibaren imanları taklitten çıkmıştır, onların imanları delil getirerek iman etmekten çıkmıştır... Çünkü iman gayb’a olur, artık ehli tevhid gayb’dan çıkmıştır. İşi müşahade sahasına getirmiştir. İşin başında herkes, “eşhedü en la ilahe illallah”, der ama, bu işin kelimesidir.

Bir Kelime-i Şahadet daha var, hani İslamın 5 şartı, aslında 5 değil de bunlar temel, baz olarak ifade edilir, yoksa şartlar çok ama çocuklarımıza öğretirken islamın 5 şartını, Kelime-i Şahadet’ten başlıyoruz, namaz, oruç, hac, zekat diyoruz. Ama Melami’nin islamın beş şartını tarif edişi daha başka, o kelime-i şahade’ti en sona koyuyor. Önce Savm, sonra Salat, Hac, Zekat. En son Kelime-i Şahadet. Şimdi bu sıralamanın değişik olması, Kelime-i Şahadet’in sona gelmesi, hakiki manada ancak bu merhalelerden sonra olduğu içindir.Yani, namazın ne olduğunu, haccın, orucun, zekatın ne olduğunu idrak ettikten sonra insan Kelime-i Şahadet getirirse o sözünde sadıktır, ama o zaman da O insan değildir. Kelime-i Şahadet getiren kimdir? Kimdir O?, ”Şehid Allahu enne hu la ilahe illahu”. Allah’tır, şahadet eder... Yani bir ben var, birde bizim ötemizde, dışımızda, haricimizde, gıyabımızda bir Allah var, ben O Allah’a şahadet ediyorum; Böyle bir şey yok, vardı eskiden, o ikiliktir, o şirki hafi’dir. Biz ikilikten kurtulmak için, Kelime-i Şahadet’i söylemek için, bizden Kelime-i Şahadet’i söyleyenin hak olması için, Seyr-i Süluk’la merhale kat etmeye çalışıyoruz.

Peki; Biz neyiz? Bu Seyr-i Süluk’ta yürüyen biz değiliz. Biz olmadığımızı o zaman idrak edip, anlayacağız. Tevhit eden kimdir? Biz değiliz yine kendisidir.  “La faile illallah” diyen yine odur.  “La mevsufe illallah” diyen yine odur.  “La mevcude illallah” diyen yine odur. Kendisidir ama, ağızdan söylüyor bunu ya! Bu ağız,kelam,dil kimin? Bu da onun,öyleyse,eğer bu ağız ve bu dil,kelam ona aitse,onunsa,biz bu ağızdan Şer-i Şerif’in nehy ettiği manada kelamların zuhura gelmemesi için, Cenab-ı Hak’ka münacaatta bulunacağız.O’ndan yine O’na sığınacağız. Sözün başında da dedik ki; Günah,sevap,iyi,güzel var. Kesretin ifadesi ile...Vahdet’ten baktığımız zaman bunlar yoktur.Peki, Vahdet nedir? Kesret nedir?...Vahdet bir ayrı şey,Kesret bir ayrı şey midir? Bu bir bakış,kimisi kesretten vahdete bakar, kimisi de vahdetten kesrete. Ama bir an gelir ki; Kesret’in Vahdet, Vahdet’in Kesret olduğunu biz idrak ederiz.Neye benziyor? Ruh ve Ceset ; Nasıl ruh cesetsiz,cesette ruhsuz olmuyorsa...Ruh nasıl tezahür ediyor? Bu maddi, fiziki vücudumuzla ,Cenab-ı Hak’kın Hay sıfatının zuhuru ile...

Biz Cenab-ı Hak’ın sıfatlarını biliyoruz,öğrettiler bize,en başta Hayat, İlim, İrade, Kudret, Basar, Semii sonunda Tekvin.Biz ayırmışız Allah’ın sıfatları, kulun sıfatları diye. İşte bu sıfatlar kula nispet edildiği zaman Cüz’i olur, Allah’a nispet edildiği zaman Küll’i olur. Biz bu ikiliği kaldıracağız aradan, yani İrade-i cüz’i, İrade-i Küll’i dir!. Hayat; Cüz’i hayattır, Küll’i hayattır! Kelam Küll’idir, Cüz’idir! Biz bunları ortadan kaldıracağız hepsini bir eyleyeceğiz.

Nitekim Hayat’ın kendine ait olduğunu Allah söylüyor ve her namazdan sonra,Ayet’el Kürsi’yi okurken ifade ediyoruz. ”Allahu la ilahe illa huvel hayyul kayyum...” diyor. Burada Allah’ın Hay ve Kayyum sıfatları peş peşe gelmiş. Hay’dır, hayat sahibidir, Kayyum’dur. Kaim vardır bir de Kayyum vardır. Kaim demek hayatla Kaim demek, ama Kayyum dediğimizde, hem hayatla kaimdir, hem ne biliyorsak mahlukat adına, yaratılmışlar adına onların hayatları da O’nun adıyla kaimdir, yani onların kendi başlarına müstakilen hayatları yoktur. Biz bunu tevhid-i sıfat’ta öğrendik ve ne dedik; Şimdiye kadar senin hayatın vardı, ilmin vardı, iraden vardı, sıfatların...,bundan sonra bu sıfatlar sana ait değil. Sen gasp edici olma, Allah’ın hukukunu çiğneme, hududu aşma, hakka tecavüz etme, çünkü Allah, ”haddi aşanları sevmez”. Padişahın karşısında padişahçılık taslamak olmaz, Padişahın karşısında muti kullar, köleler olmak lazımdır. Eğer baş kaldırırsan, isyan edersen, Padişah senin kelleni alır. Öyleyse Padişahın mülkünde oturup; Padişahın vermiş, ihsan etmiş olduğu sarayında, nimetlerle, Padişaha nankörlükte bulunmamak lazımdır. O’nun hakkını O’na vermek lazımdır. O’nun hakkını O’na verirsek, sorgudan, sualden kurtuluruz.

Meşhur hikaye; Hamalı koymuşlar mezara, sabaha kadar sorgular, sualler, bu ipi nerden buldun, nasıl aldın, kaça verdin .. derken sabah olmuş -çıkarmışlar-al demişler altınını, istemem kardeşim demiş; ben bir ipin hesabını sabaha kadar zor verdim, veremedim; nereden verecem bir kese altının hesabını?... Ama,eğer sorgu suale geldiklerinde, neyin var neyin yok dediklerinde, hiç bir şeyim yok demiş olsaydı mesele bitecekti. İşte bütün sorgular, sualler varlıktan oluyor. Vergi dairesine kayıtlı olanlar da, para kazanırlarsa vergilerini ödemek durumunda oluyor, vergi dairesine kayıtlı değilse, hiç bir şeyi yoksa, nesini alacak fakirin, bir şeyi yok ki...

Eğer varsa bir şeyleriniz , sevabınız , günahınız , onlar tartılır, size neticede, yine bir şeyler gösterilir, ya o tarafa, ya bu tarafa. Çıkar da hesabınızı burada verirseniz, ”Hasibu kable entu hasibu”ya ittiba ederek, hesaba çekilmezden evvel, hesabı burada verirseniz, nasıl olacak o hesap ! Hesap O, muhasip O, her şey O’nun elinde, kalem, defter O’nun elinde, hesap O’nun, hesabı yazan O, çizen O. Yunus der ki;

Terazi ona lazım ola

Ya bakkal ya attar ola

Niye gerek çekersin,

Bilmiyormusun amalimi.

Biliyor... Bilmiyor değil, bize göstermek için. Ama, bize göstersin işini. İleriye bırakırsak, bu işte ziyan ederiz, zararı biz çekeriz. Onun için hesabımızı burada vermekte büyük fayda vardır. Hesabını burada verenlere, sorgusuz, sualsiz, ”Girin cennetime”, buyuruyor. Biz zaten cenneti burada yaşıyoruz ! Neyle yaşıyoruz; İrfan cenneti : Cenab-ı Hak’kı bilme, tanıma, O’nu müşahade etme ve O’nunla hem dem olma cenneti. Zaten cennetten maksat ta, garazda budur, ama Kur’an’da diyor ki ; “size,içinden bal nehirleri akan, sütten ırmaklar akan köşkler vereceğim”. Bunlar yok mu? Onlar olacaktır, zahirini inkar etmek mümkün değildir, ancak, sadece zahiri ile kalmak akıl karı iş değildir. Madem bu işin hem zahiri, hem batını vardır, biz her ikisini de alalım. Onun için İbni Abbas (r.a), Kur’an’ın ilk müfessirlerinden , Hz.Peygamberin amcazadesidir . Der ki; Kur’an’da anlatılan cennetle ve cehennemle ilgili hususların sakın ha, aynı olduğu gibi bir zehaba kapılmayın. Bunlar bir tasvirdir, size bir fikir verme babından bir şeydir, anlayasınız diye”...Düşünün Arabistan gibi iklimde ,orada yaşayan insanlara nazil olmuş. Gerçi Kur’an ezeli ve ebedi Allah kelamı olmakla birlikte , işin birde esbab-ı Nuzül’ü var.Yani , bir takım hadiseler zuhur ettikçe, gündeme gelişi, zuhura çıkışı vardır. Bir insan düşünün çölde yaşıyor, oradaki insan için siz cenneti nasıl anlatırsınız? İşte buz gibi ırmaklar, köşkler, saraylar... öyle anlatacaksınız . Eğer o topluma, o günde, o insanlara değil de, varsayalım Hz.Peygamber kutuplarda olsaydı, oranın şartlarına göre bir takım tasvirler, anlatımlar olacaktı... Dolayısıyla zahirini inkar etmemekle beraber, diyor ki Hz.Abbas, ”Bunun sade ismi benzer, başka bir şeyi benzemez”

Mevlana’nın oğlu da kitabında bu meseleyi açarken şöyle ifade ediyor; Bir çocuğa anlatacaksınız, neyi anlatacaksınız, işte yarin dudağını der. Nasıl anlatacaksınız; Bal gibi tatlı, şeker gibi tatlı.... Eğer çocuk şeker yediyse bir fikir edinir. Ama bu hiçbir zaman o demek değildir. İşte aynen onun gibi...

Cenab-ı Hak’kın cenneti tasviri, cehennemi de tasviri ile ilgili hususlar, aynen öyle olacaktır, demek değildir. Bu size bir fikir vermek içindir... Onları biraz inzar et, biraz da müjdele diyor. Tebşirattan nasiplenecek insanlar olacağı gibi, tenzirattan (korkutma) nasiplenecek, ondan ancak ders alacak insanlar da olacaktır. Öyleyse herkese Hz.Peygamberin ifadesi ile;  “Hem akılları kadar, anlayabilecekleri kadar, hem de yine onların tefekkürlerini aşan bir şekilde değil, tefekkürlerine hitap ederek onların anlayabileceği bir seviyeden”, konuşulmalıdır. Kur’an hitap ediyor, ama tabii ki herkes kendi seviyesinden, zaviyesinden bir şeyler alıyor, Kur’an’dan bir hisse alıyor. Ama arada doğu ve batı kadar fark var, herkes kendi kadri kıymetince, Cenab-ı Hak ne kadar takdir etmişse, o kadar hissesini alacaktır.

Takdirin dışında herhangi bir şeyin olması mümkün değildir. Ayet,  “takdir olan neyse onun değişmesi, bozulması mümkün değildir”. Çünkü, onu yapan Cenab-ı hak. Ölçüyü koyan O, takdiri yapan O. İlmiyle, iradesiyle, kudretiyle bir şeyi meydana getiriyorsa, getirmeyi dilemişse, onu iradesiyle, ilmiyle bilir. İradesi ile, Mürid isminin gereği olarak irade eder ve kudretiyle o işi meydana getirir.

Peki, biz bunun neresindeyiz? Biz bunun hiç bir tarafında değiliz. Kudret O’nunsa, İrade O’nunsa, Meşiyet O’nunsa, İlim O’nunsa, bize ne kaldı? Hiç bir şey kalmadı işte. O külli hayat, kudret, bizlerden zuhura geliyor. Biz zannediyoruz ki, işte bu zuhura geliş esnasında, Ahmet’in, Mehmet’in, Hasan’ın, Hüseyin’in kendi başına müstakil bir varlıkları var, o varlıklarıyla irade ediyorlar ve bir işler meydana getiriyorlar. Bu külli yanlıştır.

Asl olan Kudret sahibi Allah’tır.

SOHBET 7

Bismillahirrahmanirrahim;

Ramazan Efendi, Kuşadası'ndan sürülmüş, nereye? İslam diyarına. Senin Peygamberin sürüldü, Ayet; “Ant olsun biz kendilerinden öncekileri denemişken, insanlar, inandık, deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar”. Ceddiniz çekti , sizde çekeceksiniz. Onun için, bu din bize gelmedi. Geçen sohbetimde dedim ki; ”Kur’an indi ama para inmedi, bir çuvalda para inseydi !”...Parayı ne yaptı?; Canlarını, mallarını verdi bütün Ashab. O para yerine aşk geldi, muhabbet geldi. Şimdi bu o günde böyleydi, bugünde. Para nereye geldi; Büyük Millet Meclisine, yiyorlar birbirlerini, sendin, bendim diye. Ama islama para gelmedi, aşk geldi, camiler onarılıyor, mescitler yapılıyor. Bizi buraya toplayan jandarma değil, aşk , muhabbet topluyor. Aradaki fark bu...

