Copyright 2024 - MEKSAV

MELAMİLİK HAKKINDA GENEL BİLGİ 

A- Sözlük ve Terim manâsı

Melâmet, sözlükte LEVM (â ë 4) kökünden gelip, kınamak, azarlamak ve çıkışmak manalarını taşır.

Melâmet zevk ve görüşüne sahip olana önceleri Melâmetî denmiş, sonraları bu terimin yerine Melâmî olanı kullanılmıştır. Her iki tabir arasında manâ farklılığı yoktur.

Melâmî sözlükte, Melâmetiyye mesleği veya Melâmetiyye mesleğinden olan diye açıklanmaktadır.

Melâmîlik terim olarak, bağımsız bir tarîkat olmayıp, bir neş’e ve haldir. Gayeye varmak için bir meslek ve bir meşreptir. Bu meslek ve meşrebin icrasında zikir ve fikir olup; taç, hırka, tekke ve zaviye yoktur.

Melâmîlik, bir sohbet yoludur. Sohbetleri gizli değildir. Kahvehanelerde, mescitlerde ve odalarda sohbet ederler ve bu sohbetlere kendilerine mensûb olmayanlar da gelir.

Melâmîlik, Meslek-i Celil-i Muhammedî olarak da nitelenir.

Melâmîlik hakkında bu özlü bilgiyi sunduktan sonra onun tarihî gelişimini anlatmaya geçebiliriz. 

B- Tarihî Seyri:

Melâmîliği tarihî seyri itibariyle üç devrede incelemek mümkündür. Bu devreler, Melâmîliğin zuhûru ve ortaya çıkışı yönündendir. 

Birinci Devre:

Tarihte ilk defa hicretten sonra 271 (m.884) de vefât eden Hamdûn Kassâr ile başlar. Bu zât ve arkadaşları avam arasında kıyafette heyetçe sivrilmemeyi adet edindikleri için Melâmî ünvanı almışlardır.

İkinci Devre:

Hicrî 833’te (m.1429) vefât eden Hacı Bayram Velî ile ikinci çırağı Bıçakçı Ömer Dede (880/1475) ile başlar. Bu zât, tâc ve hırka ile tarîkatın zâhirî şekillerini ve merasimi atarak, melâmîlik mesleğini yenilemiştir.

Üçüncü Devre:

Hicrî 1305’te (m. 1887) Usturumca’da vefât eden “Arap Hoca” namiyle de bilinen Şeyh Muhammed Nûr ile başlar. Bu zât ta, Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin (638/1240) “vahdet-i vücûd” görüşüne dayanan tasavvuf ve felsefe, fikir ve sohbet mesleğini Hamdûn Kassar ve Ömer Sikkîni (Bıçakçı Ömer)’in gösterdiği usûle uygun olarak Melâmîlik adıyla yaymıştır. Hayât hikâyesini ve görüşlerini genişçe anlatacağımız Seyyid Muhammed Nûr’da Melâmîlik anlayışı kendi yorum ve değerlendirmesiyle gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. 

“MELÂMÎLİK, bir tarîkat olmayıp bu; Seyyid Muhammed Nûr’un mahlâsından kalmadır. Benim mahlâsım nasıl Mecdî ise, O’nun mahlâsı da Melâmî’dir” diyen bir ifadesi ile Abdülazîz Mecdî Tolun (1941) Melâmîliğin yukarıda zikrettiğimiz özelliğine dikkat çeker.

Sühreverdî (694/1294) Avârifü’l-Maârif’inde, Molla Câmî (898/1492) Nefehâtü’l-Üns’ünde ve Hucvîrî (465/1072) Keşfu’l-Mahcûb’unda melâmet ve melâmetîler hakkında geniş bilgi vermişlerdir. Ayrıca Sülemî’nin (412/1021) Risâletü’l-Melâmetiyye adlı başlı başına bir eseri vardır.

Melâmetîliği, irfan yolunun en yüksek noktasında gören Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, Seyyid Şerîf Cürcânî (816/1413), Eşref Rûmî (874/1469) ve Üsküdar’lı Hâşim Baba (1197/1782) eserlerinde bunu açıklamışlardır. 

Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Fütühat’ında; “Allah adam-ları üç kısımdır” deyip, şöyle açıklıyor:

Birinci kısım; Zühd ve nafilelere riayet edip, ledünnî ilimlere marifetleri olmayanlardır. Ubbâd diye adlandırılırlar.

