Sohbet 3
Mutlak güzel olan Allah (c.c.)'dır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde:“Allah güzeldir ve güzelliği sever.”buyururlar.Ehl-i hakikate göre güzellik iki türlü ifade edilir:Tafsili güzellik: Âlem , İcmali güzellik: Âdem
Hüsn-i mutlak değil midir Allah
Hiç temaşa-ı hüsn olur mu günah
Her hüsn bir delil-i kudrettir
Anın temaşaı ayn-ı ibadettir
(Bu dörtlük, Hoca Hafız Mehmet Efendi' nin zat-ı âlilerine aittir.)
Güzel olan Allah değil midir? Her güzellik, Allah'ın güzellik hazinesinden parıltıdır. Ehl-i hakikatin ifadesine göre: "Gerek âlemde gerek âdemde olan güzellik Allah'ın güzelliğidir."
Çehre-i hubâna bakma
Nakş eden nakkaşa bak
Çehre-i hubân, çocukta, erkekte, kadında v.s. her şeyde olur. Ehl-i hakikat, güzel çehreye bakmış olmak için değil; görmek için bakar. Nitekim basar bakmaktır. Basiret baktığını görmektir. "Bu göz, gördüğünün ne olduğunu anlamalıdır. Anlaması da şuura ve idrake bağlıdır. Velhasılı irfaniyete kalmıştır."
İbretsiz nazar zillettir
Hikmetsiz kelâm afettir
Bir nazar ki o bakışta ibret yok. Bir söz ki ağızdan çıkıyor; onda hikmet yok. Eğer o nazarda ibret yoksa zillettir; eğer o sözde hikmet yoksa afettir. Onun için Allah'ın veli kulları, hikmetli sözler söylerler. Bu sözlerde yüksek ve zengin manalar vardır. "Her kime hikmet verilmişse, ona çok hayırlar verilmiştir." (Bakâra Suresi, ayet 269) Tasavvuf, hikmetleşmek yani hayırlarla, ilâhî güzelliklerle dolmak ve edeb-i Muhammediyye ile edeplenmek, demektir. Kâmillerin görüşlerine göre, hikmetli söz insanı yüceltir. Hz. Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde:"Sözlerin büyüğü büyüklerin sözüdür."buyurur. Onlar, ağızlarından çıkan o yüce sözle büyümüşlerdir. Çünkü ibretli sözlerin içinde bütün insanlığa yararlı işaretler, rumuzlar vardır. Onların ahvalleri, bakışları, sözleri aşkın eğitiminde mükemmele ulaşmıştır. Onlar, var gibi görünen benliklerinden sıyrılmışlardır. Mevhum varlıklarını, Hakk'ın varlığında yok etmişlerdir.
Eğer bu ben ben dediğim gerçek ben isem
Benliğim bana niçün verilmez
diyen Yunus, yine başka bir sözünde bu gerçeği ne güzel ifade eder:
Her bende ben diyen Allah'tır
Sen çık aradan kalsın yaratan
Hz. Mevlâna, yedi delikli neyle bu gerçeği ifade etmiştir. Burada ney, insan-ı kâmile işarettir. Velinin vücudu, boşalmış bir kamış misalidir. Neyden üfleyen kimse neyzen olduğu gibi ney misali velinin vücudundan söyleyen de Hak'tır. O veli, ifna-yı vücut etmiş ve Hak'ta fâni olmuştur.Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri'ne: "Tasavvuf nedir?" diye sorulduğunda: "Hakk'ın seni sende ifna etmesi; kendisiyle ihya etmesi," diye buyurmuştur.Niyazî Mısrî Hazretleri'nin Allah Teâlâ'nın güzelliğini anlatan sözleriyle ilâhî güzellik konusuna tekrar dönüyoruz.