Geldi Refref önüne verdi selam, aldı ol şahı cihan ol zaman, sidre’ye gitti ve götürdü heman. 1400 yıl evvel. Dedim ki mürşidime, 28 yıl evvel; “Bu Refref, Burak nedir efendi?”.  Şöyle tarif ederler büyüklerimiz,-At’tan küçük, merkep‘ten büyük-yahu ne işi var atın, merkebin sidre-i müntehada?. Güldü,  “Aşktır, aşk, insandır, insan”, dedi. Attan küçük, merkepten biraz büyük, işte refref budur.

Para gelmedi ama bütün varlığını, Cenab-ı Hak Hz., bütün, neyi varsa verdi.Bu Din-i İslam için, yükselmesi için. Ne kadar engel olursa olsun,Cenab-ı Hak nurunu tamamlar. ”Allah, nurunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemese de  Kur’an’ı Kerim  indiği zaman parayla inseydi bu topluluğu bulamazdık biz. Onun için bizim elimizde hiçbir şey yoktur, hiçbir dahilimiz yoktur. Biz, cennet için mi yaratıldık, cehennem için mi, kötülük için mi? Onu mülkün sahibi bilir.

Babam rahmetli dedi ki; ”Yalan söyleme, hırsızlık yapma, kumar oynama, şunu, bunu ...yapma.” 57 yaşına geldim, bir bunalım var bende, bir ,ihtilal başladı bende, yenemiyorum, beni teskin edecek birini de bulamıyorum. Maddenin tamircisi, tedavicisi doktordur. Gittik, iki tane mütehassıs doktora, kalp için, ikisi de muayene etti, ertesi gün ,”Sinir !”, dedi, sinir. Sonra bulduk Mürşid-i Kamil’i ; O’da bize bir hap verdi. O hapın başında diyor ki ; -Şimdi, birisi Librun verdi, birisi de bir reçete verdi- “Kalb’i ancak Allah’ı anmakla temizlersin.”, İlaçla değil ! Parayla, mal mülkle değil. Mürşid’in evvela verdiği tedavi bize bu; Zikir. Aradaki farka bak, birisi maddeye dayanıyor, birisi manaya. Çocuklarla müşahede yaptım, kırıyorum, döküyorum, huysuzluk çıkarıyorum evin içinde, dedim ki ;”Bana dokunmayın... böyle gitmez bu... yapmayın böyle...bir daha !”, Haniya şimdi bu hal.

Niyazi Mısri de vardır, Divanı var ya, kendi kendine ; “Ey Niyazi sen böyle değildin ,vururdun, kırardın, ne oldu sana böyle, sende o hal kalmadı .” diyor, kendi kendine. Ben beni terk eyledim. Her şey ters geliyordu bana, Ahmet’ti, Mehmet’ti, o da, o da...Yani ben beni terk eyledim, varlıklarımı terk eyledim. İnsanı bu hale getiren variyettir, varlıktır, benliktir.

Şimdi, biraz önce efendiyi biat’a aldık, Zikrullah, 83-84 yaşında. Allah sen diyordun, diyemeyeceksin sen dedik. Senden diyen Allah olacak... Gitti sermaye.. ”Ben onla cennet alacaktım, cehennemden kurtulacaktım, hurilere rüsum verecektim, gılmanlara verecektim.”... Veremeyeceksin şimdi!..

İşi baştan onardın. “Ey niyazi n’oldu? Sende kaydı didar kalmadı. Ben beni terk eyledim, baktım ki ağyar kalmadı”, ağyar , sevgili olmayanlar, yabancı, ”Dost göründü çün ayan”, insanın bir dostu var, iki değil, kim o? Yaratanı...”Dost göründü çün ayan”, var mı ayet? Var tabii.”Ve lillahil Mağrib vel meşriki feeynema tuvellü fesemme vechullah”, İstersen mağribe dön -doğuya-, istersen batıya, Nereye dönersen dön , Allah’ın veçhiyle karşı karşıyasın. Başka yok.

İşte Niyazi de; ”Ben beni tek eyledim, baktım ki ağyar kalmadı, dost göründü çün ayan, kalmadı bir şey nihan”, yani gizli-saklı bir şey kalmadı diyor.”Kopsa kıyamet bugün ,bir katre tufan bana”, bir katre, damla demektir ve diyor ki  “Damlamız deryaya saldık , katre nice anlasın umman olan anlar bizi”.

Şimdi, burada şu mesele çıkıyor, açalım. Onun için, bir iki ihvan olsa da mutlaka bunlar sohbet için geldiler, bende öyleydim. Şimdi geldi işte, artık tetiği çekmek lazım? Bütün kainatın aradığı bir varlık var. Allah’ı ikrar edene de, inkar edene de sorsan, Allah der, aşkı, sevgisi, muhabbeti Allah’adır. Ama nerde bulacak onu şimdi, nasıl bulacak O’nu, anlatalım. Buraya kadar geldi bu. Şimdi katre dedikte; Denizden bir damla alsan, bir yağmur danesiyle karşılaştırsan; O’da damla o’da damla ama biri olmuş derya, biri damla. Biz hepimiz damlayız.

O yağmur daneleri iner. Nereden iner?; Yine arz’ın ve deniz’in buharıyla.Yüksek tabakalara, soğuk tabakalara uğrarsa kar olur, iner biraz daha, yağmur olur iner ve iner inmez yağmur danecikleri, hemen, arzı sular, ağaçları toprakları sular... Birikintiler olur, o birikintilerden bahçıvan bahçesini sular, biraz daha ilerde değirmen çevirir, biraz daha ilerde göller yapar, kurtlar, kuşlar o sudan istifade ederler. Ama o suyun gözü denizdedir, durmadan çeker, o hayli meşakkat çektikten sonra deryaya dalar, daldıktan sonra onun iddiası kalmaz, bütün emeli oraya kadardır ve deniz ismini alır. O daha evvel karada Seyhan’dı, Ceyhan’dı, Fırat, Dicle’ydi isimleri çoktu ama denize girdi mi, O deniz ismini alır. Bu sefer, mütemadiyen, verir alır. Mevlana öyle yapar, Allah’tan alır halk’a verir.

Öyle bir Ayet-i Kerime;  “nahnül varisun”. Bütün bu kainatın varisi biziz diyor. Bizden başka kimseye kalmaz bu kainat diyor, her şeyiyle... “O yağmur danesinin işi bitti mi?”, “Bostan, bağ suladı..” Bitmedi, yine veriyor. İşte bütün kainatın gözü Allah olmakta...Peki,Allah oldum ne oldum, diyor aşıklardan birisi. İbadet ettim, şunu, bunu yaptım, ne oldu?, diyor. Ne geçti, diyor, eline? Var mı bir paye?, diyor, geçti mi eline senin; Çocuklar öyle meseleler var ki; kabili taksim değildir . Allah kabili taksim değildir. Biraz ona versin, biraz ona versin, yok öyle şey. Allah bir bütündür. Hava bir bütündür, kabili taksim değildir, kimsenin uhdesine, inhisarına girmez. Herkes ondan istifade edecek ve Ayet-i Kerim’e devam edecek. İşte o denizde kayıklar vapurlar, balıklar, namütenahi...Errahman suresi.. Gittiğin zaman balık tutarsın...Sen tutamazsın, öyle şey yok. Allah’la olmak var, ama Allah’lığı vermiyorlar. Firavunlar bunu anlamadılar, yezitler Allah’lık iddiasında bulundular, bizim haşa, böyle bir iddiamız yok. Çünkü bir damladan ibaretiz.

Niyazi açıklıyor bunu; Şimdi bir damla nasıl anlasın deryayı. O deryaya; Ey Karadeniz, Akdeniz, Marmara, benim sende kaç metreküp suyum var ? Hesaba gelmez o, ne yapacaksın benim suyumu? Ayır benim suyumu!.. Neye yarar ki. İşte, bütün meselemiz bizim, Allah’ta müstağrak olmak, Fenafillah olmak, yok olmak. Var olmak diye bir iddiamız yok. Varlık yalnız Allah’ındır. Diğer yaratılanların iddiaları boşa çıkmıştır, çıkmaya devam edecektir. Peygamber, Evliya olsan... Ne olursan ol...

Nispet Fiil’i , nispet Sıfat’ı , Vücud’u terkettiğiniz miktarda Allah’tasınız. O Efal, Sıfat, Zat sahibi benim dedin mi, Firavun’un ta kendisisin, 80 sene namaz kıl...Bunu anlayan arifler, aşıklar.  “İstersen var bin hacca, iyiceden iyice bir gönüle girmektir”. Neymiş O gönül? Bütün kainatta, zerresinden, küresine kadar, yaratılanların hepsinde bir gönül var. “Yık kabe’yi”, diyordu Fadıl İncioğlu, “bin defa yık”, diyordu, “gönül yıkma”, derdi. Hacı Bayram Veli; Bizim II.Üstadımız, 500 sene evvel Anadolu’da, bizim tarikatımızı kuran. Hacı Bayram Veli şöyle topluyor ;  “Gönül bir taç imiş nur-u huda’dan”, Bütün Padişahlar taç giyermiş, herkes giymez onu, ondan ona, ondan ona,  “Onu giyen emin olur cümle beladan”, ancak diyor ki; bu tacı edepli olanlar giyer, edepsizler değil, onu giyen emin olur, “Edep iledir kemali alem ,Edep iledir kemali Adem.”Bütün seyyareler (Gezegenler), edep ile hareket ederler, yani aşk ile hareket ederler,ufacık bir.....

Cenab-ı Hak buluyor bunların hepsini, onları, işleri... “Düştükleri zaman, çaresiz kaldıkları zaman Allah, Allah. Ya Rabbi imdadıma koş,Ya Rabbi Velilerini gönder, Peygamber imdadıma koşsun, derler, Biz onu selamete çıkardık mı, onlar çoktan ayrılırlar, zannederler ki biz onlara aldandık,aldanan kendileridir”... Öyle bir Allah diyeceksin ki ak günde, kara günde. ”Çağırırım dost, dost diye”, Yunus’un. Her yerde her zaman dost.

“Namazı kıldın mı sen?”, ”Bana namazdan bahset.”. Bütün sualler namazdan. 5 vakit. Namaz iki saattir, sonra. 24 saat , 22 saati kaldı , melanetten başka bir şey yapmıyorsun, hıyanetten başka bir şey yapmıyorsun. Ama, seni alaydık zikre, “Vezkurullahe zikran kesira”, alaydık, sen o namazdan çıkamazdın, çıkmana da imkan yoktu. ”Kıyamen ve kuuden ve ala cünubihim ”. Nasıl ki aylar, güneşler, yıldızlar; Allah, Allah.. Bu kainatın kuruluşunu bilen var mı? Kıyametin kopacağını bilen var mı? Hiç yorulmadan onlar Allah’ı zikrediyorlar. Sen ne çabuk, 50-60 yıl ömründe bıktın, usandın. “Ee,ben 5 vakit namaz kıldım ya?” Kafi değil...

Ehlullah der ki; Bütün Peygamberler der ki; Namazın içine giriniz ve bir daha çıkmayınız. Ehli Tevhid namazın içine girmiştir ve bir daha da çıkacak yol bulamamıştır. Bir delik yok çıksın tekrar. Ne ile? Zikrullah ile, zikrullah devamlı namazdır çocuklar, uzlet bulamazsın. Allah’ın ismini zikretmekten başka bir işle meşgul olmak, hal hatır konuşmak, yahut şunu, bunu yapmak mümkün değil. Belki mümkün, dikkat ederseniz, geldi birisi, sizden bir şey istiyor. İsmail halı satıyor, öteki başka şey satıyor , ”Yahu ne kadar uzattı be kardeşim , alışveriş kesilivereydi de, şimdi ben zikrime dalaydım, bu alışverişten daha hayırlıydı”... Uzatır, uzatır, bunalırsın artık. Git be herif !. O’nu mecbur edersin gitmeye. Niçin? Malayani konuşuyor, havadan konuşuyor. Ama bu zikir ehli için. Zikre girmeyenler için ha-hu’dur, filanda öyle mi, falanda öyle mi, araştır dur artık, gıybetleri... Ama; ”girdim anın zikrine, azalarım dil oldu”.Bütün azalar, yalnız dilin değil. Gözün Firavun’sa, elin, ayağın Firavun’sa sen daha Müslüman olamadın...