İkinci kısım; Ef’âli Allah’a nisbet edenlerdir. Kerâmete meylederler. Ahlâk ve fütüvvet ehlidirler. Üçüncü kısımdakine göre nefis sahibidirler. Bunlara Sûfiyyûn adı verilir.

Üçüncü kısım; Melâmiyye adını alan tâifedir. Tarifi de şöyledir: Bunlar öyle ricaldir ki beş vakit namazın üstüne sünnetlerden başka bir şey eklemezler ve bilinecek fazla bir hal ile görünmezler. Sokaklarda gezip, insanlarla konuşurlar. Allah’ın halkından hiç biri onlardan birini halk arasında farz bir amel ve alışılmış sünnetten başka bir şeyle göremez. Yalnız kalpleri ile insanlardan ayrılıp, Allah’la bulunurlar. İlimde derin bilgiye sahip olup, Allah’a kulluklarından bir an bile ayrılmazlar. Kalplerini rubûbiyet Sultan’ı kapladığı ve O’nun altında zelil bulunduklarından başkanlığa tama’ etmezler. Allah onlara her yeri ve her yerin istihkakı olan amel ve halleri bildirmiştir. Her yerde o yerin gereği muamelede bulunurlar. Halktan gizlenirler. Onlar, hiç şüphesiz efendilerine hâlis ve muhlis kullardır. İnsanlar içinde yemekte, içmekte, uyanıklıkta, uykuda, konuşurken devamlı efendilerini müşahede ederler. Sebepleri yerlerine koyarlar ve hikmetini bilirler. İşte bunlar Melâmî’dir. Ve ricâlin en yükseği bunlardır. Öğrencileri de ricâlin en büyükleri olup, recûliyyet etvarındadırlar. Melâmiyye, hakikat hususunda doğru bilgi sahipleridir. Yüksek derece ve doğru yol ve Hakk’a yakın mertebe sahipleri, dünya ve ahirette ancak bunlardır. Melâmîler, Allah yolcularının efendileri ve önderleridir. Âlemin Efendisi Muhammed (S.A.S) bunların içindedir. 

Seyyid Şerîf Cürcânî ise Tâ’rîfat adlı eserinde: “Melâmiyye, içlerinde olan halleri, dışlarına vurmazlar. Kemâl-i ihlâsın gerçekleşmesine çalışırlar... Bunların hakkında (Benim velîlerim, kubbelerimin altındadır. Onları benden başka kimse bilemez) hadîs-i kudsîsi gelmiştir.

Melâmetîlik hakkında güvenilir bilgiler Risâletü’l-Melâmetiyye’de bulunmaktadır. Risâleyi kaleme alan Ebu Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin Sülemî’dir. Bu risâlede yazar, ilim ve hal sahiplerini sıralarken şöyle demektedir:” 1-Fakîhler 2-Marifet sahipleri 3- Melâmetiyye. Bunlar, yani Melâmîler bâtınen Hak ile bir daha ayrılmamak üzere birleşenlerdir.”

Sülemî bu bapta, melâmet sahiplerinin halleri hakkında geniş bilgi vermektedir. Bunlardan; “Melâmîlerin özel elbiseleri yoktur. En çok düşman oldukları sıfat, gösteriş ve kendini beğenmektir. Kerâmetlere rağbet etmezler. Yalnız kendileriyle meşgul olurlar.

Bunlar, Hubb-i gayr timsalidir. Başkalarından asla yardım istemezler. Günahkârlara hakâret gözüyle bakmaz, çok ibâdet etmekten ziyade, nefis terbiyesiyle uğraşırlar.”

Prof. Dr. Neşet Çağatay ise Melâmet hakkında şöyle demektedir: “Melâmîlik bir nevî felsefî görüş ve bu görüşle hayatı yorumlayış ve yorumladıkları bu hayatı yaşama çabalarıdır. Bu açıdan Melâmî, her türlü gösterişten ve dünya malından yüz çeviren, dervişliği, rindçe yaşamayı kendine ilke edinen kişidir. Dünya kaygısından, ahiret korkusundan uzak kalmak, kendini Tanrı’ya vermek O’nun başlıca düşüncesidir... Gönlünde Tanrı sevgisinden, Tanrı zikrinden başka bir şey bulunmaz. Melâmî, kendini içinde yaşadığı toplumdan, halktan hiç ayırmaz. Fakîrâne ve kalenderâne bir davranışla gerçek özünü gizler. Dış görünüş bakımından halka açık olan Melâmî’nin gönlü, kendini Hakk’a veren ermişlere, kendini Tanrı’ya adayanlara açıktır.