Her yeri hüsnün gülistan eylemiş
Her taraftan bağ u bostan eylemiş
Ziynet etmiş zîr u pes evsâf ile
Her sıfattan zatın ilân eylemiş
Ey Allah'ım! Ey güzeller güzeli Allah'ım! Senin güzelliğin her tarafı gülistan(gül bahçesi) eylemiş. Güzellik olarak nerede ne görüyorsam senin güzelliğin. Sen, güzelliğin ile her tarafı gülistan, bağ, bostan eylemişsin. Keza cennet yeşillik, bağ, bostan demektir."Ehlullah her nereye bakarsa cenneti görür. Bu bakış, her tarafta ilâhî güzelliği temaşa eden gönlün içindeki fıtrî istidattır. Kişi, bunlarla beraber bütünleşirse manevî haz yücelir."Yunus Emre bu konuda:
Sensin dillerde okunan
Sensin güllerde kokulan
Senin aşkına dokunan
Kendini bilmez Allah'ım
Aşk bahrına dalmayan
Hakk'ın cemalin görmeyen
Canın feda kılmayan
Meydana gelmez Allah'ım
diyerek Hakk'ın güzelliğini her taraftan temaşa ettiğini ifade etmiştir.Başını her nereye çevirirsen çevir. Dağa bak; çiçeğe bak; böceğe bak. Çölde dahi güzellik vardır. Yetmiş derece kızgın kumun üzerinde insanın aklını durduracak çiçekler yetişir. Rabbü'l erbap, terbiye edenlerin en mükemmelidir. Burada şu, orada bu yetişir mi, diyemeyiz. Allah için zorluk yoktur. "O (c.c.), her şeye kadirdir." (Bakâra Suresi, ayet 109)
"İnsanın aklını çıldırtan güzellikler vardır. Cehennemi cennet, cenneti cehennem yapar. En güzeli en çirkin, en çirkini en güzel yapar. Dilediği zaman dilediğini yapar. Kullarım, güzelliğimi tanıyıp ibret alsınlar, diye bu âlemi ve âdemi kendi güzellikleriyle donatmıştır." Azizim Hoca Mustafa Efendi (k.s.):
-Oğlum, benim gözümle bu âleme ve âdeme bir baksan. Sevincinden çocuklar gibi hoplarsın; yerinde duramazsın, diye buyururdu. Bu sıfatlar, .özellikler Allah'ın güzelliğini açıklamak; izhar eylemek; ortaya koymak içindir. Çünkü görüntüler, Cenab-ı Hakk' ın "ez Zahir" (c.c.) isminin zuhurudur. "Evvel Allah, ahir Allah, zahir Allah, bâtın Allah, her şeyi bilen Allah' tır" (Hadîd Suresi, ayet 3) Zatına insanı burhan eylemiş. Bütün güzellikler, Allah'ın sıfatını izhar ederse zatının tecelli ve nuru, insandan zuhur eder.
Hakk yüzü âdem yüzünden görünür
Zat-ı Rahman şeklin insan eylemiş
"Allah, âdemi Rahman suretinde halk eylemiştir." Buradaki âdemden murat, enbiya-yı izam veya evliya-yı kiramdır. Onların yüzleri, ilâhî nurun tecellisi ile aydınlanmıştır. İrfan meclislerinde, mürşid-i kâmilin iki kaşı arasına bakılır. Hakikatte onun iki kaşı arasından gönlümüze irfan yağmuru yağar. Bu, tarikat adabındandır ve turuk-ı âliyyenin edebi budur."Dinimizin yüceliği insanlığa hizmettir. İslâmiyet'in aslında hizmet vardır. Müslüman, gayri müslime de hizmet eder. Sohbetin kemale erdirdiği, pişirdiği arif hizmete taliptir."
Ehlullah: "Yâ Rabbi hizmet ihsan eyle!" der. Onun uykusu da fiiliyatı da hizmettir. Hakk'a hizmettir. Kimlere hizmet ediyorsun? Kullara hizmet ediyorsun. Halka hizmet Hakk'a hizmettir. Halk, bizatihi var olan Hakk'ın tezahürüdür. O halde halka yaptığın hizmet Hakk'a hizmettir. Bilmek ya da bilmemek vardır. Bunun böyle olduğunu bilenler ariftir; bilmeyenler cahildir. Meselâ bir Brezilyalı, Türkiye'ye kahve ihraç ediyor. Burada bir maddî kazanç söz konusudur. Ama o kişi, hizmet ettiğinin farkında mıdır? Değilse ben üç beş kuruş kazanıyorum, diye kendini avutsun. Bütün insanların yaptıkları fiil ve hareketler, bilseler de, bilmeseler de Hakk'a hizmettir.