Çocuklar, Ehlullah der ki; Kerametim var diyen, nefsin müslüman etsin, nefsin müslüman etmemiş, keramet bekliyor. Olmaz öyle şey..."Men arefe nefsehu fekad arafe rabbehu”, Dünyada cennete girmek istiyorsanız, nefsinizi müslüman edin. 10 tane aşare var, cennetle, ayetle müjdelenmiş. Cenab-ı Resulullah onları beyan ediyor. Nasıl müjdelenmiş bunlar! Ve bize Cenab-ı Fahri Kainat Efendimiz haber veriyor. Hangi muhabereden dönüyordu? Bedir’den, şöyle buyuruyordu, ”Cihad-ı Asğar’dan, Cihad-ı Ekber’e dönüyoruz.”, ”Aman ya Resulullah , hazır silahlarımız var ve hanımlarımızdan da ayrıyız, o cihadı da bitirelim de Medine’ye öyle dönelim.”,”yok”, dedi, ”Bu yaptığımız küçük cihad, büyük cihad nefsimizle”, dedi, ”O kıyamete kadar.Mezara girinceye kadar onunla mücadele etmek mecburiyetindeyiz”, dedi. İşte 10 tane Aşere cenk ettiler nefisleriyle ve cennet’le öyle müjdelendiler. Ve bu müjdeyi Cenab-ı Allah bize bahşediyor tekrar. O gün vardı da bu gün yok mu? O gün vardı da o ayet bugün yok mu? Bütün Evliyalar, bütün Peygamberan-ı izam bunun üzerinde durmuşlardır .

7 tane meratip ve makamat vardır. Birisinden kurtulursun öteki, ondan öteki, öteki... Sana emreden nefis, Nefs-i Emmare, bunlardan kurtulmadıkça cennetten avucunu yala!.. Sen, o sana emreden nefsi levm ettin mi, azarladın mı? Yo, hoşuma gitti benim, onunla şakalaştım, gül dedi namaza, kalkma dedi, ne o toplantılar oluyor, Allah Allah diyorlar dedi, ne olmuş, Allah affeder seni dedi, falan filan.. Eşkiyalar türedi, haramiler türedi... Nefs-i Emmare’den kurtuldun, levm ettin, azarladın, kınadın; Nefs-i Levvame. Nefs-i Mülhime, ilham gelen nefis, sana yardım edecek, Allah gelir bu sefer, Ey kulum mücadelene devam et ben seninle beraberim, ben yapacağım bu işi. Ta ki geldin nereye, şimdi hak diyor ki; ”Ya eyyetühen nefsül mutmainne”, Cümlesini sen serdin yere. Melametin manası ,manayı hakikisi levm etmektir. Hiç bir yaratık, kainatta yaratılan hiç bir mahluk, kendi kendini azarlamaz.Yalan söyler, iyi yaptın der, tilki tavuğu çalar, iyi yaptım, öteki, hepsi, iyi yaptım der.

Yalnız kimdedir bu melamet-Melametiyye, lugat manası azarlamaktır, levm etmektir.  “Ya eyyetühen nefsül mutmainne irci”. Hepimize bir irci var, zaman zaman, minareden bir irci nidasıyla karşı karşıya geliriz,  “Galu innaa lillah ve inna ileyhi raciun”, Rücu etti, nereye, Rabbine rücu etti, geç kaldı ya !, daha evvel rücu etmek lazım,o anda yapamazsın bir şey.

Acele et namazda ve tövbede, Aşere nasıl almış cenneti ? Bize bırakmamış mı?, Hiç kimse Allah’ı taksim etmek kudretinde değildir, biraz evvel, Allah kabili taksim değildir, bilgi kabili taksim değildir, kimse uhtesine alamaz o bilgiyi, herkesin malıdır, güneşte öyledir. Şimdi diyor ki; Dön diyor, öldüğün zaman değil, şimdi. Biz döndük, dön diyor,  “irci”, nereye?,  “ila rabbiki”, Rabbine.  “Radiyeten merdiyye”. Rabbin senden razı oldu, sende rabbinden razı oldun. Rab ne demektir? Kainatın kurucusu, yaratıcısıdır, bir yere inhisar etmez, bütün kainatı o yaratmıştır. ”fethuli”, dahil ol, ”Fethuli fiibadi, vedhuli cenneti”, onlar dünyada iken cennettedirler. Var mı itiraz!

Bir de cehenneme girenleri anlatalım bakalım; Dünyada iken cehenneme girenlerin ayeti var mı, yok mu?Cenab-ı Hak bize açıkladı, hiç süphe etmeyin. Fahri Kainat Efendimizin başına işkembe geçirdiler, malumunuz, çalı diken serdiler, eziyet ettiler, Taif’te elini kolunu taşlayarak kanattılar, hiç de şikayet etmedi. ”Ey Habibim,onları ben helak edeyim mi?”, ”Aman Ya Rabbi onlara sakın dokunma.”.Bak şimdi, bize birisi diken batırsa, birisi gelse, İbrahim Öcal öldürür onu, eshaba eziyet etti, dövdüm onu, sövdüm onu; iyi yaptın !..; ziyafet çekeyim ben sana, para vereyim sana!...Nasıl Muhammed bu?, Nasıl ibadet bu?...”Ey Habibim”, ”Yok,bunlar bilmedikleri için bana eziyet yapıyor” . Ebu Lehep, karısıyla beraber çalı serdiler, diken serdiler, ayakları kanadı, diken battı, Ayet, ”Tebbet yeda ebi lehebin ve tebbe maağna anhu maluhu ve ma keseb sayes la naren zate leheb”, Sırtlarında getirdiler, hamallık yaptılar, işte onun yeride cehennemdir, nar (cehennem), ikisini de gösterdi işte, ister o tarafa bak, ister bu taraf bak. Efendi Hazretleri buyurur, Asrı saadette bu oldu. Şimdi asrı saadet değil mi? Olmuyor mu? Oluyor, oluyor, açın gözünüzü, açın kulağınızı, göreceksiniz bunları. Hem dedi, hacıdır o, hocadır o, müftüdür o... yapmadığı melanet yok. Sonra; Efendi biraz ağır değil mi? Ağır geliyor ama hakikat, hakikatin ta içinde, içinden gelen hadiseler bunlar efendim

Ben oruç tuttum, tutmadım, namaz kıldım, kılmadım, neyle mümkündür oruç, namaz, hac; Heyeti mecmuasıyla mümkündür, tümüyle mümkündür. Bir taraftan yapıyorsun, bir taraftan yıkılıyor. Hz.Süleymanın Mescid-i Aksa’yı yaptığı gibi, akşama kadar yapıyorlar, sabaha kadar yıkılıyor.

Bir gün sevdiğim bir arkadaşımın evindeyiz, onun babası, İstanköylü 95 yaşında, benim komşum, hizmet etmiş, babası büyük bir alimdi, İstanköy’de Şükrü Kaya’nın öğretmeniydi. Çok sohbet ettik, gençtim o zamanlar ben. “ Bir hikaye anlatayım “,Hürmetim saygım çok, fikir adamı.” Bir gün bir mesele geçti. Bir Mürşid-i Kamil, sen bir tarikata intisab et , dedi bana, 30-35 yaşlarındayım, Ne yapacak beni? dedim. Kalay tutarsın. Tutmazsam? dedim, Tutsa da ,tutmasa da o tutturur dedi. Nerde dedim,Aydında, Nazillide var, dedi. İnşallah dedim, hürmet saygı gösterdim.O zamanlar araba yok,at var...”

Anlattım ben; Bir başladı ağlamaya, hüngür hüngür ağlıyor koca adam.. ”Neden, salih amca ağlıyorsun?”, ”o kadar kıymetli” dedi, ”Devlet kuşu konmuş başına ama haberin yok” dedi, ”Bana da İstanköy’de oldu,Anadolu’dan geldi bir mürşid-i kamil, bizimde içimizde bir koca arap var”, dedi. Duyduğumu aynen anlatırım, ”Akşam, namazdan sonra sohbet etti bize, arap öyle oldu ki, dört köşe. Sabahleyin, dört bir taraftan geldiler, koca arap gene orda. Sohbet etti ama (ııh) dedi. N’oldu koca arab dudağını sarkıttın ya, akşamınkini mi istiyorsun, akşamki bir rüzgardı geldi, geçti, dedi. Sarılmadım eline, almadım ; onun hasretini çekiyorum , sen daha gençsin, rastlarsın, eğer rastlarsan; yemin et” dedi. ”yemin et.”... Bu gün o mesele halledildi çocuklar, vakit geçmiş değil, geçmektedir nerede yakalarsan vakit odur. ”öğle namazı geçti”. Namaz geçmez, ilk defa söylüyorum, namaz hiç bir zaman geçmez, geçmeyecektir. Vakit geçiyor, gaflet geçiyor.

Işte o gün bu gün, o dem bu dem, var mı değişiklik ve ne diyor Ayet, ”Sizin, bütün seyyi’atlarınızı, haseneye tebdil ettik”, Biat ayeti, Hudeybiye’de geldi bu ayet, ”Ey habibim,...”, hemen, hazreti Ali kapıda, hepsi biat etti. ”Biz biat ettik ya”, dediler. O Akabe biatıydı, şimdi diz dize, el ele, işte...

Fetih;10. ayet,”Habibim, onlar bana biat ettiler, sana biat edenler Allah’a biat etmişlerdir”,Cenab-ı Hak habibine yapılmış olan biat’ı kendine yapılmış kabul ediyor, kendisinden ayırmıyor. Malumunuz biat’ta, Mürşid’in eli teslim olacak olan ihvanın elinin üzerindedir. Aynen sahabiyi kiramın ellerinin üzerinde olan Hz.Peygamberin eli gibidir. Cenab-ı Hak’ka el isnat edilmez ,eli vardır, ayağı vardır, gözü vardır denmez, bu bir tenzih ifadesidir.

Allah’ın bir eli vardır. Kur’an’da,”Yedullahi fevka eydihim “Allah’ın eli, onların elinin üstündedir. Vardır, ancak nasıl olduğu üzere biz tefekkür etmeyiz,düşünmeyiz olduğu gibi kabul ederiz. O’nun araştırmasına gitmeyin derler ancak, sonradan gelenler bu konuda ,bir takım tereddütlere düşünce, artık tevile gitmişler. Demişler ki, Allah’ın kudret eli. Yed kelimesi, kudretle açıklanmış. Allah’ın kudret eli demişler. ”Yedullahi fevka eydihim”,O el hak’kın elidir.

O biat esnasında bir söz veriyoruz biz, Sahabeyi kiram bir söz verdi Hz.Muhammed’e. Bizde bir söz verdik, kime?, Mürşid-i Kamil’e. Sahabeyi Kiram’ın Peygamber Efendimize vermiş olduğu söz, Allah’aydı. Aynı şekilde Mürşid-i Kamil’e o biat esnasında verilen sözde Allah’a verilen sözdür. Dolayısıyla kim ki verdiği sözden dönerse,”Femennekese feinnema yenküsü ala nefsi”, kim ben vazgeçtim bu işten derse, kendisinedir. Mürşid’e hiç bir zararı yoktur. Sahabenin biat’ından dönmesinde nasıl Hz.Muhammed’in bir zararı yoksa ,aynısıdır. Ama kim ki verdiği sözü ifa ederse, durursa sözünde, bundan zerre miktar ayrılmazsa biz ona çok ecir vereceğiz. Ecrin ölçüsü yok, araya ölçü konmamış, bazen 1-10-100-700 der, bazen sonsuz, nihayetsiz.

Ecir nedir? Ecir ücrettir, karşılıktır. Bizim Mürşidimize, biat’tan sonra, seyr-i süluk esnasında göstermekte olduğumuz sadakatin karşılığını, Cenab-ı Hak bize verecektir. Meratip ve makamatın zevklerini bize lütfetmekle karşılığını bize verecektir. Biz peşinciyiz, veresiyeyle işimiz yok. Dolayısıyla verecektir o gene, vaadinden hulfetmeyeceğine göre verecektir. O gene bizim malımız, fazla mal göz çıkarmaz, peşinini alalım. Cenab-ı Hak kabımızı genişletsin, idrakimizi arttırsın. Nimetleri sonsuz , sınırsız. Bu zamana kadar bize bir çok şeyler ihsan etti, lütfetti. Bu lütfü, ilmi, bereketi üzerimizden eksik etmesin, devam ettirsin. Mürşid-i Kamil’in şahsi manevisinde kendisine vermiş olduğumuz sözden bizleri ayrı düşürmesin. Mürşid-i Kamil’in telkinine sadakatten bizleri ayırmasın diyorum.