Melâmî inancına göre Tanrı katında en çok değer kazanan tutumlardan biri de Melâmîliktir. Bir kişinin Melâmîlik sırrına ererek Melâmî olabilmesi için “Lâ Mevcûde İllallah” diyerek Tanrı’dan başka bir varlık tanımaması, gönlünü Tanrı aşkıyla doldurması gerekir. Melâmî, tasavvufta manevi mertebenin en yücesi sayılın Melâmete vardığı için, “İlâhî Nur’a kavuşmuş olan gönlünü Tanrı tecellisi doldurmuştur. Bu basamağa ulaşan Melâmî ile Tanrı arasına kimse giremez. Aradaki boşluk, gönülde varılan birlikle ortadan kalkmış, Melâmî, Hak ile Hak olma sırrına ermiştir.

Seyyid Muhammed Nûr’un halifelerinden damadı Abdürrahim Fedai (1303/1885) Ta’rîf-i Melâmiyye risâlesinde şunları der: “Ma’lûm olsun ki, Melâmiyye denen tâife-i sadât, ehl-i tahkîk ve tedkîk olup, âlâ mâhüve indallâh cem-i eşyâyı tarif-i ilâhiyye ile bilip, kân vemâ-yekün, nihân ve iyânın mukteziyâtını bilip, istidatlar ve kâbiliyetlerin hasebâtıyla hüküm ve tasarruf eden tavâif-i âlûn olup ki, sırlarını ancak اَوْليَائِي تَحْتَ قُبَابِي sırrınca Hak bilir... Bunlar vâsıl-ı Hazret-i Zât olup, haklarında sıfat-ı mâdiha makâmında سَوَادُالْوَجْهِ في الدَّارَيْنِ denildi. Bu tâife ise vech-i zâtları halen zuhûr etse âlem anlara secde edip ve ma’bûd edinirlerdi. Lâkin اِنَّ اللَّهَ غَيُورٌ fehvâsınca mezkûr tâife-i melâmiyye mehâbîb-i harem-i izzet olduklarından gayret edip, ahvâl-i avâm ile ve âdât ve ekvân ile setredip hakîkatlarının idrâki muhâl ve mümteni’ kılınmıştır.

Melâmîlik, Nişabur’da Hamdûn Kassâr (271/884) tarafından bir meslek halinde yayılmazdan önce de bir sülûk hali ve bir irfan neş’esinden ibaretti. Hamdûn Kassâr ile h. III. Asrın başlarında meslek olarak yayılan Melâmet, günden güne genişleyerek, nihâyet h. V. Asırda Horasan ve bütün Türkistan’da çeşitli mümessillere ve şeyhlere sahip hale gelmiştir. Bunlara Kübrevîlik ve Mevlevilik gibi büyük tarîkatlar ile Abdallık ve Kalenderîlik gibi Batınî mezhepleri gösterebiliriz.

Bâtınî zümrelerin girmesiyle aslî temizliğini kaybeden Melâmetîliğin yerini h. IX (m. XV) yy.ın son yarısında ikinci devre ya'nî, Bayramî Melâmîliği tutmuştur. Bunlar aynı zamanda ilk melâmîlerin neş’e ve irfanını tamamıyla taşımaktadır. İkinci devre melâmîliğini yeniden hayâta geçiren Bayramîler, bütün Anadolu ve Rumeli’de çok kısa sürede yayılmışlardır. Son devre melâmîler de, Bayramî melâmîlerinin izlerini takip edenlerdir. Şu kadar ki, son dönem melâmîlerinin Bayramî melâmîlerinden yegâne farkı, melâmete katılmayı bilimsel bir hale getirmek sûreti ile “İşrâkîlik”ten ayrılmaktan ibarettir.

Görülen şudur ki, Melâmetîler, Bayramî melâmîleri ve Son Devre melâmîleri aynı neş’eye sahiptirler. Evvelce belirtildiği üzere zaten Melâmet, bir tarîkat olmaktan öte, bir neş’e ve hal olduğuna hiç şüphe yoktur.

Özetle söylersek; Melâmîler, hikmet-i kadîme’nin heyulâsı gibi her sûreti alan, fakat hiçbir sûretle kayıtlı olmayan kimselerdir. Zaten kayıtsızlık bunların ayırıcı özelliğidir.

HASAN FEHMİ KUMANLIOĞLU

f t g m