Bazıları Hakk'ın cemal tecellisine mazhardır. Bunlar, cemal tecellisi hizmetindedir. Peygamberlerin ve evliyaullahın hizmetleri böyledir. Bazıları da "Celâl" isminin tecellisine mazhardır. Savaşlar, Allah'ın celâlinin bir alâmetidir. Savaşın mucidi de Allah'tır. Allah istemeseydi savaş olmazdı; barış da olmazdı. Acı varsa tatlı da vardır. Siyah varsa beyaz da vardır. Savaş varsa barış da vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yirmi küsur savaşı var. Kimi zaman mağlûp olundu. Kimi zaman zaferler kazanıldı. Hz. Peygamber Efendimiz, fiilen kılıcını sallayıp bir kişinin bile başını kesmedi, ama o bir komutandı. Bir devlet kurdu; bir ordu teşekkül ettirdi ve başında bulunup hücum emrini verdi. Emrindeki insanlar, müşrikleri katlettiler. Bu da Allah'ın kuralıdır.
"Barış, hızlı hızlı gidiyormuş. Barışa sormuşlar:
-Nereye gidiyorsun?
-Savaşın yanına, demiş."
Önce savaş vardır, sonra barış. Rabbimin, celâli de hoştur arkasından gelen cemali de. Ancak insan, kendi içindeki nefsi ile savaşmalıdır. Müslüman derviş, muharip kişidir. Hatta en büyük muharip, en büyük savaşçıdır.Bedir Savaşı, Hz. Peygamber'in en parlak zaferlerinden biridir. Bu savaşta üç yüz kişiye karşılık bin küsur müşrik vardı. Müslümanların teçhizatları, müşriklerin teçhizatlarının dörtte biriydi. On dört asır önce yapılan bu savaş, cihad-ı asgardı. Bedir Savaşı'ndan muzaffer olarak Medine'ye dönüldüğünün akşamı, şehrin kenarında Hz. Peygamber'i karşılayan kızı Fatıma Validemiz ve torunları Hz. Hasan ve Hüseyin (r. Anhümâ)'ya Hz. Peygamber Efendimiz:
-Cihad-ı asgar bitti; cihad-ı ekber kaldı, diye buyurdu.
Kızı Hz. Fatıma Validemiz, Hz. Peygamber'e:
-Baba! Bundan büyük cihad ne ola? Üç yüz kişi ile bin küsur müşriği mağlûp ettiniz, dedi. Hz. Peygamber:
-Kızım, cihad-ı ekber nefis denilen düşmanla savaşmaktır, buyurdular.
Bu savaş, her kişinin kârı değildir. Güçlü silâh ister. Güçlü silâh muhabbetullahtır. O muhabbetin silâhı önünde nefis, teslim bayrağını çeker. Yoksa nefis, muhabbet silâhının dışındaki bütün silâhları parmağında oynatır. Tasavvufta nefse, nefs-i subân yani nefis ejderhası derler. Nitekim büyük veli ve mutasavvıf Niyazî Mısrî Hazretleri nutk-ı şeriflerinde şöyle buyurur:
Kandedir cehl ile zulmet nefs-i sû'bânındadır
Kandedir ilm ile hikmet bil anı canındadır
Cehalet ve zulüm, nefsin arzu ettiği subân denilen nefis ejderhasının özelliğidir. Cehalet ve zulüm, nefs-i emmarenin işidir.
Kandedir ilm ile hikmet bil anı canındadır
İlim ve hikmet senin ruhunda, cehalet ve zulmet nefsindedir. İşte o zaman ikisi çarpışır. Marifet-i ilâhîye, aşk ve muhabbet gönle girmişse, nefis eğitim görür ve eğitimin sonunda ismi değişir. Artık ona mükemmele ulaşmış, eğitilmiş nefis yani enfes denir. Şeriatteki adı şeytan, tarikattaki adı nefs-i emmare, hakikatteki adı Allah'ın celâl sıfatıdır. Resulullah:
-Herkesin bir şeytanı vardır, diye buyurduğunda sahabe-i kiram:
-Yâ Resullullah! Sizin de şeytanınız var mı? dedikleri zaman Hz. Peygamber (s.a.v):
-Var ama ben onu müslüman ettim, buyurmuştur.