“En amte...”.Bakınız çocuklar, 40 rekat namaz kılarız... “Bir’i veren. 99’u da verir”,ertesi güne kalmıyor,Yahudi “Ben indirdim onu”, diyor, aşağıdan.”Ben Allah’tan istedim, Yahudi’den istemedim, söz verdin sen, bir noksan olur”, dedi. Onun şanı 99’da,1’de verir, vermez. Hadi, ertesi günü mahkemeye, ”Ben giderim ama” diyor, Nasrettin Hoca, ”Benim hırkam yok”, diyor, alıyor bir hırka, ”Hayvanımda yok “, diyor, alıyor bir katır, doğru mahkeme’ye; Anlat bakalım diyor , kadı, ”böyle, böyle”, diyor, ”Bu öyle bir keferedir ki ,bu Yahudi komşum, ister misin sırtındaki hırka benimdir, desin”, ”Ee, Benim değil mi yahu !”... Alıyor 99 altını veriyor.. ”Bir daha Allah’la kulunun arasına girme”. Ayet bu! Hikaye bu ha? Nasrettin Hoca anlatıyor sende hikaye diye dinliyorsun ha, yazıklar olsun, hapı yuttun. Mevlana’nın Mesnevi’sini hikaye olarak kabul edersin, ha. Yazıklar olsun, hep ayet.

“Beynel mer-i ve kalbih-ben kulumla kalbi arasındayım” yine bir Hadis,”Benim öyle bir anım olur ki; Kulumla benim arama ne mürsel bir peygamber ne de mukarrebun bir melek giremez.”.

Hangi makam bu? Ahadiyet Makamı, ”Huvel evvelü, ahiru vel zahiru vel batınu ve hüve bi külli şeyin alim”.O kul derse ki; Evvel vardım, ahir, zahir, batın varım, Hatmi meratip etmiş.

Güzel Allah’ım, çok güzel ama sen bunu yalnız yürütmedin,bu sözü â mâ ’da söylemedin, uyandığın zaman söyledin. Onun için öyle bir yere girdik ki; Bütün Hadis-i Şerif’ler, Kur’an’ı Kerim benim içindir, bu kainatta yaratılanlar içindir, bilhassa insan içindir. İnsanda beyan ediyor.

Kur’an’ı Kerim var, Hadis’ler var, camilerde namaz , oruç, zekat var, Kelimeyi Şahadet var, bizi başkasına Ahmed’e, Mehmed’e vasıta yapmadan, Cenab-ı Hak bizi alacağı yere, götüreceği yere götürür. Hiç şüphe etme ki götürür.Ama Cenab-ı Hak isteseydi, vasıtasız, delilsiz bu işide yapardı. Ne yaptı? Cibril-i Emin, Namusu Ekber vasıtasıyla. Hz. Muhammed’i zuhura getirdi, bütün emanetleri, melekleri vasıtasıyla, emirlerini Hz.Muhammede verdi. Böyle yaparsa böyle olur, böyle yaparsa böyle olur. Şimdi, Kur’an’ı Kerim indi yeryüzüne, Kur’an’ı Kerim inmedi ! Yani, bildiğimiz yazılı, matbuu kur’an’ı Kerim inmedi. Ne İndi ? Hitap, konuşma indi, kitap inmedi, vasıtaya bak şimdi ! derledi, topladı, derleyin şimdi bakalım dedi, zapt ettiler nüshalar çoğaldı. Kaybolur, oku bakalım, geldi, defaatle Cebrail Aleyhisselam, beraber okudular, takip ettiler, yanlış var mı? Yok, yok, yok.

Şimdi bir mesele soruyorum, dünyada yaratılan ne kadar nebatat, hayvanat, insan yaratılmışsa, hepsi aynı mıdır? , farkiyetleri var mıdır? Bir kere bu mektebe girdik, Tevhit mertebesine girdik. Tevhit dersini Mürşid-i Kamil, hiç kıskanmadan, hepsini anlatıyor. Hepinizin anlayışı aynımıdır? Değildir. Mektebe giriyorsun; Beni liseye götürdüler,Öğretmene dedim ki; ”Çocuklara aynı dersi veriyorsunuz”, ”Veriyoruz”, dediler. ”Ama, sene sonunda bakıyorum, karnelere, kimi 10 almış, kimi 0 almış. Ne demek bu, efendim”, ”Kabiliyetleri yok, istidatları yok, düşünceleri zayıf”, ”Verin düşünce, verin istidat !” . Şimdi sadede gelelim. İşte O çocuk, -hepimiz yaptık bunu-, leblebi şekeri alır, ” Ahmet, ne anlattı öğretmen? “, “Şunu, bunu anlattı “ Anlatır, anlatır, 10 seferde anlar. Öbürü bir seferde anladı, O 10 seferde anladı.

İşte, bu istidat ve kabiliyeti olanlar Peygamber oldular. Aynı tarladan seçtiler onları, anlatmak istediğim... Mahsülün en güzelini bahçıvan, topladı küfelere,1.kalite, sattı, 2 tertip, bir daha topladı, onu da sattı. Aynı ağaç, aynı toprak, aynı su.Bir kısmı Peygamber oldu, bir kısmı evliya oldu. Ötekiler ne olacak? Peygamber’lerle, Evliya’lara vazife düştü, hadi, siz bunlara merhamet edin, şefkat edin, onlar sizin affınıza uğrayacak.

Bende bunları geçirdim. Oraya ,buraya sordum, beni dövmeye kalktı, ama kuvvetliyim, azarladılar beni, hakaret ettiler, aklın almaz dediler. Siz anlatın dedim, aklınız eriyorsa. Baktım ki olmuyor. Nihayet İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Adana gezdim. Cenab-ı Hak buldurdu bana, benden 10 yaş küçük, Cenab-ı Hak vermiş ona. Ahmet Efendi merhum. İşte ondan naklediyorum, burdan da çıkacaklar, nakledecekler. Kelam kimindir? Bu kelam, Kelamullah’tır, sıfat, Sıfatullah’tır, vücut,Vücudullah’tır.

Abdülkadir Geylani Hz. diyor ki, ”Şeriat’i tamamlayayım da Hakika’te gireyim dersen ,ömrün vefa etmez, tamamlayamazsın”, diyor. Günahlar, sevaplar,... Şeriat’ı yeterince Hakikati bitirince,uğraş.

SOHBET 8

Bismillahirrahmanirrahim;

Meşiet ayrı maişet ayrı,deyince; Maddi, manevi öyle maişetleri bol evler var ki... Bir de hüsran olan, keder içinde...; Neyleyim öyle...Her iki cihanı bize versin, maddesiyle manasıyla. Verdi, verecek değil ,verdi .Hüner odur ki...; Şimdi, bütün ihvan’ı biliyorum, kendimden biliyorum.Bu maddi fikriyat değil, manevi fikriyat bu. Maddi fikriyatta rütbeyi taktımı gelişir; Vali, amir.. Bizim içimizde Padişah var Padişah...Mevlana çok güzel anlatıyor;”Padişahla sohbetteyiz, vezir gelmiş ne çıkar, o beklesin”,diyor.”Vezir ile sohbetteyiz, vali gelmiş ne çıkar?”. İşte bu manevi sultanlıkta öyle padişahlar var ki;” kapısında kul var, sultandan ileri”.İşte, bizim de var manevi rütbelerimiz, var ama,o manevi rütbeleri giydikçe küçülüyoruz. Ne diyor Niyazi Sultan;

Dervişlerin en alçağı Buğday içinde burçağı,

Bu Mısri gibi balçığı,Bin bir ayak basmak gerek.

Zahiri rütbe almışlar ,kıl kopartmazlar burunlarından. Onun için güzel bir yerimiz var,güzel mevkideyiz. Doğrudan doğruya Allah’la sohbetimiz var, istekler var.. Allah’ın bizden, bizim de Allah’tan; O, “ Sözünüzü tutun,Ben de sözümü tutayım” diyor. Buraya; işte o sözü tutmak için geldik.Kimimiz oradan, kimimiz buradan, o sözü tutmak için geldik. Allah dostları, mütemadiyen Allah’la alışverişte; Her nefeste 3 defa ! “Ne demek bu?”,Var mı öyle birisi? Yok öyle şey.Zararı yok, kör, topal,bazen unuturuz, bazen unutmayız . Ama bir seda geldiğinde hemen çizgiye gireriz.İstikamet....! Kulağımız duyar, gözümüz görür, gönlümüz açık. Allah’ın bütün zuhuratına, bütün tecellilerine gönlümüz açık... “ Hak dostları “, bundan daha büyük rütbe yok.

Öyle der Hacı Sabri Efendi;”Biz ,münezzehte olan Allah’ı zuhura getiririz”.Nasıl getiriyoruz? ”İnnel kuvvete lillahi cemia “,” innallahi basirun bil ibad...”. Münezzehte olan Allah’ı zuhura getirenlerdeniz.Okuyor Kur’an’ı Kerim’i; “6.666 Ayet ,senindir Ya Rabbi,senindir Ya Rabbi, saddak, sen söyledin Ya Rabbi”, ”Demek ki, siz Resulullah’tan benim selamı mı duydunuz.İşte benim öyle kullarım var ki arzımın üzerinde, onlar benim halifelerimdir”, ”Ela inne evliyaallahi la havfun aleyhim velahüm yahzenun.” Onlar hiç kederli, mahzun olmadılar, üzülmediler de,”Varmış şımarmadılar, yokmuş yerinmediler, hep hamd ettiler, onlar mahfuzdur onlar ve arzın üzerinde o halifelerim vardır benim”, Ve o halifeleriyle idare eder.

Biraz evvel dedim ki, Cenab-ı Hak Hz. hiç bir işini kendi yapmaz. Ne diyor Ziya Paşa;

Hak,kulundan intikamın yine kul ile alır,

Bilmeyen İlm-i Ledün’ü bunu kul yaptı sanır.

Cümle eşya halikindır, kul eliyle işlenir,

Emr-i Bari olmadan sanma bir çöp depreşir

Geçen hafta bir ayete temas ettim bu babta; Bedir muharebesindeydiler. Şavaşın kızgın anında Cibril-i Emin, Namus-u Ekber geldi; “Ey Habibim Muhammed “,hatırlarsınız bu ayeti; “At,bir avuç toprak , düşmanın üzerine”,Atma menzilinden uzak,-beşeri düşünce-, at emri verildi, alıyor atıyor, o toprak gidiyor, hangi vasıta ile gidiyorsa?, Gözlerini ovuşturuyorlar. Hz.Ali, diyor ki; “50 kişi öldürdüm”, öteki 10 kişi, öteki 5 diyor.Ayet devam ediyor.Hani demiştim, Allah kendi eliyle hiçbir zaman esmasını,sıfatını yapmaz, yaptırır. Efendilerden duymadım be bunu, tevhit ehli geliştirir, tefekkür eder. Çünkü, Allah’ın muhibbi, dostudur o,mahremiyete alınmıştır. “Felem taktulühüm velakinnallahe katalehüm vema rameyte iz rameyte velakinnallahe rame ”, “Siz mi katlettiniz onları? Yok, yok, sizin elinizden biz katlettik onları”, “Sizin elinizden,biz onları öldürdük”. İşte Allah’ın inayeti, yardımı budur. Çok sıkıştığı zamanda Cenab-ı Hak Hz. meleklerini ordular halinde gönderir, mücehhez... Bazı zamanda da mağlup ettirdi (Uhud), onun için tevhid ehli Allah’ın silahlı mücahit askeridir. Daima savaş yapan erleridir. Kiminle yapıyor savaşı? Allah’ın lanetlediği, istemediği, kovduğu kimselerle savaş yapıyor. Kim onlar? Nefsin, şeytan, kötü düşünce,iman etmeyenler.

Sahabiden birisi, muharebede babasıyla karşı karşıya geldi. Öyle kılıç sallıyordu ki, babası müşrikler tarafında, sahabiden; “Vallahi”, dedi , “babam değil, neyim olursan ol,ben seninle cenk edeceğim, kafanı alacağım”,dedi. Ayeti Kerime; “Muhammed Allah’ın elçisidir. O’nun beraberinde bulunan müminler inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler” Din ve iman bahsinde, kardeşlerini müdafaa hususunda babalarını bile katlederler. Bu bab’da...Onun için, kim onlar? Ehli Tevhit, ehli muvahhit, asker, silahlı !.. İşte Cenab-ı Hak Hz. dini mübini müminlerle koruyor. Niçin? Allah’a en yakın müminlerdir; “Allah müminlerin dostudur”.

İtibar et dedi, diyor ki; “Hem iman ettik dersiniz, hem vazgeçersiniz, cayarsınız”, onları ayıklıyor, onu kendi haline bırakıyor. İşte ne kadar büyük vazifemiz olduğunu tebarüz ettirmek istiyorum. Ne kadar yakiniyet var.Biz O’nun mülkünü seyrana geldik, temaşaya geldik, misafirliğe geldik. O’nun mülkünü elinden almak için değil. Kim tasdik etmiyorsa biz onlara ceberrutuz, her sahada... Bakma ufak tefek arazlar olur. Şudur, budur ama Cenab-ı Hak bırakmaz bu işi. Geçen gün toplantıda, “Bismillahirrahmanirrahim”, unuttu mu, unutulmadı mı? Demirel; “Diyeceksin”, dedi. Tecelliler... Kim olursa olsun, muvakkat bir zaman için böyle karışıklıklar olur, ama o mutlaka “ Allah nurunu tamamlayacaktır, müşrikler istemese de” Din’ini koruyacak ve nurunu her zaman payidar edecektir. Onun için her zaman öyle derdi Ahmet Efendi; “Ne iman durur, ne küfür durur, at başı gider onlar ,nerde bir iman varsa küfür dibinde, nerde bir küfür varsa, iman dibinde”. Ne olursa olsun Allah’ın askerleri, Kur’an’ı Kerimi müdafaa ve muhafaza eden insanlardır. Onlar Allah’la vasıtasız konuşanlardır. Hem bu alem, hem öbür alemde muzaffer kumandanlardır.

