MEHMET ORUÇ EFENDİ
Benim tek cennetim seninle olmak
Dünyada ahirette, sende bulunmak
Bunun’çün arşına yükseldi ahım
Ne olur lütfeyle yüce Allah’ım
Rastlarsam yârime gönül bağımda
O zaman hiç bende gönül mü kalır
Yârimde öyle bir cazibe var ki
Benliği eritir yokluğu bırakır
GÜLDEN DÜŞEN YAPRAK
Dikenle gülün yan yana oluşunda, dikenin gülden sayılışında, onu çepeçevre sarıp koruyuşunda ciltlerle kitap yazacak kadar zengin bir anlam vardır. İnsan gül gibi olduğunda, şu kainat bahçesinde gül gibi bulunduğunda, ona dikenlerin bile hayran olacağını, hizmetlerine koşacağını, bülbülleri çileden çıkaran bir güzelliğe ulaşacağını satır satır anlatmaktadır. Kainat bahçesinin gülü bizlere göre Hz. Muhammed (s.a.v) dir. Gönlünü O’nun gönlüne benzeten, bahçesinin gülü olma bahtiyarlığına yükselir.
SONSUZLUĞUN SAHİLİNDEN
Birkaç kitap okumuş, biraz mürekkep yalamış, ufku ufuksuzluğun koynunda erimiş, hakikat deryasının sahilinden birkaç kulaç uzaklaşmış olan biri, evinin kapısının üzerine, eşsiz ve emsalsiz bir bilgin olduğunu, sorulacak her soruyu cevaplandırmaya hazır bulunduğunu yazmış. Günün birinde o semtten geçmekte olan ariflerden biri, kapıdaki bu yazıyı ibret ve hayretle tekrar tekrar okumuş, içinde bu kişiyi ziyaret etme isteği duymuş.
Kapıyı çaldığında kendisini karşılayan kişiye, üstadın evde olup olmadığını sormuş “Evdeler” cevabını alınca onu ziyaret etmek istediğini söylemiş, “Buyurun” demişler ve kendisini bilginin yanına almışlar. Arif kişi bilgini selamladıktan sonra, bir süre gözlerinin içine bakmış ve ardından gelişindeki sebebi anlatmış: “Her soruyu cevaplandırabilecek, eşsiz emsalsiz bir bilgin olduğunuzu kapının üzerine yazmışsınız ve sorusu olan insanları gereken cevabı sizden almaya çağırmışsınız. O yazıyı siz mi yazdınız, o çağrıyı siz mi yaptınız?” Sorusuna “Evet!” cevabını alınca bilgine şu soruyu yöneltmiş: “Allah’ın ilmine nispetle tüm insanların ilmi ne kadardır?” Bilgin olduğunu söyleyen kişi, bu soruyu cevapsız bırakmamış, kaleminin ucuyla, önündeki rahleye dokunmuş, orada bir nokta oluşmuş: “Tüm kâinata nispetle bu nokta kadardır” demiş. Arif kişi ona: “Bu noktadan peygamberlerin, velilerin, ariflerin, bilginlerin ve bilgin olmaya gayret gösterenlerin ilimlerini çıkardığınızda size ne kalacaktır?” demiş. Bilgin boynunu acz ile büküp: “Hiç” cevabını vermiş. Bunun üzerine arif kişi: “Siz bu hiç olan bilginizle mi böyle öğünmektesiniz?” diye sarsıcı bir soru yöneltmiş.
Müslüman, Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna inanan insandır. O’na göre Kur’an’da konuşan Allah’tır. O, Kur’an okurken Allah ile konuştuğuna inanır. Allah’ın ilmi, genişlik ve derinlik açısından sonsuzlukla sıfatlanır. Bu sonsuz sınırsız anlam deryası karşısında mü’min okudukça çözülecek, acze düşecek, adeta yokluğa bürünecek, O’nun azametini bu haliyle idrak edecektir, Kur’an, Allah kelamı olduğunu sonsuz ve sınırsızlığıyla da gözler önüne serecektir. Bu sebepledir ki, mevzua ağah olan İmam-ı Gazali merhum, ilmi nazariye ve faraziyeleri, “Kur’an bunu kabul etmez” diyerek reddetmekten titizlikle çekinmemizi Kur’an’ın tüm anlamını bilmiş olamayacağımızı düşünmemizi; günün birinde bu görüş ve iddiaların gerçekleştiği ilmen ortaya çıktığında, o davranışımızla Kur’an’a gölge düşüreceğimizi söyler: “Bunu benim aklım kabul etmez” dememizi, böylece sonucu yüklenmememizi tembih eder.
Müslümanlar Kur’an’ın kıyamete kadar baki kalacağına, o zamana kadar insanların tüm sorularını cevaplandıracağına, bu ihtiyaçlarını karşılayacağına yürekten inanan insanlardır. O halde bu kutsal kitabın çağımızdakilere verecekleri olduğu gibi bundan sonraki çağlardakilere de verecekleri vardır. Bu sebepledir ki, zaman geçtikçe yeniden tefsir edilmesi ihtiyacı doğmaktadır. Kanımca, gelecek çağların insanları da O’nun sonsuz sınırsız anlam deryasının sahiline bir kuş gibi konacak, o kuşun deryadan gagacığıyla alabildiği kadar alacak, yararlanacaktır. O iki kapak arasındaki Kur’an ne azalacak, ne çoğalacak, ne küçülecek ne de büyüyecektir. O, günümüze kadar bunun böyle olduğunu göstermiş, yine gösterecektir!
Hz. Mevlana(k.s.) şöyle der: “Eğer kendini beğenmekten uzakta olursan, işlerin beğenilmeye layık olur” Peygamberimiz, Allah’ın sonsuzluğu, zatının bilinmekten münezzeh bulunduğu için O’nu olduğu gibi tanıyamadığını açıkça beyan buyurmuş. Hayyam merhum da rivayete göre, İbn-i Sina merhumun Kitabüşşifa adlı eserindeki “Çokluk ve Birlik” konusunu okuyormuş, öleceğini sezdiğinden, kitabı derin bir saygıyla öperek kapatmış ve yatsı namazını kılıp yüzünü toprağa koymuş: “Ey Rab! Ben seni gücüm yettiği kadar tanıdım, bana mağfiret et. Çünkü benim seni tanımaklığım sana ma’nen yaklaşabilmem içindir” demiş ve ruhunu kendisine ulaşmak için çırpındığı Allah’a teslim etmiş. Kendisinin bu son demini o esnada yanında olan İmam Muhammed Bağdadi Hazretleri bildirmiş.
Allah (Kehf Süresi 109. ayet) de “Derya mürekkep olsa, Rabbin sözleri tükenmeden önce tükenir” buyurmakta, böylece onu yazmaya kalkanın başarıya ulaşamayacağını, onun sonsuzluğunda aciz kalacağını duyurmaktadır. Yuhanna incili (14/a.16-31) de bu konuya ışık tutar.Hz. Ali (k.v.) de şöyle der: “Eğer Fatiha Süresini açıklamak isteseydim yetmiş deve yükü kadar kitap yazardım”Ayrıca biliriz ki, Peygamberimiz “Ben âlimim” diyeni âlim saymaz.