Nefs-i emmareyi eğitip enfes hâle getirmiş, nefsi zirveye ulaştırmıştır. Zira nefs-i emmare, şer'î ibadetlerle, artı nafile ibadetlerle eğitilir. Nefis eğitiminde, halvet, feragat, sabır, oruç, namaz, hoşgörü, kanaat, tevekkül, teenni, tedbir vardır. Bu eğitimin sonucunda nefis, bu sıfatlarla sıfatlanır. Bir hadis-i kudside Allah (c.c.): "Kulum, bana farz ibadetlerle, artı nafile ibadetlerle yaklaşa yaklaşa işin sonunda kulumun elinden tutan, gözünden gören, kulağından işiten ve azalarından tasarruf eden ben olurum." buyurur. O kulda cismanî yapı olan nefs-i emmare terfi edip bir üste çıkar. Sonunda terfi ede ede safiyete ulaşır. Daha kısa bir ifade ile teni can oldu. Canı, zaten can idi. Teni de can olup ikisini nötr edip bir oldu. Tevhit oldu. Eğer bir kimse, arif olduysa Hakk'ı bilip Hak'la birleştiyse her eşya onun hadimidir. Eğer böyle olmadıysa yani Hak ve hakikatten haberdar olmadıysa o nefsin zilletinde, nefsin bataklığındadır. Suyun ve ekmeğin dilencisidir. Artık ona insan diyemezsiniz. Hatta o Kuran-ı Kerim'in ifadesiyle: "Hayvandan da aşağılıktır." Onun sureti insan, sîreti hayvandır, yani hayvan huylu insandır. Hayat bittiği zaman o, içinde var olan hayvan huyu ile haşr olunur. İşte dünyaya gelmekten amaç da bunları bilip fark edebilmektir.
Sen seni bilmektir ancak pir'e muhabbetten garaz
Noktayı fehm eylemektir ilm ü irfandan garaz
Noktaları birleştirirsen elif olur; ucundan kıvırıp bir nokta altına koyarsın be olur; alttaki noktayı ikileştirip üste koyarsın te olur. Demek ki; yirmi sekiz harfin aslı bir noktadır. Niyazî Mısrî Hazretleri:
Halkı bunca enbiya kim geldi davet eyledi
Vahdetin sırrı bilinmektir o davetten garaz
buyurur. Enbiya: "Peşimden gelin hak ve hakikati anlayın," diye buyurdular. Allah'ın vahdet-i ilâhîyesinin eşya üzerindeki birliğini anlatmak için davet ettiler "Her şey bir için," dediler. "Zerrât-ı cihan birdir," diye bağırdılar. "Göz iki olabilir, gördüğü şey birdir. Kulak iki olabilir; işittiği şey birdir. Burun iki olabilir; kokladığı şey birdir. El iki olabilir; yaptığı iş birdir. Ayak iki olabilir; gittiği yer birdir. Cümle aza çift iken dilin bir olmasında hikmet nedir?" Çünkü gönül bire aittir. Ötekilerin iki olmasının hikmetine gelince: Göz iki olunca sağ gözden başkası, sol gözden başkası bakmaz. İçerdeki tek kudret olan ruh bakar. Böyle olduğu gibi işiten de koklayan da yapan da giden de ruhtur. Bunlar, hep ibrettir. İkiden birlik vardır. "İnsan ikiden birdir. Bu vücut, âdem elbisesi ve içindeki ruh olmak üzere ikidir. Dünyaya gelmenin amacı da bu ikiyi birlemektir. Bu da ancak tevhitle olur." Ehlullahın buyurduğu gibi: "Bak iki göz bir görüyor hep ikilik birlik için" Tevhid-i ilâhîyenin esrarına vâkıf olamayan ekmeğin ve suyun peşine düşmüştür. O, ikilikte kalmıştır. Oysa ikilik şirktir. O da müşriktir. Her ne kadar eliyle yapıp karşısına koymadığı bir put olmasa da o kendi putunun peşindedir. Kişi, tevhit esrarına vâkıf olunca o put kırılır. Hz. Yunus bu gerçeği şöyle ifade eder:
Bıraktım ârı istedim yâri
Kestim zünnârı şeyh eşiğinde
Âh nice bir ülfet idelim uzlet
Çekelim halvet şeyh eşiğinde
Yunus, bu sözleriyle şirkten kurtulduğunu söyler. Zünnâr, papazın şirk kemeridir. Tevhidin nuru ile vahdete eriştiğini ifade etmektedir. Biz, tekrar Niyazî Baba'ya dönelim: İslâmiyet evrensel dindir. Değişen zamanın özelliğine göre icmâ-i ümmetin kararıyla evrensellik kazanmıştır. Mecelle'nin başındaki: "Zamanın tegayyürüyle ahkâm tebeddül eder," hükmü budur. Değişen zamanın özelliklerine göre ergin ve yetkin kişilerden oluşan icmâ-i ümmet, toplanıp Mecelle'nin başına konan bu hüküm uyarınca tebeddülat yapabilme yetkisine sahiptir. Eğer bu hüküm olmasaydı, İslâmiyet'in evrenselliği de olmazdı.