Bu bildiğimiz kumandanlardan değil. İlk işi Fahri Kainat Efendimizin, Hz.Ali’yle beraber putları kırmak olmuştur. ”Gel”, dedi, ”Ali, Kabe’deki putları kıralım”,yetişemediği yerlere, Ali omzuna çıktı, kırdılar. Var mı putlar şimdi? Var , hem de pek çok var.

Sevdiğim bir kumandan var, Fevzi Çakmak, manastır askeri idadisinde;onların hocalarının hocası Arap Hocaydı, Seyyid Muhammed Nur’ül Arabi, Pirimiz, onlardan ders gördü onlar,ve şu ifadeyi kullanıyor Oruç,Yugoslavyalıdır aslen, “14 tane katır öldürdü ablam”, diyor,”giriliyor eve,manastır gibi bir yerde,balta elinde,küçük çocuğuz biz diyor, kafasına, kafasına vurdum “, diyor. ”Fevzi Çakmakla, babam, aynı medreseden mezun oldular”, diyor,” ve aynı mürşid’e intisap ettiler ve bugün Ensariye camiinde, birisi hocasının sağında,birisi solundadır”. Hep hürmet,tazim topladı o kumandan. Anadolu’da yoktur, hatırlamıyorum,en büyük askeri mektep Manastır’daydı .Biz kusur aramıyoruz,noksanları düzeltmeye toplandık,kusursuz dost arayan dostsuz kalır.

İsmail geldi yanıma,Ali efendinin orada,”efendi” geliyor dedi,”gelirse selamlarımı ilet” dedim ona, o da “ peki” dedi. Çatıyor, “bana çatma”dedim ismail’e. Kurtarayım kendimi, ben müdafaa edemem kendimi !..Gece telefon etmiş,toplantıda demiş ki;”Selamını aldım,sende selam söyle,madem benim halimi hatırımı soruyor,sende söyle.”. 19 maddelik ayet meali getirdi,okudu...Bende çok yaptım onu. Her ihvan Arapça bilmese de mealiyle...Bunlardan bir şeyler çıkarır. “Bu geniş mesele”, dedim, “bizimki bu kadar geniş değil,bizimki derlenip, toparlanıp,hülasa edilmiş,icmaldir,onu verirler efendiler bize “ Ertesi gün eve geldi tekrar, “Hacı efendi,ben seni almaya geldim,efendi geldi”, dedi..”Durumum müsait değil,keyfim yok,nerde olacak”, dedim,”Sen gelirsen bizim evde olacak, gelmezsen abimin evinde olacak,”dedi, ”Selamlarımı, muhabbetlerimi söyle, gözlerinden öperim, yaşça ondan büyüğüm”, dedim.

Niye bu zuhura geldi,bu iltifat niye.Beni götürdüler İzmir’e, sizlerle gittik, bize yarar bir şey bulamadık Şimdi benim memleketime geldi, benim insanlarıma bir şeyler veriyor.Acaba ne veriyor,ne alıyor memleketimin çocukları? Bunu biliyorum... Bak dedim,”İsmail,hani Hasan bey vardı,profesör,geldi çok beğendim onu ,diyor.Ne olursa olsun, dinleyin onu,Kafirde olsa iyi taraflarını alın,kötüsünü bırakın, diyor. Evladım şimdi hep bunlar meal ayetler,ama o ayet ne diyor? O ayetten bir mana,2,3,4,5,6 mana,20 tane mana çıkaran efendiler mevcut. Biz bilmiyoruz,sizde açıklayamıyorsunuz onları,daha fazla faydalı olmaya çalışıyorsunuz ve geniş tutuyorsunuz,işi geniş tuttuğunuz için tasvip görmüyor pek,daha yumuşak,daha halim selim girilirse daha güzel olur.”,dedim.Çünkü Kur’an’ı Kerim alimlere inmedi, eğer inseydi onlara,onlar alır,anlar ,biz anlayamazdık. Kur’an Ortak maldır,bu gün ben bir şey bilmiyorum, yarın bilebilirim!..

Kur’an’ın dilinden anlarım, bir şeyler alırım,Yahut alanlara hürmet ederim. “Siz bildiklerinizin dostu, bilmediklerinizin düşmanı olmayın”.Şimdi,onları biz başıboş bırakırsak,ne oldu bizim işimiz !.. Mücadele, mücahede. Evvela, Melami’yiz ne demek? Levm etmek, evvela kendinde olan nefsi Levm edeceksin. Hasbel kader bir Müslüman evinde doğduk , adımızda Müslüman, Ahmet, Mehmet, hasan... Müslüman mısın ? Katiyen değilsin ! İsmen nüfusta İslam’dır diyor. Değil!.. Cenab-ı Allah,”Sen bir Müslüman değilsin”,dedi. Niçin; Nefsi Emmareye tapıyorsun,nefsinin emrettiklerine tapıyorsun, “Emmare’ye kul olan iman ile göçer mi?”Evliyanın birisi ne diyor ? Keramete bakma diyor,en büyük keramet nefsini Müslüman etmektir. Eğer Müslüman etmediyse,istediği kadar keramet zuhura getirsin. Muharebeden dönüşte,”Büyük cihada gidiyoruz,Cihad-ı Asğar’dan, Cihad-ı Ekber’e gidiyoruz”,dedi.

Hepimiz öyle . Müslüman böyle anlatır , öyle anlatır ki , ağlatır, güldürür, kul köle yapar seni.elini öpersin,ama yok. Tecrübe ediyoruz biz; Eğer bu sohbeti dinlemeseydik,cami cemaatinin en ileri gelenlerine hayran olurduk, kavga çıkartırdık. Oruç Hz. şöyle diyor; Hisarda vaaz ediyorum,sağ taraftan bir delikanlı,”Dinlemeyin bunu,bu peçenin uzun eteğin aleyhindedir, dinlemeyin”,dedi. Şöyle baktım, yabancıda gelmedi, sevdiğim dostlarımdan birinin oğlu.1 hafta sonra çarşıya indim, arkadaşlar geldiler,dediler ki, “Oruç,sana böyle yapan kişinin borçtan dolayı dükkanı satıldı “...İstemezdim, diyor,çok üzüldüm.. “Evliyaya taş atan iman ile gider mi?”ye misaldir.

Mürşid-i Kamil kimdir, nedir ?; Bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v.) ; “Siz Allah’la konuşmak isterseniz, Allah velilerini ziyaret ediniz”, demiştir. Şimdi bu Ehli Şeriat için ağır gelir.Onların düşüncesi; Allah gökyüzünde, yahut bir yerde,oradan bu alemi yönetiyor şeklindedir. Bu şekilde bir Allah düşünüyorlar.Tabii, Peygamber’imiz, size olduğu gibi, özel yaptığı sohbetlerde,anlayışı müsait olan kişilere İlm-ü Ledün sırlarını açıyordu.Yine Hadis’inde ;”Siz,cennet ağaçlarından birine rastlarsanız ,oturup altına, meyvesinden yiyin”, buyuruyor. Cennet ağaçları ahrette değil midir ? Hayır. Allah velileri cennet ağaçlarıdır, onlara rastlarsanız,onların sohbetlerinden yararlanın deniyor.Yine Mevlana,”Bir saat sohbette alınan feyz, senelerce yapılan ibadetle alınamaz”, diyor. Yani, burada yapılan İlm-ü Ledün sohbetinin çok önemli olduğuna işaret ediyor. Çünkü, burada İnsan-ı Kamil, hem haliyle, hem kalbiyle kişiye lütufta bulunuyor,ihsanda bulunuyor. Bu bakımdan Cenab-ı Allah Mürşid-i Kamil’in esmasından zuhura geliyor. Vücud’u Hak’kın Vücud’u dur, O’nun vücudunu haktan ayrı görmemek lazımdır, Cenab-ı Allah ancak sıfatlarıyla meydana geldiği zaman bilinebilir. Çünkü zatını idrak etmek mümkün değildir. Yunus’un dediği gibi; ”Ete kemiğe büründüm, yunus diye göründüm”...”O dilediğine hidayet eder”,Ayet-i Kerime’since sevdiği ve hidayet ettiği kimselere sırrını açıyor. Bu da Biat’la oluyor.Biat’ta Peygamber Efendimiz zamanında, kim ki Muhammed’e biad etti, Allah’a biad etmiştir.Çünkü Muhammed’in vücudundan tecelli eden yine kendisidir.

Yıldırım Hoca; Korkuteli’nde bir Cuma günüydü,şoför ve muavin Karadenizli çocuklardı,dindar çocuklardır.Dediler ki;”Şurada bir yerde duralım,namazımızı kılalım”,tamam dedik durduk. Turistlerde meraklı ya,seyrediyorlar.Sonra turistleri içeri aldık. Ben Hocaya rica ettim, dedim ki;”Kur’an’ı Kerim’den bir aşır okusan da dinleseler,çünkü anlamadıkları halde bizlerde de, manasını bilmediğimiz halde,Kur’an’ı kerim okunduğu zaman etkileniyoruz, manevi haller zuhura geliyor etkileniyoruz,huşu içinde dinliyoruz “, ”Hangisini okuyayım?”,dedi,”Amenu Resulü”, dedim, okudu. Orada; ”Biz Peygamber’ler arasında tefrika yapmayız”, ayırım yapmayınız, deniyor, biz buradan işin içine girdik.Onlar Hz.İsa’yı Allah’ın oğlu olarak kabul ediyorlar, esasında tevhit dinidir.Tek tanrılı dini Hz.İsa anlatmıştır, çok sevdiler Hz.İsa’yı, bu yüzden kendilerine Uluhiyet verdiler, ilahlık, Allah’ın oğlu dediler. Müslümanlardan da Hz Ali’yi çok sevenler oldu, O’nu aşırı şekilde yücelttiler,bugün bazı Alevi gurupların da olduğu gibi.

Benim kendi Tevhit zevkime göre , orada bunu Turistlere açtım. Dedim ki ;Kur’an’ı Kerim’de,Allah Ademi topraktan yarattı ve ona ruhundan nefh etti.Şimdi mülk Allah’ın mülkü,Adem yaratıldı, zahiri olarak,sonra ruhundan ona üfledi, bunun da manası var, ama sonra !.. Ve kendi varlığından varlık verdi. Adem yoktu ki.Ezeli ve ebedi olarak kendi var,N’ oldu kendi? Sıfatlarını Adem’de zuhura getirdi ve ona bir isim taktı, Adem dedi. Daha önceden Hz.Muhammed’in Nur’unu yaratmıştı, O nur Adem’de tecelli etti, Adem ismini aldı. Sonra O nur muhtelif Peygamber’lerde zuhura geldi. Musa’da,İsa’da en son Hz.Muhammed’de tecelli etti.Varlık bir, Nur bir, isimler değişik. Suret bizi aldatıyor.Suret şaşırtıyor bizi.Bu yüzden biz bütün Peygamber’leri bir kabul ederiz.

Köyün birine bir efendi gelmiş,köyde Müslüman’larda var, Hıristiyan’larda var.Önce camiye gitmiş,halka vaaz etmek için. Peygamber’in hayatını anlatacağım demiş.Hoca sormuş; “İcazetin var mı?”, ”yok”, demiş,”O zaman olmaz”,demiş Hoca. O’da gitmiş kiliseye, ”Papaz efendi,Hz.İsa’nın hayatını anlatacağım”,demiş,Papaz efendi de,”Buyurun,geçin kürsüye”, demiş.Anlatmaya başlamış,çok memnun oluyor Hıristiyanlar, para topluyorlar aralarında veriyorlar. O’da camideki Hoca Efendiye veriyor,bunu caminin ihtiyaçları için kullan diyor. Hoca diyor ki; “Yahu,önce sen geldin bize,biz seni Müslüman zannettik , sonra gittin kiliseye Hz.İsa’yı anlattın . Nasıl oluyor bu iş böyle?”. ”Ben diyor, Hz.Muhammed’in, İsa’nın makamındaki halini anlattım onlara”. Demek ki, birleştirici konuşmamızla onları dine yakınlaştırdık

Din bir, Allah bir, fakat Papazlar onu kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmişler. Hıristiyanlık teslis akidesi, şu anki Hıristiyanlık inancı; Baba,oğul ve Ruhül Kudüs dedikleri Cebrail A.S’den müteşekkil oluyor.Allah’ın varlığı üç şekilde meydana geliyor onlara göre; Aslında böyle bir husus Hıristiyanlıkta yok.Bunun meydana gelmesi ise şöyle: Tevhit; Hz.İsa 30 yaşında iken,Ürdün’de, Şeria nehrinde Hz.Yahya tarafından başına üç defa nehirden tuzlu su dökülüyor.Bu neden 3 defa ?.. Anlamı var. Ef’al’in, Sıfat’ın, Zat’ın Hak’ka ait olduğu söyleniyor burada.Vaftiz töreni olarak Hıristiyanlıkta adet haline geliyor ve M.S 5.Yüzyıla kadar bu şekilde vaftiz ediyorlar. Zamanla çocukları da vaftiz ediyorlar.Çocuk ne anlar vaftiz edilmekten, işlerin ne anlama geldiğini ne anlasın?

Efes’te bir Meryem Ana Kilisesi var,harabelerin içinde. Burada 431 yılında 300-400 papazın toplanmasıyla bir toplantı yapılıyor bu konu ile ilgili.İstanbul Patriği Nestormus, Hz.İsa’nın Peygamber olduğunu, Allah’ın oğlu olmadığını söylüyor.Ama İskenderiye Patriği Knidos; “Hayır O Allah’ın oğludur, Meryem Ana, hem cismaniyetinin annesi, hem ruhaniyetinin annesidir”, diyor. Büyük münakaşalar başlıyor, fakat İskenderiye Patriği taraftarları daha güçlü olduğu için İstanbul Patriği Ada’da hapsediliyor.Bu olaydan sonra Hiristiyanlık alemi 3’lü Teslis akidesine inanmak zorunda bırakılıyor.

Esasen böyle bir şey yok. Allah’ın varlığı Adem’de zuhura geldi ve bu nur devam etti, Peygamber Efendimize kadar geldi, tecelli etti. Hz.Abdullah, Peygamberin babası,çok yakışıklı bir gençti , o zamanlar, sokakta yürürken kadınlar kapının önüne çıkıp yalvarırlarmış, bizi eş olarak al diye,tabii edepli olduğu için böyle bir şeye yanaşmıyor. Evlendiğinin ertesi günü,aynı kapının önünden geçerken hiç ilgi duymuyorlar,soruyor neden diye; ”Senin alnında bir nur vardı, son derece çekici, cazip geliyordu bana, anladım ki, sen evlendikten sonra O nur hanımına geçti, onun için sen benim için cazip değilsin”,dedi.

Peygamberimiz Hira dağına çekildiği zaman, tefekküre dalıyordu. Allah nasıldır, nasıl bir yerdedir diye !..Sonradan hakikatine vakıf oldu ve Peygamberliğini ilan etti. Mekke’de o zamanlar edebiyat çok ilerlemiş, güzel söz, şiir yazmak çok ilerlemiş.Nasıl Hz.Musa zamanında sihirbazlık çok ileri düzeyde geliştiyse, bu zamanda da güzel şiirler, sözler, yazı yazmak çok ilerlemişti. Ne zaman ki Peygamberimiz ayetleri söylemeye başladı, o zaman bunun çok şaşırtıcı bir şekilde insanları etkilediğini görüyorlar ve soruyorlar; ”Sen, nasıl söylüyorsun bunları”,diye,”Bana vahiy geliyor,Cebrail vasıtası ile, bende bunları naklediyorum”, diyor. Peygamberimiz, hakkın varlığı kendi vücudunda, nasıl söylesin, kanıtlayamaz ki !..

Mürşid-i Kamil ,Peygamberimizin vekilidir, bir anlamda onu Ebu Cehil’den ayıran ruhaniyeti, İlm-i Ledün’nü.Madem Mürşid-i Kamil,Peygamberin vekilidir, biz de kendisidir diyebiliriz !...Yansıma eski terimdir. Bir de İlka (Geçme)vardır. Şimdi, Hz.Meryem validemizle, Hz.İsa’nın doğuşu bir ilkadır. Allah hiç bir şeye dayanmayan bir kuluna ruh verdi, Hz.Adem’e...

İbrahim Efendi; Biz Mücahidiz niçin dedim? Kur’an, 6.666 ayet, manevi düşüncelere havi, semavi kitaplara havi, kalmamış açık, bırakmamış açıklamadığı bir tarafını ve bize tevdi edilmiş. İnanmayanlar da var, İncil’e, Zebur’a, Tevrat’a mugalata diyenler olduğu gibi, Kur’an’ı Kerim’e de diyenler oldu. Esasen, bu dini bize, alan ve intikal ettiren büyüklerimiz,-noksansızca-, bir çok hücumlara rağmen müdafaa etmişler ve buraya kadar getirmişlerdir. Ve devam ettiriyoruz bunu, öyle.

Kur’an’ı Kerim’i tetkik eden çok .Kim ve ne olursa olsun Kur’an’ı Kerim’in önünde boyun eğmek ,mağlup olmak zorundadır Allah’ın tecellileri vardır, manevi emirleri. Öyle yaratıkları vardır ki onun, ıslahı mümkün değildir. O’nu terbiye edeyim, o ahlakından vazgeçsin...Mümkün değil...Akrep, yılan gibi. Hani anlatırız, Hz.Musa ile çoban hikayesini, ”Islah et”, diyor, bakıyorlar ki ölmüş kurt, kurtulmuş kuzu. ”Ya Rabbi, ıslah et dedim, imha et demedim”, ”Kurdun ıslahı imhasıyla mümkündür”, dedi. Verdiği emir yemektir, parçalamaktır. Mutlak emirdir. Bunu nebatatta ve insanlarda da görürüz. İncil’de ayetler vardır ;”Siz benim ayetlerimi taşa ekmeyin, anlatmayın onlara”; onlara ne yaz gelir ne kış gelir. Doğrudur, yasaklıyor.

Bu Mücahid-i Ekber olan kişiler, süzüle süzüle buraya gelmiş ve Resulullah Efendimiz buyurmuştur ki; ”El ulemayı veresetül enbiya”. Alimler bizim varislerimizdir. Hangi alimler? Öyleleri vardır ki, takılmış kalmışlardır, onu çeviremezsin, Diyanet reisi olsa çeviremezsin. O değil !.. O alimdir ki Hz.Resulullahtır, okuması da yoktu, yazması da, ama kabul etti. İşte Alim O ...Ve benim gibi olanlar diyor, her ne kadar iki ilim varsa da, biri zahir, biri batın ilim; Mutlaka mana ilmi geçerlidir.

Batın ilminde muhabbet var, sohbet var, aşikare çıkmadılar. Zahir ilim Allahu Alem. Mana ilmi; muhkem ayetler, müteşabih ayetler... İşte bu sohbeti büyüklerimiz yapmışlar ve oradan, buraya intikal ediyor. Biz biat ettiğimizde,- nasıl ki 3 defa suya batırıyorlar, var yahut yok, bir hikaye geliyor ya; Bizimkide hikaye olabilir, ”Allah’ın eli onların ellerinin üstündedir” , ayeti. Bir el var, bir göz var, kulak var. Zahirde ne varsa, batında da o var. ”Onlar kördür, göremediler, sağırdırlar işitmediler ,onlar inkar ettiler”. Nice Peygamberlerin çocukları böyle, hanımları böyle, yapabildiler mi? Yapamadılar.Demek ki mutlak bir emir var. Bütün ins ve cin bu emre itaat etmek mecburiyetinde, etmiyorum diyenler helak oldular.

Sohbetimizi bu bab’ta genişletiyoruz, oradan bir alıyoruz, bir ayet üzerinde sultanlık yapıyoruz. Onda tecelli etmiş O ayet, orada. Kur’an’ı Allah yasaklamış değildir, anlayışına bağlıdır, kabı miktarı kadar su alır, nasibi ne kadarsa o kadar alır.

Bir avukat vardı, geçenlerde geldi, misafir ettik, ”Ben seninle iftihar ediyorum, burada, pazar yerinde lahana, pırasa satıyordun, bugün avukat oldun. Demek ki ilim maluma tabidir, herkesin istediği gibi değil !..”, dedim. Kabristana gittik, bir sual sordu bana,-Birisi, bir şey sorarsa size, Ya’rab sen bilirsin, deyiver, içinden.Teslimsin ya, yanılmaz bir Allah var- ;”Hacı efendi, kimisinin sarıkları var, kimisinin yok?”, dedi. ”Sarıkları olanlar yetişmiş, bunlarda küçük talebe, molla”, ”Tamam”, dedi. “Sarık sarmaya mezun değil”, dedim. Neyi araştırıyor? Bana kimse sormamıştı böyle. Birde işaretli olmayanlar var.

Melamilerin olmazmış,herkesin dünya yaşantısındaki işine göre bir kisvesi var. Avukatlar giyer, hocalar giyer, Kisvelerle alakalı mezar taşları. Baktığınız zaman hangi işle iştigal ettiğini, icabında hangi tarikata mensup olduğunu belirtirler. Ama Melamilerin hep başsız olurmuş mezar taşları. Neden? Onlar yaşarken herhangi bir kisveye bürünmemişler, belirli bir vasıfla vasıflanmamışlar, halktan biri gibidirler.

Eskiden her tarikatın belirli bir kisvesi vardı.II.Devir Melami Hacı Bayram-ı veli hazretlerinin meşhur iki halifesi var. Biri Akşemsettin, biri Ömer dede. Hazret Hak’ka yürüyeceği zaman, bir su isteme meselesi var. Su istiyor birisinden, bir başkası getiriyor, Ömer dede getiriyor suyu. O bir işaret olarak hilafet benim diyor. Akşemsettin’de iddia ediyor, emaneti bana vermen gerekiyor, diyor. Hırka halifeye kalıyor. Gider Ömer dede ye; ”Hırkayı istiyorum, bana vermek zorundasın”, ”Gel Cuma günü vereyim”, der. O gün gelir, bakar ki Ömer dede’nin evinin önünde ateş yanmakta. İçerden çıkar Ömer dede, başında tacı, hırkasıyla gelir, ”Gel, emanetleri al”, der, ateşin içine girer, yanar. Ondan sonra Akşemsettin iddiasından vaz geçer. Ama II. Devre Melamilik taçsız, hırkasız, belirli bir kisve olmadan devam eder.Ta ‘ki; Pirimiz Nur-ül Arabi Hz. kadar. Tabii bu işin kisve tarafını bahsettik.

Tevhid’i, meratip bakımından Pir Hz. en kamil manada zuhura getirmiş oldu. Nasıl Hz.Muhammed(s.a.v.)Nübüvveti en kamil manada zuhura getirmiş oluyor, aynı. Daha öncede meydana gelmemiş miydi? Gelmişti. Ancak o zamanın insanının anlayışı farklı, bu zamanın farklıydı. O zaman kitap başka, şimdi başka. Pir Hz.herkesin anlayabileceği bir forma getirmiş. İki gün önce Soma’ya ziyaret yaptık, Zaki Baba’yla, İskender kardeşle. Dönüşte Nakşi Dergahı’na uğradık,-orada üşüttük Baba’yı-. Dergahta oturduk, sohbet ettik, mikrofon bize geldi, kulakları tırmaladık, ilahi okuduk. Biriside deyişler okudu, baktık ki Tevhid’i anlatıyor, o kadar güzel ki bizi mest etti. Onda var ama Salih efendinin ihvanında o zevk yok.

Neden mümkün olmuyor? Burası önemli; Biz efendiye biat’ımızdan sonra hemen tevhit sohbetine giriyoruz. Onlarda ise en son merhale oluyor, efendileri ilk intisaplarında onlara zikir veriyor. Ve başlarlar, günde 1000-5000 zikir etmeye devam ediyorlar. Ama, ”La mevcude illa hu”ya gelinceye kadar artık 30-40 yıl mı geçer; Allah bilir. Ama biz anlamazken bile kulağımıza kaçıyor, sohbetlerle, efendi sağ olsun bol kepçe veriyor.

Dervişlik hırka ile taç ile değil

Gönlünü derviş eyleyen,hırkaya muhtaç değil.

Bir meyvanın ilk vazifesi, dürülüp, tohuma saklanmaktır. Ve bu tohum... mesela; gider, ”erik fidanı getirdim, elma çubuğu getirdim”, ”Nereden?”, ”Azerbaycandan”, yahut başka bir yerden “Güzel elmalar, güzel armutlar”. Bu tohumlarda dünyanın her tarafına yayılıyor. Bir zaman neredeydi?; Ahmet Yesevi’deydi. Resulullah Efendimiz hicreti emrettiği zaman, bir anda bir işaret verdi.Ya meyva?; Habeşistanda. Bak orda tohum var. Biliyor Resulullah, Medine’yi işaret etti. Bizim de vazifemiz yalnız kendi kendimize değil ! Bir gün bu vücutlar fani olabilir. Bu tohumları, en yakın olan kardeşlerimize, evlatlarımıza, hanımlarımıza, torunlarımıza saçacağız ki ; Ondan sonrada onlar saçsınlar.

Bu gün Avrupa’ya giden din adamlarımız var. Hepsi değil öyle! Din adamları var ki, (mükni), ikna ediyor. Sorulan suallere cevap veriyor, ondan sonra sual tevdi ediyor. Derken bakıyor; Teslimiyet... Başka bir şey yok. Var böyle, sayısız din adamlarımız var. Onun için vazifemiz hem bunu almak, hem de yaymak. Kur’an’ı Kerim neşredilecek, dağıtılacak, daima söylerim. Başka çevreler der ki; ”Efendim, Bediüzzaman Hz.-Ruhu şad olsun, şefaatini üzerimizden eksik etmesin-,çok uğraştı, hapishane, hapishane...”,kolay değil bu ! İşte O kevser şerbetini içti, bir de Süleyman efendi...

Biz ne yapıyoruz? Ama Vatan, Millet, Memleket onları yola getirecek, Bayrağımız, Sancağımız dalgalanacak. Mutlaka bir fütuhat lazım, Din’i anlayışta bir reform lazım. İşte O Din’i anlayışta biz Kuşadasında bir reform yaptık.Yakın zamanda, bir çok hadiseler başımızdan geçti. En sevdiklerimiz bize cephe aldı, yapmadıkları kalmadı ama Din-i Mübiyn’i, Cenab-ı Hak Teala Hz. müdafaa ve muhafaza eder. Bereket bundadır, hikmet bundadır.

Her ne var, Kur’an’dadır... Her ne var, yaş, kuru, gelmiş, geçmiş, bitmeyen... Etmeyen Kur’an’a iman, akıbet hüsrandadır. Neler gelmiş, neler geçmiş, tefekkür edin. Bu sabah hanım bana soruyor; ”Atatürk 9’u 5 geçe vefat etti, daha evvel Hasan Reis’in düdükleri çalardı, ne oldu onlar?”, dedi. Bak şimdi ! Okuması, yazması yok. ”Gitti, ne isimleri nede müsemmaları kaldı, devirleri bitti”.Daha ona benzer neler var. Ama ben bilirim ki bu topluluğumuz bizim, talebe yetiştirecek, evlatlarımızı yetiştirecek, torunlarımızı yetiştireceğiz. Kendimize olduğu gibi, yakın etrafımıza, sonra daha dışarıya yetiştireceğiz.Yavaş, yavaş gelişecek böyle. Efendiler böyle yapmışlardır. Bütün ne kadar Veliyullah varsa ,hepsi yakmışlardır çırayı, hem kendileri yanmışlardır, hem etrafındakileri yakmışlardır. Işık versin diye, bu ilerleyecektir. Neler var Türkiye’de...Türkiye’de neler varsa gelecek, Dünya’da ne varsa gelecek, bizim imkanımız olsa, gitmez miyiz Arabistan’a, gitmez miyiz Bağdat’a? Ne var, ne oluyor diye, gezeriz biz.

5 tane. Ramazanda 5 tane Anadolu’yu gezen ,cemaatten din adamlarına rastladım, 30 sene evvel. Dedim, ”Sen nerelisin?” “Akşehirli’yim”, dedi, ”Ne yapıyor Nasrettin Hoca?”, ”Ne yapsın kendine güldürüyor duruyor”, dedi. Allah, Allah, yeni tevhide girmişim, Ödemiş’e gidiyorum, babamın bir arkadaşı var, onu ziyarete gideceğim. ”O kendine gülünsün diye mi yaratıldı”, dedim. ”Sen nereden geliyorsun?”, ”Urfa’dan”, ”Ne yapıyor İbrahim Halilullah Efendim?”, ”Filan Peygamberle yatıyor”, dedi. Yatıyor ha !, ”Esselatü hayrun minen nevm, Namaz uykudan hayırlıdır.Onlar yatmaz”, dedim. Toplandılar 5 kişi, Kur’an kursu hocası ve başkaları. Gezmişler ama hep hikaye. ”Nereye gidiyorsun?”, dediler, ”Ödemişte bir dostum var, babamın dostu, elini öpmeye gidiyorum”, ”Bizlerde gelelim”, dediler. Efendiye açtım, Ahmet efendiye. O kadar üzüldü ki... Şimdi, böyle din adamlarımız var, neymiş? O camide kılmışlar, bu camide kılmışlar namaz !.. Kılamadılar ! Bir cami bulupta kılamadılar...

Bak şimdi, hitabım onlara, ama bize !..Namaz hangi camide kılınır? Münafıklar bir cami yaptılar, Mescid-i Dıra !.. Müslümanlarda bir cami yaptılar; Mescid-i Kuba. Mescid-i Dıra’ da sen namaz kılma dedi, Resulullah Efendimize, terk etti o mescidi, Mescid-i Kuba’da kıldı namazı.Terk etti o mescidi, Mescid-i Kuba’da kıldı.Hiç düşündük mü bunu çocuklar, ne demek bu? Bak, birisi kötü niyetle yapılmış, Yahudilerin niyetleri ile yapılmış, biriside Allah rızası için, yani Allah yaptırmış. Bizde bir cami bulduk, bir Kabe bulduk, bir Mescid-i Aksa bulduk. Cenab-ı Hak’kın bizatihi kendi eliyle yapmış olduğu bu camide namaz kıldık. Camide O’nundur, mülk’te O’nundur, namazda O’nundur, Kur’an’da O’nundur. Bizim hiç bir dahilimiz yok.

Misal olarak Cenab-ı Hak bize gösteriyor; Mescid-i Aksa’yı Hz.Süleyman’a emretti, cin taifesine yaptırdı. Yaptırdı ama akşam yapılıyor, sabah yıkılıyor. Neye yarar bu? Milyonlarca sene geçse bitmez. O zaman anladı ki, bu caminin bitmesi ve devamı zikrullah ile mümkün, Allah’ıyla mümkün... Camekan yaptı, girdi içine, boyuna çalışılıyor, yıkamıyorlardı. Çünkü zikrullah var! Tamamlandı, ama Hz.Süleyman öldü !..Eğer cin taifesi gaybı bilseydi ! Ayette, ”Hz.Süleymanın ölümünü bilirdi”, ne zaman kurt eledi asayı, düştü, dağıldı, ama...

İşte bize işaret bunlar. Bu mescit de...O halde, mescitler cami, cem demektir, toplanalım. Dışarıda, orda burada kalacak değiliz, hem muarefe yapalım, hem dertleşelim. Ama niyet bu camidir. İşte burada bir fütuhat var, bir ihtilal, bir inkılap var. Daha gelişecek bu.”Efendim biz, sizin dediklerinizi anlamıyoruz ” , Hz.Resullullah zamanında da ; ” Biz sizin dediklerinizi anlamıyoruz”, Ebubekir bir türlü, Osman, Ali bir türlü konuşuyor, İlm-ü Ledün konuşuyor. ”Anlayamıyoruz, Anlatın”, anlatacak ama kabı müsait değil, vüsatı müsait değil. Anlattığın zaman iyilik yapayım derken, kaş yapayım derken, göz çıkarıyorsun...Onun için, onlar seçilmiş insanlardır, bize lazım olan. Kıymetli metaıyız, nereye gidersek gidelim Allah ve O’nun Resulünü ilan etmekle, yüceltmekle vazifeliyiz...

Yıldırım Hoca;

Bir misafir vardı, Hıristiyan, sakalı var cübbesi var, Piskopos, onların müftüsü gibi. Almanya’da İlahiyat tahsili yapmış, annesi çok yaşlı, ölmeden evvel doğduğum yerleri bir göreyim diye gelmişler kuşadasına. Karasu Otelinde kalıyorlar, bende ordayım, geldi yanıma oturdu, merhaba dedi. Konu dinden açıldı, bende Tevhit inancında, Allah’ın varlığını izaha çalıştım, bazı meseleler var Hıristiyanlıkta, onları açtım, durakladı.

Şöyle baştan alayım; Peygamberler arasında tefrika yapmıyoruz biz, neden? Aynı nurun değişik esma ve sıfatından ibaret. Tevhit; bütün kainattaki varlığın, gerçekte Allah’ın esma ve sıfatlarının tecelliyatından ibaret olduğunu idrak etmektir. Giriş bir tane ama milyonlarca yere tecelli ediyor, değişik surette görülüyor. Bunu konuştuk, sonra teslis akidesinden bahsettik ”Kur’an’da bazı ayetler okudum”, dedim. “Feeynema tüvellü semme vechullah”, diyor dedim, ”Nereye bakarsanız Allah’ın vechi oradadır”. Bir hadiste; ”O vardı. O’nunla beraber hiçbir şey yok”, diyor. O zaman kainatta ezeli ve ebedi var olan kendi varlığı. Bu isimler değişik görüntülerden ibaret, kesret alemi, ancak her varlıkta tecelli eden kendi sıfatlarıdır.Yalnız Allah noksan sıfatlardan münezzeh olduğu için, Celaliyle de tecelli eder, Cemaliyle de tecelli eder. Burada bir cemal tecelliyatı var, toplanmışlar tevhit sohbeti, Allah sohbeti yapıyorlar. Hiç bir kötü, art niyet ,düşünce mevcut değil ama bizim gibi, böyle her hangi bir yerde toplanıp, hangi bankayı soyalım, hangisini dolandıralım, kime ne kötülük yapalım diye bunun sohbetini yapanlar var. Planlar yapan topluluklar var. İşte burada da Hak’kın tecelliyatı var, ama Celalinden bir tecelliyat var orada.

İşte, Peygamberlerin yaptığı, bütün meselelerde kişileri fark ehli olmaya davet ediyorlar. Hayrı ve şerri yaratan Allah’tır, ancak siz şerre giderseniz, durumunuz kötü olur, zarar olur. Hayra giderseniz, kar edersiniz diye bizi fark ehli olmaya çağırıyor, yoksa her iki tecelliyatta da bulunan Cenab-ı Hak’kın kendisidir.

Hıristiyanlık ve Müslümanlığın, gerçeğinde tevhit dini olduğunu, varlığın bir olduğunu, ayrım yapmanın mümkün olmadığını, bu teslis akidelerinin sonradan çıkarılma ,uydurma olduğunu anlatmıştım. Adam ikna oldu Ertesi gün, Bayram namazı kılınacak, o gece annesi rahatsızlanmış, sabah kalkamamış, yoksa Bayram Namazını kılmak için kale içi camine gidecekmiş.

Efes müzesinde, bir mermerin üzerinde, Hz.İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban edişi tasvir edilmekte ve o eser Bizanslılardan kalma. Bu kurban olayı Bizanslılarda da mevcut, şöyle ki; Orda tapınaklar var, o devirde Romalı’lar çok tanrılılığa inanıyorlardı. Ay, güneş, bereket tanrısı gibi, aynı zamanda roma imparatorlarını da tanrı olarak kabul ediyorlardı, tapınakların önünde de kurban kesmek için özel yerleri vardı, oradaki tapınağa bakan rahipler o kurban edilen hayvanların etlerinin bir kısmını satarlar, bir kısmını da yerlerdi kendileri.

O zamanki Müslümanlar, Hz.İsa’ya iman etmiş olanlar bu etlerden yemezlermiş, aynı Müslümanlıkta olduğu gibi, çünkü bu etler diğer tanrılar adına kesiliyor, Allah’ın adı anılmadığı için yemiyorlarmış. Bu akide Hıristiyanlarda da varmış, çok büyük benzerlik var. O’da tevhit dini, bu da.Hz.İsa’da, ”Bana iman edenler, ancak Allah’a iman etmiştir”, demiştir. Birçok mucizeler gerçekleştiriyordu, ancak bunu elini dokunmasıyla yapıyordu. Bir gün yolda giderken biri çıkmış karşısına, ”Efendim,benim hizmetkarım var evde, bitkin vaziyette, lütfedin de onu da iyileştirin”, ”Nerde evin, geleyim”,dedi. ”Efendim , siz arzu ederseniz , gelmeden de buradan iyileştirirsiniz”, deyince Hz.İsa gülümsedi, ”Sen ne zeki insansın, hadi git iyileşti o”, dedi. Çünkü Hz.İsa’nın varlığı hakkın varlığı, oradaki o mucizeleri gösteren Hak’kın kendisidir.

Bu bizim papaz efendi tabii konuşmalardan etkileniyor. Yunanistan’a gittiği zaman gazetelere beyanat veriyor;”Ben Türkiye’ye gittim, onlarla konuştum, derin izahatlarda bulundular bana”,diye yazdırmış. Gazete elime geçti, fakat kaybettim.

Efendi;

Şimdi, akıl sahipleri olan insan... Aklı var bunun, tahsilini de yapmış, ancak bunlara makul bir şekilde... Eskiden hocalarımız gibi; ”sağa bakma günah, sola bakma günah, bunu yapma haram”, gibi değil de, mantıki, akli delillerle, ayetlerle bu insanlara anlatırsanız kabul ediyorlar.

Mehmet Oruç efendi anlatıyor; ”Hıristiyanlardan biri (İzmir yada istanbulda), toplamış izahat veriyor, gençlerde meraklı, yığılmışlar oraya , bende geçiyorum” , diyor , ”Beni tanıyanlardan birisi ”Hocam durum böyle,böyle” dedi, yanaştım ben, başladım sormaya,”sen git karşımdan, sana hitap etmiyorum”,reddetti beni”,diyor.”Ben bu dinin sahibiyim, salikiyim, benimle konuş, onları buldun konuşuyorsun”, ”ve sustu”, diyor. Bu bir.

Selçuk’ta Çakır Mehmet Emin Süleyman vardır. Otomobil tamircisi, Meryem Ana’da elektriklere bakıyor. Meryem Ana’da ikamet eden Papaz ,almış yürümüş, kırıp geçiriyor ortalığı, ”Yok mu bana cevap verecek”,diyor. Hakikaten onların, oraya gelinceye kadar tahsilleri uzun oluyor. Demişler ki; “Sen Mehmet Oruç’a gideceksin, ancak bunun hakkından Mehmet Oruç gelir”.Atlıyor arabaya gidiyor, ”Arabam emrinde, otelimde var”, diyor Süleyman.”Ben filan gün gelirim, arabaya, otele gerek yok”, diyor.Kalkıyor geliyor, Papazı çağırıyorlar ve başlıyorlar, uzun sohbetten sonra teslim alıyor. Onlar ancak bu işin içinden çıkabilir.

Mesleğim icabı 30 sene rehberlik yaptım diyorsun, karıştırmaya, araştırmaya mecbursun, şimdi aynı meseleyi benim damadım yapıyor. Urfadan Halil İbrahim Hz.hakkında bir kitap, -bir de yatır var-, Eyüp Aleyhisselam hakkında bir kitap aldım , o kadar memnun oldu ki. Şimdi onlar mütemadiyen araştırıyorlar. Hıristiyanlar.. Bizim daha çok araştırmamız lazım, mesela Hz.İsa dedi ki, ”hadi git, hastan iyi oldu”. Resulullah efendimiz bize dedi ki; ”Benim ümmetimin uluları, Beni İsrail’in Peygamberleri gibidir”, Hadis bu. Yok mu öyleleri?

Dinde yükselmiş kişilerin işleri var. Külluhüm reddetmek acizlerin işidir, bir şeyi tetkik etmek, araştırmak, ondan sonra iyilerini, kötülerini aramak meraklı kişilerin işidir.Bir tefekkür işidir bizim işimiz, bir muhakeme, bir araştırma işidir. Allah’ın esrarlarını, sırlarını arayan, vakıf olan insanlardır Melamiler. Yalnız kendini kurtarmışsın kafi değil. Ehlullahın biri keramet lazım değil dedi.Kerameti olanlar kendisini müslüman etsin. Müslüman evinde doğdun, nüfusa Müslüman geçtin ama Müslüman mısın? Yok. Geçen sohbette bir köyden bahsetmiştik, “La ilahe”,”İllallah yok mu efendi?”,”yok”.Bir sene,ondan sonra La ilahe illallah var. Bizde La ilahe diyorduk da, İllallah’ı burada tamamladık demiştim geçen hafta. Onun için Din her şeydir. Şahsa münhasır, herkese değil. Mecellede bir kural vardır; Tebeddül üz’zaman tegayyür ül’ahkam... Zaman değişir ahkam değişir... Biz iradeyi şahsa vermişizdir, topluma verilmez. Küçücük topluluğumuzda, bir Mürşid-i Kamil diyoruz, Kaymakam diyoruz, Belediye Reisi diyoruz, oraya geçmek için çırpınıyor ama bütün meşakkatimizi alıyor bizim. Reisicumhur... herkese verilmez, herkese verilirse işin içinden çıkılmaz.

İrade bahsinde... Onun için bu kainat herkese yeter ve herkes için yaratılmıştır, herkes nispeti dahilinde... İbrahim Hakkı Erzurumlu Hz. Marifetnamesini yazdı, İstanbul’a geldi, ziyaret ediyorlar, gelenlere bir tek kelimeyle cevap veriyor. Yanındaki arkadaşı;”Ya hazret,sen bir deryasın, soruyor, bir tek kelimeyle cevap veriyorsun, açsana”, diyor.” Bakıyorum kabı dar, ona bir tek kelime kafi geliyor ama kabı genişse ona damla damla vermekte hakaret olur, ona aç, beyhude yere açarsan olmaz, israf haramdır”, diyor İbrahim Hakkı Hz.

Oruç’la ikimiziz, açtık, ”Nahnü”,dedi, dedim; ”Efendi bu kadar şumüllümü, nahnü?”. Bir mesele anlattım da; Bir Mürşid-i Kamil’e hizmet ediyor bir kahveci, İnegöl’de. O masayı kimseye vermiyor, diyor ki; ”Ali baba gelecek”, diyorlar ki;”Boş”,”Ne zaman geleceği belli değil onların”, diyor. Vaktaki vefat ediyor, Ali baba manasında görüyor; ”Senin namazın, şuyun yok, buyun yok, sana hizmet ediyordum ya, bu köşkü ondan verdiler “diyor. Doğrudur.

Allah hiçbir şeyini tesadüfe bağlamaz, sebeplere bağlar. İşi neyse odur düşü, sevdiği neyse onunla beraberdir. Şimdi, hiç kimseye buğz etme, adavet etme hiç. Niçin? Kulluğun gider, kulluğun.En büyük rütbe, makam, kulluktur.Yokluk demektir, yokluktan çıkıverirsen varlığa, hesabın meydana çıkar, hesap veremezsin . Bütün mesele Hüve, Hu... Yokluktur. Bunlara bürüneceksin. Ama çok dikkat edersek, kainatın efendisi bunları bize bırakmamış, almış.Ne yapmış ? Abdiyeti almış evvela, ”Abduhu ve Resuluhü”. Abdiyetim benim, Resulluktan üstündür. Birde aczi almıştır, ”El fakru fakr”, nesi varsa almıştır.

Öyle manalar,öyle kelimeler vardır ki,insan okuyor 40 defa. Ama birgün tefekkürü der ki; ”Bu kadar okudum yabancı geldi !”. Şimdi senin dostun oldu o, yabancı değildi o kelime, o hakiki bir dosttu ama sen oraya gelemedin !..Onun için her gördüğünü hızır, her geceyi kadir bil . O kadar merak ederdim ki, sizde merak ederdiniz benim gibi. Ne olur, Ramazanda (Kadir), ”Fi leyletül kadr”, aman yarabbi, sabahlara kadar ibadet, sabahlara kadar Kur’an okumak. Ne zaman tevhide girdik, kolaylaştı iş. Eğer her geceniz leyleyi kadir değilse, ki leyleyi kadir’dir, niçin? Hak dostusunuz, yatıyorsunuz ve zikre giriyorsunuz, uyuduğunuz zaman, kiramen katibin melekleri devam ediyorlar sizin namınıza, uyandığınız zaman alıyorsunuz emaneti. İşte oldu , işte kadir gecesi.

Yalvarıyor Cenab-ı Hak bize, biz O’na o kadar yalvarmıyoruz, biz O’na okadar gözyaşı dökmüyoruz. Ne yapıyor O? Recep, Şaban, Ramazan, Leyleyi Berat, Kadir, Miraç vs... yalvarıyor, yalvarıyor, ama o istidat yok bizde, o kabiliyet yok bizde (idi), ne zaman o istidat, o kabiliyet verildi, açtın gözünü ya. Mesela, bir milleti toplamak için-dünde öyleydi, bugün de öyle- davul zurnayı çal, toplansın millet,o sese meraklı. Ama güzel güzel Allah konuşuyor, Muhammed konuşuyor!.. Gelir döver o Muhammedi, o Allah’ı dövüyor. Muhammedi hele, çok döveriz biz, dövdükte!.. Ama onların şanı affetmek oldu. Ya...Şimdi anladık, anlamadıkta,anlamak dersine girdik.

Musa A.S.’a; ”Tutma anamın oğlu, tutma sakalımdan”, dedi kardeşi Harun.”Vallahi bu yaptı”, dedi. O yapmadı. ”Fitne sendendir Allah’ım”, dedi, Tevhit !.. ”Sen yaptın” dedi. Ve 3 meselede sabredemedi, kaçtı, usandı, Hızır A.S ile...”Biraz sabretseydi”, diyor Resulullah Efendimiz,”daha çok ilim öğrenecekti”.Onun için Resulullah Efendimiz,;”Benim ümmetimin uluları Ben-i İsrail’in Peygamberleri gibidir”,diyor.

Kalp hastası Ahmet Efendi ,Bornova’ya gittik, Kadirle beraber. Hacı Sabri efendide geldi.”Üzülüyorum”, dedi Efendi, ”Sabaha kadar inleyenler var, ölenler var, ah çekenler var”, dedi. ”Niye üzülüyorsun efendi”, dedi Sabri efendi. O mülayim, ipek gibi insan, Ahmet Efendi; ”Ya, ayrımı sanırsın sen, Halkı ayrı ,Hak’kı ayrımı sanırsın sen?”, dedi.” Hak’kı , Halk’ı ayrı sanan Allah’a itaat etmez”, dedi. Efendisini şey düşürecek, sana ne; Kader-i ilahi bu...

Tevhid-i Ef’al, Sıfat, Zat...Yok öyle şey. Bütün... Hayrı ve Şerri kendi enfüsünde cem etmedikçe, sen Allah’ı bilemezsin kardaşım, tevhid edemezsin kardaşım, inkardasın kardaşım... Boşuna mı dedi; ”Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”. Yeriyorsun ha?.. ”İnleyenler var” dedi, “ölenler var” dedi, ”çok üzülüyorum” dedi.. ”Ne üzülüyorsun?” dedi. Anladın mı şimdi?.. Baktın ki, bir mühür vurmuş Allah; Sende bir mühür vur!..Onun için; ”Minel kalbi ilel kalbi sebila”, temiz bir kalp. Bu taşıdığımız kalp kimindir çocuklar? Allah’ındır. Allah kalpsiz, vicdansız değildir. Nesi varsa sana vermiştir O. Ama sen hayvanlığından bu farkiyete gelmedin, anlayamadın daha.Hep bekliyorsun Mürşid-i Kamil’i, O hangi birini sana anlatsın, sen kendinden çıkaracaksın.

Yunus’un güzel sözü;”Hak tecelli etmeyince, neylesin mürşid sana!”.Yok riayatı, inancı yok...”Efendi ben olmadım”.Ne olmak istiyordun? Keramet sahibi olmak ha? Hastaları iyi etmek istiyordun vs...Onlar sana fayda vermez, Vallahi zarar verir, zarar. Nefsine maledersen, hapı yuttun. Kaç kişi var nefsini yenmiş?..Hiç endişe etmeyin çocuklar, Hz.Muhammed gibi, Pir efendimiz gibi, Ahmet efendi gibi, Hacı Sabri efendimiz var diyelim.

Enfüs, Afak, Hareke, Sükun..Bunun dördünü birleştireceksin , ondan sonra tevhide gir bakalım, tevhide. Gözünün içine bakıyor!..Son merhalede Allahlıktır. Allah’ta Fena Fillah olmak, müstağrak olmaktır, son bulmaktır. İrci !,”İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”. N’oldun? Allah’ta kayboldun. Allah olmadın, dikkat edin! Allah, Allah’tır, hiç bir varlık O’nun yerini ikame edemez, etmedi, edemeyecek. Ama O’nda yok oldu, O’ndan geldin O’na döndün.

Çok eski zamandı, yeni intisap etmişim.Müftü Arif bey, Hakim Mehmet bey gece gündüz beraberlerdi, bende. Dedim ki; ”Namaz bir gaye değildir”. ”O kadar hoşuma gitti ki, o lafı yakaladım” dedi, ”konuş” dedi. ”Namaz, Oruç, Zekat bir gaye değildir, bir binektir” dedim, ”nasıl merkebe biniyorsun, arabaya biniyorsun”,”Öcal sen mi söylüyorsun?”.Ben söylüyorum ya.

Çok açık, bunu bilmek için ululelbab, ululebsar olmak lazım. Burak’a binmedi mi? Refref’e binmedi mi Hz.Muhammet? Allah’a gitmedi mi?. Refref’le, Burak’la beraber mi gitti Allah’a. Refref, Burak aşktır, aşk, bunlar götürür. Bütün kavuşturan, konuşulan her şey aşktır. Ne diyor Veysel Şatıroğlu; ”Sendeki güzellik on para etmez, bendeki bu aşk olmasa”. Alıveriyor güzelliğini, oluyorsun leş!.. Bunları hep böyle idrak etmek lazım. Allah bereket versin, feyzini arttırsın, rahimiyetini arttırsın. Eğer Rahman olmasaydı Rahimiyet olmazdı, Malikiyet olmazdı.

f t g m